15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 EYLÜL 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Barışa Yakılmış Türkü... Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı, İç Anadolu Belediyeler Birliği Başkanı PENCERE Semra Sezer’e Sevgi ve Saygı... Bizim evlere şenlik medyamızda Çankaya’dan ayrılan eski Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer’e ilişkin çok yayın yapıldı... Çıkan yazılar elbette yazanların “seviyesi”yle orantılıydı. Birisi bana dese ki: Üç cumhurbaşkanı adı söyle!.. Tek tek yazayım: Atatürk.. İnönü.. Sezer.. Ancak bugün Ahmet Necdet Sezer’i değil, Sayın eşi Semra Sezer’i yazmak istiyorum... ? Semra Sezer Çankaya’dan eşiyle birlikte ayrıldı... İçiyle dışı, görüntüsüyle kimliği, düşüncesiyle eylemi, fikriyle tutumu arasındaki özdeşliği neyi yansıtıyordu?.. Özlenen çağdaş Türkiye Cumhuriyeti’ni... Gri saçları.. Öğretmen duruşu.. Alçakgönüllülüğü.. Doğallığı.. Soyluluğu.. Zarafeti.. Hiçbir fazlalığı ve eksikliği olmayan sade kişiliğinde uygar kadın kimliğinin tartışılmaz özgürlüğünü vurgulayan hali ve tavrıyla Atatürk’ün Çankaya’sına ne de çok yaraşıyordu... ? Semra Sezer’in kimliğine yansıyan özgür Türk kadını artık Çankaya’da yok... Peki, Semra Sezer’in yerine kim geldi?.. Hayrünnisa Hanım... 14 yaşında başı bağlanan, 15 yaşında bir çocukken 30 yaşındaki Abdullah Gül ile evlendirilen, tesettürü özgürlük sanan, kadını erkekten farklı ve aşağı gören, insanların hangi cinsten olursa olsun eşit olduğu bilincinden uzak yaşayan; taifei nisa’yı, İnsan Hakları Bildirisi’ne göre değil, dinci ahkâma göre değerlendiren Hayrünnisa Hanım Çankaya’ya çıktı... ? Çağdışı karşıdevrim devletin en üst katında şakır şakır gerçekleşti... Peki, kadınlarımız yaşananların bilincinde mi?.. Tüm tesettürlüler anamızdır, bacımızdır, nişanlımızdır, dünya ahret kardeşimizdir, kızımızdır, yavuklumuzdur, eşimizdir; ama, özgür olmadıklarının farkında mıdırlar?.. Şimdi kendilerinden birinin Çankaya’ya çıkmasına seviniyorlar; bunu demokrasi sanıyorlar... Tragedya işte burada!.. Köleler binlerce yıl köleliği doğal saymışlardı... Bugün İslam coğrafyasında yaşayan yüz milyonlarca kadın, erkek egemenliğini çocuk yaştan başlayarak benimsiyor... Kadınımız kendisini doğal olarak erkekten farklı ve aşağı sanıyor... ? Semra Sezer Çankaya’dan ayrıldı.. Çankaya’daki son özgür kadınımızdı... Selam olsun ona!.. Rejimin Sarkaçları GÜZEL ülkenin dantelalı kıyılarından birini sesle de süsleyen “DMarin Turgutreis Üçüncü Uluslararası Klasik Müzik Festivali”nde Sibelius’u dinlerken bazı şeyleri düşünmeden edemiyor insan: Çalan, bir üniversite orkestrası. Aynı etkinlikte üç orkestra daha dinletilecek: Biri Curnhurbaşkanlığı’nın Senfoni Orkestrası, biri Borusan’ın Filarmonisi, bir de Doğuş’un Çocuk Senfoni Orkestrası. Bir yığın başka orkestra da var Türkiye’nin çoksesli müzik yaşamında; üniversitelerin, operaların, belediyelerin orkestraları. Kabul etmek gerekir ki, çok sesliliği sadece bir Mızıkaı Hümayun’la devralmış olan bir devrim, üç çeyrek yüzyılı birazcık aşan kısa bir süre içinde bunu sanat yaşamının vazgeçilmez unsurlarından biri yapmayı başarmıştır. Daha gidilecek epey yol var ama, bu başarının bambaşka bir kültürden gelen ve çokseslilikle pek aşinalığı bulunmayan bir toplumda gerçekleştirildiğini düşününce erişilen noktanın küçümsenemezliği kendiliğinden ortaya çıkıyor: imdi sormak gerekir: Defterinin kapandığı, ruhuna mevlut okunduğu söylenen midir bu cumhuriyet? Böyle işler başarmış, böyle kuşaklar yetiştiren bir devrim, devletin başına “karşıdevrim” akımından bir politikacı geçti diye kökü kazınmış duruma düşmüş sayılır mı? Büyütülen çınarlar kesilip ekilmiş tohumlar hiç mi filiz vermeyecek? Kemalist devrimin kendi karşıtını türetmeyeceğini düşünmek büyük hayalcilikti. Karşıdevrimin önünü kesecek önlemlerin zamanında ve gereken kıvamda alınmamış olması da vahim bir gaflet. Oysa, uyarılar hiç eksik olmamıştı: Düşünce olarak ve uçuşmaya başlayan çürüyüş sinekleriyle, kararan bulutlarla, öncü depremlerle. Birazcık diyalektik elifbasıyla olup biteni anlamak ve anlatmak işten değildi; ama başarılamadı. Daha da kötüsü, bu bilinçsizliğin şimdi de kötümserliğe ve yılgınlığa dönüşmüş olmasıdır: Yenilmiştik, kaybetmişlik ve yeniden yenme, yeniden kazanma umudunu yitirme havası. Oysa, bir seçimle kaybedilen, büyük savaşın nihayet bir muharebesidir. Savaş bitmedi, bitmez de. ürk siyasal yaşanımda mutlakiyete karşı ilk kıpırdanış olan Birinci Meşrutiyet’ten bu yana çok belirgin bir sarkaç hareketi sezilir; özgürlükçülük ile istibdat, otoriterlikle serbestlik, devrimcilikle karşıdevrim arasında gidip gelen bir sarkaç gibidir anayasalar ve yasal düzenlemeler. Sarkaç şimdi, “bismillah” der demez başlatılan “sivil” anayasa değişikliği girişimiyle, karşıdevrim aşamasının ucuna kadar gitme yolunda. Oraya kadar gidebilir mi? Yanıt, son seçimdekiler de dahil, onu bu uca doğru iten hatalardadır. Onlar akıllıca irdelenir ve anayasa konularında iyi mücadele verilirse, sarkacı geri çevirmek kolaylaşacaktır. D Ş ünya, egemenlerinin küresel saldırısı altında bir kaos yaşamakta ve bu durum her geçen gün daha da derinleşmektedir. Dünya üzerinde küresel egemenlik saldırısının en yoğun yaşandığı bölge bizim de içinde yer aldığımız coğrafyada hüküm sürmektedir. Etnik, dinsel ve mezhepsel saldırı, insanlığın bütün ilerleyişine karşın en ilkel düzeyde kendisini göstermekte ve bu kaçınılmaz olarak bütün ülkeleri bölüp parçalamaktadır. Kendi içlerinde bu ilkel savaşı yürütenler, gözlerine kara bir perde inmişçesine bu oyunun arkasındaki küresel güçleri fark etmemektedirler. Bu karanlık tablo ne yazık ki, gün geçtikçe genişlemekte ve daha büyük yıkımların ve kitlesel kıyımların önünü açmaktadır. Yanı başımızdaki coğrafyada süren bütün bu karmaşanın en önemli sebebi bu ülkelerin bir ulus ol(a)mamasıdır. Çünkü eğer bu ülkelerde Mustafa Kemal gibi bir lider ve devrimci çıkabilseydi, bugün bambaşka bir yüzyılı yaşıyor olacaklardı. Mustafa Kemal ve onun kurduğu Cumhuriyet, bütün etnik, dinsel ve mezhepsel farklılıkları yurttaşlık bilincinin gerisine itmiş ve asıl olanın birey ve yurttaş temelli bir düşünce ve kavrayış olduğunu kabul ettirmiştir. Bu devrimci dönüşüm kendi tarih ve toplum gerçekliği içinde yepyeni bir ufuk açmıştır. Bugün anayasa değişiklikleri nedeniyle gündeme alınan Atatürk’ün ilke ve devrimlerinin anayasadan çıkarılması tartışması ve bu tartışmanın gerisinde yatan niyetler çok büyük bir çatışmanın başlangıcına işaret etmektedir. Çünkü bu ülkede iç barışı bütün terör illetine karşı koruyan, bu ilke ve devrim lerdir. Bu ilke ve devrimlerin kaldırılması durumunda insanları ne birleştirecektir? Bu sorunun cevabı ortada yoktur. Bu zihniyetin yoğunlaştığı tek şey, Cumhuriyetin niteliğinin değiştirilmesi ve bu bağlamda Atatürk ilke ve devrimlerinin kaldırılmasıdır. Ilımlı İslam Adım adım ortaya konulan “Ilımlı İslam” projesi, Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) bir parçasıdır. Bu proje paramparça bir Ortadoğu’nun gelecek tasarımıdır. Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın kazanılması ve Cumhuriyetin kurulması bu projenin temel mantığını ve paylaşım planlarını altüst etmiş ve proje bugüne kadar farklı isimler altında yürürlüğe konsa da istenilen şey henüz gerçekleştirilememiştir. Ama bugün gördüğümüz, bu oyunun son perdesidir. Eğer Cumhuriyetin kazanımları ve devrimler kaldırılırsa Türkiye, “Ilımlı İslam” niteliğine dönüştürülürse biz de bu çatışmalı ortamın içine gireceğiz. Emperyalistlerin “Kürt ve İslam kartını” sürekli gündemde tutmaları boşuna değildir. Çokkültürlülük denilen şey, sadece belli kültürel kimliklerin tanınması değil, ayrışmaların, çatışmaların bu farklılıklar üzerinden piyasaya sürülmesidir. Yugoslavya’nın “çokkültürlü” hale getirilmesi bunun en güzel örneği değil midir? Cumhuriyet projesi bu çokkültürlülük projelerinden çok daha ilerici ve kapsayıcıdır. Çünkü Cumhuriyette dışlama değil, içerme söz konusudur. Bugün çok yeni bir şeymiş gibi sunulan ve her türlü sorunun çözümü olarak gösterilen bu çokkültürlülük hikâyesi, emperyalist bir planlamanın truva atıdır. Toplumsal, siyasal, ekonomik koşullardan soyutlanmış bir çokkültürlülük hangi gerçekliğe tekabül etmektedir? Bunun cevabı bellidir; kü çük küçük devletçikler kurarak sömürüyü süreklileştirmektir. Her aşirete, her etnik ve dinsel gruba kendi egemenliklerinde uydu devletler kurdurmaktır. Bu proje kimseyi özgürleştirmez, tersine köleleştirir. Nerede görülmüş emperyalistlerin demokrasi ve özgürlük getirdiği? Bunun farkında olmayanlar yanı başımızdaki can pazarına baksınlar… Bugün ülkemiz iç ve dış odaklı dönüşüm projelerine tabi tutulmak istenmektedir. Hiçbir ulus kendi kurucu unsurları, felsefesi ve ideolojisiyle ters düşemez. Eğer böyle bir süreç yaşanmışsa çok farklı bir rotaya girilmiş demektir. Bugün Cumhuriyete, Atatürk ilke ve devrimlerine yönelik sadece bir sorgulama ve eleştiri söz konusu değildir. Bütün bu kazanımların reddi ve inkârı söz konusudur. Bütün bu koşullar altında iç barışın tehdit altında olduğunu ve ulusumuzun sözleşmesi olan Cumhuriyetin büyük bir saldırıyla karşı karşıya bulunduğunu tarihe bir not olarak düşmemiz gerekmektedir. Bu ülkede barış, Cumhuriyetin varlığına bağlıdır. Cumhuriyet yoksa barış da yoktur. Barışı korumak zorundayız “Yurtta Barış Dünyada Barış” yaklaşımı bu ulusun temel ilkesidir. Barışı koruyan ve kollayan bir ulus olarak başka ulusların varlığına, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne her zaman saygı duyduk ve onların sömürgecilikten kurtulması için destek olduk. İşte bunun içindir ki barışın ancak yurttaş bilincine kavuşmuş bireyler ve özgürleşmiş uluslarla sağlanacağına inanan Cumhuriyet, barışa yakılmış en güzel türküdür. Bunun bilincinde ve inancında olan biz Cumhuriyetçiler bugün daha fazla çalışmak ve barışı korumak zorundayız. Ulusumuzun ve dünyanın kaderi yine bu coğrafyada şekillenecekse bizim tercihimiz bellidir: Cumhuriyet eşittir barış. Dünya Barış Günü kutlu olsun… rılacağı, hangi petrol yasasına göre ele alınacağı sorunu, sonraki iş.. yeter ki petrol çıkarılmaya değer bulunsun… İşte bu olay tüm bölgeyi kalkındırmaya yeter. Artık Bor adı, Niğde adı ‘petrol’le de gündeme gelecektir. O zaman Bor’a üniversite mutlaka kurulacaktır. İlle de Bor’da yetişen gençliğin bu üniversiteye gitmesi gerekmez, öğrenciler başka illerden, başka ülkelerden de gelir. Bor’un değerine değer katarlar. Kemerhisar’da yapılan Tyana Festivali’ni de uluslararası yaparlar. Kemerhisar’da Roma döneminden kalma Roma Havuzu var, bu havuzda Kleopatra da yüzmüş. Tarihçiler öyle söylüyor.. ama değil dünya, daha Türkiye bile bunu bilmiyor! Kemerhisarlı olup Venedik Üniversitesi’nden emekli olan Prof. Dr. Asım Tanış, yıllardır bu bölgede kazı çalışmalarını sürdürüyor. Roma dönemiyle ilgili hamam ve su kemerlerini gün ışığına çıkarıyor. Tyana antik kentinin MÖ 56 binli yıllara kadar uzanan tarihini ortaya koyuyor. Öte yandan Kemerhisar’ın yani tarihteki adıyla Tyana’nın Apollon’un (Apollonius) doğduğu yer olması büyük önem taşıyor. Bu savı iki yıl önce araştırmacı yazar Aytunç Altındal dile getirmiş (11 Nisan 2005) ve “Gerçekte İsa Mesih diye birisi hiçbir zaman var olmadı. Hıristiyanlığın gerçek kurucusu Yahudi asıllı İsa değil, Anadolulu pagan Tyanalı Apollonius’tur” demişti. Ancak bu savı yaygınlaştıran bir çalışma yapılmadı. Dolayısıyla bu sav doğrulansa, yöre olağanüstü bir önem taşımaz mı? Doğal olarak tüm bu savların kanıtlanması olağanüstü çalışmaları gerektirir, o da olağanüstü bütçeleri… Bor’da bulunan petrol, kurulacak petrol kuyularıyla, kente para akıtacağı için, kısa sürede yerel yönetimler de, halk da ekonomik yönden güçlenecek, kültürel çalışmalara yöneleceklerdir. Belki de Bor, dünyanın merkezi olacaktır! Bekleyip göreceğiz. Her şey Seslikaya’dan gelecek sese bağlı. Umudumuzu yitirmeden. Belki de bir gün “Bor’da Petrol” şiirini birlikte sevinçle okuyacağız… Neden olmasın? Atatürk ilkeleri T [email protected] e zaman bir yolculuğa çıksam, Melih Cevdet Anday’ın “Yolculuk” şiirindeki “İşte yine yollara düştüm/Hem yalnızım, hem değilim” dizelerini zihnimden geçirmeden edemem. Geçen yazımda anlattı N Bor’da Petrol… Hikmet ALTINKAYNAK ğım İstanbulNiğde hattını böyle yaşadığımı belirtip size söz verdiğim gibi, hemen “Bor’da petrol bulundu” haberine geçmek Yıldız Teknik Üni. Öğretim görevlisi istiyorum. diyordu üstat Behçet Ke“Bor’da petrol” konusu mal Çağlar: bana, ortaokul ders kitap“Dokumuşlar, sermişler larında olan “Bor’da Ak hayat denen masalı / Ova şam” şiirini çağrıştırdı. Ne uçsuz bucaksız, renk renk eşsiz bir halı.” “Bor’ da Akşam” olur da “Bor’da Bir Sabah”, “Bor’da Bir Öğle” olmaz mı? Onları da Ceyhun Atuf Kansu üstadımız yazmış; ellerine sağlık.. her iki değerli şairimizi de sevgi saygıyla anıyorum. Evet, gerçekten Çağlar’ın dediği gibi Bor ovası, uçsuz bucaksız, renk renk eşsiz bir halı gibi uzanıyor. Bor’dan yola çıkıp önce Kemerhisar’a, oradan Badak’a geçip Bereket’e ulaşırsanız, petrol araştırması yapan ekibi Seslikaya’da görebilirsiniz. Seslikaya’da iki ekip ayrı ayrı yerlerde çalışıyor. Biri 45 kişiden oluşan MTA grubu, ötekisi de yine 45 kişilik TPAO (Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı) grubu. Geceli gündüzlü durmaksızın çalışıyorlar. Buna iki ay öncesi başlamışlar, iki ay daha çalışıp bölgedeki havza etüdü çalışmasını tamamlamış olacaklar. İşte bu gruplardan MTA, yaptığı sondajlarından birinde 1030 metrede petrol bulgusuna rastlıyor. Hemen ilgili kamusal kurum olan TPAO’ya bildiriyor. Bunun üzerine TPAO bu örneği alıp bulguya rastlanan yerlerde kendi çalışmalarını başlatıyor; halen de sürdürüyor. Her beş metrede bir yer altında sismik dinamitler patlatarak, yerkabuğunun filmini çekiyor. Bu filmler uzmanlar tarafından değerlendiriliyor. Çalışmaların özeti bu… İşte ne olacaksa, bundan sonra olacakmış. Yani petrol 80x80 kilometrelik alanda nerelerde var, bu alandaki petrol kaç metrede, miktarı ne kadar, kalitesi ne, bunlar bir bir uzmanlar tarafından değerlendiriliyor, hesaplanıyor. Bu araştırma, hesap kitap işi 1.52 yılı bulabilir deniyor. Yani her şey yolunda giderse, kuyuyu açıp düğmeye basıp ham petrolün depoya akıtılmaya başlaması, nereden bakılırsa bakılsın, en az iki yıllık bir çalışma. Belki daha uzun… Yeter ki petrol istenen kalitede ve gerekli rezervde olsun! Bu petrolün nasıl çıka CUMOK DUYURUSU ULUSAL KURTULUŞ OLMADAN ULUSAL BARIŞ OLMAZ! 30 AĞUSTOS ZAFER BAYRAMI’NI KUTLAMAYANIN BARIŞI DA, BARIŞ GÜNÜ KUTLAMASI DA OLAMAZ! ULUSUMUZ VE ONUN KESKİN KILICI ŞANLI ORDUMUZUN EMPERYALİST DÜŞMANI YENEREK YARATTIĞI 30 AĞUSTOS 1922 GÜNLÜ ZAFERİ KAZANILMADAN İÇ VE DIŞ BARIŞ KURULAMAZDI. YURDUMUZUN ABD EMPERYALİZMİNE, GERİCİLİĞE TESLİM OLMASINI AMAÇLAYANLARIN EGEMENLİĞİNDE, 30 AĞUSTOS UTKUSUNU KUTLAMAYARAK, “BİR EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ’NÜ” “TÜRKİYE’NİN TESLİM ALINMASI” ANLAMINDA KUTLAMAYA KALKANLAR ÇILGIN TÜRKLER’LE TANIŞACAKLARDIR. TÜM KEMALİST DEVRİM KARŞITLARI; HALKIMIZI KÖRELTEREK, ALDATARAK, KORKUTARAK ELDE ETTİKLERİ YERLERDEN İNDİRİLMEDEN; HAKSIZ EDİNDİKLERİ TÜM VARLIKLARIN VE SÜRDÜRDÜKLERİ SALTANATIN HESABI ULUS VE TARİH ÖNÜNDE SORULMADAN; YURTTA VE DÜNYA’DA BARIŞ OLMAYACAKTIR. YAŞASIN BAĞIMSIZ, DEMOKRATİK, AYDINLIK GÖNENÇLİ TÜRKİYE! YAŞASIN CUMHURİYET DEVRİMİMİZ! [email protected] CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle