22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 7 OCAK 2008 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Türkiye, Yaşam ve Siyasal İslam!.. Türkiye Cumhuriyeti’ni “siyasal İslam” tehdidinden kurtarmanın yolu; ? Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, ? “Kuran kursuimam hatip lisesişeriat yurdutarikat okulu” zincirini kırıp kopartmak, ? Siyasal İslamın “yeni nesiller” yetiştirmesine engel olmak, ? Yarının seçmenlerini “laik”, “demokratik” ve “çağdaş” düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. ci”ler yetiştirmek ve ülkeyi tümüyle ele geçirmek!.. Bütün bunlar olurken, Türkiye’yi zora sokan ve temelinde “eğitim” olan bu sorun karşısında bir çıkış yolu arayanlar, doğru belirleme yapmakla birlikte doğru yöntemi bulmakta zorlanıyorlar!.. dinden kurtarmanın yolu; Kendi seçmenini yaratan bu ideolojik sistemin altyapısını parçalamak, “Kuran kursuimam hatip lisesişeriat yurdutarikat okulu” zincirini kırıp kopartmak, Siyasal İslamın “yeni nesiller” yetiştirmesine engel olmak, Yarının seçmenlerini “laik”, “demokratik”, “çağdaş” düşünce yapısına sahip bireylerden oluşturmaktır!.. Bunu başarabilmek için atılacak adımlar: Bugünkü iktidarı bir “meşru girişim”le yönetimden uzaklaştırmak, Beyni çağdaş düşüncelerle şekillenmiş yeni nesillerden oluşan yeni bir Türkiye yaratmaktır!.. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Güneydoğu ve Devlet DİKKAT çekici olan, bölgeye ilişkin olarak hemen her gün demeç veren, basın toplantısı yapan, bildiri yayımlayan DTP milletvekillerinden hiçbirinin ekonomik kalkınma, toprak reformu, plan ve yatırım sözü etmeyişidir. Var mı yok mu, siyasal çözüm. O da, “Operasyonlar dursun, ikili şiddete son verilsin, bölgesel özerklik tanınsın” biçiminde. Sorunun temelinde yatanın ya da en azından temel boyutlarından birini oluşturanın ekonomi olduğunu onlar bilmez olabilir mi? Toprak reformunun yarım bırakılmış olduğunu. GAP’taki sulama sistemlerinin tamamlanmadığını, Et ve Balık Kurumu, Süt Endüstrisi Kurumu gibi işletmelerin kapatıldığını, yerli sermaye sahiplerinin bölgeye yatırım yapmak yerine Batı’ya, hatta İstanbul’un göbeğine taşındığını en iyi onların bilmesi gerekir. Peki, o milletvekillerinin özerklik, Kürtçe eğitim gibi kolay kolay gerçekleşmeyecek ve aslına bakılırsa kendi insanlarının da hayrına olmayacak hayaller peşinde koşmak yerine, bölgenin ekonomik ve sosyal dertlerini dile getirip devletten beklentilerini ortaya koymaları gerekmez miydi? alnız şunu da kabul edelim ki, Türkiye Cumhuriyeti’ni şimdi yönetmekte olanlar, yalnız Güneydoğu halkının değil, başka vatandaşların da bu çeşit beklentilerine kulak verecek bir tutum içinde değiller. Onlar, tam tersine sosyal devleti sadece “sadaka devleti” saymak ve seçimden seçime bir şeyler dağıtarak hayır duası alıp parti oyu toplamak peşindedirler. Oysa, gelişmekte olan ülkelerin sosyal devleti, yalnız sosyal güvenlik, eğitim ve sağlık gibi hizmetleri değil, ekonomik kalkınma, sermaye birikimi, sanayi, hatta tarım yatırımı türünden işlevlerin sorumluluğunu da yüklenmek, onları da yine sosyal devlet anlayışıyla yerine getirmek zorunda olmalıdır. Türkiye’de, yalnız politikacıların değil hukukçuların, sosyal ve siyasal bilimcilerin de bunu böyle bilmek, böyle okutup, böyle öğretmek ödevi vardır. ma öyle olmuyor. Dış politikasından ulusal güvenliğine kadar her alandaki sorunları başkalarının rızasına ve hatta iznine bağlanan, en seçkin üniversitelerinde sosyal ve siyasal bilim konuları başkalarının yazdığı İngilizce kitaplardan, yabancıların dünya görüşlerine uygun olarak okutulup anlatılan, dolayısıyla özgür ve bağımsız düşünme yeteneğinden gün geçtikçe uzaklaştırılıp kendi kendine yabancılaştırılan bir ülkede, sosyal devlet sorunu, benzer birçok sorun gibi toplum gerçekleri dışında yabancı düşüncelere göre yorumlanıyor. Böyle olunca, Güneydoğu sorununun da Türkiye’nin ve bölge halkının gereksinmelerine göre değil, başkalarının hesaplarına göre yorumlanıp çarelerin yine başkalarının çıkarlarına göre düşünülmesine şaşmamak gerek. Ama, ora milletvekilleri hiç değilse bunu fark edip başka türlü konuşuyor olmalıydılar. Basını Bekleyen Tehlike AKP’nin yeniden iktidara gelmesi ile birlikte sermayenin el değiştireceği varsayımları gerçekleşiyor. Büyük sermaye gruplarının karşısına yeni rakipler çıkmaya başladı. İnşaat sektöründen sanayiye dek uzanan bir alanda yeni yerli yatırımcıları görüyoruz. Çoğunluğu hükümet destekli bu firmalar büyük ihaleleri paylaşıyorlar. Yeni sermayedarların medyaya olan ilgisi de artıyor. Sabah ve ATV’yi alan Çalık Grubu, Türki cumhuriyetlerde kazandığı parayla yurtiçinde de hızlı bir gelişme içerisinde. Medyaya gösterilen bu ilgi, çeşitlilik açısından bakıldığında olumlu gibi gözükebilir. Ancak Turgut Özal döneminde başlayan ücretsiz gazete dağıtımı, bugün büyük oranda pazar payını ele geçirmiş durumda. Bedava gazete dağıtımını ilk başlatan, Enver Ören’in sahibi olduğu Türkiye gazetesi olmuştu. Gazete dağıtıcılarındaki satışı 25 binleri bulan Türkiye gazetesi, süreç içerisinde satış rakamlarını 200 binlere dek çıkardı. Türkiye gazetesini, Fethullah Gülen’e yakınlığıyla bilinen Zaman gazetesi takip etti. Yine, gerçek satış rakamları 30 binleri bulmayan Zaman, bugün “bedava dağıtılarak’’ satışını 800 binlere dek çıkardı. Bir süre önce Zaman gazetesi yöneticileri, hedeflerinin 1 milyon gazete “satmak’’ olduğunu açıklamışlardı. Zaman gazetesini Bugün gazetesi örnek aldı. Çıktığı günden bugüne dek Bugün gazetesi de bedava dağıtılıyor. AKP’ye yakınlığıyla bilinen Yeni Şafak ile Star gazeteleri, belediyelerin büyük desteğini görüyor. Toplu alımlar bu gazetelerin satışında ciddi oranda artışlar sağlıyor. Şimdi ise Metro adında bir gazetenin önümüzdeki günlerde piyasaya çıkacağı biliniyor. Bu gazete tamamen ücretsiz olarak dağıtılacak. Bir süre önce yayımlanmaya başlayan Taraf gazetesi de 56 binlik satışını yükseltmek için bedava dağıtım modelini uygulamaya başladı. Akla hemen gelen soru ise bu gazetelerin nasıl ve kimler tarafından finanse edildiğidir. Böylece, “AKP iktidarı kendi medyasını yaratıyor’’ iddiası da gerçekleşmiş oldu. Aydın Doğan ile Mehmet Emin Karamehmet’in gazeteleri dışındaki gazetelerin hükümet yanlısı olduğunu söylemeye gerek var mı? Bağımsız medyanın olmadığı, özgür gazeteciliğin yapılmadığı bir ortamda Cumhuriyet olarak işimizin daha da zor olduğu bir gerçektir. Okurlarımızın desteğiyle 84 yıllık mücadeleyi sürdüreceğiz. Türkiye Gazeteciler Sendikası Genel Başkanı Ercan İpekçi’nin konuyla ilgili söylediklerinin altını çizmek gerekir. İpekçi’nin bedava dağıtılan gazetelerle ilgili görüşlerini birlikte okuyalım: “Bedava dağıtılan gazetelere gelişmiş birçok ülkede meslek grupları karşıdır. Bunların amacını iyi değerlendirmek gerekir. Bu gazeteler kamuoyunu yönlendirip çıkar odaklarının amaçlarını gerçekleştirmesi için yayımlanıyor. Arkalarındaki sermaye gruplarına hizmet verecekleri açıktır.’’ O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU B Y A mumtazsoysal@gmail.com ugünün dünyasında Türkiye’nin de içinde yer aldığı geniş bir coğrafyada, yaşamın birçok alanı “siyasal İslam” tehdidiyle karşı karşıya!.. Önceleri “hak ve özgürlük” olarak görülen ya da gösterilen girişimler, artık toplumlarda birer dayatmaya ve demokrasiyi ortadan kaldırmaya yönelmiş bulunuyor!.. Egemenlik yolunda var olduğu her coğrafyada her alanda faaliyet gösteren siyasal İslam, yasal olsun ya da olmasın her hareketin, her kuruluşun her oluşumun içinde yer alıyor!.. Alan ne olursa olsun, gelişmeleri kendi amaçlarına göre şekillendirmekten geri kalmıyor!.. Etki alanını giderek genişletiyor!.. Her kurumsal yapıda faaliyet gösteriyor!.. Her harekete dinsel nitelik kazandırarak; her girişimi dinsel zemine taşıyarak sonuca ulaşmayı amaçlıyor!.. Yöntem; Afganistan’dan Pakistan’a, Endonezya’dan Malezya’ya kadar her yerde aynı: Var olan bir resmi “dinsel simgeler”le bütünleştirmek, Yaşamın her alanını yavaş yavaş dinselleştirmek, Siyasal İslamın “egemenlik alanı”nı genişletmek, “Laik” rejimi sistemli saldırılarla yok etmek Ve sonunda “devlet”i ele geçirmek!.. Siyasal İslam, egemen olmayı amaçladığı her coğrafyada, bankacılıktan sendikacılığa, eğitimden sağlığa kadar her alanda; biri dinsel nitelikli olmak üzere farklı iki yapılanmaya yol açıyor. Laik yapıyı yok etmek ve yönetimi ele geçirmek için demokrasinin sağladığı tüm olanaklardan yararlanıyor!.. Eli her yere uzanıyor: Türkiye’de başlangıçta “MarksistLeninist” ideolojiyle yoğrulan daha sonra “Kürt milliyetçiliği”ne yönelen “bölücü/ayrılıkçı hareket”i din tabanına oturtmak istiyor. Kurduğu silahlı eylem örgütü “Hizbullah”la, din eksenli ayrı bir girişim başlatıyor. Filistin’de özgürlük için mücadele veren “Sol” kilmikli “Filistin Kurtuluş Örgütü”nün karşısına İslamcı “Hamas”ı çıkarıyor. Irak’ta var olan laik rejimi ABD desteğiyle yıkarak, “dinsel tabanlı üç bölgeli federasyon”un altyapısını hazırlıyor. Kuzey Irak’ta ki yapılanmayı “Güneydoğu Anadolu”ya taşımaya uğraşıyor!.. Bugünün resmi Türkiye’de siyasal İslam tüm kurumları şekillendiriyor!.. Faizsiz bankacılık yutturmacasıyla sermayeyi kontrol edi yor!.. Toplumdaki işsizlik korkusundan yararlanarak sendikaları ele geçiriyor!.. İnançlı kesimleri kullanarak dinsel eğitimi yaygınlaştırıyor!.. Tarikat yapılanmasıyla sosyal yaşamı baskı altında tutuyor!.. Siyasal İslamın attığı adımlar karşısında endişe duyanlar, korkuya kapılanlar bir çözüm yolu bulmak için çabalıyorlar!.. Bu karmaşık sorun karşısında neler yapılabileceğini düşünüyorlar!.. Resim olanca açıklığıyla ortada!.. Çağdışı bu ideolojik yaklaşımı savunan iktidar, amaçlarını gerçekleştirebilme uğruna topluma “dinsel eğitim”i dayatıyor. Devletin tüm kaynaklarını, tüm olanaklarını yasaların sınırlarını da zorlayarak bu amaçla kullanıyor. Siyasal İslamın bir ideoloji olarak okullarda üslenmesi için ortam hazırlıyor. “Öğretim ve eğitim sistemi”ni dinselleştiriyor!.. Plana göre, oluşturulan bu yapı içinde, beyinleri şekillenmiş nesiller seçmen olduklarında, siyasal İslamın yanında yer alacaklar!.. Siyasal İslamın iktidarda olması ya da iktidarda kalması için oy kullanacaklar!.. İzlenen yol bu!.. Hedef; Türkiye’de beyinleri şekillendirilmiş yurttaşlardan; önce “seçmen”, sonra “temsilci”, daha sonra da “yöneti Mantık zinciri Sorununun çözümü; “Türkiye Büyük Millet Meclisi” çatısı altındadır!.. Çözüm; hükümetin alacağı kararlara ve Meclis’in çıkaracağı “yasalar”a bağlıdır!.. Bu yasaların çıkarılması; Meclis’in “laik” ve “çağdaş” düşünce yapısına sahip temsilcilerden oluşmasını gerekli kılmaktadır!.. Bu nitelikteki temsilcilerin Meclis’e taşınması, aynı nitelikteki “seçmenler”in çoğunlukta olmasına bağlıdır!.. Bu yapıda bir seçmen çoğunluğunun yaratılması ise, ancak “ulusal”, “özgür”, “laik”, “çağdaş” ve “demokratik” nitelikli eğitimle sağlanacaktır!.. Sonuçta; “Atatürk”ün belirlemesiyle; “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller” e ihtiyaç vardır!.. Türkiye bugün için bu nitelikte nesiller yetiştirme olanağına sahip değildir. Çünkü siyasal İslam öğretisiyle yetiştirilmiş olan nesiller ve gelecekte onlara katılacak olan ardılları, buna izin vermeyecek bir çoğunluğa erişmişlerdir. Onların, İslam inancıyla bütünleşmiş siyasal düşüncelerinden arındırılmaları giderek güçleşmektedir!.. Türkiye Cumhuriyeti’ni siyasal İslam tehdi Gelinen nokta Siyasal İslamın bugün Türkiye Cumhuriyeti için; “ulus tümlüğü” ve “ülke bütünlüğü” açısından “en büyük tehdit” olma özelliği devam etmektedir!.. Bu tehdit sürerken, Türkiye Cumhuriyeti’ni, anayasal nitelikleriyle ve bağlı olduğu değerlerle yarınlara taşıyabilmek giderek güçleşmektedir!.. Ne var ki hiçbir zorluk; birinci görevi “Atatürk Cumhuriyeti’ni sonsuza dek korumak ve savunmak” olan anayasal kurum ve kuruluşları; bu ülkenin aydınlıkinsanlarını bir umutsuzluğa doğru sevk etmemelidir!.. Türkiye’yi laik ve çağdaş yönetimlere teslim etmek; yeni nesiller yetiştirmek ve yeni bir Türkiye yaratmak; onların asli görevidir!.. Ve bu görev, hiç kuşku yok ki yerine getirilecektir!.. Ilımlı İslamı Kim Getirdi? Burhan ÖZBEY rtık ülkeye İslam gelecek mi gelmeyecek mi kaygı ve tartışmaları bitmiş, (çünkü Türkiye zaten bir ılımlı İslam devleti olmuş, yani İslam ideolojisi, rejimin başına gelip oturmuş) İslamı ülkeye kimin getirdiği tartışma ve suçlamaları aşaması başlamıştır... Beklenen ve tahmin edilen süreçti... İşliyor... Aymazlıklardan, boş vermişliklerden ve “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın”lardan sonra; doğal olarak hangi süreç gelir? “Biz nerede ve nasıl hata yaptık da bu duruma düştük!” süreci... İşte şimdi laik, Atatürkçü, Cumhuriyete gönül vermiş kesim için o süreç, yani “kafaya dank” süreci başlamış bulunmaktadır... Türkiye olarak; Yargıtay Onursal Başsavcısı Vural Savaş’ın “Türkiye Cumhuriyeti Yıkılırken” diye adlandırdığı kitabında tanımladığı; “Bir zaman gelecek, olan bitenleri neden zamanında fark etmedik, nasıl da Cumhuriyetin elden gitmekte olduğunu anlayamadık…” türü konuşmaların yapılacağı ortam ve sürece girmiş bulunuyoruz... Humeyni, Paris’ten uçup bir gecede Tahran havaalanına indi, İran’da da her şey bir gecede bitti... Bizim için ise, daha uçak havada... Laik, demokratik Cumhuriyete gönül vermiş, Atatürkçü kitleler için “Köprüden önce son çıkış” şansı henüz kaçırılmamış sayılabilir! Ülkenin ılımlı İslam devleti durumuna gelmesinin baş sorumlusu medyadır. Evet... Adına hak etmediği halde “ulusal” dedikleri medyadır!.. Bunun hiç tartışılacak yönü yoktur! Ancak, her şeye karşın, medya şayet son yıllardaki suskun ve teslimiyetçi konumunda olmasaydı; AKP hükümeti, İslamcı ideolojiye dönük bu denli rahat icraatlar içinde olmaz ve devlet kadroları vasıtasıyla ülkenin ana damarlarına bu ölçüde köklü yerleşmezdi... İslami rejimden sebeple A nen ve bu dönemde keselerini doldurmaya devam eden kimi din simsarları; fanatik ve radikal dinci görünümü altında çıkacaklar ortaya ve şimdi diyecekler ki: “Ne olmuş yani, ülke İslamlaşmışsa kötü mü olmuş? Siz Müslüman evladı değil misiniz? Bundan niçin rahatsızlık duyuyorsunuz? Herkes inandığı doğrultuda yaşasa kıyamet mi kopar? Vs...” Sanki Müslümanlık ve Müslümanlığı savunmak, öğretmek onların tekelinde... Açık ortamlarda tepki çekmemek için konuya ılımlı söylemlerle yaklaşanların, dış dünyaya kapalı süfli ortamlarında yani gerçek dünyalarında; “Mustafa Kemal dinsizinin kurduğu bu kâfir rejimi er geç yıkacağız...” diye kükreyip coştuğunu iddia etmek, söylemek, herhalde gerçekdışı bir değerlendirme olmaz!.. Nasıl oldu? Kim yaptı? Kimlerin ihmaliydi? Neden bu duruma geldik? Gerçek sorumlular ve suçlular kim?.. Bütün bu soru, söylem ve tartışmaları bir kenara bırakıp, geri dönülmezliğin çaresizliğine düşmeden; yani “Köprüden önce son çıkış” şansını kaçırmadan aymak gerekir aymak! Hiç vakit yitirmeden ve “bana neci” olmadan; Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarına karşı akılcı ve demokratik mücadeleyi; bilinçli, kararlı ve inançlı olarak şuurlu biçimde ortaya koymak gerekiyor! Bazı anayasal kurumları suçlamak ve yıpratmak, Cumhuriyet düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek demektir... Zaten onların beklediği ve hararetle istedikleri de bu! Böyle bir yanlışlığa kesinlikle düşmemek gerekir... Hesap sorulacak, yakasına yapışılacak ve tepki gösterilecek bir yer varsa, o da hiç şüphesiz, bugün tanınmaz hale gelmiş olan medyadır!.. Güdümlü ve kukla medyayı adam etmeden, ülkede güneşin doğmasını beklemek, inanın ütopyadan öteye gidemez!.. Sarıkamış belgeseli Bugün gazetemizle birlikte ücretsiz olarak verdiğimiz Kars Sarıkamış belgeseli içeriğiyle dikkat çekiyor. Önemli bir dönemi aktaran bir saatlik belgeseli bulamayan okurlarımız gazetemizin bürolarını arayabilirler. İyi haftalar... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle