05 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 OCAK 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Homeros Adanalı olursa! lmanya’nın ciddi gazetelerinden Frankfurter Allgemeine’de çıkan ve Homeros ile Troya’yı çarpıtarak anlatan bir yazı yüzünden şaşkınım... Gazetenin 22 Aralık’ta “Bilder und Zeiten” ekinde yer alan bir inceleme yazısı pek çok kişiyi şaşkına uğrattı. Kahrolduk adeta! Geçen pazar sabahı çayımı yudumlarken, Münih’te yaşayan eski bir çevreci arkadaşımın telefonundan sonra apar topar gidip gazeteyi buldum. Baştan aşağıya anlatılanlar bir şarlatanlık örneği olmakla kalmıyor, Anadolu kültürlerini ve arkeolojisini de çarpıtan bir Alman yazarın Raoul Schrott’a ait saçma fikirlerini de sergiliyordu!.. Mart ayında piyasaya çıkacak olan ve “Homer’in Vatanı” adını taşıyan bu kitabın bir özeti olan bu makalede anlatılanlar ilginç. Her şey “yalanın kuyruklusu”.. ancak merak uyandırıcı. Zira dünyaca ünlü Troya antik kentinin asıl yerinde olmadığı ve yine ünlü ozan Homeros’un da İzmirli değil de, Adanalı olduğunu sözüm ona kanıtlamaya çalışan yazar, baştan aşağı ipe sapa gelmez öyküleri kurgulayıp yutturmaya çalışıyor... Bilim dışı varsayımları öne çıkarıp bütün bilgileri tersyüz eden yazarın esas amacının ne olduğunu ise insan kendi kendine sormadan edemiyor? Oysa bütün dünya gözlerini aylardır mitolojinin ünlü dağı İda’ya çevirmiş, oraya üşüşen uluslararası altın tekellerinin hırslı saldırısını okuyup TV’lerde izliyor! Altın madencilerinin hedefi haline gelen İda’nın kültür mirası da yavaş yavaş unutturulup belleklerden silinmek isteniyor... Hadise bu.. koskoca Troya’nın asıl yerinden kaldırılıp Çukurova’daki Karatepe’ye götürülüşünün hikâyesi de böylece kitaplaşmış olacak. Tuzak bu! Yakında filmi de yapılırsa hiç şaşmam? İlyada destanını Gılgamış destanına bağlayan ve ünlü Karatepe’yi ise Troya’ya yakıştıran bu MÜNİH şarlatanın arkasında hangi parasal güçlerin olduğunu EROL ÖZKAN ise tahmin etmeye gerek bile yok. Her şey ortada. Kazdağları’nda daha rahatça altın elde etmek için kollarını sıvayan dev şirketlerin bu arada pürüz saydıkları tarihi de silip atma politikası (!) gerçekleşmiş oluyor! Yani ensesi kalın para babası altıncılar yazdırttıkları kitaplarla Almanya’da bakışları Troas’tan alıp taa Kilikya’ya taşımak istiyorlar.. olay bu! Schrott’un Gılgamış’ı tercüme ettiği ve İlyada’yı da çok iyi okuduğu kesin. Öte yandan iki yıl kadar da Anadolu’nun güneyinde Adana ve Çukurova’da dolaştığı da görülüyor... Bu arada Adana’nın Kadirli ilçesi yakınındaki ünlü geç Hitit çağı kenti Karatepe’ye de uğradığı anlatılıyor... 1947’de Prof. Bossert’in keşfettiği ve Prof. Halet Çambel ile Bahadır Alkım ve Muhibbe Darga hocaların kazılara katıldığı, pek çok Türk arkeoloğunun ve sanat tarihçisinin çok iyi bildiği bir yeri, yıllar sonra “Troya burada idi” diye yazmak ise bir aldatmacadan başka birşey değil de nedir? Bakalım kitap Almanya’da piyasaya çıkınca bizim kültür adamlarımız ve çevreciler ne diyecekler merak ediyorum. Evet Troya’yı 1871’den 1873’e dek üç kez kazan ve bulduğu hazineyi kaçıran ünlü Schliemann’dan sonra yine bir başka Alman Manfred Korfmann da çok önemli kazılarda bulguları ortaya koymuştu. Şimdi ise yine bir Alman çıkıp Troya burada değildi diyebiliyor ve akla hemen iki bilge ustamız Halikarnas Balıkçısı ile Azra Erhat geliyor. Onların kemiklerini sızlatan bu yalanlar benim de canımı acıtıyor. Ayrıca gülünç olan nokta ise Troya destanlarını anlatan İzmirli Homeros’un Adanalı yapılması... Bu kadar uydurmalardan sonra pek yakında Adana’da bir Alman tarafından “Homeros kebapçısı” açılırsa sakın ha şaşırmayın!.. erolozkan66@hotmailcom ‘Politikacılara güvenilir mi?’ B u soruyu ben sormuyorum. Muhafazakâr Svenska Dagbladet gazetesinden Petter Brunnberg’in yazısının başlığı böyle. Svenska Dagbladet’i solcu falan sanmayın. Sağcı koalisyon hükümetini destekleyen muhafazakâr bir gazetedir. Brunnberg, yazısına “Siz de geçen yıl çevre dostu otomobil alan Stockholm’deki 55 bin kişiden biri misiniz…” diye başlayarak haberi duyduğumda beni güldüren, onu ise sinirlendirdiği anlaşılan gelişmeyi irdeliyor. Olay şu: İklim değişikliği ve küresel ısınmanın insanlığı tehdit eder boyuta geldiği tartışma götürmez bir şekilde anlaşılınca İsveç hükümeti, hayatın bütün alanlarını ilgilendiren politikaların çevre sorunu dikkate alınarak şekillendirilmesine karar verdi. Parlamento da çevre dostu otomobil kullanımını teşvik amacıyla bu otomobilleri kullananlardan 2012 yılına kadar şehir girişlerinde ücret alınmaması yolundaki bir öneriyi kabul etti. Karar etkisini gösterdi ve sadece Stockholm’de geçen yıl 55 bin kişi benzinliyi bırakıp çevre dostu otomobil aldı. Ne var ki, hükümetin isteği üzerine hazırlanan ve iki finansman kaynağı gerekiyorsa vergileri hafta önce açıklanan rapor Brunnberg dahil düşürmezdi. Önce vergileri düşürüp sonra kaynak herkesi şaşırttı. Çünkü parlamento kararı yaratmak için çevreciliğe aykırı politikalar olmasına rağmen hükümet görevlisi raporunda, uygularsa üstelik 2009’da uluslararası çevre çevre dostu otomobil kullananlardan da zirvesi düzenlemeyi planlıyorsa bu çelişkili tablo 2009’dan itibaren geçiş ücreti alınmasını inandırıcı olabilir mi? Böyle politikacıları ciddiye savunuyor. Gerekçesi de altyapı yatırımlarına alabilir, güvenebilir misiniz?.. finansman kaynağı yaratmak. Öneriye ilk destek Bir örnek daha: İsveç’te ilaç, kamu kurumu olan ne tuhaftır ki Doğal Hayatı Koruma Apotek’te satılır. İsveç’in en iyi Derneği’nden geldi. Çevre kirlenmesine karşı alınması gereken önlemler STOCKHOLM çalışan kurumlarından biridir. Servis mükemmel olduğu gibi ilaç konusunda söylediklerine hep dikkat fiyatları da Avrupa ortalamasının ettiğimiz dernek birden sanki asıl altındadır. Sağcılar yıllardan beri göreviymiş gibi finans ve bütçe İsveç’in de AB’ye uyum sağlayıp sorunlarıyla ilgilenmeye başladı. devletçilikten vazgeçmesini Şaşırmayın, buralarda örgüt yöneticileri savunuyordu. Şimdi iktidardalar ve kaymak tabakaya dahildir. 35 yıl çevre OSMAN İKİZ İsveç ekonomisinin belkemiğini örgütünün başındadır, daha sonra oluşturan kamu iktisadi bakarsınız af örgütünün başında. 35 yıl kuruluşlarını satmaya hazırlanıyorlar. 2010 sonra yine bir başka örgütün başında. Şimdi biz seçimlerinden önce hepsi satılmış olacak. 8 Ocak bu çevreyi koruma adına yapılan çağrılara, günü hükümet görevlisi ilaç satışının özel politikalara nasıl inanalım?.. Hükümet çevre sektöre bırakılması gerektiği yolundaki raporunu konusunda samimi olsa otomobil konusunu açıkladı. Yıllardır tartışılmasına rağmen 2001’de tartışmaya bile açmazdı. Altyapı yatırımları için Norveç’teki özelleştirmenin sonuçlarını medya nedense hiç merak etmemişti. Nihayet raporun açıklandığı gün TV muhabiri Oslo’daki bir eczaneden görüntülerle haber yayınına katıldı. Muhabirin eline aldığı her ilacın fiyatı İsveç’teki aynı ilacın en az üç misli. Stockholm’de haber stüdyosunda oturan Hıristiyan Demokratların başkanı ve Sosyal Güvenlik Bakanı’nın haberden hoşnut kalmadığı belli. “Biz kontrol sistemini geliştiririz” deyip geçiştirmeye çalışıyor. Şimdi olacak olan şu: Her eczanede bütün ilaçların bulunması zorunlu olduğundan piyasa sermaye sahibi büyük tekellere açılacak. Hemen değil ama bir süre sonra ilaç fiyatları yükselecek. Ancak vatandaşın bir yıl içindeki ilaç giderinin cebinden ödeyeceği tavanı belli olduğundan gerisini sigorta ödeyecek. Dolayısıyla devlet eliyle büyük şirketler biraz daha zengin edilecek. Dünyada örnek gösterilen bir ülkenin düzeni çıkarlar uğruna böyle bozuluyor. Anlattıklarım sizi pek şaşırtmadı galiba. “Ohoo, bu da bir şey mi, bizde neler oluyor” dediğinizi duyar gibiyim. İyi pazarlar. A Yavru orangutana büyük ilgi Meksika’nın en büyük hayvanat bahçelerinden Guadalajara Hayvanat Bahçesi’nde iki ay önce doğan yavru orangutan, ziyaretçilerin ilgi odağı oldu. Sevimli orangutan, kendisini görmek için hayvanat bahçesine akın eden ziyaretçilere annesinin kucağında poz verdi. Dünyada yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan orangutanların bir bölümü, hayvanat bahçelerinde koruma altında yaşarken doğada sadece 7 bin civarında orangutanın kaldığı tahmin ediliyor. (Fotoğraf: AP) Horis politis bir yazı bugün için beni gerecek her şeye “Bana ne abi” demekte kararlıydım ve dediğimi Örneklersek “horis Nero” yaptım. Aslında 20 yıldan beri bugünü bekliyormuşum da (su“suz”), “horis psomi” farkında değilmişim, yazık (ekmek“siz”) “horis Afthokinito” (araba“sız”) geçen yıllara. Mp3’ten bol bol anlamlarında kullanılır. Ben de Dimitris Mitrapanos yeni yılda ilk yazımın “horis dinledim. Selanik’in bu büyük değeri bugünlerde ölümle politis” yani (siyaset“siz”) pençeleşiyor. Yunan müziği olmasını istedim. Zaten koca bir yıl boğazımıza kadar hayranları Mitrapanos’un albümlerini kesinlikle diplomasi ve siyasetin içindeyiz. Aslına bakarsanız şimdiden arşivlerine koymak zorundalar. Benim için bu defa her şeyi bir kenara bırakıp aklıma geleni yazmak zeybekikonun tanrısıdır istiyorum. Tuhaftır, Atinalılar Mitropanos. Zaten her zaman söylerim, “Selanik başka, 2008’i daha bir çılgınca kutladılar. Uzo, sirtaki, Atina başkadır” diye. Bugün tutacağım üç tane balık nasılsa zeybekiko. Ayın ikinci gününe kadar gazino ve tavernalarda başımda dolaşan martıların çılgınca eğlendiler. 2008’de kısmeti olacak. Eğer çok fazla tutarsam, onu da götürüp ben de değişiklik yaparak Atina’yı denizden seyretmeye kiliseye vereceğim. Her gün kilise mutfağından yemek alan karar verdim. Küçük sandalıma atladığım gibi bu düşkün ailelere bir nebze de güzel şehrin denize açılan ilk olsa yardım etmenin mutluluk ve huzurunu kapısı olan Paleo Faliro semtinin yaşayacağım. Ve ATİNA sonunda “artık demir hemen bir mil açıklarında attım alma zamanı geldi” diye içimden geçiyor. demirimi. Oltam Nerden nereye, aklıma aşağıda olmasına rağmen birden İzmit Körfezi’nde 1 Mart balıkların vurup MURAT İLEM vurmadığını 1958’de yaşanan Üsküdar faciası geliyor. umursamadım Tabii ya, bu şiir Gölcük’teki bile. Bir kere olsun bakmadım aşağıda neler oluyor diye. Üsküdar şehitliğinin girişinde yazıyordu. Yahya Öylesine sarkıttım oltayı. Atina’nın kuzeyini oluşturan Kemal Beyatlı’nın “Sessiz Likavitos ile Parnifa dağlarının Gemi” şiiri. zirvelerini seyrettim doyasıya. “Artık demir alma günü Akropol tapınağının ihtişamını gelmişse zamandan / yaşadım. Önümde açık olan Meçhule giden bir gemi CPS ile derinlik ölçerden gelen kalkar bu limandan. / Hiç yolcusu yokmuş gibi sessizce “bip” şeklindeki “balık var” uyarısı ile de ilgilenmedim. alır yol / Sallanmaz o Ocak ayının bu ilk günlerinde kalkışta ne mendil ne de bir hiçbir şey duymak, düşünmek kol.” istemedim. TürkYunan O zaman 6 yaşımdaydım. Rahmetli babamın kurucuları konuları ile de ilgilenmedim. Kardak’taki çipura savaşları arasında bulunduğu Gölcük Gençler Birliği takımının beni bağlamadı. Bu ay içinde Gelibolu yarımadası hemen bütün futbolcuları açıklarında petrol aramaya Üsküdar faciasında başlayacak olan platformun hayatlarını kaybetmişlerdi. Karadeniz’den yola çıkması da Demiri alırken bunları keyfimi bozmadı. Karamanlis düşünüyorum. Atina’nın onu yapmış, Erdoğan bunu keşmekeşliğine doğru yol söylemiş, uçaklar Ege’de it alırken aklıma olta geliyor. dalaşı yapmışlar, Kesip atıyorum oltayı. Aynı ilgilenmedim. Ne yaparlarsa son üç saattir düşündüklerimi kesip attığım gibi. yapsınlar, ne söylerlerse söylesinler. Halkın deyimi ile [email protected] unanca’da “horis” demek “suz, siz” eki, yani “yok Y ediş” anlamında bir takıdır. ‘Alışamayan yabancı’ kalmak “numaraları” hedefleyen şirketlerdir. ir süre yaşamak üzere yabancı bir Yeni ülkede banka hesabı açmak, daire ülkeye taşındığınızda eş dostun ilk kiralamak, elektrik ve telefon bağlatmak sorusu “Alışabildin mi bari” olur. Bu gibi yerleşmeye yönelik her türlü eylem soruya doyurucu bir yanıt bulmakta bir “sosyal güvenlik numarası ve kredi güçlük çekmiş olanlar gibi ben de “eh tarihi” kâbusuna dönüşür. işte” demekle yetinirim. “Alıştım” Başvurduğunuz her kurum ya da şirket ilk demek yeni yaşantınız üzerinde tam iş olarak size bir sosyal güvenlik numarası kontrol sahibi olduğunuz mesajını sorar. Haftalarca verebilir diğerlerine... Ancak yeni gittiğiniz ülkeye hemencecik alışmak WASHINGTON bekleyerek aldığınız bu numarayı mıdır asıl olan, yoksa bir süre sunmanız da her “alışamayan yabancı” olmayı seçerek zaman işinize “alışmışların” unuttuğu, artık fark yaramayabilir. etmediği veya önemsemediği şeyleri Numarayı sisteme görmek mi? Amerika’ya yeni gelen her ELÇİN giren işlemci “çaylak” yabancı büyük olasılıkla ilk POYRAZLAR “bilgisayarda size olarak bu ülkedeki sistemin yaygın yönelik bir kredi kanının tersine hızlı ve verimli bir tarihi bulunmadığı” müjdesini verir. makine olmadığını keşfediyordur. Ağır Yabancı olduğunuz, ülkeye yeni işleyen hantal bürokrasi fişlenmesi ve geldiğinizi, bunun normal olduğu gibi bir takip edilmesi gereken yeni bireyleri dizi neden ileri sürersiniz ama, sosyal güvenlik sisteminde bir bilgisayardaki “hayır” değişmez. Söz “numaraya” çevirirken zaman hep bu konusu işlemci bir telefon şirketinde çaylak yabancının aleyhine işler. Bu çalışıyorsa örneğin size hemen alternatif yavaş makinenin belki de en fazla fayda bir seçenek sunar; nakit 800 dolar kaparo sağladığı kesim henüz bir tarihi olmayan B karşılığında kredi tarihi olmaksızın hattınız hemen bağlanabilir. Şirket sizin gibi çaylaklardan topladığı paraları bir yıl boyunca kendisi için pek güzel değerlendirir. Bunun gibi bir dizi şirket tarafından “yolunmayı” önlemek ve kredinizle bir “tarih” oluşturmak için bir bankaya koşarsınız, ancak durum orada da pek farklı değildir. Kredi tarihi için kredi kartına ihtiyaç vardır. Ancak aynı şekilde kredi kartı alabilmek için de kredi tarihine… Başka bir ülkedeki kredi tarihiniz yeterli olmaz. Yeni ülkede yeni bir kredi geçmişi gereklidir. Yani kısırdöngüye sokulmuş bir numara olarak tüm sistemin tüketmek üstüne kurulduğu bu yeni ülkede bir süre daha kurt şirketlere yem olmanız gerekmektedir. Ancak yapacağınız büyük alışverişler, borçlar, taksitler sizi “bir numaradan saygıdeğer bir müşteriye” taşıyabilir. Kafanızda o saygın müşterinin değerlendirmesini yaparken “Yeni ülkede müşteri olmaya alışmak mıdır asıl olan yoksa çaylak yabancı olarak kalmak mı” sorusunu sorarsınız. Boao’nun, kapısı hep açık olan evleri... ekin’den uçakla 3 saati aşan bir yolculuktan P sonra Hainan Adası’nın Haikou Havalimanı’na varılıyor. Hainan, Çin’in en güneyinde. Güney Çin Denizi’nde 5 bin 400 ada, adacık, kayalık var ve bunların toplamı 10 bin kilometre kareyi buluyor, ancak bu adalarda sadece askerler var. Hainan Adası’ndaki diğer havaalanıysa adanın merkezi olan Sanya’da. Haikou’dan Boao’ya araba yolculuğu 1 saat 40 dakika sürüyor. Muz ağaçları, küçük göller, Pekin’in griliğinden sonra o yemyeşil yollar insanı çarpıyor. Bizim gibi Çin’in kuzeyinden gelenler için havalimanı içerisindeki soyunma odaları pek hoş. Haliyle kuzeyin soğuğundan güneyin tropik sıcaklığına inince kalın paltoları ve kazakları atıp tişörtleri giymek için düşünülmüş bu soyunma odaları... Hainan Adası’nın da, Boao’nun da gezilecek yeri çok; zaman yetersizliğinden, Kızıl Ordu Kadınlar Bu küçük adanın adı Lıçıng. Boao, Müzesi kursağımızda kaldı, Vejetaryen HAİNAN ününü 2001 yılında yapılan Asya Müzesi’ni gezemedik ve adadaki Forumu’na borçlu. Ada yönetimi o Müslüman nüfusun nereden geldiğini de zamandan beri bu ekonomik forumların öğrenemedik. Bir gün yine yolumuz sayısını arttırma peşinde. Bu hıza buralara düşer herhalde! Sabahları Boao’nun hemen yanında kalan Lıçıng kaldığımız otelin yanına konuşlanmış LEVENT Adası da ulaşmış ve geçen yıl açılan Budist tapınağının tatlı müziğinin ULUÇER 100 metrelik köprüyle ada karaya nağmeleriyle uyanınca insana bir bağlanmış. Macar gazeteci arkadaşın gevşeme geliyor. Tapınaktaki biriki internette araştırmasıyla bu adayı Budist rahip kılığındakiler, “Bir tütsü keşfettik ve Güney Koreli gazeteci ve yak, kutuya da gönlünden geçen parayı at” mihmandarımızla adaya karayoluyla 1520 şeklinde yaklaşıyorlar müziğin etkisindeki turiste... dakikalık bir taksi yolculuğuyla vardık. Taksi Dalgalar nedeniyle kimsenin denize gireceği şoförünü bırakmadık, çünkü geriye dönüş şansımız hesaba katılmamış belli ki. Boao’nun yerlileri o. Beri yandan o da halinden pek memnun, bizlerle mayo satmak yerine küçük bir timsah yavrusunu yediiçti, gezdi, fotoğraf çekti. Oğulları turistin kucağına verip fotoğraf çektirerek para Guangcou’dan yeni gelmiş bir adalı aile, oğullarına kazanıyor. Biz üç gazeteci, okyanusta yüzemesek yakışır bir karşılama yapıyorlardı. Bizleri de kaplıca keyfini açık havada doyasıya yaşadık... heyecanla ve ısrarla yemek masalarına davet ettiler (Anımsıyorum, TRT’de belgeselini izlediğim Ara Güler, “İnsan doğuya doğru gittikçe güzelleşir” demişti, bunu hiç unutmuyorum. Beri yandan Aziz Nesin’in de “Adamın köylüsü açtır, ama yabancıyı görünce davet eder, önüne her şeyi koyar, bilir ki kaz gelecek yerden tavuk esirgenmez” lafını da unutmuyorum). Ada tamamen doğal bir film platosu. Sokağa paralel olan ve arka tarafta kalan çok eski bir Buda tapınağına da götürdüler bizi. Sağ ve soldaki aslanejderha karışımı heykeller 600 yıllıkmış. Ancak buranın bana en ilginç görünen tarafı, evlerin kapılarının 24 saat ardına kadar açık olması. Eskiden kapılar kapanmazmış İstanbul’un kimi yerlerinde, ayıpmış, gelen komşu kapıyı kapalı görürse geri dönermiş... Nereden nereye? [email protected] CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle