05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 OCAK 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ Elif karabasandan kurtulmayı bekleyen genç kızlara ‘Ççıkış’ oyunuyla yol gösterdi 9 ‘Bir gün uçup gideceğim’ aba kızını eve kapamış. Camlar kapalı. Kepenkler indirilmiş. Dışarıdan gelen hiçbir hava sızıntısı yok. Evde ağır bir koku... Karanlık... Kızın elinde süpürge, su kovası, sabunlu bezler, fırçalar, evdeki kokuyu bastırmak için dört yana sabunlu sular döküyor, silip süpürüyor. Ama her köşeden kara kara böcekler çıkıyor. Böcek ilacı da bitmiş. Baba ile kız sürekli tartışma halindeler, sesler yükseliyor. Bağrışmalar, kavga... Babanın gür ve otoriter sesinin kızın ince, yalvaran sesine karışması... Kız çekip gitmek istiyor. Bu kokuşmuşluktan kurtulmak... Ama dışarısı genç bir kızı tuzağa B düşürecek binbir tehlikeyle dolu. Tek güvenceli yer, bu karanlık ev... Baba ahtapot gibi kızı dört yandan sarıp sarmalarken, sahnenin ön planında duran oyuncak taşbebek gözlerini bir açıp bir kapıyor, en sonunda da donuk gözlerle taş kesilip kalıyor. Uzakta kapalı camın önünde ise erotik bir dans sahnesi havada süzülen bir bulut gibi uçup gidiyor. Kız bir gün çekip gidecek... Ama nasıl?.. Yaşadığı karabasandan nasıl kurtulacak? Çıkış nerede? E Theater an der Ruhr’un Deneme SahneLİF’İN UYARLADIĞI ‘ÇIKIŞ’ si’nde Adalet Ağaoğlu’nun ‘Çıkış’ oyunundan esinlenerek Elif’in hazırladığı uyarlamayı izliyoruz. ‘Çıkış’ herkes gibi Elif’e de çok şey söylüyor. Çünkü bizde hemen her kızın yaşadıklarını o iki katı yoğunlukla yaşamış. Oysa ailesi diğer göçmen kökenli ailelerden tutucu değil. Dahası, babası yalnız yaşamasına izin verdiği gibi onu sonuna değin destekliyor. Elif’in kıvır kıvır saçlarına, uçuk giysilerine, mini eteklerine, son moda sivri uçlu ayakkabılarına da kimsenin bir şey dediği yok. Bir erkek arkadaşı olduğunu ailesine açıkça söylemese de, Elif’e göre bunu da herkes biliyor. 14 YAŞINDA BAŞKA DÜNYADA AĞLAMAMAYA VE DİRENMEYE KARAR VERİYOR Duvarları nasıl yıkabiliriz ? E L İ F Almanya’da kültür şoku yaşıyor lif’in özgürlüğünü kazanması kolay olmamış. On dört yaşında Almanya’ya gelişini ve burada geçen ilk yıllarını bir karabasan gibi anımsıyor. “Birden modern, özgür bir ortamdan çıkıp türlü baskılar, yasaklar, konu komşu ne derlerle örülü bir işçi gettosunun içine düştüm. Giyimime, yürümeme, konuşmama, her şeyime karışılıyordu. İşin kötüsü, ağzımla kuş tutsam, gene de kimseyi memnun edemiyordum. Yaptığım her şey yanlıştı.” Elif’in o dönemde yaşadığı bunalımın nedeni, doğumunda annesi ölünce çocukluğunun Ankara’nın modern bir semtinde muhasebeci olan dedesinin ve anneannesinin yanında son derecede özgür bir ortamda geçmiş olması, sonra da Almanya’da tam tersi bir ortamın içine düşmesi. Elif’in anlattıkları, İstanbul, İzmir gibi büyük kentlerden gelenlerin yaşadıkları. Nice düşler ve hayallerle Almanya’ya geldiklerinde kendilerini birden bu yabancı ülkede, Anadolu’nun ortasında, inanılmayacak derecede tutucu ve bağnaz bir ortamda buluveriyorlar. Zorla Almanya’ya getirilen Elif, tam bir kültür şoku yaşıyor. T İ YAT R O O Y U N U Y L A D E Ğ İ Ş E N H AYAT zor döneminde Elif bir ELİF’E YOL GÖSTEREN İKİ KİTAP leceği bir yaşam alanına dönüşüveriyor. “Sabahakşam okulda tiyatro oyunu izliyor. kalabilsem ne hoş olurdu. Eve Oyun, bakıcı bir ailenin O dönemde Elif’e yol gösteren iki hiç gitmek istemiyordum.” Öğretyanında ezilen bir çocuğu anlatıkitap var. Erdal Atabek’in ‘Kırmızı Işıkmenleri de onu seviyorlar. Çünkü yor. Çocuk en sonunda ne kata Yürümek’ ve Bach’ın ‘Martı’sı. ‘Kırmızı inanılmaz çaba gösteriyor. Belki dar acı çekerse çeksin, bir daIşıkta Yürümek’ tam onun sorununu dile getide sezgisel olarak duyumsadığı, ha hiç ağlamamaya karar veriyor. “Babamın bana zorla dayatmaya çalıştığı okulu bitirmenin tek kurtuluş riyor. Artık o da ağlamayadeğerleri bu kitapta okuduklarımla karşılaştırdıolabileceği. Bu duygu, göçmen cak. Dayanıklı, sağlam ve ğımda başım dönüyordu. İki dünyanın arasında kuşağından gelen, özellikle dengeli olacak. Direnme nasıl da bir uçurum vardı!” Onu en şaşırtan da bu gücünü geliştirecek. Böylegenç kızların ortak duygusu. kitabın bir erkek tarafından yazılmış olması. Kendisice Elif’in suskunluk döneAileler okuyan kızlarına belli ne zorla dayatılmaya çalışan rolle özdeşleşmeyi redmi başlıyor. Ne olursa olbir özgürlük alanı bırakıyorlar detmesi onun için tek çıkar yol. Diğer martılardan sun, tek damla bile gözyaşı çünkü. farklı olup kendi yolunu bulmaya çalışan Martı dökmüyor artık. İki yıl boLivington’ın öyküsü ise Elif’i etkiliyor. “ÖzgürANSLI yunca tek sözcük bile konuşlüğe doğru zahmetli ve yorucu bir yolculumuyor evde... ğu anlatan bu öykü, benim öykümdü. Anlattıklarından, onun iyi bir Tüm güçlüklere ve engellere karşın ÜÇÜK KARDELEN’İN okula gittiği ve insancıl öğretmenlerkendi yolumu bulabileceğimi ÖYKÜSÜ le karşılaştığı sonucunu çıkarıyorum. anlatıyordu bana.” Elif’in ailesine tepkisi, aslında kenBu açıdan da şanslı. Çünkü göçmen dilerini baskı altında duyan göçmen çocuklarının içinde, özellikle de kızkökenli çocukların gösterdikleri tipik ların arasında onun yaşadıklarının bir tepki. Örneğin küçük Kardelen’in tersini yaşayanlar da sürüsüne bereBelki de onun çocukluk döneminöyküsü de Elif’in öyküsüne çok benket. “Okuyup da ne yapacaksın?”, de göçmen çocuklarının psikolojik ziyor. Kardelen de Elif gibi tutucu bir “Sizin kültürünüzde kızlar hemen sorunları alanındaki gelişmeler bugöçmen işçi ailesinin kızı, okulunda başgöz edilmiyor mu”, “Sen boş günkü kadar ilerlemiş değildi. Bugüver çalışmaya, nasılsa ev kadını olaparlak, uyanık, zeki. Ama tam altı yılne özgü tipik bir gelişme de yeni yeticaksın!” gibi sözlerin altında ezilen dır, yani altı yaşından beri evde tek şen göçmen kökenli çocukların sonice genç kız var. Böylece ataerkil aisözcük bile konuşmuyor. Hiçbir psirunlarına çözüm üretebilmek için gekolog onun sırrını çözemiyor. Susle yapılanmasının getirdiği koşullanne benzer sorunları yaşamış olan bir kunluk duvarı bir türlü aşılamıyor. ma, kadınlara yapılan ayrımcılık ve önceki kuşaktan yararlanılması. Kim Kardelen’le, Elif’le benim ortak arkayabancı düşmanlığıyla da birleşince bilir belki Elif de bu zor döneminde daşımız, sosyal danışman Nur ilgilebir kuşatılmışlığın içinde duyuyorlar kendisini anlayacak biriyle karşılaşniyor. Elif’in onunla arkadaşlık yapakendilerini. Çoğu cesaretini yitirip saydı, bunalımlı dönemi atlatması kocak bir Nur Ablası olmamış. okumaktan vazgeçiyor. laylaşabilirdi.Okul, Elif için sığınabi G O E Ş K öçmen kökenli gençlerle yaptığımız yaratıcı çalışmalarda uzun bir süre duvar imgesi üzerinde duruldu. Duvar nedir, benim için ne anlama geliyor? Duvarın katılımcıların birçoğu için kendine ait bir alan, bir sığınak, bir yaşam alanı anlamına gelmesi, hem göçmen kökenlilerin gelgitli yaşamlarıyla hem de topluma tam uyum sağlayamamanın yarattığı korkularla ilgili olmalı. Çünkü aynı deneyi İÜ Dramaturgi ve Tiyatro Eleştirmenliği öğrencileriyle uyguladığımızda tersi sonuçlar çıkmıştı. Duvar onların gözünde yalnızca özgürlüğün kısıtlanması anlamına geliyordu. Elif başarılı bir ‘Duvargeçen’ olarak tiyatro atölye çalışmalarında duvarların uyandırdığı olumsuz çağrışımlar üzerinde haftalarca durdu. Beni hangi duvarlar, nasıl sınırlıyor, kafamızdaki duvarlar neler? Beton yığınlarının içinde sıkıştırılmış bir yaşam bize ne sağlayacak, bizden ne götürecek? Betonlaşmanın getirdiği huzur ve güvenceyle götürdükleri arasında nasıl bir oranlama var? Duvarlar nasıl aşılabilir? Duvarları nasıl yıkabiliriz? ‘Karanlıkta olmak iyi bir şey mi’ A L İ ? ‘K Babası ve üvey annesinin onun için düÖLELİK YAŞAM’ şündüğü sıkı eğitim programı: Genç bir kız nasıl davranmalı, oturmalı, kalkmalı, giyinmeli, konuşmalı, ne söylemeli, ne söylememeli, ne yapmalı, ne yapmamalı... Bitmek tükenmek bilmeyen ne ve nasıllarla örülü buyruklarla dolu bu paket programı, zincire vurulma gibi yaşıyor. En ağırına giden de erkek kardeşleriyle aralarındaki ayrımcılık. Erkekler kıllarını bile kıpırdatmazken, ondan yemek pişirmeye yardım etmesi, sofrayı kurması, kardeşlerinin yataklarını yapıp arkalarından dağınıklıklarını bile toplaması bekleniyor. “Kölelik yaşamımın en korkunç yanı, özel yaşamım diye bir şeyin kalmamış olmasıydı. Her şey bana dar ve kapalı geliyordu. Tutukevinde gibi.” Ö Odasını kardeşleriyle paylaşıyor. Kendine ZEL YAŞAMI YOK ait bir köşesi bile yok. Üvey annesi sürekli eşyalarını karıştırıyor. Bir kez günlüğüne yazdıklarından dolayı evde kıyamet kopuyor. Ona söylenen, annesi ve babasının onun ne düşünüp ne duyumsadığını bilmeye hakları olduğu. Özel yaşam diye bir şeyin ise söz konusu olamayacağı. Her okul dönüşü evde yeni bir olay... Eşyaları dağıtılmış, günlüğü karıştırılmış, ona gelen mektuplar okunmuş... Aşağılanma duygusu, öfke, çaresizlik... Bitip tükenmek bilmeyen soruşturmalar, uyarılar, azarlar, cezalar... ORUNLU ÇOCUK GÖZÜYLE S BAKILIYOR En kötüsü de Elif’e konu komşu herkesin sorunlu çocuk gözüyle bakması. Annesi olmayan şu zavallı yetim çocuğa acıması. Konuklar geldiğinde kendi aralarında sürekli onun hakkında fısıldaşıp konuşuyorlar. Sorunlu çocuk Elif, herkesin ilgi odağı. Elif’in içinde büyüyen karanlık, bu havasız ortamda soluk alamama duygusu, boğulacakmış gibi bir duygu... Zehra İpşiroğlu gençlerle birlikte ‘Çocuğumu özgür yetiştireceğim’ “B ir gün çocuğum olursa özgür yetiştireceğim. Diyalog önemli. Bunun eksikliğini çok çektim. Yani evet ya da hayır demek, kurallar ve yasaklar yerine açıklamaya çalışmak. Çocukta ciddiye alındığı, kabul edildiği ve sadece onun iyiliğinin istendiği duygusunu uyandırmak. Çocuğun yeteneklerini keşfedip onun o yönde gelişmesini sağlamak.” Bugün Elif kendisiyle de, geçmişiyle de barışık. Üvey annesiyle aralarındaki buzlar erimiş, şimdi onu, içinde yaşadığı ortam ve koşulları göz önüne alarak çok daha farklı değerlendirebiliyor. “Belki en kötüsü de çevrenin, konu komşuların baskısı” diyor. “Zavallı yetim çocukla başa çıkılamadığı dedikoduları... Kız çocuğu yetiştirmenin sorumluluğu... Ben çevrenin ne kadar önemli olduğunu Almanya’ya geldikten sonra gördüm. İnsanlar birbirleriyle yapış yapış yaşıyorlar. Sözgelimi etnik ayrımcılığa da ilk kez Almanya’da rastladım. Daha önce Kürt, Yezidi, Alevi, bu kadar çok gruplar olduğunu ve her bir grubun kendi içine kapalı bir yaşam sürdüğünü bilmezdim bile.” Bugün Elif’i en çok şaşırtan, arkadaşlarının çoğunun ne istediklerini çok iyi bilmeleri. Nasıl bir evlilik yapacaklar, kaç çocuk sahibi olacaklar, çocukların adı ne olacak, evin döşemesi nasıl olacak, nasıl bir araba alacaklar, her şeyi kafalarında tasarlamış olmaları. Yaşamlarında hiçbir gizemin, hiçbir heyecanın olmaması. Elif’i şaşırtan sıradanlık, rutinleşme... Yaşam, önceden programlanacak basit bir bilgisayar programı değil ki. Elif’in düşü, Martı Livington gibi uçup gitmek. Dünyayı karış karış dolaşmak. Yeni ülkeler, yeni insanlar tanımak. Hiçbir yere ait olmamak. Bakalım bunu başarabilecek mi? İnsan yıllar yılı başkalarıyla birlikte iç içe yaşayınca, kendi içine dönüyor. Bana ait olan, kimsenin girmeyeceği tek yer benim beynim. Bu açıdan karanlık bir mağaraya benzetiyorum kendimi. İsteyen gelip mağaranın en kuytu yerinde saklanabilir. Dileyeni konuk etmeye hazır iyi bir dinleyici, iyi bir gözlemciyim. Yıllar yılı başka türlü olamayacağını düşündüm... Hiç konuşamayacağımı, kendimi ifade edemeyeceğimi... Sonra birden her şey değişti...” Ali ilk kez üniversitede sürdürdüğümüz yaratıcı yazma çalışmalarında, özellikle de otobiyografik yazmada konuşabildiğini ayrımsıyor. İlk kez korkmadan duygularını dile getirebiliyor. Artık mağaranın karanlığında gizlenmesi gerekmiyor... Artık dilediği zaman o da ışığa çıkabilir... Artık özgür... 14 yaşındayken sığınmacı olarak Almanya’ya gelen Ali: “Okula başladığımda öğretmenlerimi çok sevdim. Benim için şaşırtıcı olan, ilk kez bizlere iyi davranan Almanlarla karşılaşmamdı. Yabancılar polisinde, konsoloslukta, hastanede gördüğüm Almanlar ya hep asık bir yüzle yüksek sesle konuşuyorlar, ya bağırıyorlar ya da bizleri görmezden geliyorlardı. Hepsi birbirinden itici ve korkunçtu. Öyle olduğu için de iki yıldır Almanya’da yaşamamıza karşın Almancayı doğru dürüst öğrenememiştim... Öğretmenlerim bana yepyeni bir yol açtı. Almanca öğrenmeye, derslerimde başarılı olmaya ve liseyi ne yapıp yapıp bitirmeye, onları tanıdıktan sonra karar verdim.” Ali’nin düşü iyi bir öğretmen olmak. Yalnız Türkçe, spor gibi dersleri değil, gerekirse başka dersleri de üstlenmek. Örneğin din dersi. O zaman dünya dinlerini de öğretebilir. Çocukların, hacılarınhocaların söylediği her şeye inanmamalarını sağlayabilir. Dahası, eleştirel bir duruşla dinleri de sorgulamalarına yol açabilir. Ali her bir öğrencisiyle özenle, ayrı ayrı ilgilenecek, ailesiyle de ilişki kurup görüşecek, karşılıklı güvene ve sevgiye dayanan bir diyalog kuracak. Çünkü bu çocuklar, onun çocukları... “ S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle