16 Mayıs 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
1 EYLÜL 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Barış 1 Eylül Dünya Barış Günü’nde Türkiye İnsan Hakları Kurumu Başkanı Muzaffer İlhan Erdost’a, “Herkes barıştan söz ediyor. Ama bir türlü barışla barışamıyoruz. Neden” diye soruyoruz. İşte karşılığı: “Cemal Süreya ‘Önce öp, sonra doğur beni!’ diyor ya, onun gibi bir şey işte. Çünkü ‘barış’ uğruna, daha çok insan, daha acımasız bir biçimde yok ediliyor. İlk ve ilkel toplulukların pişmiş topraktan, yontma taştan, oyma ağaçtan yarattıkları putlara insanların binlerce yıl kendilerini kurban etmeleri gibi, insanlığın birikmiş ve gaspedilmiş emeğinden ürettikleri, yarattıkları dolar da, yalnızca kendini yaratanları buyruğu altına almakla kalmıyor, insanlığı kendisine kurban etmeye hazır robotlara dönüştürüyor. Yer ve dil değiştiren çağdaş ve o denli acımasız bu savaşların arkasında, doların ve onun emperyalizme dönüşen büyük ailesi sermayenin yeryüzünün tek ve mutlak tanrısı olma tutkusu bulunuyor. Bu savaş tanrısına insanlık boyun eğdiği, önünde diz çöktüğü zaman yeryüzü büyük bir ahır, insanlık sığır sürüsü olacak. Barış diye bir şey kalmayacak çünkü. Ya da bu kâğıttan ‘tanrı’, tarihin rögarında yıkandığı zaman bitecek savaş. O güne değin barış bizimle tanışmayacak ki, barışsın.” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Deliler Teknesi Derginin adını “Deliler Teknesi” niye koydular ki? Aklın kirli atık niyetine siyah sırlı bidonlara tıkılıp gömüldüğü bir zaman çamuruna saplanıyoruz. Önce dizlere, sonra göğse, sonra da boğaza doğru yükselen, üstünde tiksinti verici balonların patladığı bir bataklık çevreliyor etrafımızı. Vahşi çığlıklar, zehirli sarmaşıklar ve ölümün çıngıraklı yılanı dibimize kadar gelip tüylerimizi diken diken ediyor. Tam o sırada Deliler Teknesi çıkageliyor... Bir çımacının eli uzanıyor: Şiir. Bir kurtarma sandalı iniyor: Öykü. Bir simit düşüyor az öteye: Deneme. Betül Tarıman’dan bir uzun dize, düşünüp düşünüp diyemediklerimizi der mi? Der: “bir esmerlik içini tutmuş alın yazına konmuş bir puhu ömrüne acıMadem Zafer Haftası içindeyiz, özgüvenini ve geçmişini unutmuş bir ulus olarak tarihten bir yaprak çevirelim. Askeri zaferden sonra bilimsel zaferler için kurulan Türk Tarih Kurumu’nun Başkanlığı’nı üstlenmiş bulunan Hasan Cemil Çambel’in 1950’lerden bugüne uzanan sesiyle halk önderi Atatürk’ü, devrimlerimizi ve görevimizi anımsayalım: “O bize, yalnız hür ve müstakil bir vatan değil, bununla birlikte bir bülar saçar” Vefa Önal’ın bir tümcesinin altı kırmızı kalemle çizilmeli: “Hayat mutlak bir denge olamayacağına göre, salt mutluluktan oluşan, yani, çatışmasız, sorunsuz bir hayatın kendisi bir sorun olacaktır.” Deliler Teknesi’nin pusulalı kaptanı Aydın Şimşek, dergide “Bizler” demiş, Bizler dediği de, tekneyi suya indiren 30 edebiyatsever arkadaş “12 Eylül faşizminin kırıp döktüğü ‘bir arada iş yapabilme’ bilincini yeniden üstlenmiş bir toplamız.” Şimşek’ten bu tümcenin anlamını açmasını istedik. Seve seve anlattı: “Deliler Teknesi dergisi, Ankara’da yaşamına 2007 yılında başlayan bir duruş dergisidir. Estetikle politik olanın bir arada olması gerektiğine inanan, bunun için çaba sarf eden ve politik olana estetik müdahaleler öneren geniş, muhalif ve vicdani duruş dergisidir. Ülkemizde hızla yükselen dinci, gerici, faşist örgütlenmelerin teşhirinde ve buna karşıt olabilmekte dirençli alanlardan birisinin hiç kuşkusuz ki, kültürel örgütlenmeyi ayakta tutabilmek olduğunu biliyoruz. İşte Deliler Teknesi, bir kültür karakteridir. Edebi, estetik tutumu önceleyen sol değerleri içkinleştirmiş ve dünyaya bir vicdan öneren dergidir. Yazı kurulunu bugüne kadar hiçbir dergide yapılmamış bir cesaretle, genç yazıncılardan oluşturmuş olması ise, temel ayrımlarından biridir.” Doğrusu iyi bir toplam olmuş Deliler Teknesi... İskorbüt olmadan taze suya ve karaya ulaşacağız. Daha ne istiyoruz ki... (Deliler Teknesi ile iletişim için: www.delilerteknesi.net) ğü gibi patlayıp dağılır. Bugün içimizde, Atatürk’ün bize verdiği dersleri anlamayanlar bulunabilir. Bunu onlara da ve herkese anlatmak devamcılara düşen mukaddes bir borçtur.” Kurtuluş tam ve sonsuz olabildi mi? Devrimleri ulusal kalıt, yaşam kaynağı olarak kabul ettik mi? Başöğretmen Atatürk’ün dersini anlamayanlar var mı? Öyleyse yılgınlık yok, zafer için göreve: “Devamcı” olacağız... ROMA “Nerdeler? Niye suskunlar?” diye soruyor “İl Giornale”: “İslamla Avrupacılığı özümseyen benzersiz ülke Türkiye’yi parmakla gösteren sağsol cenah politikacılarımız niye arazi oldu? Hani nerdeler? Niye hiçbiri yok ortada? 71 milyon yeni tüketiciyle gözleri kamaşan ve Türkiye’yi İslamcılığa karşı ‘güvence’ olarak resmeden ‘piyasacılarımızın’ niye sesleri kısıldı?.. Belediyeler, parlamento ve hükümetten sonra; Cumhurbaşkanlığı’nı da aldı artık AKP. Bu demokratik süreçle oldu. Ama muhalefet tümden silindi ve basın gözler önünde zapturapt altına alındı... Yüzde75’in türbanlı Cumhurbaşkanı eşini yadırgamadığı, Ahmedinejad İran’ına sempatinin arttığı Türkiye’de bugün risotto vali götürüyor... Hani nerdeler? Türkiye’ nin (AB) yandaşları neden ortada yok?” (28 Ağustos) “Sağdıç Berlusconi”nin gazetesi “İl Giornale” hedefi 12’den vurmuş! Tam böyle gerçekten. Hükümet başkanı Prodi’nin tebrik mesajları dışında; Türkiye’nin AB üyeliğini Çizme’de savunagelen kanaat önderleri ve politikacılardan çıt yok. Gül’ün Çankaya’ya çıkmasıyla herkes derin bir sessizliğe gömüldü. Basında sadece kaygı dolu yazılar ve “Türkiye’nin AB üyeliğinden iyiden iyiye uzaklaştığına” dair değerlendirmeler var. Al Gül’üm, Ver Gül’üm ‘Yeraltında (karşıt) devrim’ Özetlediğim başmakalenin ertesi günü “İl Giornale”de çıkan bir başka yazının başlığı: “Yeraltı Devrimi!” Marcello Foa imzasını taşıyan yazı; AB’den gelen “coşkulu deklarasyonların” gerçeklerle hiç örtüşmediğini yazıyor. “...’Gül’ü yürekten tebrik eden’ Barroso, ‘AB reformlarında itişten’ söz ediyor. Prodi ‘büyük zekâ’ Gül’ü selamlıyor. Avrupa sosyalistleri gelişmeyi ‘AB yolculuğunda demokrasinin güçlenmesi’ olarak tanımlıyor. Gül’ü ılımlı, inandırıcı buluyorlar, İslamcılığını, Hıristiyan Demokratlarla denk tutuyorlar. Sanırsınız karşımızda Müslüman bir Helmut Kohl var!” diyen Foa özetle şöyle devam ediyor: “...’Çifte ajandalı’ AKP gerçeği ise bambaşka. IMF çizgisindeki ekonomik ajanda, modern ve liberal. Ancak Avrupa medyası ve siyasi sınıfının inatla görmek istemediği bir başka ajanda daha var: Siyasi İslam. Laik anayasayı 90’lara dek meydan okuma yöntemiyle alaşağı etmek isteyen İslamcılar taktik değiştirdi ve Türkiye’yi Kuran’ın hizasına sokmak için toplumu sinsice İslamlaştırmayı yeğledi. Anayasanın altını yavaş yavaş oymak ve içini boşaltmak, gerisini de toplumsal yaşamın sessiz dönüşümüne bırakmak... Bir ‘devrim’den çok daha etkin olan İslamcıların yeni taktiği bu. Beş yılda Türkiye’ de türbanlı sayısı arttı. Memuriyette kariyerler, dine bağlılıkla ölçülüyor. Kentler ramazanda ezcümle oruçta. Kamuya açık yerlerde alkol yasak. Laik ve modern yaşam, deniz kenarlarında turistik bölgeler; İstanbul, Ankara, İzmir’le sınırlı. AKP görülmemiş bir güç tekeline sahip. Mutlak çoğunluk, Meclis Başkanlığı, Cumhurbaşkanlığı ellerinde. Bugün tarihi bir gün. Laik değerlerin üç direğinden (Cumhurbaşkanlığı, Ordu, Anayasa Mahkemesi) biri yıkıldı. Aleni bir İslamcı, Cumhurbaşkanı oldu. Gül’ün bu ayrıcalığı ‘nihai hedefe’ varmak için kullanmayacağını düşünmek safdilliktir. Başlangıçta tepki alan büyük jestler, deklarasyonlar yapılmayacak. Geçiş yumuşak olacak. İzlenen çizginin başarısını gören Gül’ün acelesi yok. Yürünen yolda devam etmek kâfi. Bir sonraki hedef, kalan iki kale; Anayasa Mahkemesi’yle Silahlı Kuvvetler’e içten nüfuz elmek olacak... Avrupa alkışlayadursun, final belli!” Zafer için yük ideal de verdi. O istedi ki, kurtuluş tam ve ebedi olsun. Yarım bırakılmış iş, yapılmamış bir iş olurdu. Ve sonuna kadar gitti. Bunun için, o, bizim dünümüzün ve yarınımızın sembolik bir kalesidir. Ve onun inkılapları bizim en mukaddes milli malımız ve mirasımızdır ve bunları sonuna kadar korumak gerçekleştirme ve işletmek bizim hayat kaynağımız, en büyük şerefimizdir. Bu hakikat bütün Türk nesillerinin ruhuna sızmalıdır. Çünkü büyük eserin devamlılığı ancak bu şartla sağlanabilir. Devamcı kim olacak? Herkes ve bir arada hepimiz... Ve lafla değil, aksiyonla. Çünkü laf, ekseriya, boş ve kuru bir tefahürdür (övünme), bir an için parlar, fakat sonra sabun köpü Çankaya’ya Hüzünlü Veda! DENİZ BANOĞLU Onlar ki, 1923 Cumhuriyeti’ni yok sayıp “ikinci cumhuriyet” çığlıklarıyla yıllardır söz tükettiler, kalem oynattılar.... Onlar ki, bugünlerin çağdaş Türkiye’sini borçlu oldukları Mustafa Kemal’e ve devrimlerine bıkmadan usanmadan saldırılarını sürdürdüler... Onlar ki, Güneydoğu’da yitirdiğimiz insanlarımızı göz ardı edip, tek yanlı demokrasilere ve insan haklarına soyunarak bir “Kürt sorunu” yaratıp etnik ayrımcılığı körüklediler... Onlar ki, Türkiye Cumhuriyeti’nin sadık, ödünsüz koruyucusu olan, bugünleri borçlu olduğumuz ordumuzu yıpratmak için var güçleriyle çalıştılar... Onlar ki, iktidar partisinin Avrupa Birliği’ne giriyoruz “göz boyamacılığıyla” Türkiye’yi adım adım tarikatların kucağına sürüklediğini görmezlikten gelip “AKP”yi demokrasinin savunucusu diye övdüler ve alkışladılar... Onlar ki, Vatikan’ın papası var, bizim neden halifemiz yok diye ortalıkta boy gösterdiler... Onlar ki, holdinglerinin çıkarları, kasalarındaki paraları, borsadaki yatırımları, iktidarla ticari alışverişleri, medyadaki ağalıkları uğruna, varlık nedenleri olan ülkelerini dış güçlerin eline teslim ettiler... Onlar ki Türkiye’ye, kapandıkları kulelerin tepelerinden bakıp taa aşağılarda olup biten onca yoksulluğu, cehaleti, yoksunluğu görmek istemediler... Ve onlar ki bu yoksunluklara rağmen hâlâ ülkenin refahından, istikrarından dem vurdular... Onlar ki vurgunculuğa, soygunculuğa, yolsuzluklara ses çıkarmadılar... Ve onlar ki, bu yolsuzlukların sahipleri olan siyasileri, “milli iradenin tecellisidir” diyerek bağırlarına bastılar... Onlar ki, Kıbrıs için, peş peşe satılan ulusal varlıklarımız, yabancılara peşkeş çekilen topraklarımız için, dünya ülkelerinin elbirliği, söz birliğiyle üzerimize çullandıkları Ermeni sorunu için, kendi çıkarlarımız adına değil, emperyalistlerin söylemleriyle köşe tuttular... Onlar ki, AB’den aldıkları fonlarla, kendi ülkelerinin, kendi insanlarının aleyhine yüzlerce kitap basıp paneller, konferanslar düzenlediler... Onlar ki uluslararası siyasi platformlarda ulusal davalarımızı savunacak yerde, yabancıların ağzından konuşup bizi içimizden böldüler. Onlar ki, “laikliği, demokrasiyi, insan haklarını” kendilerince yorumlayıp küreselleşme denen canavara açık kapı bıraktılar... Onlar ki, Türkiye’nin adım adım ılımlı İslam yapaylığından şeriatın katı kurallarına teslim edildiğini görmezden geldiler... Ve işte sonunda onlar, onlar ve onlar Türkiye Cumhuriyeti tarihine ilk defa, “Ben aklandım, dokunulmazlık zırhına ihtiyacım yok” söylemiyle geçecek olan bir cumhurbaşkanını Çankaya’ya çıkardılar... Hakkında olumsuz görüşlerini istedikleri kadar köşelerine, gazete sayfalarına yansıtsınlar, her yönüyle Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyetin yüz akı bir Cumhurbaşkanı olan Sayın Ahmet Necdet Sezer’e yaptığımız veda ziyaretinde, işte bu yoğun duygular içindeydim... Hüznüm, üzüntüm, sıkıntım öylesine sonsuz ve öylesine yoğundu.. Ne sözde aydınlarımızın, ne kimi tarihçilerimizin, ne de dünyadaki tüm karşı güçlerin, ne kadar gayret etseler de asla tarih sayfalarından silemeyecekleri, yok edemeyecekleri Mustafa Kemal’in bir zamanlar mekânı olan Çankaya’yı yine bu duygular içinde terk ettim. Gerçek bir hukuk ve adalet insanı, dürüstlük ve ahlak timsali; sevecenliğinde sessiz, kararlarında ısrarlı, özel yaşamında sade, ilişkilerinde halkçı Sayın Ahmet Necdet Sezer’in bu mekâna, bu onurlu mekâna ne çok yakıştığını düşündüm... Ve ya sonrası diyerek bir kez daha hüzünlendim. Sonra Falih Rıfkı Atay’ın Cumhuriyet Yayınları’ndan çıkan dört kitaplık Çankaya kitabını, sonra Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun Ankara’sını anımsadım... Türkiye’nin nereden nerelere geldiğini.. daha doğrusu nerelere sürüklenmek istendiğini düşündüm... Ve nihayet içimden “Dilerim onlar da sonunda bu gerçeği görür” diye geçirdim ve Çankaya’da çok farklı niteliklere sahip bir cumhurbaşkanını görmek isteyenlerin adına, sessizce ve yürekten “Güle güle Sevgili Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer” dedim... Sizi asla unutmayacağız!.. [email protected] KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve ‘satılan gümüşler’! Türkiye’ de bunları söyleyen artık “darbeci” ya da “faşist” oluyor! Dost Berlusconi’ nin “İl Giornale”si de “darbeci” mi? Rakipsiz güç sahibi AKP çevrelerine “70 milyonluk pazarın şanına” Avrupa resmi çevrelerinden çekilen vıcık vıcık yağ ”destek ve demokrasi mesajlarının” Avrupa kamuoyunda zırnık karşılığı yok. Tam bir “Al Gül’üm, ver Gül’üm!” durumuyla karşı karşıyayız. İtalya’dan devam edecek olursak; konuya üç gün tam sayfa ayıran Çizme TÜSİAD’ının gazetesi “İl Sole 24 Ore”; eski gümüşler “Devlet mücevherleri pazara sürülüyor!” başlıklı yazısında, fotoğrafı çekiyor. AKP’nin 2002’den bu yana geçen 5 yılda, geçmiş hükümetlerin hepsinden çok “mücevher sattığına” dikkat çeken gazete; italyan enerji devi EMEL dahil herkesin artık “son mücevherlerden” elektrik ihalesini beklediğini yazıyor... Yerim kalmadığı için pazartesi devam edeceğim. Şu kadarını söyleyeyim.... Türk basınında AKP’nin “AB taarruzu”, “AB deklarasyonları” ve “AB hükümetine” ilişkin yukarıdaki yorumlarla eşzamanlı çıkan değerlendirmeleri okudukça midem bulanıyor. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 1 Eylül www.mumtazarikan.com Nüfus cüzdamı kaybettim. Hükümsüzdür. Nüfus cüzdamı ve ehliyetimi kaybettim. Hükümsüzdür. HÜLYA MISIRLI OSMAN EROL SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ “Tuzak, oyun” anlamında argo 1 sözcük. 2/ Sula 2 rını bir denize ya da göle gönde 3 ren bölge... Bir 4 göz rengi. 3/ Çin ve Japonya’dan 5 tüm dünyaya ya 6 yılmış bir stra 7 teji oyunu... İzmir yöresinde 8 yetiştirilen ve 9 hem sofralık hem şaraplık olarak kul1 2 3 4 5 6 7 8 9 lanılan üzüm cinsi. 4/ 1 K A L A V R A A Üye... Pasta hamuru... 2 A V A R E L A L Uzaklık işareti. 5/ Kul 3 L A A Z A P L I lanılmaya hazır para... 4 A R A B İ S A K Denize uzanan dar ve al5 V E Z İ R A B çak kara parçası. 6/ BiniA S A R A N cilikte atın en yavaş ve 6 R doğal yürüyüşüne verilen 7 A L P A R E N A ad. 7/ Bir değiş tokuşta 8 A L A B A N D A üste verilen şey... Afri 9 A L I K N A A T ka’nın güney ucundaki burnun adı. 8/ Yapılarda dolgu gereci olarak kullanılan delikli tuğla. 9/ Fotoğrafçılıkta “bulanık” anlamında kullanılan sözcük... Pantolon ya da etek üzerine giyilen bir kadın giysisi. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Argoda kaba saba ve görgüsüz kimseye verilen ad. 2/ “Anlat, konuş” anlamında argo sözcük... “Her çiçekten eyledik / Arıya saydılar bizi” (Pir Sultan Abdal). 3/ Hollanda’nın plaka imi... Bir dizi elmas ya da pırlantadan oluşan gerdanlık. 4/ Dansta erkeğe eşlik eden kadın... Ölüm cezası. 5/ Bir kimsenin kız kardeşinin ya da kadın hısımlarından birinin kocası... Küçük bitkilere verilen ortak ad. 6/ Kenar süsü... Güreşçi erkek deve. 7/ İçine başka bir sıvı katılmamış içki... “Tiz reftar olanın pâyine ... dolaşır” (Ziya Paşa). 8/ Mesaj... Küçük erkek kardeş. 9/ Tembellik. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle