01 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 15 OCAK 2008 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Yaşamı Şiirini Besledi, Şiiri Yaşamını Nâzım’ın şiiri toplumsal kavgasıyla etle tırnak gibi bütündür; belki de bu nedenle hiç kimse, onun kim olduğunu, ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmeden şiirlerini okuyamadı. PENCERE Feto ile Apo... Söyleyin bakalım Gerger nire?.. Adıyaman’ın bir ilçesi... Hacı Boğatekin kim?.. Meslektaşımız... Yazar... Üstelik Fırat gazetesinin sahibi.. Size soruyorum; ama, pazar gününe dek benim de ne Fırat gazetesinden haberim vardı, ne de yazar Boğatekin’den... Pazar günkü Cumhuriyet’in manşetteki haberini okuyunca öğrendim ve tanıdım... ? Gerger ilçesinde yayımlanan Fırat gazetesi yazarı Hacı Boğatekin hakkında ‘Feto ile Apo’ başlıklı yazısı nedeniyle soruşturma açılmış... Savcı, yazara demiş ki: “ Hocaefendi Hazretlerine Feto diyemezsin...” Sorun büyük mü büyük... Bir gazeteciyazar, Fethullah Gülen’e ilişkin mizah yapamaz mı?.. Feto ne zaman “Hocaefendi Hazretleri” oldu?.. Apo ne zaman Apo oldu?.. Bildiğimiz gibi Türkiye’nin iki kırmızı çizgisi var: Bölünmezlik.. Ve laiklik.. Apo birinci kırmızı çizgide, Feto ikinci kırmızı çizgide marifet sahibi değil mi?.. Yazar Hacı Boğatekin’i bu ikiliyi yan yana getirdiği için kutlamak gerek... ? Biz İstanbul’da Diyojen’in feneriyle gazeteciyazar ararken, Adıyaman’ın Gerger ilçesinde karşımıza çıkıyor... İstanbul gazetelerinde köşe yazarları Fethullah’a Feto diyemezler... Bir kez İstanbul’da çoğu gazete Fethullahçı mı Fethullahçı... Fethullahçılar artık medyada para pul ilişkilerinin trafiğini ele geçirdiklerinden Cumhuriyet’ten başka gazetede Feto’ya Feto demek zordur... ? Türkiye Cumhuriyeti’nde koskoca Diyanet İşleri Başkanlığı var... Görevli ve saygın imamlar var... Yürüdüğü siyaset kaldırımlarında laik Cumhuriyetin ayağının altına karpuz kabuğu koymak isteyen Feto nasıl “Hocaefendi Hazretleri” oluyor?.. Apo içerde.. Feto dışarda.. Feto’nun Feto olduğunu bize Adıyaman’ın Gerger’inden yazar Hacı Boğatekin öğrettiğine göre ben İstanbul medyasının üstüne turp sıkayım... Ceyhun ve Işık... “Her olay, her acı, her sevinç, gazetecinin yepyeni serüvenidir. Çıkınını sırtına vurup topluma, insana, kimi kez doğaya, kimi kez bilime doğru yol alan, bir garip Keloğlan’a benzer gazeteci!.. Serüvenciliğe gelince... Her anlamda ‘480 günde devriâlem’ ruhu taşıyorsanız serüvenci olmak için bir gazeteci ya da bir öykücü olmanıza gerek yok. Çocukluğunuzda ceviz ağaçlarını korsan gemisi, yapraklarını yelken sayıp düşlerin enginliğine açılmışsanız eğer, serüven içinizdedir.” Işık Kansu’nun “Akasyalı Sokaklar”ını okurken ben de çocukluğumun akasyalı Şehzadebaşı sokaklarında buldum kendimi... “Akasyalar açarken” şarkısı, uzaklardan esti geldi. Sevgili Işık’ın birbirinden güzel kısacık denemelerine en yakışan bir başlık olarak! Benim de bir zamanlar yaşadığım Serçe Sokak’taki akasya ağacını, bir dost gibi anımsayıverdim. Derken, başka bir anı; güzel bir Karadeniz gezisiydi. Annemle, kızımla İstanbul’dan Trabzon’a gidişimiz, gemide Ceyhun Atuf Kansu ile eşine, kızına, oğluna rastlayışımız... ??? Sevgili Ceyhun vakitsiz çekti gitti, o güzelim Ankara caddelerinde her zamanki yürüyüşünü yaparken... Hekimdi, şairdi, yazardı, Atatürk devrimcisiydi, en başta da dost... Işık’ı her görüşümde, hiç değilse telefonda sesini duyuşumda, onu karşımda bulur gibiyim!.. Ceyhun Atuf eşi benzeri olmayan bir gerçek ülkücüydü, Nafi Atuf Kansu’nun oğlu, ama istememiş kentlerde, önemli yerlerde olmayı, çekmiş gitmiş Anadolu’lara, küçük kentlere, insanlarına, yoksullarına, halkına... “Çocuklar Gemisi”, “Haziran Defteri”, “Bağımsızlık Gülü” daha nice kitap, yeni baskısı yapılan “Köy Öğretmenine Mektuplar”... Ceyhun Atuf Kansu, şiiriyle, yazısıyla, kişiliğiyle yaşıyor... Sevgili oğlu Işık Kansu’nun güçlü yazarlığı, devrimci kişiliğiyle de yaşamda... ??? Hep istediği bir şeydi Ceyhun’un oğlu Işık’ın Cumhuriyet gazetesinin bir yazarı olması!.. Kaç kez konuştuğumuz!.. Sonunda oldu işte. Işık genç yaşında katıldı Cumhuriyet ailesine! Bizlerle birlikte yıllardır... Cumhuriyet okurunun, “Ayrıntının İzdüşümü”, “Emperyalizmin Yeni Masalı Küreselleşme”, “Buza Yazılan Serüven”, “Yeni Sağ Yeni Aldatmaca” gibi kitaplarıyla severek özlediği... “Akasyalı Sokaklar” (Ulus Dağı Yayınları) sevgili Işık Kansu’nun yalnız gazetecilik ustalığının değil, edebiyatçı niteliğinin de kanıtı.. Ali Sirmen’in geçen günkü yazısında okuruna dediği gibi: “Sevgili, ‘Akasyalı Sokaklar’ı mutlaka oku! Bir nefeste değil, Sait Faik’i okur ya da damağında yavaş yavaş çikolata eritir gibi, yudum yudum oku...” Mahmut TEMİZYÜREK T ürkçe şiirde “cumhuriyet” Nâzım’ın eseridir. Hapishaneler dahil geçtiği her yerden, şiiriyle büyük bir yol açtı. Türkçenin yeni bir ayaklanmasıyla açılmıştı bu yol. Yahya Kemal’den “şiir terbiyesi” alacak kadar şanslıydı ama.. önündeki asıl büyük engelin ustası olduğunu da erken hissetmişti. Ustasının gölgesinde kalacağı endişesi, onu devrim ateşinin tam ortasında saklı şiiri bulmaya güdüledi. Şiirini bulduğu yerle kendini bulduğu yer oldu devrim. Sovyet Devrimi’yle buluştuğunda 19 yaşındaydı; Rusya’da yaşadıkları ona ömrünce yoldaşlık etti. Tutulduğu devrim aşkının bedeli, her seferinde ağır işkenceli tutuklamalar ve sonra mahpusluktu. Daha da beteri, memleketine hasret yaşamaktı. Acısı hiçbir koşulda yüksünmeye dönüşmedi, “düşmana inat bir gün daha fazla yaşamak” duygusuna inançla tutundu. Düşüncelerini hiçbir koşulda silmeye, silikleştirmeye çalışmadı. Bir trajedi kahramanıydı aslında; kahramanı emek çi kitleler olan modern destanların kurucu şairi oldu. Şiirin orkestrasını kurmuştu Türkçeye. Üç telli sazın çalındığı sahnede alışılmadık sazlardan oluşmuş büyük bir orkestranın icrasıydı şiir eylemi. Debisi güçlü bir nehir gibi akan şiirinin alışılmamış biçimi, ritme ve sese verdiği önem, konularındaki uyarıcı tazelik, okuyana aşıladığı özgüven ilk günden beri herkesi büyülemişti. Orkestrasındaki her saz yepyeni bir ahengi müjdeliyordu. Birbiriyle uyumlu çoğul sesi, yüreğe esenlik sunan cömert sözü, sözünde insanın ruhunu yücelten bir cesaret vardı. Divan şiirinin incelikleri, Pir Sultan’ın, Dadaloğlu’nun kavgacı sesi, Karacoğlan’ın lirizmi ve daha nice şiir ustalığı, modern kent diline taşınmış, onun şiirinde kendine güvenli bir yer edinmişti. Dünya şiirinin en yeni, en uç örneklerini Türkçede canlandırmış olması, şiiri Yahya Kemal’in geçmişçi evreninden kurtarmıştı. Aslında hiçbir edebi okula tam olarak bağlı değildi; ne olursa olsun gerçeğin hareketini yansıtan, “eski dünya”nın her alandaki kokuşmuş luğu üzerine kar seli gibi boşalan bir şiirin özü, biçimi neyse o anda ona bağlanıyordu. Böylece birçok biçim deneyerek şiirin büyük saatinin gongunu sağır sultana bile duyurabilmişti. Nâzım’ın şiiri toplumsal kavgasıyla etle tırnak gibi bütündür; belki de bu nedenle hiç kimse, onun kim olduğunu, ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmeden şiirlerini okuyamadı. Öte yandan, uluslaşma sürecinin şiirdeki örneği de komünist Nâzım’ın eseri olmuştu. Şiiri bir soluk alıp verme gibiydi; yaşamına giren hemen her şey şiire dönüştü, şiirine giren her şey de yaşamı oldu. Kalbinin amansızca sızladığı, bir daha göremeyeceği umutsuzluğuna kapıldığı anlarda yazdığı “memleket” şiirleri, modern dünyanın en dokunaklı hasret şiirleri olacaktı. Bu şiirlerdeki keder, ateşli ruhunun üzerine ağır bir değirmen taşı gibi oturacak, kalbini acımaszıca öğütecekti. Vasiyetinin yerine getirilmesi için çok az engel kaldı. Ama asıl önemlisi yol arkadaşlarının ondan özür dilemesidir. Bir dönem yoldaşı olmuş kimi insanlar, burjuvazininkinden daha beter acı çektirmişlerdi Nâzım’a; özür borçlarıyla göçtüler onlar da. Nâzım’ı da Pir Sultan gibi, “ille dostun gülü” yaralamıştı. Yarasını dindirmek, acısını yatıştırmak için ülkesinin çınar ağaçları onu kucaklamayı bekliyor. mek için çaba gösterir. Okulun öznesi öğrenci olup her şey öğrenci içindir. Diğer taraftan, demokrasi eğitiminin esas öznesi de öğrencinin kendisidir. Demokrasi eğitimi açısından, öğrenci okulu, güvenli bir yer olarak algılamalıdır. Ayrıca, yönetici ve öğretmenlerce, öğrenci bir değer olarak kabul edilmelidir. Yine, öğretmenlerce okul ve sınıfta, öğrenciler arasında farklılıkların bir zenginlik olarak kabul edildiği bir iklim yaratılmalıdır. Öğrenci, okul yönetiminin ve öğretmenlerin verecekleri karar/kararlardan etkileniyorsa karar vermeye katılmalıdır. Bilindiği üzere katılım demokrasinin vazgeçilmez ilkelerinden biridir. Öğrencinin, kendisini özgürce ifade edebildiği bir iklim yaratılmalıdır. Öğrencilerin potansiyellerini açığa çıkarma ve yaratıcılıklarını geliştirmelerine olanak tanınmalıdır. Kuşkusuz, böyle bir ? Arkası 8. Sayfada K urum olarak eğitimin çeşitli işlevleri bulunmaktadır. Eğitimin temel işlevlerinden biri de her yurttaşın toplumun önceliklerine, değerlerine göre yetiştirilmesidir. Demokratik değerlere uyum sağlamak, çocuk, genç ve yetişkinin temel sorumlulukları arasında yer almaktadır. Bireylerin bu yükümlülüğü yerine getirmeleri, önemli ölçüde demokrasi ilkelerini içselleştirmelerine ve davranışa dönüştürmelerine bağlıdır. Bireylerin, demokrasiyi içselleştirme sorumluluğu, büyük ölçüde eğitim kurumlarına düşmektedir. Özellikle, sorun saptama ve çözüm belirlemeyi sistem dışında arayanların sayısının giderek artış eğilimi göstermesi, demokrasi eğitimini yeniden düşünmeye zorlamaktadır. Yine, toplum içinde baş gösteren anomi (kuralsızlık) ve yabancılaşma olgusu, demokrasi eğitimini yeniden ele alma gerekçelerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Şu soru akla geliyor: De Demokrasi Eğitimini Yeniden Düşünmek Hasan GÜNEŞ Adıyaman Üniversitesi mokrasi eğitimine nereden başlamak gerekiyor? Sorunun yanıtını, eğitim örgütlerinde aramak gerekmektedir. Bu örgütlerin başında okul gelmekte ve onun amaç, yapı, insan, teknoloji ve okulçevre boyutlarının irdelenmesiyle demokrasi eğitiminin niteliği bir ölçüde aydınlığa kavuşacaktır. Amaç: 1973’te yayımlanan 1739 sayılı Türk Milli Eğitim Temel Kanunu ve ilkelerine göre, demokrasi eğitimi ve Atatürk milliyetçiliği güvence altına alınmıştır. Ancak, demokrasi eğitimine ve Atatürk milliyetçiliğine istenen ölçüde ulaştığı söylenemez. Sorunun temelini, uygulamada aramak gerekmektedir. Özellikle, emellerini daha iyi gerçekleştirmek için ulus devletleri kendilerine karşı bir güç olarak gören emperyalistlerin; yine ulus devletleri zayıflatma politikaları güttükleri, bilinen bir gerçektir. Bu nedenle, yasayla güvence altına alınan demokrasi eğitimi ve Atatürk milliyetçiliğine sahip çıkmak, zorunluluk olduğu kadar bir görevdir. Yapı: Demokrasi eğitiminin sağlanmasında temel sorumluluk üstlenen yöneticilerin, başta bu kültürü kendilerinin yaşamaları gerekmektedir. Bu nedenle, yöneticiler yeterlilik önkoşul olmak kaydıyla, seçimle başa gelmelidirler. Yine, yetkiler Milli Eğitim merkez örgütünden yukarıdan aşağıya aktarılmalıdır. Yetki, rol ve statüler çağın gelişmelerine göre yeniden tanımlanmalıdır. İnsan: Okulun en önemli öğesi “insan”dır. Çünkü okul insan için vardır ve onun varlığını sürdür CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle