28 Nisan 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 OCAK 2008 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Finansal kiralamacılar tüketimin kapsamdan çıkarılmasını istemiş, ancak Maliye reddetmiş 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Leasing şimdi hatırlandı ? Gelir İdaresi Başkanı Ulusoy’un, ‘Ağırlık yatırım mallarından tüketime kaymıştı’ sözlerinini aksine tüketim mallarının leasing işlemlerindeki oranı yüzde 17’yi geçmiyor. MURAT KIŞLALI Ekonomi: 0708 (II) Ekonominin dış dünyasının iki sayfası var. İlk sayfada, döviz giriş ve çıkışları; ikincisinde de dünya sermaye ve fiyat hareketleri yer alır. Döviz sayfası, yalnız dışsatım ve dışalımı değil, bunlarla birlikte, tüm döviz işlemlerini içeren “cari işlemler” adı altında toplanır. Dışsatımda, bu yıl, yıllık yüz milyar doların aşılması gibi bir başarı yakalanmasına karşın, toplam dış açık azaltılamıyor. Çünkü, dışsatım dışalıma “aşırı bağlı”, bir YTL tutarında dışsatım yapılabilmesi için, 1.15 YTL tutarında dışalım gerekiyor. Nitekim, 2007’nin OcakEylül döneminde cari işlemler açığı, 2006’nın aynı dönemine göre yüzde 6.2 oranında artmıştır. Aynı eğilimin sürmesi durumunda bile, cari işlem açığı, 2007’de 34.9 milyar dolardan fazla olacaktır. Kaldı ki, iç ve dış sermaye çevrelerince ekonominin en ağır “sorunu” sayılan cari işlem açığının 2008’de 39.2 milyar dolar olması “programlanmıştır” (DPT, 2008 Yılı Programı, s.35) Döviz hesabında bu kadar yüksek ölçüde açık veren ekonomi, yine de “döviz bolluğu” yaşıyor. Döviz bolluğunun iki ana nedeni var. Bunlardan birincisi, devletin borçlanırken ödediği reel, yani enflasyondan arındırılmış, yüksek faizdir. Türkiye, 2007’nin ilk on ayında borçlanabilmek için “ortalama” yüzde 18.84 oranında bileşik faiz ödemiştir. Bu faiz oranı enflasyon oranının on puan üstündedir ve bir “dünya rekorudur”. Faizin yüksek olmasının nedeni, ülke ekonomisinin yabancı para sahiplerince “riskli” bulunmasıdır. Yıllardır IMF denetiminde bir program uygulamasına; yabancılar tarafından “çok başarılısınız” diye övülmesine ve “her zaman borcuna sadık” bir ülke olmasına karşın, Türkiye, küresel sermaye tarafından “aşırı riskli” bulunmaktan ve yüksek faiz ödemekten bir türlü kurtulamıyor! Bu kadar çok faiz ödenince dolar yağıyor! Karşılığında da devlet bütçesinin dörtte birinden fazlası faiz ödemelerine ayrılıyor; önceki yıllarda olduğu gibi 2008’de de, asker, sivil, tüm personel giderleri toplamından daha fazla faiz ödenmesi gerekiyor. Türkiye’ye dolar yağmasını sağlayan ikinci etken, kamu ve özel mal varlıklarının yabancılara satışıdır. Sermaye varlıklarının, başta bankalar olmak üzere işletmelerin, arazi ve konut gibi taşınmazların yabancılara satışı da döviz girişi sağlıyor. Yüksek faizin ve yabancılara satışların, ekonomi üzerindeki etkileri ayrı bir konudur. Ancak, 2008’de her iki politikanın, faizin zorunlu olarak, satışların da büyük bir “istekle” “sonuna kadar” uygulanacağı hükümet tarafından açıklanmış bulunuyor. ??? Ekonominin “dışardan nasıl etkileneceğini” kestirmek için kimi küresel ipuçlarına bakılabilir. Küresel sermayenin tepe noktalarının yorumcuları, 2008’in hiç de kolay bir yıl olmayacağı noktasında birleşiyor. Neden olarak da, ABD’nin durumunu işaret ediyor. Bu ülkede, geçen ağustosta başlayan, esas olarak konut finansmanı ve banka sisteminin risklerini yayma uygulamasından kaynaklanan parasal çalkantılar, sermaye üzerindeki küresel bulutları arttırdı. Başkanlık seçimleri; Irak bataklığı ve Ortadoğu’nun “kaynayan kazan” olmasından kaynaklanan petrol fiyatlarının varili yüz doları yakalaması; “gıda” ve kimi hammadde fiyatlarının tırmanması yeni bir “küresel fırtına” kaygılarını arttırıyor. Fırtınadan kaçınmak amacıyla ABD ve diğer merkez bankalarının faiz oranlarını azaltmalarının yetersiz kalabileceği görüşü güçleniyor (The Economist, 29 Aralık). Küresel sermayede yaşanacak olası dalgalanmalar, IMF ile anlaşma yapılsa da Türkiye ekonomisini olumsuz etkiler. Özellikle büyüme, enflasyon, yüksek faiz ve cari açık gibi değişkenler “olumsuz” etkilenir. Eğer dışarıdaki sallantı bunalıma dönüşürse, yurtiçinde de küresel düzlemde de “zengini daha zengin eden” bu süreç, yeni bir “kemer sıkma” politikasına konu olur; ekonomik, toplumsal ve siyasal zararları altta kalanlara yüklenilerek “yeniden yapılandırılır”. ??? Türkiye ekonomisinin “gerçek ve büyük eksiği”, ileriye dönük makro, yani bütüncül politikaların bulunmamasıdır. AKP hükümetleri, 1980’lerde başlayan “piyasa en iyisini bilir” yanlışına sarılıp gidiyor. Sanayisi, tarımı, teknolojisi, enerjisi ve doğal kaynaklarıyla ekonominin yarınlarını kapsayan bir bütüncül sermaye birikimi politikası oluşturulmuyor. Dünya, “piyasanın başarısızlıklarını” konuşuyor; özellikle küresel ısınma alanında yaşananlar, piyasanın başarısızlığını çok somut olarak kanıtlıyor. Bizde ise “piyasaya iman” sarsılmıyor. Hükümet, 2008’e bu imanla giriyor, ancak, yerlisiyle ve yabancısıyla, büyük sermaye, ondan, IMF damgasıyla yeni bir “iman tazelemesi” istiyor. İman tazelense de, bunun, bırakın uzun dönemli gelişmeyi bir yana, “günü” kurtaracağı bile çok kuşkuludur. [email protected] KDV İLE BİRLİKTE ŞİKÂYETLER DE ARTTI MAN Leasing’in kurulması için bir süredir yürütülen proje ve fizibilite çalışmasının sonuçlandığını ve bu yıl içinde hayata geçirilmesine karar verdiklerini belirten Man Finans Genel Müdürü Semih Pala, KDV artışı nedeniyle bu kararı askıya almak zorunda kaldıklarını bildirdi. ? Ankara Ticaret Odası (ATO) Başkanı Sinan Aygün, finansal kiralamadaki KDV artışıyla ilgili olarak Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a mektup rini ifade eden Gülelçe şöyle konuştu: “Biz burada, ‘Tüketciye iş yapmak istemiyoruz’ demiştik. Orada mevcut bulunan Maliye Bakanlığı temsilcisi de ‘Uygulama açısından bu isteğinizi yerine getiremeyiz çünkü şu andaki yasal mevzuata uygun değil’ diye konuşmuştu. Maliye istese finansal kiralamının tüketiciye yönelik kısmını kapsam dışı bırakabilirdi. Ancak Maliye bunu yapmayazarak artışın yeni yatırımların önünü keseceğini ve KOBİ’lerin kolunu kanadını kıracağını ifade etti. Aygün, mektubunda son yıllardaki makine teçhizat yatırımlarının neredeyse tamamına yakınının finansal kiralama ile yapıldığına dikkat çekti. ? İstanbul Ticaret Odası (İTO) Başkanı Murat Yalçıntaş, finansal kiralamadaki vergi artışıyla yatırım konusunda zaten sıkıntı yaşayan KOBİ’lerin üstüne yeni bir yük bindirildiğini söyledi. dı.” Bu arada Gelir İdaresi Başkanı Ulusoy’un ileri sürdüğünün aksine, Fider’e göre yatırım malları harcamaları, toplam finansal kiralama gelirlerinin yüzde 75.4’üne ulaşıyor. Buna karşın tüketim malı olarak kabul edilebilecek “otomobil, yat, helikopter, ses ve görüntü ekipmanları, gayrimenkuller” kalemlerinin tamamı finansal kiralamanın en fazla yüzde 17’sini oluşturuyor. 22 YILDA 35 MİLYAR DOLAR 1985 yılından bu yana finansal kiralama işlemlerinde, satın alınan makine ve teçhizata yüzde 1 KDV uygulanırken KDV oranı yüzde 18’e yükseltildi. Ülkede aktif büyüklüğü 12.8 milyar YTL ’ye ulaşan 1.479 çalışanı olan 70 leasing şirketi, 56 bin müşteriye hizmet veriyor. Sektörün 22 yıllık geçmişinde 35 milyar dolarlık işleme aracılık edilirken 2007’de sektörün işlem hacmi 78 milyar dolara ulaştı. Leasing’in şirketler açısından en büyük avantajı 1985’ten bu yana uygulanan yüzde 1’lik vergi oranıydı. Çünkü gerekli yatırımtüketim malını peşin alan yüzde 18 vergi öderken kiralayan için vergi yüzde 1’e iniyordu. Bu nedenle sektörde kişisel tüketimi için cip, yat helikopter gibi lüks mallar da leasing kapsamında alınıp (kiralanıp), yüzde 1’lik vergi avantajından yararlananlar da bulunuyordu. ANKARA Gelir İdaresi Başkanı Mehmet Akif Ulusoy’un KOBİ’lere darbe vuracak finansal kiralamadaki (leasing) KDV artışını “Ağırlık yatırım mallarından tüketim mallarına kaymıştı” diyerek savunmasına karşın finansal kiralamacıların tüketimin kapsamdan çıkarılmasını istediği, ancak buna Maliye’nin “yasal olarak mümkün değil” diye karşı çıktığı ortaya çıktı. Finansal Kiralama Derneği (Fider) İdari Genel Sekreteri Hakan Gülelçe, Cumhuriyet’e yaptığı açıklamada, “Biz Maliye ile görüşmelerimizde, pek çok sefer ‘Tüketiciye yapılan işlerle ilgili herhangi vergisel avantaj istemiyoruz’ dedik” diye konuştu. Bu fikirlerini 2006’da Maliye yetkililerinin bulunduğu sempozyumda da dile getirdikle SENDİKA TEPKİLİ Ülker’e göre reklam yasakları da fonksiyonel gıda pazarını olumsuz etkiliyor AKP’li yönetimden FİSKOBİRLİK’te işçi kıyımı ERDOĞAN ERİŞEN Pazar hareketli, kurallar sıkı ? Türkiye’de fonksiyonel gıda pazarının en büyük yatırımcılarından Ülker, pazardaki sıkı kurallar nedeniyle sektörden çekilebileceği sinyalini verdi. OLCAY BÜYÜKTAŞ AKÇA ORDU Aralık ayı içerisinde yapılan Genel Kurul Toplantısı’nda FİSKOBİRLİK yönetimini sonunda ele geçiren AKP, işçi kıyımına başladı. AKP’li eski Yönetim Kurulu Başkanı Yaşar Pamuk’un Genel Kurul’a kadar Genel Müdürlük görevini yaptığı FİSKOBİRLİK’e bağlı Ordu Yağ Sanayii’nde taşeron bir firma adına çalışan 91 işçinin işine tebligatsız olarak son verildi. İşten çıkarmaların bu kurumda ve FİSKOBİRLİK’in diğer kuruluşlarında da devam etmesi bekleniyor. ? Ordu Yağ 2005 yılından bu Sanayii’nde yana FİSKOtaşeron firma BİRLİK yönetimini ele geçiradına çalışan 91 mek için büyük işçinin işine tebligatsız olarak çaba harcayan, ancak bunu bason verildi. şaramayınca önce FİSKOBİRLİK’in kredi kaynaklarını kesen, ardından da TMO’yu devreye sokan AKP hükümeti, 1 Aralık 2007 tarihinde yapılan kongrede ele geçirdiği FİSKOBİRLİK’te işçi kıyımına başladı. Sakarya iline bağlı Kocaeli ilçesinin AKP İlçe Başkanı Lütfü Bayraktar’ın Yönetim Kurulu Başkanı olduğu FİSKOBİRLİK bünyesinde bulunan Ordu Yağ Sanayii’nde 91 işçinin işine son verildi. İşçilere destek vermek için fabrika önüne gelen Türkİş Sendikası Ordu İl Temsilcisi Selim Yöndem, FİSKOBİRLİK yönetiminin aldığı kararın ‘Orman Kanunu’ olduğunu ileri sürdü. ROMA Türkiye’deki pazar büyüklüğü 125 milyon dolara ulaşan fonksiyonel gıda pazarının 2012 yılında 350 milyon dolarlık büyüklüğe ulaşması bekleniyor. Ancak Türkiye’deki sıkı kurallar nedeniyle Danone, fonksiyonel gıdaya yaptığı yatırımdan çekilirken Ülker de, yatırımlar geri dönmemesi halinde fonksiyonel gıdadaki durumunu tekrar gözden geçireceğini açıkladı. Reklam Kurulu tarafından reklamlarına gelen yasak olmak üzere eczacı ve doktorlardan gelen tepkiler de pazarın oluşmasının ve gelişmesinin önündeki en büyük engeller olarak görülüyor. Pazarın en büyük yatırımcılarından Ülker de hem üniversiteler, hem bürokratlar, hem de tüketiciler nezdinde görüşmeler yürüterek bu ‘engelleri’ aşmaya çalışıyor. Ülker’in Roma’da düzenlediği ve fonksiyonel gıda alanındaki sorunların paylaşıldığı toplantıda konuşan Ülker Gıda Pazarlama Müdürü Kuthan Erginbilginç, fonksiyonel pazarın yeni olmasının bazı sıkıntılara yol açtığını kaydederek, bu alana yapılan yatırımların da henüz geri dönmediğini söyledi. Erginbilginç, “Dünya devi Danone Türkiye’de bu işten vazgeçti, bu zorluklar yüzünden. Bizim de bu senenin sonunda yatırımlarımızın geri dönmesini beklememiz gerek; normal şartlar altında, yurtdışındaki örneklerin bize verdiği verilere göre durumun bu olması lazım. Ama olmaması durumunda biz de tabii ki durumu yeniden değerlendireceğiz” dedi. Ülker, Godiva ile sıçrama yaptı Ülker Gıda Grubu Başkanı Mehmet Tütüncü (soldan ikinci), Ülker’in Godiva’yı satın alarak ciddi bir sıçrama yaptığını vurgulayarak, bundan sonra da satın almalar, ortaklıklar ve sıfırdan yatırımlar olarak büyümeye devam edeceklerini dile getirdi. Tütüncü, yurtiçindeki yatırımlara örnek olarak Karaman’da açtıkları ikinci süt fabrikasını göstererek, 500 ton kapasiteli üçüncü fabrika için yer satın aldıklarını, bu yıl bu yatırımı tamamlayacaklarını ifade etti. Tütüncü, kola pazarında Coca Cola’nın lider olduğunu, kendilerinin de 3 büyük ilde ve marketlerde yapılan araştırmalara göre pazar ikincisi olduklarını kaydederek, toplam pazara bakıldığında ise Pepsi ile ‘nefes nefese bir mücadele’ içinde olduklarına işaret etti. Ülker’in Kellogg’s ile işbirliği sonucu Ülker Special Kellogg’s markasıyla ithal tahıl gevreği sattığını da anımsatan Tütüncü, bu ürünü Türkiye’de üretmek için 10 milyon dolarlık yatırım yaptıklarını vurguladı. Tütüncü bu alanda yaşadıkları sıkıntıları da şu şekilde aktardı: “Special kelimesini kullanamayacağımızı söylediler ambalajda, çünkü ‘özel’ anlamına geldiği için tüketicide yanlış anlaşılabilir diye. Türkiye’de üretilen ve ocakta piyasaya sunulacak ürünlerde ‘special’ ifadesi yok, ama ithallerde var; çünkü markanın tam adı bu. Biz bu konuda neredeyse davalık olacağız.” DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Afrika savaşlarla, soykırımlarla sarsılırken Kenya bir istikrar vahası, ABD’nin, “demokratik”, küreselleşmeye açık örnek müttefikiydi. Kenya 27 Aralık’ta yapılan başkanlık seçimlerinin hemen ardından siyasi bir kaosa yuvarlandı. Bir kilisede yakılan çoğu kadınçocuk 50 kişi dahil, dört günde 300 ölü, binlerce yaralı, yüz binlerce göçmen, Batı’da şaşkınlık yarattı. Medya hemen etnik kimlikler üzerinde yoğunlaştı. 1994’te TutsiHutu kabileleri arasında yaşanan etnik çatışmalarda, yaklaşık bir milyon insanın öldürüldüğü Ruanda soykırımı anımsandı. Ama aslında ne Kenya istikrarlı bir ülkeydi, ne de seçimlerden sonra patlak veren çatışmalar beklenmedik gelişmelerdi. Son yıllarda ABD’nin “terorizme karşı” sürdürdüğü savaşta Afrika’daki büyük dostu Kenya, şimdi, yeniden bir kargaşanın eşiğindeydi. Sanırım bu, ABD’ye fazla yaklaşan hemen her “çevre” ülkesinin kaderi oluyor... İngiltere, Kibaki’yi hemen tebrik ederek, muhalefetten seçim sonuçlarına saygı göstermesini istediler. Ancak bu sırada Avrupa Birliği gözlemcileri, seçimlerde geniş çaplı yolsuzluk yapıldığını ileri sürüyorlardı. İrili ufaklı 47 etnik grubun temsilcilerinden oluşan, Müslüman seçmenin de desteklediği muhalefet kanadı Portakalrengi Demokratik Hareket’in (ODM) lideri, Luo aşiretinden Odinga, seçimleri aslında kendisinin kazandığını, geniş halk katılımıyla yapılacak bir toplantıda, halkın başkanı olarak yemin edeceğini açıkladı. Ukrayna’da “Portakal Devrimiyle”, Filipinler’de Başkan Arroya’nın büyük bir halk kitlesini harekete geçirerek, seçimleri resmen kazanmadan başkan olma biçimiyle Odinga’nın taktikleri arasındaki benzerliği görmemek ise olanaksızdı. Nitekim kimi gözlemciler, bu gelişmelerde etkin rol oynamış Amerikalı bir seçim taktiği uzmanının Kenya’da da etkin olduğundan söz ediyorlardı (Opendemocracy, 03/01/08). Olaylar hızla ilerlerken seçim komisyonu başkanı, baskı altında kaldığını, aslında Kibaki’nin kazanıp kazanmadığını bilmediğini açıkladı. ABD ve İngiltere Kibaki’ye verdikleri desteği isteksizce geri çekmeye, yerine bir KibakiOdinga uzlaşması önermeye başladılar. Ancak her iki aşiret lideri de, geçmişte, 1978’den 2002’ye kadar devlet başkanlığı yapan Daniel Arap Moi yönetimini birlikte kurdukları bir koalisyonla devirmiş olmalarına karşın, bu kez, uzlaşmaktan yana görünmüyorlar. Belli ki, 76 yaşındaki Kibaki, bu benim son dönemim, kaybedecek neyim var ; Odinga da (62) bu sefer başkan olmazsam, bir daha olamam di [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ‘Örnek Ülke’ Kenya! muhalefetin daha seçimlerden önce yaydığı “seçimlere hile karışacak” iddiaları, kendi araştırma şirketlerinin ürettiği abartılı sonuçlar beklentileri şekillendirmiş, ODM taraftarlarının zaferden başka bir sonucu kabul etmelerini çok zorlaştırmıştı (Opendemocracy). Ve emperyalizmin parmak izleri Toplam nüfusu 1975 yılında 13.5 milyonken 2004’te 33.5 milyona çıkarken yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı 1990’da yüzde 48’den yüzde 55’e yükselen, başkenti Nairobi’de halkın üçte ikisi gecekondularda yaşayan, bağımsızlıktan, özellikle Daniel Arap Moi’den bu yana adeta bir hırsızlar çetesi tarafından yönetilen Kenya’da toplumsal çelişkilerin, etnik çatışmaların gittikçe artması şaşırtıcı değil. Tüm bu süreçte, Financial Times’ta Michael Holman’ın işaret ettiği gibi (01/01/08) Batı’nın önemli bir rolünün olması da... Holman, “Afrika’da bir krizin geldiğini bu kadar önceden haber vermesine, şimdi Kenya’daki gibi felakete dönüşmekte olan bir krizde Batı’daki siyasetçilerin bu kadar büyük suç ortağı olmasına çok ender rastlanır” dedikten sonra, Uluslararası Para Fonu, Dünya Bankası gibi kuruluşları işaret ediyor. Holman’a göre, “Bu kuruluşlar, Afrika’nın en çürümüş rejimlerinden birini yıllardır, bile bile desteklediler”. Bizzat Başkan Kibaki tarafından yolsuzlukları araştırmakla görevlendirilen John Gitango, ulaştığı bulgulardan korkarak İngiltere’ye iltica edip yolsuzlukları açıkladıktan sonra bile, ye düşünüyorlardı... Seçimlerde ne oldu? Seçimlere katılım çok yüksekti, 30.000 gözlemci vardı; 300 siyasi parti, 10 başkan, 2000 milletvekili adayı yarıştı. Dokuz milyon seçmen oy kullandı. İktidar partisi meclis seçimlerinde yenilgiye uğrarken, iki başkan adayından Kibaki, yaklaşık 4.500.000 oy alan rakibi Odinga karşısında, 250.000 oy gibi düşük farkla seçimleri kazandığını ilan etti. Devlet başkanı, Kikuyu aşiretinden Mwai Kibaki, seçim sonuçları “açıklandıktan” bir saat sonra yemin ederek görevine yeniden başladı. ABD ve Gelişmeler sürpriz değil Aslında yaşananlar kimseyi şaşırtmamalıydı. Birincisi, siyaseti etnik kimlikler üzerine kurulu Kenya’da hemen her seçim döneminde, yüzlerce insanın ölümüne yol açan olaylar yaşanıyor. Örneğin, 1992 seçimlerinde, çatışmalarda ölenlerin sayısı 1500’e ulaşıyordu. 1997 seçimlerinde yine en az 500 Kenyalı yaşamını yitirmişti Bu kez de, benzer bir sürecin yaşanacağına ilişkin belirtiler seçimlerden önce hızla birikiyordu. Yerel gazeteler, balta ve pala satışlarında olağanüstü artış olduğunu, birilerinin bunları toptan satın aldığını bildiriyordu (The Guardian, 2/01/08). Muhalefet cephesi ODM “1’e karşı 47” sloganıyla Kikuyu etnik grubunu hedef gösteriyordu (Newstatesman, 03/01/08). Çünkü ülke nüfusunun yüzde 17’siyle en büyük etnik grup olan Kikuyu kabilesi, ülkenin ekonomik ve siyasi olarak en güçlü kesimini oluşturuyordu. Seçimlerden hemen sonra en büyük çatışmaların “Rift vadisinde” gerçekleşmesi de rastlantı değildi. Bağımsızlıktan sonra Avrupalı çiftçilerin terk ettikleri en verimli topraklar Kikuyu ailelerinin eline geçmişti. Şimdi Rift vadisi özellikle genç nüfus içinde topraksızlığın ve işsizliğin en ağır yaşandığı bölgelerden biriydi (BBC). Üstelik, ne IMF ne DB sessizliklerini bozmamışlar. Çünkü diyor Holman, “ABD ve İngiltere’nin yanı sıra Birleşmiş Milletler’in, yüzlerce yabancı kaynaklı sivil toplum kuruluşunun, Afrika’daki etkinliklerinde üs olarak kullandıkları Kenya’da dengeleri sarsmak istemediler”. Gerçekten de ABD ve İngiltere’nin Kenya ile uzun süreli ve karmaşık askeri anlaşmaları var. ABD, bu ülkenin limanlarını kullanıyor ve bu yıl kurulacak olan “Africom” ordusunun en önemli merkezlerini bu ülkeye yerleştirmeyi planlıyor. Başkan Mwai Kibaki, başından beri bu sürecin parçası, ABD neocon çevreler yakın ve “terorizme karşı savaşta” kendini (eşbaşkan olarak görecek kadar şaşkın olmasa da) ABD’nin Afrika’daki ortağı gibi görüyor, terörist avına doğrudan katılıyor (www.intelidaily.com). Odinga’yı Müslüman seçmen desteklerken, ABD’nin kuşkuyla karşılaması da bu yüzden. Bir taraftan etnik kimlik siyasetinin etkinliği, çatışmaların önceden planlanması, esas olarak Batı’nın desteğiyle ülke zenginliklerinden oransız ölçüde nemalanan tek bir etnik grubu hedef alması, diğer yandan hemen seçim ertesinde, ABDİngiltere ve AB gibi iki büyük jeopolitik eksenin zıt tutum almaları (çelişkili uluslararası çıkarların varlığı), Ruanda trajedisine yol açan etkenlerin Kenya’da da söz konusu olduğunu gösteriyor. Kenya halkının işi çok zor, özellikle liderleri, bir taraftan etnik kimlik siyaseti üzerinden iktidar ve servet peşinde koşarken, diğer taraftan korunmak için büyük güçlere hizmette birbirleriyle yarış ettikleri müddetçe... CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle