05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 OCAK 2008 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 301 Kere Maşallah!.. Önerilen kanun teklifi, sorunun çözümünden yana hiçbir işlevi olmayan göstermelik bir değişiklik, yeni bir demokrasi kandırmacası olacaktır. Akın ATALAY Avukat PENCERE açılan dava sayısında patlama mı yaşandı? Bir yılda 300400 olan dava sayısı, binlere on binlere mi ulaştı? Basında yayımlanan verilere göre, izin şartı kalktığı için savcılar önüne gelene dava açar hale gelmediler. Diğer bir deyişle, bu suçtan dava açılmasının bakanlığın iznine tabi olduğu dönem ile izin şartının olmadığı dönem karşılaştırıldığında, arada kayda değer bir fark yok. O halde sorun, izin şartının kaldırılmış olmasından kaynaklanmıyor. Eskiden olduğu gibi izin şartına dönseniz yine bir şey değişmeyecek. Zaten, konusu itibarıyla siyasal niteliği belirgin olan bir suçta, yargının siyasallaşmasına neden olacaksınız. Siyasi iktidar; lehine olan, beğendiği, hoşuna giden söz ve yazılar söz konusu olduğunda dava açılmasına izin vermeyecek, buna karşılık kendisini ya da kendisinden yana olan kurumları eleştiren, yeren, aleyhe olan söz ve yazılar için dava açılması iznini verebilecektir. Yargı organı, siyasi iktidarın keyfine, isteğine göre yargılama yapacak ya da yapamayacaktır. Üç Kuruşluk Ceza! Başbakan, mahkemece “üç kuruş” ödeme cezasına çarptırılmış!.. Çok öfkeli, “Kimse benim özgürlük alanıma giremez. Ben başbakanım. Neymiş.. birisine ‘sayın’ demişim. Hukuk bu kadar zedelenmemeli.” İster istemez aklıma geldi, Başbakan’ın bazı gazetelere ve yazarlara açtığı davalar ve bu davalardan aldığı tazminatlar... Ki onlar üç beş kuruş da değil, on binlerce YTL idi. Yalnız Başbakan mı, açtığı davalar sonunda yüklü tazminatlar alan?.. Şu ünlü Milli Eğitim Bakanı bile birkaç yıl önce benden beş bin YTL almıştı! ‘Softa’ sözü ettiğim için kırk bin YTL istiyordu, mahkeme beş bine indirmişti... Ankara Belediye Başkanı gazetecilerden, özellikle Emin Çölaşan’dan aldığı tazminat paralarıyla Ankara’da ev aldığını da açık açık söylememiş miydi?.. AKP’lilerin güzel bir alışkanlıkları var; kendilerini eleştiren bir yazı mı çıktı, avukatlarını hemen mahkemeye koştururlar, iyi kötü bir şeyler kazanırlar!.. Bu kez tersi olmuş.. Başbakan’ın şehitler için ‘kelle’, Öcalan için de ‘sayın’ deyimlerini kullanması suç sayılmış. Adalet de Başbakan’ı ‘üç kuruş’ ceza ödemeye mahkum etmiş... Tayyip Bey’in öfkesi bundan!.. Kendin, açtığın davaları kazanıp milyonları elde ettiğinde adalet çok iyi, başarılı.. ama sen üç kuruş ödemeye mahkum edildiğinde durum daha başka!.. Üç kuruşu ödeyecek mi, ödedi mi? Çok değerli üç kuruş, ama Başbakan’ın yaklaşık dokuz bin YTL aylığından çıkacağı için çok değerli.. ne de olsa Başbakan parası!.. Biz yazarları, gazetecileri yüklü ödemelere mahkum ediyorlar.. ama Başbakan’ı yalnız ‘üç kuruş’a!.. Bu da bir değer ölçüsü, sana bu kadar yeter demek, ne demekse! ??? Bir söz vardır, yerli yersiz kullanılan: “Sen kaç paralık adamsın?” AKP döneminde sıfırlar atıldı, milyarlar milyon, liralar kuruşa çevrildi. Eskiden, ‘’Falanca Bakan benden kırk milyar istiyor” diye övünürdük, liralar kuruş olunca dava açan da, mahkum olan da küçümsenir oldu. Başbakan da ‘üç kuruş’u küçümsüyor, şöyle elli altmış bin YTL ödemek zorunda kalsa, daha mı iyi idi? Yatsın kalksın adalete dua etsin!.. ??? “Kimse benim özgürlük alanıma giremez” diyor. Bu özgürlük yalnız size! Bizlere yok mu? Başbakan olmak geçici bir durumdur. Bak kaç eski başbakan kaç yıldır oturuyor evinde! Günü gelir ‘üç kuruşluk’ bir başbakan sayıldığın günleri de özlemle anarsın! Sünnetçilerin Marifetleri?.. Bir süreden beri bu köşede Kuranıkerim’in buyruklarını yayımlıyorum... Sünnetçiler bu yüzden tedirgin... Kuran’a gerekli değeri verenler için bir laf uydurdular: “ Sünnetsizler...” Peki, sünnetçiler kimler?.. ? Soruyu yanıtlamak için “sünnet” sözcüğünün anlamını vurgulamak gerek... Hazreti Muhammet’in sözleri, davranışları, tutumları, “sünnet” diye anılıyorlar... İslamın temel kaynağı, anayasası, özü ve temeli, elbette Kuranıkerim’dir... Sünnet daha sonra gelir; ikincil temel kaynaktır.. ? Geçmiş zamanda Hazreti Muhammet’in sözleri, davranışları, tutumları üzerine büyük tartışmalar, savlar, yorumlar türetilmiştir; hangisi gerçektir, hangisi uydurulmuştur?.. Vakti evvelde Müslümanlık nasıl yayıldı?.. Ne matbaa vardı... Ne de radyo, televizyon, internet, gazete, dergi, vesaire... Kişiler önemliydi... Kişiden kişiye anlatımla yayılan İslamda tarikat ve cemaat önderlerinin türemesi doğaldı... Bugün aklı başında, okuması yazması yerinde bir Müslümanın ne tarikat başına, ne cemaat reisine gereksinmesi vardır... Kuran başucumuzdadır... Sünnet ise kitaplar dolusu elimizin altındadır... ? Ne tuhaftır ki buna karşın yaşadığımız toplumda bir sürü tarikat başı, cemaat reisi ve sünnetçi başı türemiştir... Aklı başında Müslümanın hiçbirine ihtiyacı yoktur. İslam aracı papazları kaldırmaz... ? Bir süreden beri bu köşede Kuranıkerim’in buyruklarını yayımlıyorum.. Bir buyruk daha... Maide suresi 38’inci ayet: “ Erkek hırsız ve kadın hırsızın, yaptıklarından ötürü, Allah tarafından ibret verici bir ceza olarak, ellerini kesin...” Keselim mi?.. Türbancılar, açıkgözler, yalnız türbana dönük dincilik siyaseti yapanlar ne düşünürler?.. ? Bu köşede Kuranıkerim’in buyruklarını yayımlamakta amacımız ne? Kutsal İslamı, Amerika’nın buyruğuyla İslamcılığa dönüştürüp politikaya sokanlar dini siyasette kullanıyorlar... Çoğu zaman da kendilerine göre hilei şeriye yapmaya çalışıyorlar... Din, dincilik, İslam, İslamcılık siyasette tartışılıyor, tartışılacak... Çünkü bu konudaki tüm yasaklar yürürlükten kaldırıldı... Atatürk’ün laik Cumhuriyetini ve çağdaş demokrasinin erdemlerini savunanlar, artık bu alanda işlevlerini üstlenmek zorundadırlar... Kuranıkerim’i sünnetçi politikacıların ve aracı yazarların gözlerine sokmak zorundayız!.. A dalet Bakanı ve AKP yetkilileri açıkladı: Türk Ceza Kanunu’nun (TCK) 301. maddesine ilişkin değişiklik, önümüzdeki hafta TBMM gündemine getirilecek. Hükümet, TCK 301. madde nedeniyle açılan davalar ve verilen kararlardan yargı organlarının sorumlu olduğunu söyleyip, AB çevrelerini ve kamuoyunu bu yönde oluşturmayı başarmıştı. Böylece, çıkardıkları kanunun metnine toz kondurmamayı, çoğunluğun da bu şekilde yönlendirilmesini sağlamışlardı. Konuya yargı organlarının, bizce de tutucu ve sorunlu yaklaşımı da hükümetin ekmeğine yağ sürüyordu. Adalet Bakanı’nın açıklamasına bakılırsa, 301. maddedeki değişiklik şunlardan ibaret: a.) Maddedeki “Türklük” terimi, “Türk Milleti” olarak değiştirilecek. b.) Maddedeki “Cumhuriyet” terimi, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilecek. c.) Maddedeki “suçun yurtdışında, bir Türk vatandaşı tarafından işlenmesi halinde cezanın arttırılmasına” yönelik düzenleme kaldırılacak. d.) Maddeye yeni bir fıkra eklenerek, bu suçtan dava açılabilmesi Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanacak. e.) Maddedeki “eleştiri amacıyla yapılan düşünce açıklamaları suç oluşturmaz” şeklinde düzenleme, gereksiz bulunduğu için kaldırılacak. Ne değişiyor? Değişiklikler neye yarayacak? “Türklük” sözcüğünün yerine “Türk Milleti” denilmesi ile uygulamada yaşanan sıkıntı giderilecek mi?.. Sorun çözülmüş olacak mı?.. Öncelikle şu noktayı belirtmekte yarar var. Konuyu hukuk biliminin gerekleri çerçevesinde değerlendirenler, madde metnindeki “Türklük” kelimesinin ırkçı ve ayrımcı bir çağrışım yaptığını, gerekçede bunun açık olarak desteklendiğini belirtip; bu düzenlemeyi eleştiriyor. Bu görüşe biz de aynen katılıyoruz. Ancak, bu yöne ilişkin eleştiriler haklı olmakla birlikte, yaşanan sorunun gerçek nedenini gözden uzak tuttu. Çünkü, Yargıtay eskiden beri sürdürdüğü istikrarlı yorum ve uygu lamasında, maddedeki “Türklük” terimi ile “Türk Milleti”nin kastedildiğini, gerekçede bir ırk/etnik köken olarak Türklüğe vurgu yapılmış olmasına karşın, gerekçenin yargı organını bağlamayacağını, “Türklüğün”, sadece “Türk” etnik kökenine yönelik olarak değil, “Türk Milleti” olarak anlaşılıp uygulanması gerektiğini sürekli olarak söylemektedir. Dolayısıyla, TCK 301. maddede yer alan “Türklük” kelimesi, yargı organlarınca zaten “Türk Milleti” olarak anlaşılıp öyle yorumlandığına göre, önerilen kanun teklifi, sorunun çözümünden yana hiçbir işlevi olmayan göstermelik bir değişiklik, yeni bir demokrasi kandırmacası olacaktır. Bu durumda, “sorun maddedeki ‘Türklük’ sözcüğünden kaynaklanıyordu, bunu ‘Türk Milleti’ olarak değiştirdik, ama bakın hâlâ yargı organları direniyor, yanlış yorumluyor” şeklindeki yeni saptırma, aldatma girişimlerine şimdiden hazır olalım. Adını koyalım: Hükümet bu değişikliği yaparak, bugünkü 301 uygulamasına vize veriyor, yargı organlarına ‘Kanunu şimdiye kadar uyguladığın gibi uygulamaya devam et, kanunun metnini senin zaten uygulamakta olduğun şekle getiriyorum’ diyor. “Cumhuriyet” sözcüğünün, “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olarak değiştirilmesi konusu da tıpkı, yukarıdaki değişiklik teklifi gibidir. Yargıtay, “Cumhuriyet”in “Devlet” ile anlamdaş olduğunu zaten söylüyor ve öyle uyguluyordu. Peki değişen ne olacak? Kanun maddesindeki ifade biçimi, Yargıtay’ın uyguladığı ve anlamlandırdığı hale getirilecek. İyi de sorun zaten Yargıtay’ın uygulamasından kaynaklanmıyor mu?.. Sözün özü… TCK 301. madde konusunda hükümetin getirdiği öneri, sorunu çözmek için değil, göz boyamak için getirilmiş bir öneridir. Üstelik arkasında ahlâksız bir niyet apaçık durmaktadır: “Biz değiştiriyoruz ama yargıyı aşamıyoruz, tek sorumlu yargıdır” propagandası ile zaten hedefte olan yargıya bir darbe daha vurmak… Eğer, gerçekten sorun çözülmek isteniyorsa yapılacak tek şey var: 301. maddeyi tümüyle kaldırmak. Yoksa, daha uzun süre aydınların, yazarların, gazetecilerin, muhaliflerin söyleyip yazdıkları nedeniyle yargılanmalarına tanık oluruz. Bu kişilerin toplumun belli kesimlerinin hedefi haline getirilmesine, içlerinden bazılarının da, bir yıl önce Hrant Dink’in başına geldiği gibi öldürülmesine seyirci kalmış olmanın utancı ile yaşamaya devam ederiz. Artık, farklı düşünce ve görüşlerden korkmamayı, beğenmediğimiz ve hoşumuza gitmeyen düşünce ve ifadelere tahammül etmeyi içselleştirmek zorundayız. Son bir söz de yargımıza söylemeliyiz. İnsanımız ve ülkemiz için ifade özgürlüğünün önünü açın!.. Yasaya göre değil, hukuka, hukukun evrensel ilkelerine göre karar verin. Türkiye Cumhuriyeti’nin yasa devleti değil, hukuk devleti olmasında en önemli rol sizlere düşüyor. Anayasanın 2. maddesinde nitelikleri belirtilen bir Türkiye Cumhuriyeti, ifade özgürlüğü kısıtlanarak, beğenilmeyen, hoşa gitmeyen ya da çoğunluğu inciten düşüncelerin yasaklanması, cezalandırılması ile değil, ancak her düşüncenin özgürce ifade edilebilmesiyle ilelebet payidar kalabilir. Yargıya siyasi müdahale Bu suçtan dava açılabilmesinin, Adalet Bakanlığı’nın iznine bağlanması neyi değiştirir? Yeni TCK’nin yürürlüğe girdiği 2005 yılına kadar bu suçtan dava açılması için Adalet Bakanlığı’nın izni gerekiyordu. Yeni TCK’de izin şartı kaldırıldı. 01 Haziran 2005 tarihinden sonra bu maddeye giren düşünce açıklamaları nedeniyle, savcılar tarafından doğrudan dava açılabiliyor. Peki, eski sistemde izin şartı varken, sorun yok muydu? Acaba, izin şartı kalktığı için bu maddeden Avrupa’nın Tinsel Birlikteliği Var mı? Serâ TOKAY irminci yüzyıl bilimsel düşüncesini kökten etkileyen felsefe kuramı fenomenolojinin kurucusu, Bohemyalı düşünür ve matematikçi Edmund Husserl, 1935’te Viyana Konferansı başlığıyla anılan söylevini “Avrupa’nın tinsel birlikteliğini nasıl tanımlayabiliriz” sorusuyla açar. Düşünüre göre, coğrafya sınırlarının ötesinde, Amerika’ya dek uzanan Avrupa’nın tinsel imgesi, bitimsiz amaçları, normatif idealleri, yaşam biçimi ve bakışıyla, tarihsel kökenini, Antik Yu Y nan’da yeşermiş felsefe topluluğunda bulur. Bilimsel araştırının sonsuz amaçları doğrultusunda tüm insanların yaşamını etkileyen kültürlerin devrimleşmesiyle oluşan Avrupa, Husserl’e göre evrenselliğini Antik felsefecilerinin özgün düşünme geleneğine borçludur. Edmund Husserl, 1935 Nazi totalitarizmi altında, ayrımcı yasalar, toplama kampları, yasaklamalar ve işgal ideolojisiyle gözdağı veren bir Almanya’nın tüm kültürel ve bilimsel değerlerini yitirdiği karanlık bir döneminde Avrupa’nın insanlığı kurtarıcı rolüne umutla bakmaktadır. İdeoloji, soykırım, etnik kıyım ve totaliter rejimlerle çalkalanmış 20. yüzyıl Avrupa’sı, Aydınlanma amacının Husserlci izlerini 21. yüzyıla taşıyabiliyor mu? Osmanlı teokrasisini deviren Mustafa Kemal kültürel devrimlerinin modelini antik felsefe özünden gelen Avrupa akılcılığı idealinden alıyor. Modern Türkiye’yi Avrupa’ya ait kılan ilke ve düşünümler içinde Fransız aydınlanması, Jakobenizmin istenç politikası, kralın ve sultanın devrilmesi, Aguste Comte pozitivizmi, Fichte’ci ulusçuluk yatıyor. Modern Türkiye’nin diğer teokratik Müslüman toplumlarına kıyasla Avrupa’ya yakınlığı, üstünlüğü ve ayrıcalığı, kuşkusuz, insan hakları, hukuk, hümanizma ve demokratik değerlerinden geliyor. Avrupalılaşmanın özü, Avrupalı doğmak, görgül sınırlarına girmekte değil, bu sınırlara uzaklığı ne olursa olsun, herhangi bir toplumun ya da ulusun Avrupa tinsel ilkesini içselleştirebilme gücünde yatıyor. Uzakdoğu’dan örnek verelim: 21. yüzyılda, Çin ve Japonya çoksesli Batı müziğini kitlesel biçim özümsemekle, Uzakdoğu’nun, Ortadoğu’ya kıyasla, Avrupa kültürüne çok daha yakın olduğunu kanıtlarken Avrupa’nın merkezinde yaşayan Müslüman toplulukları, içinde bulundukları sosyokültürel kalıtıma direnç göstermeyi sürdürmekteydi. Avrupa’yı özgünleştiren, yabancı kültürleri özümseyebilen özelliğiyse, Cumhuriyet Türkiye’sini belirleyen özellik, demokratik, hukuksal ve sanatsal kimliğini Avrupa’nın kapsamında buluşudur. Nitekim görevi hukukun kayıtsız üstünlüğünü, kadınerkek eşitliğini; ırk, sınıf, topluluk, halk ayırt etmeden insan haklarını savunmak olan Avrupa Konseyi’nin kurucu üyesi Türkiye 1954’te temel özgürlükler ve insan hakları Avrupa konvansiyonunu onaylamış, bugün merkezi Strasburg’da olan Avrupa Konseyi çerçevesinde diplomatik temsilciliğini etkin biçimde sürdürmektedir. Husserl’in deyişiyle “Avrupalı Antikite’den gelen kavram sal kalıtımını koruduğu sürece, kozmopolit olarak evinde dünyada gibi ve dünyada evinde gibi yaşamaya izinlidir; Avrupa’yla özleşmek isteyen herkes Avrupalılaşır, oysa Avrupalı Kızılderilileşmek için hiçbir neden görmemektedir”. AB kendini yapılandıran devletlerden bağımsız uluslarüstü bir tüzel, hatta federal oluşumdur. Parlamento üyeleri aracılığıyla alınan kararlar, gümrükpara birliği, bütçe, güvenlik konularında hukukçular tarafından yazılmış sözleşmelere dayanır. Birliğin genişletilmesinde, 27 ülkenin belirlediği AB, kesin bir coğrafya stratejisi göstermez: Asya’ya ait Kıbrıs ve okyanus adaları Avrupa’ya dahil olurken bir bölümü Avrupa olan Türkiye’nin birlik dışında kalması coğrafi nedenlere dayanmaz. Bu açıdan bir vakitler İngiliz kolonisi olan Hindistan da dil, edebiyat ve Aryan kökeniyle Avrupa’da olmayı düşleyebilir. Türkiye AB uygulamaları sırasında, azımsanamayacak ölçüde, kimi kriterleri yerine getirmiş bulunmaktadır. Bundan sonraki süreç, Türkiye’de sivil toplumun Avrupa evrensel kültüründeki rolünü değerlendirecektir. Türkiye Avrupa’ya entegrasyon isteminde yalnızca uzlaşmalara uyum sağlamakta sıra beklemekle yetinmeyip Mustafa Kemal’in ülküsündeki bilgi kuramını üstün tutan “Avrupalı insan” amacının gerçekleşmesinde Avrupa’ya katkıda bulunabilmelidir. Laik Türkiye’nin bilimsel ve çağdaş dünya görüşüyle yeryüzü coğrafyasında en çok Avrupa’ya yakıştığı kuşkusuzdur. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle