05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 OCAK 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Boru Avni Kurtuldu: “Kömür, soba tamam da boru nerede diyorduk. Nerede olduğunu şimdi anladık; emeklilikte 9 bin iş günü aranacakmış!” Ya ğ m u r E k i m Bilim ve Teknoloji Bakanlığı kuruluyormuş... “Ulemalı olsun!” PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Malatya polisi delil yakmış. Ne yani; yakmayıp da dosyalayacak mıydı? Okul Suat Özbilgi: “CHP, İstanbul’da parti okulu açıyormuş. Seçimlerde aldıkları ders az gelmiş olmalı.” BU iktidar sayesinde artık doğal sayılan doğalgazdaki krizle ilgili olarak TMMOB Maden Mühendisleri Odası Yönetim Kurulu’na kulak verelim: “Yıllardan beri durmaksızın yaptığımız uyarılar ülke yöneticileri tarafından dikkate alınmamıştır, alınmamaktadır. Enerji politikalarının mevcut haliyle sürdürülmesi durumunda, ülke güvenliğimiz tehdit altındadır. Günümüzde, dünya üzerindeki tüm ülkeler enerji güvenliğini sağlamak ve maliyetlerini düşürmek amacıyla elektrik üretiminde önceliği kendi kaynaklarına vermektedirler. Bu çerçevede, ulusal kaynakların etkin kullanımları ülkelerin enerji yönetimleri için hayati önem taşımaktadır. Ancak yetkililer, bu krizi de fırsat bilerek nükleer santral kurulmasının zorunluluğunu(!) dile getirmektedirler. Dışa bağımlı olarak kurulacak nükleer santralların da diğer sorunların yanında benzer sorunlar yaratacağı unutulmamalıdır. Ülkemizde enerji üretimi, yüzde 72 oranında dışa bağımlıdır. 2007 yılında ithal enerjiye yaklaşık 30 milyar dolar ödenmiştir. İthal edilen doğalgazın yüzde 65’i elektrik üretiminde kullanılmaktadır. Bu kullanımın, ülkemizin elektrik üretimi içerisindeki payı yüzde 40’ın üstündedir. Ülkemiz, doğalgazı satın aldığı Rusya’dan bile daha yüksek oranda elektrik üretiminde doğalgaz kullanmaktadır. Tamamen yurtdışına bağımlı olduğumuz doğalgazın, 1985 yılında yüzde 1 bile olmayan payının hızla yükselmesi, enerjide dışa bağımlılığımızı arttırmış, ülkemiz muhtemel enerji krizleri karşısında savunmasız konuma getirilmiştir. Ülkemiz, 9.3 milyar ton linyit rezervlerine sahiptir. Enerji Söz konusu yatakların atıl bekletilerek elektrik üretiminde kullanılmaması akılcı değildir. Jeotermal kaynaklarımız ve rüzgâr potansiyelimiz tam olarak belirlenemediğinden bu kaynaklarımızdan enerji üretecek planlamalar yeterince yapılamamaktadır. Enerji bir kamu hizmetidir. Sürdürülebilir kalkınmanın ve arz güvenliğinin sağlanması için IMF ve Dünya Bankası’nın dayatmaları ile enerji planlaması, yatırımı ve üretiminin kamu tarafından yapılmasının önündeki yasal engeller ortadan kaldırılmalıdır. Elektrik; ticari bir mal değil, toplumsal bir hizmettir. Tüm yurttaşlarımız için bir ihtiyaçtır. Bu nedenlerle, uluslararası tekellerin ve özel sektörün insafına bırakılmamalıdır. İktidar, sorumluluğu gereği enerji yatırımlarını kamu eliyle acilen başlatmalı, ülkemizin güvenliğini tehlikeye düşürmemelidir.” Beyaz Devrim mi, Karşıdevrim mi? 27 Mayıs 1960 Darbesi/Devrimi, Demokrat Parti’nin düşüşe geçişinin hızlandığı bir dönemde gerçekleştirildi. 1961 yılında yapılacak olağan genel seçimlerde büyük olasılıkla iktidar Cumhuriyet Halk Partisi’ne geçecekti. 1950 genel seçimlerine “Yeter! Söz milletindir!” sloganıyla giren DP’nin on yıllık iktidar serüvenine baktığımızda bu partinin, CHP ile karşılaştırılmasından bağımsız olarak, Türkiye için bir talihsizlik olduğunu söyleyebiliriz. Her şeyden önce çok partili sisteme geçilmesinden sonra iktidarı alan ilk muhalefet partisi olarak yalan yanlış vaatlerle parlamenter demokrasiyi yozlaştırdı, karşıtlarına uyguladığı zorbalıklarla toplumun parlamentarizmi bir ‘çoğunluk diktası’ olarak algılamasına neden oldu. Böylelikle 15 yıl süren siyasal ömründe bireylerin demokrasiyi içselleştirmelerine, toplumun demokratikleşmesine hiçbir katkı sağlayamadı. Demokrat Parti, kuruluşundan itibaren programı ve söylemleriyle dinci çevrelere yaranma çabası gütmüş, İslamı siyasal bir araç olarak kullanmış, iktidara geldikten sonra da ilk uygulamalarından biri, ezanı yeniden Arapçaya çevirmek olmuştur. Okullarda din dersi zorunlu dersler kapsamına alınmış, başta Nurculuk olmak üzere tarikatların faaliyetleri serbest bırakılmıştır. Verilen ödünlerin boyutu öyle büyüktür ki 1958 yılında yapılan bir DP grup toplantısında Adnan Menderes DP’li milletvekillerine, “Eğer isterseniz siz hilafeti bile geri getirirsiniz!” diyecektir. Yine Adnan Menderes, Nurcuların lideri Saidi Nursi’yi ziyarete gittiğinde Nurcular, kendisini hilafeti ve saltanatı temsil eden iki tuğralı yeşil bayrakla karşılamışlardır. Saidi Nursi, 1960 yılı başında Doğu illeri valilerine yolladığı bir mektubunda yalnızca Doğu bölgesinde 60 bin ‘Nur talebesi’ bulunduğunu belirttikten sonra şu bilgileri veriyordu: “Nasıl ki Arapça ezan okutturduk ve bu sayede Müslümanları DP’de topladık. Şimdi de komünizm ve masonlukla mücadele edeceğiz. Bu maksatla Ankara’ya gittim. Müslüman vekillerle görüştüm. Bilhassa Sayın Adnan Menderes Bey, Tevfik İleri ve Namık Gedik’ten bu sonucu çıkardım.” DP’nin, siyasetinin omurgasını köylülük ve eşraf temeline oturtan bir parti olarak dini araçlaştırması doğaldı. Bilindiği gibi DP’nin ilk tohumları 11 Haziran 1945 günü TBMM’de kabul edilen 4738 sayılı ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’na muhalefet eden CHP içindeki bir grup tarafından atılmıştı. Kanunun 17. maddesi toprağın dağıtımında, onu işleyenlere verilmesi esasını ve büyük mülklerin sınırlandırılmasını öngörüyordu. Fakat Demokrat Parti iktidarının ilk işlerinden biri, ‘Çiftçiyi Topraklandırma Kanunu’nun bu maddesini 5618 sayılı kanunla toprak ağalarının çıkarlarına uygun olarak kaldırmak olmuş, böylece kanun ‘toprak reformu’ niteliğini kaybetmiştir. DP, 10 yıllık iktidarı boyunca toprak ağalığını ve zengin köylülüğü kredilerle, taban fiyatlarıyla destekleyerek ve her türlü popülist yönteme başvurarak bu kesimleri ‘arka bahçe’ olarak güvence altına almış, bu kesimler günümüze kadar DP çizgisini sürdüren partilere oy deposu işlevi görmüştür. Demokrat Parti’yi eleştirirken Cumhuriyet Halk Partisi’nin de ‘sütten çıkmış ak kaşık’ olmadığını söylemeliyiz. Demokrat Parti’nin kurulmasıyla iktidarı kaybetme korkusuna düşen İsmet İnönü, 1946 ve 1947 yıllarında CHP komisyonlarına; din derslerinin okutulması, imam hatip ve vaiz okullarının kurulması, üniversitelerde İslam ilahiyat fakültelerinin açılması gibi konularda çalışmalar yaptırmıştır. Aynı dönemde ülkenin çeşitli bölgelerinde ‘ticani’ eylemleri görülmektedir. Buna rağmen İnönü, söz konusu komisyon çalışmalarının sonucunda dinci gericiliğe birçok ödün vermiştir. Örneğin, 1948 yılında hacca gideceklere ‘döviz hakkı’ tanınmış, 1949 yılının başında imam hatip kursları açılmış, 1 Şubat 1949’da ilkokul ders programlarına isteğe bağlı din dersleri konulmuştur. Bunlarla da yetinilmemiş, 1926 yılında 677 sayılı yasa ile kapatılmış olan tekke ve zaviyelerin bir kısmı yeniden açılmıştır. “Bugün cehalet sebebiyle yer yer bazı batıl itikatlara rast gelinse bile bunlar artık halkın yolunu şaşırtacak bir tesire malik değillerdir” gerekçesiyle 30 Mart 1950’de 19 türbenin ziyarete açılmasına izin verilmiştir. 14 Mayıs 195027 Mayıs 1960 arası Türkiye, Demokrat Parti ile Cumhuriyet Halk Partisi arasında süregiden ve çoğu zaman kayıkçı kavgalarından farksız çatışmalara tanık olmuştur. İşçilere özgür sendikacılık hakkı tanınmamış, kırsal kesimde yoksulların toprağa bağlı yarıköle konumları değişmemiştir. Amerikancılığını gizleme kaygısı taşımayan DP, CHP’den devraldığı ‘antikomünizm’ bayrağını daha da yükseltmiş, iktidarının ilk yılında sosyalistlere karşı kitlesel tutuklamalara girişmiştir. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesi ‘beyaz devrim’ mi, yoksa ‘karşıdevrim’ midir, bu sorunun yanıtını şimdilik açık bırakalım. Fakat bu dönemin, ülkemizin emekçilerine ve emekten yana güçlerine hiçbir kazanım sağlamadığı kesindir. eposta: [email protected] Çözücü Necati Yıldırım: “Meclis Başkanı, ‘türban sorunu anayasa ile çözülmez’ demiş. Doğrudur; RTE bu sorunu telefonla çözüyor!” SESSİZ SEDASIZ (!) Çocuklarının finansörü olan anneler BİR “finans öyküsü” de devletin bir memuru olan Faruk Sayılır anlatıyor ve “Benim finansörüm de annemdi” diyor: “Evet gerçekten beni annem finanse etti ve tüm sermayemi ona borçluyum. Babam sabah akşam demeden çalışıp bizlerin geçimi için uğraşırdı. Ben ve kardeşlerimize bugün sahip olduğumuz tüm sermayeyi annem sağladı. Yalnızca bize mi, bizler gibi daha yüzlerce çocuğa, çünkü benim annem, Atatürk Cumhuriyeti’nin ikinci kuşak yurtsever bir öğretmeni idi. Yağmur çamur demeden kardeşim ve benim ellerimiz onun ellerinde, doğru dürüst yolu olmayan evimizden okulumuza götürüp getirdi bizi yıllarca. Biz büyüyüp terk ettiğimizde doğduğumuz yerleri, o hâlâ yürüyordu, o yolları başka çocuklar için içi sıcak, kalbi yufka ve sevgi dolu ve şimdi ışıklar içinde yatan annem. Benim annem bana 15 yaşında 15 milyar sermaye verip şirket kurmadı. Ama çok daha küçük yaşlarda, çok daha büyük sermaye verdi bizlere. Hem de babamdan ve hiç kimseden gizlemeden. İnsan olmayı öğretti bize, onurlu olmayı, insanları, hayvanları ve doğayı sevip onlara saygılı olmayı, kul değil yurttaş olmayı, laik, demokrat, hukuka inançlı, Atatürk devrimlerine sonuna kadar bağlı, gerektiğinde vatanı için canını vermekten çekinmeyen bir insan.” Ne mutlu böyle annelere... Herkes olamıyor! Maneviyatçı Gülhan Elmas: “Devlet üniversiteleri de paralı olacakmış. Camilerden başka her yeri paralı yapanlara dünya görüşlerini sorarsanız hepsi maneviyatçı!” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Gül ‘Okluk Koyu’nda!.. Dünya güzeli Gökova Körfezi’ndeki “imarsız” Cumhurbaşkanlığı konutu onarımına “fesat” karışmış... Bayındırlıktaki kimi uzmanların, gizli maliyet hesaplarını el altından sattıkları belirlenmiş. Zanlılarla birlikte tutuklanan “müşteri”ler arasında, Okluk Koyu’ndaki yazlık konutu Gül’e hazırlayan yüklenici de var... (Milliyet09 Ocak 2008) Haberi okuduğumda, 17 yıl önceyi anımsadım... Aynı konutun 1991’deki ilk inşaatı da baştan sona “fesat”lıklarla gerçekleşmişti. Dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal, ormanlık koyların turizmcilerle “tahsis” görüşmelerini, Göcek koylarında dolaştığı yatlarda yapar; aynı zamanda kısa mavi yolculuklara da çıkardı... Bu gezilerden birinde, Gökova’nın ünlü mavi yol duraklarından Okluk’taki “Orman Müdürlüğü bakım kulübesi”ni görünce demiş ki: “Bunu, yazlık konut haline getirelim...” Oysa körfezin tümü “1. derece doğal sit”ti. Kulübenin amacı da koruma altına alınan ormanlık kıyıları gözetlemekti. Çünkü bu bölgede yeni yapılaşmanın yanı sıra, mevdevletin “ruhsat veremediği” konutunda da papağanı Cabbar’a “Özalım” demesini öğreterek devleti yönetmişti... BM Genel Sekreteri Perez de Cueller’i, Yunanistan Başbakanı Mitçotakis’i, İsveç, İtalya ve Rusya başbakanları ile Suudi Kralı’nın kardeşini de “hukuk devleti”miz adına işte bu “hukuk yoksunu” mekânlarda ağırladı.. Demirel ve Sezer Okluk konutu, Özal’dan sonra “metruk”luğa terk edildi... Süleyman Demirel, henüz ilk aylarında, “gidip bakacağız” demesine rağmen hiç ilgilenmedi. Ahmet Necdet Sezer de bir Marmaris ziyaretinde “belki uğrar” diye boyanıp temizlenen konuta, 7 yıl asla yüz vermedi. Buna rağmen Özal’dan bu yana, “mavi yol teknelerine yasak”lanan Okluk Koyu’ndan, bir ara “fareler”in dolaştığı dışında pek de haber alınamadı. Şimdi ise Gül’ün başlattığı onarım, emniyetçe de “sorgu”lanan bir ihaleyle yapılıyor. Geçmişiyle birlikte bu durumu umursanmazsa, “hukuk devleti”ne karşı, “doruk ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN Cennetin tam ortasında..! cutların büyütülmesi bile “yasak”tı. Ayrıca “Kıyı Kanunu”na göre de böyle bir uygulama asla olamazdı. Nitekim aynı kısıtlamalara yerel yetkililerin ve yöre insanının yıllardır uymaları sayesinde, asıl adı “Kerme” olan Gökova Körfezi hâlâ ülkenin en iyi “korunmuş” doğal sit alanıdır... Yine aynı nedenlerle de dünyanın en temiz deniz sularına sahiptir... taki umarsızlık”ı da simgelemeyecek mi? Korumanın müsteşarı Okluk Koyu, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’ne tahsis edilmişti... Önceki sekreter Kemal Nehrozlu’nun da Sezer gibi düşündüğünü biliyorum. Yeni genel sekreter Prof. Dr. Mustafa İsen’in ise farklı bakmadığından eminim. Çünkü Prof. İsen, Kültür Bakanlığı’nın duyarlı ve kibar müsteşarıyken, özellikle sit tartışmalarında hep “doğadan yana” oldu. Koruma kurullarının çevreyi gözeten kararlarından yakınanları, zarif üslubuyla ikna etmeye çalıştı. Böylece kimi iktidar yanlılarının “bizi dinlemiyor” şikâyetlerine de aldırmazken; belki de onlardan daha fazla, “korumacı”ların güvenini kazandı... Doğrusu ben de özellikle Tarihi Kentler Birliği çalışmalarında bunu yakından gözleyebildiğim için, doğaya karşı Okluk’taki hukuk dışı saygısızlığa “gönülden razı” olabileceğini düşünemiyorum. Acaba “korumanın müsteşarı” olarak bu “çevre skandalı”na yönelik çekincelerimizi, Gül’e anımsatabilir mi? Bekliyoruz... ekinci?cumhuriyet.com.tr (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com ‘Bir kere delmek’! Ne var ki anayasa için, “Bir kere delinmekle bi şey olmaz” sözüyle tarihe geçen Özal, “Gökova’daki imar yasakları da bir kere delinebilir” demiş olacak ki 45 m2’lik kulübe, 250 m2’lik “deniz köşkü”ne dönüştürüldü... Bu “kaçak” inşaata o denli “özen” gösterildi ki mesleğinde başarılı bir peyzaj mimarı olan, dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı ve şimdiki DTP Milletvekili Akın Birdal’a da bahçe düzenlenmesi işi verilmişti... Böylece büyütülerek, hatta personel için “ayrı bina”lar da yapılarak “onarım”ı(!) tamamlanan konuta, büyük bir beton iskele de ekleniverdi... Özal, o deldiği “sit kararlarıyla tertemiz” kalan “turkuvaz” sularda yüzme “heves”ini giderirken, TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 13 Ocak www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bartın’ın Amasra ilçesinde bir 1 mağara. 2/ Çıkar 2 yol, çare... Leylak rengi, açık mor. 3/ 3 Romanya’nın pa 4 ra birimi... İnce pi 5 de halinde ekmek. 4/ Yüz metrekare 6 tutarında yüzey 7 ölçüsü birimi... 8 Güzel çiçekli bir süs bitkisi. 5/ Mu 9 ma batırılmış fitil... Ke1 2 3 4 5 6 7 8 9 man yayı. 6/ “Yaşadım / 1 S U F L Ö R S İ ağaçları şahidimdir” 2 O B A T E R E S (B.R. Eyüboğlu)... Bir 3 F U L Y A A R İ renk. 7/ İçinde yemek ısı4 İ D A N A F O R tılan ya da yumurta pişiriT İ len, derinliği az metal 5 T İ R Y A T Z A GON kap... Eskrimde kullanılan 6 A Y A E P S İ L ON üç silahtan biri. 8/ Çok an 7 layışlı ve sezgili kimse... 8 E T E K A Y İ N İnsanoğlu. 9/ Karaman’ın 9 Ş L İ G A N A Ermenek ilçesinde, Türkiye’nin en uzun mağaralarından biri. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Sığır etinden yapılan bir tür Macar kebabı... Çölden esen rüzgâr. 2/ Buyurucular, amirler... Bir etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre. 3/ Demiryolu... Diyarbakır’a özgü, buğday ve yoğurtla yapılan ve soğuk olarak yenen bir yemek. 4/ Krom elementinin simgesi... Uzun boyunlu ve kulpsuz küçük rakı sürahisi. 5/ Bir nota... Küçük mağara. 6/ Yararlanılan uygun koşul... Bir haber ajansının kısa yazılışı. 7/ İçinde diri balık saklanan, denizden ayrılmış havuz... Tokyo kentinin eski adı. 8/ Muğla’nın bir ilçesi... Küçük kilise. 9/ Eyerin ön ve arkasındaki çıkıntılı bölüm... Çeşitli bitkilerden elde edilen yumuşak bir reçine. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle