29 Nisan 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 OCAK 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA HABERLER Suna Kıraç’ın Haziran 2006’da yayımlanan ‘Ömrümden Uzun İdeallerim Var’ adlı kitabının genişletilmiş baskısı çıktı 9 Dolu dolu bir yaşam... ? Suna Kıraç’ın 1998 yılında yazmaya başladığı ve sağlık sorunları nedeniyle tamamlayamadığı “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” kitabı okur tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Haber Merkezi Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanvekili Suna Kıraç’ın Haziran 2006’da yayımlanan “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” adlı kitabının genişletilmiş baskısı çıktı. Suna Kıraç’ın 1998 yılında yazmaya başladığı ve sağlık sorunları nedeniyle tamamlayamadığı “Ömrümden Uzun İdeallerim Var” kitabı okur tarafından büyük bir ilgiyle karşılanmıştı. Yeni söyleşiler ve fotoğraflar, okurlardan gelen mektuplar ile gazeteci Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı “Suna’nın Gözleri” adlı DVD belgeselin de eklendiği kitap, özel cilt ve büyük boyda 8 bin adet basıldı. Fiyatı 75 YTL olarak belirlenen kitabın tüm geliri, ilk baskıda olduğu gibi Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı’na (TEGEV) bağışlanacak. Piyasaya ilk çıktığında 150 bin adet basılan kitabın geliri sayesinde eğitim olanak ? Yeni söyleşiler ve fotoğraflar, okurlardan gelen mektuplar ile gazeteci Mehmet Ali Birand’ın hazırladığı “Suna’nın Gözleri” adlı DVD belgeselin de eklendiği kitap, özel cilt ve büyük boyda 8 bin adet basıldı. larından yoksun onlarca çocuğun daha iyi bir eğitim alması sağlanmıştı. Bir Cumhuriyet kadınının öyküsünü iş, eğitim kültür ve sanat alanındaki çalışmalarını ve hastalığıyla mücadelesini tüm içtenliğiyle anlatan kitap, bir yönüyle de Kıraç’ın şahsında Cumhuriyet dönemi Türk kadınının “Biz de varız” mücadelesini gözler önüne seriyor.. Eski anekdotlar ve yeni yazılanlarla hazırlanan kitap, üç ana bölümden oluşuyor. “Suna Kıraç’ın Kaleminden: Bir Yaşamöyküsü /1. Perde” adlı birinci bölümde Kıraç, doğumundan okul yıllarına, evlenmesi ve kızı İpek’e kadar olan süreyi samimi ve içten bir dille anlatıyor. Bu bölümde, kız çocuklarının 1950’lerdeki konumları ve hayatın bir parçası olma yönündeki mücadeleleri ele alınıyor. Okul yıllarında başarılı ve “ciddi” bir öğrenci görüntüsüyle dikkat çeken Suna Kıraç’ı öğretmeni Ragıba Kartal şöyle anlatıyor: “Okula başladığı yıllarda yüzü hiç gülmezdi, çatık kaşlı, kimseye sokulmaz, oyun sevmeyen içine kapanık, şakadan hoşlanmayan bir çocuktu, hep çevresini inceleyen inatçı davranışları vardı. Sadece bir defa o şakadan hoşlanmayan Suna, maskeli şakalar icat etti. Nedenini sorduğumda ‘Onların cesaretlerini ölçüyorum’ dedi. .... Haksızlığa tahammülü yoktu. Bir defasında okul önünde çocuğunu döven bir anne görmüş, gidip çocuğu kurtarmış. .... Bir piknikte herkesten zorla birer köfte alıyormuş. Anladım ki bir amacı vardı. Köfteleri bir tabağa koydu ve bizleri uzaktan gıptayla seyreden çocuklara verdi. .... Hastalanmıştı, birkaç gün okula yollamadılar. Evde kimseye görünmeden şoförle okula gelmek isterken yakalanmış. Böylesi bir sorumluluk anlayışı vardı. .... 23 Nisan Bayramı’nı çok sever, hiç bitmesin isterdi...” Suna Kıraç’ın okul yıllarının ardından “Yaşam biçimi haline getirdiğim mantığımın eseri” diye tanımladığı İnan Kıraç ile yaptığı evliliğini anlatan bölümde Suna Kıraç, düğün törenlerinden hiç unutamadığı anı ise şöyle aktarıyor: “Tüm çocukluğum boyunca bizleri kucağına bile almayan, duygularını hiçbir zaman belli etmeyen, her zaman ölçülü ve mesafeli olan babam, o gün kendisini koyverdi. Çocuklar gibi hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bir evladın sevildiğini en çok hissettiği anın anne babasını en çok üzdüğü an olması hayatın bir çelişkisi olsa gerek...” Evliliklerinin üzerinden 15 yıl geçmesine ve tıbbı bir sorunları olmamasına karşın çocuk sahibi olmayan Sunaİnan Kıraç çifti hayatlarını bütünüyle değiştiren kızları İpek’i evlat edinmeye karar verişleri de Suna Kıraç’ın kaleminden şöyle aktarılıyor: “Yaşam benim için giderek yeknesaklaşıyor, yaşamdan aldığım keyif gün geçtikçe bir alışkanlığa dönüşüyordu. Örneğin bir defasında 24 kişilik bir yemek takımı baktığımız alışverişte her şey manasız gelmeye başladı. Ne yapıyordum? Kimin için bu ‘şeyleri’ alıyordum? Benim geleceğe bırakacağım tek eser bunlar mı olacaktı? İçimde giderek büyüyen boşluğu nasıl dolduracaktım? Bir sabah yataktan kalktım, ‘Ben kararlıyım’ dedim. Artık çocuğum olsun istiyordum. İnan bu kararıma coşkuyla katıldı. Çocuğumuzun ismini o koydu. ‘Kızımızın adı İpek olsun’ dedi.” ‘İş Kadını Suna Kıraç/ İkinci Perde’ Kitabın “İş Kadını Suna Kıraç/İkinci Perde” adlı bölümünde Suna Kıraç’ın üniversite eğitimi ve iş yaşamına ilk atılışı anlatılıyor. Çocukluğundan bu yana inatçı kişiliğinden ödün vermeyen Kıraç, Koç’un amiral gemisi Arçelik’in ulusal bir firma olarak kalma sürecinde de ısrarlı davranıyor. “Tüm profesyoneller karşı çıkarken Suna Kıraç neden ille de Arçelik’in ulusal bir firma olarak kalmasında ısrar etti?” bu kararın gerekçeleri ortaya konuyor. ‘Niye pes etmedim?’ Bu bölümde Kıraç, bir ömür gönül verdiği alanı, yani eğitimi de anlatıyor. Mezun olduğu Robert Kolej’den, Galatasaray Lisesi’ne, ardından da Koç İlköğretim Okulu, Koç Lisesi ve Koç Üniversitesi’ne uzanan Koç okullarının kuruluş yıllarını aktarıyor. Eğitim Gönüllüleri Vakfı’yla başlayan Antalya Sunaİnan Kıraç Müzeleri’yle devam eden Sunaİnan Kıraç Kültür Merkezi ile taçlandırılan yeni ideallerine yer veriyor. Kıraç’ın hastalığını da anlattığı “Bir Direniş Öyküsü” bölümünde ise ALS gibi çaresi henüz bulunamayan bu hastalığa karşı verdiği mücadeleyi anlatıyor. Kitabın “Ekler” bölümünde ise Vehbi Koç’un çocuklarına tavsiyelerinden oluşan mektubu, Suna Kıraç’a Mektuplar ve Okur Mektupları yer alıyor. 11 Ekim 1993 tarihli mektubunda “Büyük emeklerle kurduğum Koç Grubu’nun yaşaması en büyük arzumdur” diyen Vehbi Koç, çocuklarını şu ifadelerle uyarıyor: “...Yeni emlak alacağım, kendi kendime iş yapacağım, paralarımı orada kullanacağım fikirleri son derece hatalıdır. Bütün kuvvetinizi holdingin daha ileri gitmesine ve kuvvetlenmesine tahsis ediniz. ... Ayrı ayrı yapacağınız işlerden hayır gelmez, muvaffak olamazsınız, perişan olursunuz. Birinizden biriniz hisselerinizi veya emlakınızı maazallah israf ve kaprislere kapılıp satmaya kalkmayınız. Satmak icap ederse birbirinize satınız... Servetinizi kaybettiğiniz takdirde dostunuz da kalmaz.” Vehbi Koç, mektubunda varislerine işlerin yolunda gitmesi için iyi idareciler seçmesini, onların görüşlerini aldıktan sonra karar vermelerini tavsiye ederek, “Layık olmayan insanları hatır gönül için katiyen işlerin başına getirmeyiniz. Müessesede çalışanlar için bu adam senin, şu adam benim adamımdır hissini katiyen taşımayınız. Bu çok büyük zarar verebilir” uyarılarında bulunuyor. Cumhuriyet’e konuşan Umar Ö. Oflaz, ‘OğuznameKöklere Giden Yol’ adlı araştırmasında bu ve daha birçok önemli sorunun yanıtını veriyor ‘Anadolu halkının tamamı Aleviydi’ GAMZE AKDEMİR amanla kültür kendi içinde gelişim ve değişime uğradı, ama hâkim güçlerce insanların baskı, kıyım ve yalanlarla değişime zorlanması geçmişte olduğu gibi bugün de milyonların kaderini değiştirdi/değiştirmekte. Neler çarpıtıldı? Sapla saman nasıl birbirine karıştı? İncelendiğinde konunun ucu çok çok eskilere, din baskılarına, kanlı cinayetlere, fetih düsturlarıyla toplu kıyımlara dek uzanıyor... Geleneksel Türk kültürü bütünüyle AleviKızılbaş kültürü müdür? Atatürk, 1 Kasım 1922’de TBMM’de yaptığı konuşmasında, Türk ulusunun Osmanlı’dan tamamen ayrı olduğu ve Osmanlı’nın Türk ulusunun egemenliğine el koymuş olduğunu mu vurgulamaktadır? İstiklal Savaşı’na İstiklal ve Kurtuluş savaşı adı verilmesinin gerçek nedeni bu mudur? Peki bugün Sıvas’ta, Maraş’ta, Çorum’da yakanlar kimdir? O insanların değişime uğramış uzak torunları mıdır?.. Ya yakılanlar, o insanların bir ölçüde değişime uğramamış uzak torunları mıdır? Cumhuriyet’e konuşan Umar Ö. Oflaz, “OğuznameKöklere Giden Yol” (Verlag Anadolu) adlı araş Z ? “Faruk Sümer tarafından 17’nci yüzyıla kadar Balkanlar’dan Asya içlerine kadar Türklüğün var olduğu her yerde Oğuznamelerin okunduğu ve dinlendiği belirtilmektedir. Oğuznameler Türk toplumunda milli benliği canlı tutucu, toplumu kendi kültür değerleri çevresinde birleştirici, atalar edimini anımsatıcı yazılar, şiirler, destanlardı. ” tırmasında bu ve daha birçok önemli sorunun yanıtını veriyor. Oğuzname nedir? Ve Oğuznameler neden yok edilmiştir? Faruk Sümer tarafından 17’nci yüzyıla kadar Balkanlar’dan Asya içlerine kadar Türklüğün var olduğu her yerde Oğuznamelerin okunduğu ve dinlendiği belirtilmektedir. Oğuznameler Türk toplumunda milli benliği canlı tutucu, toplumu kendi kültür değerleri çevresinde birleştirici, atalar edimini anımsatıcı yazılar, şiirler, destanlardı… Bir toplumu asimile etmek isteyenler önce onu kendi tarihsel ve kültürel köklerinden kopartmaya çalışırlar ve eski kültürün kahramanlarına yeni bir misyon yükleyerek, yalanlardan örülmüş yeni bir kılıf giydirirler… Reşideddin’in yazmış olduğu ve Oğuz Kağan’ı İslamiyetin hizmetinde gösteren çarpıtılmış destan buna tipik bir örnektir. ‘Türk kültürü AleviKızılbaş kültürüdür’ Mesela ‘Türk kültürünün çarpıtılmış, üzeri kapatılmış biçimi’ değerlendirmesinde bulunuyorsunuz kitabınızda. Geleneksel Türk kültürü bütünüyle AleviKızılbaş kültürüdür. TürkTörük sözcüğü de bu anlamı taşır… Araştırmalar bizi bu noktaya götürecek diye korkarsak, bunun üstünü kısa yoldan örter ve üzerine bir masal uydururuz. Bu bağlamda kontrol altına alma güdüsüyle kültürlerin kökenine, kök kültürlere ilişkin izler nasıl yok edildi, örnekler misiniz? Bir araştırıcı, “Bir toplumu yönetmenin en ko lay yolu şeriattır” diyor. Toplum şeriata bağlandıktan sonra, yönetici sorumluluklarını yukarıya Allah’ahavale etmekte ve kendisi işin içinden sıyrılmaktadır. Anadolu TürkOğuz veya AleviKızılbaş halkını Sünnileştirmek için çıkarılmış insanlık adına yüz karası olan pek çok fetva ve ferman vardır. Bu fermanlarla Türkler kendi inançlarına bağlı kaldığı sürece korkunç ekonomik, sosyal ve yaşamsal baskılara uğratılmış, dönüşüme zorlanmıştır. Yavuz’un müftüsü Hamza’nın fetvası şöyle diyor: “..Biz dahi fetva verdik ki, adı geçen bu Kızılbaş toplumu, kâfir ve dinsizdirler. Bunları öldürüp, toplumlarını dağıtmak tüm Müslümanlara farzdır…” Fetvalar dönüşüm için de yol göstermekte ve teşvik etmektedir: “Müslüman olduklarında zındıkların tersine, diğer Müslümanlar gibi özgür olurlar. (Ama) bunlardan birisi şeriat yolunu terk ederse, başka dini seçmiş olur ki kesinlikle katli vaciptir…” Evet… Başınızın üzerinde o devrin en güçlü ordusunun kılıcı durmaktadır ve seçim Anadolu TürkOğuz halkına kalmıştır… CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle