16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 26 EYLÜL 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Dil Bayramı’na Doğru... Mademki anayasa değişikliği gündemde, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu, anayasal kurum olmaktan yüzde 47’liler tarafından çıkarılacak; toplum buna izin verir mi; bir akademik yapıya dönüştürülmesi, YÖK’e bağlanması daha doğru olmaz mı?.. Yaklaşan Dil Bayramı öncesinde tüm bunları düşünmeden edemiyorum ve sizleri de düşünmeye çağırıyorum... PENCERE Bir Gönülde İki Sevda Olamaz... Gladstone’u bilir misiniz?.. Prof. Dr. Halil İnalcık’ın “Atatürk ve Demokratik Türkiye” adlı yeni kitabını (Kırmızı Yayınları) okurken Gladstone’un adına rastlayınca düşünceye daldım... Neden?.. Gladstone 1876’da demiş ki: “Türklerin dünya yüzünden kötülüklerini kaldırmanın bir tek yolu vardır, o da kendi vücutlarını dünya yüzünden kaldırmaktır.” (Sayfa 142) Batılıların Türklere ilişkin aşağılayıcı ve düşmanca bakışlarına ilişkin sözler nice kitaplar oluşturmuştur; bu yaklaşım yalnız Avrupalıya özgü değildir; bizimkilere de aşılanmıştır; örnekleri medyada sergileniyor... Türk olmak neredeyse ayıp sayılacak... ? Peki, bu Gladstone kim?.. 19’uncu yüzyılda dört kez başbakanlık yapmış İngiliz siyaset adamı... Liberallerin önderi... Gladstone Disraeli çekişmesi çeyrek yüzyıldan fazla İngiliz ve Avrupa politikasının birincil konusuna dönüşmüştü... Bugün Batı dünyasında kaç Gladstone siyaset yapıyor, biliyor muyuz?.. Türklere düşmanlık Batı’da bugün de sürüyor... Sürmese Avrupa parlamentolarından birbiri ardına sözde Ermeni soykırımına ilişkin kararlar çıkabilir miydi?.. Şimdi sıra Amerika’da... 1915 olaylarına ilişkin Avrupa’dakilere benzer bir kararı Amerika da çıkaracak... ? Peki, bizim Başbakan RTE’nin Amerika muhabbeti nedir?.. Tayyip Erdoğan ailecek ABD’ye aşılanıp yerleşmiş gibi... RTE’nin aile şeceresini pek bilmiyorum, ama oğul, damat, gelin, torun, baldız, bacanak, kim varsa, Amerikanofil havayı koklamaktan anlaşılan zevk alıyorlar.. Yoksa bu aile boyu Amerikan sevdası nasıl açıklanabilir?.. Ama RTE’ler bir çapraz içindeler... ? Çünkü Amerikan sevdasının yanı sıra başka sevdalar peşindeler... Sözgelimi Hamas sevdası... Ya da İran sevdası... AKP seçimi aldı, Çankaya’yı aldı, Anayasa’yı kendine benzetecek; ama, İran’a yaklaşımı Amerika sevdasına ters düşmüyor mu?.. Bizden nasihat: Aman, RTE Amerika’nın rotasından çıkmaya kalkmasın.. İran mı dedi?.. Birden rüzgâr döner, Malezya da devreye girer... Şu Türkler var ya, zor durumdalar... İslamcılık, dincilik, Amerikancılık, Avrupacılık, İrancılık, Malezyacılık kafaları çorbaya dönüştürüyor... En iyisi ne?.. Atatürkçülük.. Ama, olan bitenlere bakılırsa Aydınlanmacı, bağımsız, akılcı Atatürkçülük artık tu kaka oldu... Peki, bu gidişle sonumuz hayır mıdır?.. Mahalleler HÜSEYİN RAHMİ’Yİ okumamış olamazlar. Kendilerine “aydın” dediklerine göre, eskiden beri bu toplumun mahalle ortamlarında insanların nasıl bir baskı altına sokulduğunu onun romanlarını okuyarak çoktan öğrenmiş olmalıdırlar. O halde, yeniden ortaya sürülen “mahalle baskısı” kavramına böylesine sarılmanın, daha doğrusu gitgide büyüyen antilaik tehlikeyi onunla açıklamaya çalışmanın hikmeti nedir? Tehlikenin kaynağı bu olguda mı, yoksa başka yerde mi? Konuyu biraz deşmekte yarar var. ahçeli konakların ya da birbirine yaslanmış ahşap evlerin, semt pazarlarıyla dar sokakların mahalleleri aynı kalsa ve kalem efendilerine benzer tiplerle külhanbey müsveddeleri yine ortalıkta dolaşıyor olsa da, yalnız oraların değil, büyüyen kentlerdeki şık apartman katlarıyla lüks villaların ev içlerini de etkileyen yeni bir unsurun varlığı yadsınabilir mi? Çoğu zaman “aptal kutusu” diye suçlanan, dedikoduculuğun, televoleciliğin, havaiyatın, kalitesiz dizilerin yuvası diye aşağılanan o müthiş etkili araç, başka birçok konu gibi antilaik dalganın büyümesinde de mahalle baskısından daha etkili sayılamaz mı? Peki, “Tehlikeyi büyüten etkeni mahallenin etkileme ve etkileşim havasına bağlamak çok basit bir açıklama oluyor” diyerek bugünkü yobazca gidişi hızlandırışın sorumlusu olarak televizyonlardaki “dinci” kanalları, din dozu artırılmış programları, “devlet büyükleri”nin örtülü eşlerini sık sık gösteren haber programlarını suçlayarak kabahatliler bulunmuş ve konu aydınlanmış olacak mı? Bütün bunların arkasında asıl ne var? Acaba bu türden nedenler aramak ve bulunca ortalığa salmak, asıl nedeni olabildiğince kamufle etme çabasının bir parçası mıdır? rneğin, tarikatları birer “sivil toplum örgütü” saydıktan, Saidi Nursi’yi reformist olarak niteledikten, AKP’nin seçim kazanışında bunların büyük etkisi bulunduğunu teslim ettikten, özellikle Nakşibendiliğin Osmanlı’dan beri siyasal güç olarak sinsice örgütlendiğini ortaya koyduktan, ABD başkentinin hemen yakınında koruma altına alınmış birinin Türkiye’yi etkilemek için elinden geleni ardına koymadığını, kendisine muazzam mali destek sağlandığını bildikten sonra, antilaik gidişin hızlanışını mahalle baskısıyla açıklamaya çalışmak, gereksiz yere oyalayıcı bir çaba olmuyor mu? Aslında her şey gün gibi aydınlanmış ve ABD’nin Ortadoğu emelleri uğruna Türkiye üzerinde oynanan oyun bütün boyutlarıyla ortaya çıkmıştır. Zihin karıştırıcı düşüncelerle uğraşmak yerine bu oyunun daha fazla sürmesini durdurmak için cumhuriyetin gücünü kullanmaktan başka çare yoktur. Hikmet ALTINKAYNAK Yıldız Teknik Üniversitesi Öğr. Gör. H Ö B [email protected] er yıl bugünlerde Türkçe üzerine daha çok yazılır. Çünkü 26 Eylül, “Dil Bayramı”dır. Çünkü dilimiz konusunda söylenecek çok şey vardır. Bunun için düşünceye çağrıda bulunulur. Ben de bulunuyorum. “Düşünceye Çağrı” deyince de Nazan İpşiroğlu Mazhar İpşiroğlu çiftinin bu adı taşıyan değerli kitabını anımsatıyorum. Dilimizi düşünmek, bu konuda düşünenlere çağrıda bulunmak, günümüzde daha da büyük önem taşımıyor mu? Bence taşıyor. Çünkü 2007 seçimlerinin galibi yüzde 47’liler; 1982’de yüzde 92 oyla kabul edilen, ancak zamanla antidemokratik görülerek yarısına yakın maddesi önceki yıllarda uzlaşıyla değiştirilen TC Anayasası’nı, şimdi yüzde 47’liler için tümüyle yeniden hızla değiştirmeye çalışıyorlar. Başarırlar mı, bilemem. Bildiğim, dili düşünmek, aslında ulusu düşünmektir, bunu bilir bunu söylerim. 20. yüzyılın başında Selanik’te Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp, Ali Canip (Yöntem), “Genç Kalemler” adlı bir dergi çıkarırlarken de söyleyecek sözleri vardı. O söz, dili sadeleştirme, ulusal bir dil yaratmaydı! Çünkü Türkçe, bin yıldır Arapçanın ve Farsçanın etkisindeydi. Ulusal dil, ulusal bir edebiyat yaratmak için gerekli olan malzemedir. Ulusal dil olmadan, ulusal edebiyat yapılamaz. “Genç Kalemler”in başlattığı bu hareket, zamanla Cumhuriyet’in kuruluşuyla önce harf devrimine, ardından Halkevleri’nin, Türk Dil Kurumu’nun kuruluşuyla bir kültür devrimine dönüştü. Ulusal edebiyatımız ortaya çıktı. Şair ve yazarlarımız özgürce düşünebildi, özgürce yapıtlarını yaratabildi. Arapça ve Farsça, Arapların ve Farsların oldu! İşte Dil Bayramı, Gazi Mustafa Kemal’in Dolmabahçe Sarayı’nda 26 Eylül 1932’de Türk Dil Kurumu 1. Kurultayı’nı açışının yıldönümüdür. Ne var ki TDK, 1932’den 1982’ye kadar tam 50 yıl hizmet verirken, kabul edilen 1982 Anayasası’nın 134. maddesiyle yolunu ayırdı. 134. maddede “Atatürkçü düşünceyi, Atatürk ilke ve inkılaplarını, Türk kültürünü, Türk tarihini ve Türk dilini bilimsel yoldan araştırmak, tanıtmak ve yaymak ve yayınlar yapmak amacıyla; Atatürk’ün manevi himayelerinde, Cumhurbaşkanının gözetim ve desteğiyle, Başbakanlığa bağlı; Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi’nden oluşan, kamu tüzelkişiliğine sahip Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu kurulur. Türk Dil Kurumu ile Türk Tarih Kurumu için Atatürk’ün vasiyetnamesinde belirtilen mali menfaatlar saklı olup kendilerine tahsis edilir. Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu’nun; kuruluşu, organları, çalışma usulleri ve özlük işleri ile kuruluşuna dahil kurumlar üzerindeki yetkileri kanunla düzenlenir” denilerek, hem 1932’de Atatürk’ün kurduğu TDK kapatıldı, hem de yeni kurulan TDK, anayasal bir kurum haline getirildi. Söz konusu 2876 sayılı yasa, 17 Ağustos 1983’te yürürlüğe girdi. Böylece kurumlar ortaya çıktı. Eski TDK de 19 Ekim 1983’te kapatıldı. Dil Derneği’nin de vurguladığı gibi, bu yapıyla Türkçe değil, Arapça ve Farsça savunulacaktı. Nitekim son Milli Eğitim Bakanı, Osmanlıcayı savunan tutumuyla Dil Derneği’ni haklı çıkardı. İşte bu durum, TDK üyesi büyük bir grup ile Türkçecilerin tepkisine yol açtı. Başta TDK’nin son genel başkanı Şerafettin Turan, son genel yazmanı Cahit Külebi olmak üzere, dilciler bir araya geldiler, Dil Derneği’ni kurdular. Atatürk’ün buyruğuyla kurulan, maddi, manevi desteğiyle yaşayan TDK’nin üstlendiği işlevi, Dil Derneği’nde sürdürdüler. Bir yandan da TDK’nin eski yapısına dönmesi için hukuksal savaşım yürüttüler. Yazık ki başarı kazanamadılar. Bugün gelinen nokta öyle anlaşılıyor ki, 1982 Anayasası’ndan daha geridir. Emine Kaplan’ın Cumhuriyet’teki haberine göre, Prof. Özbudun ve arkadaşları, AKP’ye sundukları yeni anayasa taslağında, Atatürk ilke ve inkılaplarına atıf yapılan ifadelerin büyük bölümünü ayıkladı. “Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu” başlıklı 134. maddeyi de, “Bu kurumun anayasal bir kurum olmasına gerek yok, yasayla da düzenlenebilir” gerekçesiyle tümüyle kaldırdı. Bu maddenin kaldırılmasıyla Atatürk Araştırma Merkezi, Türk Dil Kurumu, Türk Tarih Kurumu ve Atatürk Kültür Merkezi anayasal kurum olmaktan çıkacaktı. Zaten AKP’nin istediği de buydu. Halen çözülmüş gibi görünen, ama Dil Derneği’nin eski yapıya kavuşmasını arzu ettiği yapıya kavuşmadığı gibi, yeni sorunlara gebe olarak görünen TDK, bu kez “dil kurumu” işlevini de mi yitirecekti? Geçen aylarda hukuk savaşı sonuçlanmadığı için Atatürk’ün mirasından hakkı olan ve yüz milyon YTL ’yi aşan parayı gecikmeyle alan TDK; anayasadaki yapı değişikliği gerçekleşirse, ne yapacak? TDK yöneticileri yenilenecek mi? Alınan bu para nerede, nereye harcandı, harcanmadıysa ne yapılacak? Bir ara TDK Başkanı Şükrü Haluk Akalın, “Ankara’da bir TDK Atatürk Yerleşkesi” kuracaklarını açıklamıştı. Kurdular mı, kuruyorlar mı, kuracaklar mı? Hizmet için böyle bir yerleşke gerekiyor mu? TDK, eskiden “dil” konusunda tam bir uzmandı. Şimdi toplum yine uzman olarak görüyor mu? Görmüyorsa, bu da benimsenen Dil Devrimi’nden ödün verildiği anlamına gelmez mi? Ne diyordu Atatürk: “Ülkesini, yüksek istiklalini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır!” Kuruluşunun 75. yılını 12 Temmuz’da kutlayan TDK, 26 Eylül’de yaşanacak Dil Bayramı’nda Atatürk’ün verdiği bu görevin ne kadarını yapıp ne kadarını yapmadığını açıklayacak mı? Tüm bunları merak ediyorum. Ayrıca TDK’nin Türkçe konuşan Türk cumhuriyetleriyle ilgili geliştirdiği bir projesinin olup olmadığını merak ediyorum. Mademki anayasa değişikliği gündemde, Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Kurumu, anayasal kurum olmaktan yüzde 47’liler tarafından çıkarılacak; toplum buna izin verir mi; bir akademik yapıya dönüştürülmesi, YÖK’e bağlanması daha doğru olmaz mı?.. Yaklaşan Dil Bayramı öncesinde tüm bunları düşünmeden edemiyorum ve sizleri de düşünmeye çağırıyorum... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle