19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 AĞUSTOS 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Seçimden Sonra... Yalnız böyle örgütlü bir güç rakipsiz görünen Sağ’ın karşısına dikilebilir. Görevi yalnız muhalefet değil, çarkı geri çevirmek ve Atatürkçülüğü yeni açılımlarla ileri noktalara taşımaktır. Ancak, bu uğraşta içten ve dıştan türlü oyunlarla yüz yüze gelmeyi göze almalıdır. Böyle bir Sol’un ABD ve Avrupa’da başarılı olamadığı anımsanmalıdır. Ama Mustafa Kemal ve ülkemiz halkı da hiç kimsenin başaramadığını gerçekleştirmişti. PENCERE bulunmadığı izlenimi var. Hele uzak bir bucakta tapu memuru görünümlü kişiden parti yardımcısı olmaz. Sağdan aday almak sol oy kaybettirir, sağdan da oy getirmez. Tandoğan, Çağlayan ve Gündoğdu halk toplantılarını siyasal gündeme çekmek gerekliydi. Sorun yalnız Çankaya’ya bir partinin adayını dayatma değildi. Halk o mitinglerde de seçimde de orduya sözde “sivil muhtıra” vermedi. CHP oylarının bir bölümünü de alan MHP, eski ülkücü çekirdeğini aştıysa da geleneksel tabanı olan İç Anadolu’da geriledi. Ulusal tehdidi gören kimi Cumhuriyetçi ve laik yurttaşlar (CHP yerine) ona yöneldiler ama, MHP’nin İslamcı çizgisi kimi oyları da engelledi. MHP’nin küreselleşmeye tam ve gerçekçi bir tanı koyamayışı ve AKP oylarındaki artışı TSK’nin haklı uyarmalarına bağlayışı, sağ ağırlığın karşısında dengeli bir güç olamayacağını gösteriyor. Koflaştırma KENDİMİZİ aldatmayalım; Mustafa Kemal’in kurduğu Cumhuriyet tam da 84. yaşını tamamladığı sırada “ılımlı İslam devleti”ne dönüştürülme sürecinin son aşamasına girmek üzeredir. Meclis, bu aşamayı sonuçlandırmaya kararlı bir çoğunluğun hükmü altında. Cumhuriyetin öbür kurum ve kuruluşlarındaki herkes aklını başına devşirip gereken azmi göstermezse, 85. yıldönümünde süreç tamamlanmış olabilir. Görüntüsü ve adı henüz değiştirilmemiş, “demokratik sosyal hukuk devleti”nin bütün organları henüz yerli yerinde bırakılmış, ama özü ortadan kaldırılmış bir Cumhuriyet, başka bir şeye dönüştürülmüş olacak. İkinci Dünya Savaşı sonrasında başlatılan “sinsi karşıdevrim”in başarısı böyle noktalanmak isteniyor. “Demokratik” yollardan, seçimlerle, parlamento iradesiyle, kansız, gürültüsüz patırtısız, uyuyanları uyandırmadan, vurdumduymazları ürkütmeden. nümüzdeki aşamalar bellidir. Önce cumurbaşkanı seçimi. Yalnız Meclis içindeki cumhuriyetçi muhalefet değil, dışındaki bütün kurum ve kuruluşlar yasalarındaki cumhuriyetçi ödevlerin gereğini yerine getirmezlerse, medyanın henüz düşmemiş kalelerinde yazıp konuşanlar kamuoyu önündeki sorumluluklarından kaçmazlarsa, sivil toplum örgütleri tepkilerini başıbozukluktan arınmış bir seferberlikle ortaya koymazlarsa, başına Sayın Sezer kadar bilinçli, titiz ve kararlı olmayan bir kişinin getirileceği bir cumhuriyet kısa zamanda gitti gider. İtirazsız yayımlanıveren çarpık yasalarla, hemen imzalanıveren tarikatçı atamalarla, çabucak onaylanıveren yüksek yargıç ve rektör seçimleriyle. İkinci fasıl, peşrevi şimdiden çalınmaya başlayan anayasa değişikliğidir. Cumhuriyetçi hukuk dünyası, barolarıyla, üniversiteleriyle bu konuda uyanık durmak, demokrasi ya da özgürlük adına yapılacak değişikliklerin gerisindeki iç ve dış sinsilikleri, Cumhuriyeti koflaştıran düzenlemeleri açığa çıkarmak zorundadır. üyük tehlike, ekonomisinin yönlendirilişi uluslararası sermaye kuruluşlarının eline geçmiş, kamu hizmeti niteliğindeki bütün ulusal işletmeleri yabancılara satılmış ve en kötüsü, bunların arasına Körfez şeyhliklerinden Batı’nın şaibeli kuruluşlarına ve eski komünist dünyanın mafyamsı çevrelerine kadar ne idüğü belirsiz kişilerin sokulmuş olmasıdır. Ayrıca başarı göstergesi olarak kullanılan, ama yüzde yetmişiyle yabancılara oynayan bir borsa var. Böyle bir ortamda, ellerindeki ekonomik gücü ve parasal araçları serbestçe kullanacak olanlarla içteki işbirlikçilerinin Türkiye’yi istedikleri siyasal yöne sürüklemeleri işten değildir. Türkiye devleti, ne yazık ki, çağdaşlaşma ve küreselleşme adına yürütülen politikalarla ve bunlara direnme azmini gösteremeyen emek cephesinin aymazlığıyla ekonomik bakımdan da koflaştırılmış, kırılgan duruma düşürülmüştür. Cumhuriyetin ayakta tutulması, o cephede de savaşmayı gerektiriyor. [email protected] Köşecinin Marifeti... Üşendiğimden oturup saymadım, ama hesabını yapmak kolay... 40 50 yıl önce Babıâli’de, ülke çapında 6 7 gazete çıkıyordu; her birinde ben diyeyim 3, siz deyin 5 fıkra yazarı olduğuna göre ‘matbuatımız’ ve okurlarımız 3040 köşeciyle yetiniyorlardı... Bugün yayımlanan 3040 gazetenin eklerini de hesaba katarsanız bu konuda maşallahı var... En kıtıpiyos gazetede bile 1015 köşeci kalem oynatıyor... Maşallahımız var!.. Kimbilir, belki köşecilerin sayısı 1000’i aştı... Sürüsüne bereket!.. ? Dinci köşe yazarlarımızı özel bir köşeye koyuyorum; şeyhleri onları okuyup üflediği için hikmetlerinden sual olunmaz... Üstelik hangisi hangi tarikattan ya da cemaattendir, hesabını tutmak güç... Çok satışlı medyada köşeciliğin kendine göre zorlukları vardır... Nasıl?.. Bugün medyamızın belli başlı gruplarında iş tutmak için köşecinin ‘emperyalizm’den söz açmaması akıllıca bir tutumdur... Emperyalizm Türkiye’nin tepesine binmiş, ülkemizi çekip çeviriyor; dünyanın en yüksek faiz ve rant katakullisinde bir koyup beş alıyor.. Olsun... Emperyalizm sözcüğünü kullanmak ayıptır, yasaktır, sözüm ona ciddi köşe yazarına yakışmaz... Emperyalizm yerine ne diyeceksin?.. Küreselleşme!.. ? Ya ‘dincilik’ sözcüğü?.. Ağzından yel alsın, kalemin kırılsın, bilgisayarın bozulsun!.. Dincilik diyen köşecinin bizim medyada ağzına kırmızı biber sürülür; İslamcılıktan da yerli yersiz söz açmak köşecinin başına bela açabilir... Kadın erkek eşitliğinde tesettürün olumsuzluğundan kim köşesinde yakınıp da bar bar bağırabilir?.. Başka konu mu yok?... Hele kadın yazar olup da “türban özgürlüğü”nden dem vurdun mu, bugünkü medyamızda el üstünde tutulursun!.. Köşecilikte dedikoduya prim var... İşini bildin mi, köşeci olarak köşeyi bile dönebilirsin... ? Ayrıca günümüzde köşeci, patronun piyasadaki ilişkilerini bilmek zorundadır.. İktidar üzerine yazarken de patronun yalağına su kaçırmaktan ustalıkla çekinmekte yarar bulunabilir... Kalemine ya da bilgisayarına sahip çıkacaksın... Piyasa, iş hayatı, ihale dünyası, iktidar ilişkilerini, özel dostluklar, falan filan derken köşe yazarının yazı yazması olağanüstü bir çıkar ilişkileri tezgâhının dokumasına dönüşebilir... Ustalık ister bu iş!.. ? Peki, her gün yüzlerce, belki de binlerce köşe yazısı yayımlandığına göre bu üretimin alıcısı var mı?.. Olmaz olur mu?.. Piyasa alıcısı olmayan malı üretmez... Ne derseniz deyin, ülkemiz medyasında köşe yazısı en iyi pazarlanan ürünlerden biri... Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV on genel seçimler ülkemiz siyasal yelpazesinde hem ulusalcı, hem sol yeni bir partinin yurt çapında örgütlenerek halk önünde yarışmasının gereğini ortaya koymuştur. Böyle bir katılımın amacı “Ulusalcı Sol”un kitle partisine dönüşmesi ve iktidar için savaşım vermesidir. 2007 oylamasının önemli bir sonucu ülkemiz halkının bundan sonraki oy kararında seçimini ya tutucuşeriatçıKürtçüAmerikancıyabancı tekelci sermayesinin destekçisi ya da ulusalcılaikemperyalizm karşıtıAtatürkçü Sol kümeleşme yararına yapması gereğinin ortaya çıkmasıdır. Batı’nın emperyalist değerlerinin hizmetinde ve laiklik karşıtı AKP, oy oranını artırırken, birinci muhalif parti CHP’nin oyları da milletvekili sayısı da azalmış, merkez sağın temsilini üstlenen partiler silinme yoluna girmiştir. 2007 seçimlerinde oy verenler seçime giren ya da girip de geçmişiyle güven veren ulusalcı bir sol parti bulamamıştır. Bu eksiklik partiler yelpazesinde ve siyasal yaşamda seçim günü de vardı, bugün de var. Deniz Baykal önderliğindeki bugünkü CHP’ye sol bir parti demek çok zordur. Deniz’i asistanlığa başvurusundan bu yana tanırım. Jürisinde bile vardım. Fakültedeki yıllarında ve sonra siyasal bilgilerde odaklaşmış, iç siyaset yayınlarını izleyen, bakanlıkları sırasında dosyaları inceleyip iyi hazırlanan, Türkçeyi iyi kullanan ve zaman zaman ileriye adım atacakmış gibi izlenim uyandıran ama sola temelde kapalı biridir. Siyasete de, çoğunun sandığı gibi doymazlıkla değil, zorla girmiştir. Bu gi S rişinin tanığı olduğum ayrıntılarını yıllar önce bir gazetede yazmıştım. Sol ve küreselleşme Bugün için önemli olansa; küreselleşmeye karşı olmadığını seçim sırasında da açıklamış olan Deniz, bu olguya yanlış bir tanı koymuştur ki, yalnız bu konumu bile onun solda yer almadığını göstermeye yeter. Küreselleşme, başta ABD’dekiler olmak üzere, yabancı tekelci sermayenin yeryüzüne yayılması ve dünya egemenliğidir. Bunun içinde bizim için bölünme olasılığı, dışa borç burgacı, dıştan destekli olarak artan terör, çevrede savaşlar, ulusal yoksullaşma, gitgide derinleşecek gelir uçurumu, giderek (gene küreselleşmenin sorumlusu olduğu) genel ısınmadan doğan kuraklık, çölleşme, çevre kirlenmesi, morötesi ışıma, kanserli gıdalar ve benzeri yaşamlar, ayrı ayrı dev sorunlar olarak, kapımızı çalıyor. Bu sorunların boyutları çok kısa sürede, örneğin önümüzdeki seçimlerde, ayyuka çıkacak. O zaman halk, “Küreselleşmeden yanayım” diyen adayı yuhalayıp sokakta kovalayabilir. Gerçeklerin sahte sayılara ve yaymacalara kananların yüzüne tokat gibi ineceği ve kimilerinin de “ben değiştim” diyeceği günler yakındır. Bundan da öte, CHP iktidara özenen bir parti değildi. Yapıcı ve ayrıntılı bir seçenek sunmadı. Ayrıntılarına bile giremediği kimi eleştirilerde kaldı. Muhalefetin rahatlığı içinde yönetime gelmekten ürktüğü izlenimini verdi. Genel Başkan çevresindeki belki bir ya da iki kişi dışında, hiçbir konunun ayrıntısına el atabilecek kişi Ö Başarılamayanı başarmak Bu durumda, “Türk Solu”, bir akım ve örgütlenebilecek siyasi parti kişiliğiyle, yelpazedeki Sol’u simgeleyebilir. Genelde “nispi temsil” olan yerde çok parti, çoğunluk uygulaması olan oy sistemi sonucu da iki parti oluşur. Bu durum ABD ve Britanya gibi olacağımız anlamına da gelmez. Amerika’da iki parti görünümünde tek seçenek gerçeği vardır. Britanya’da da İşçi Partisi düzene ayak uydurmuştur. Öte yandan, “Türk Solu”nun katıksız ulusalcılığı, laikliği ve CHP ve MHP’de bulunmayan Sol yaklaşımıyla gerçek bir seçenek olması gerekir. Yalnız böyle bir örgütlü güç rakipsiz görünen Sağ’ın karşısına dikilebilir. Görevi yalnız muhalefet değil, çarkı geri çevirmek ve Atatürkçülüğü yeni açılımlarla ileri noktalara taşımaktır. Ancak, bu uğraşta içten ve dıştan türlü oyunlarla yüz yüze gelmeyi göze almalıdır. Böyle bir Sol’un ABD ve Avrupa’da başarılı olamadığı anımsanmalıdır. Ama Mustafa Kemal ve ülkemiz halkı da hiç kimsenin başaramadığını gerçekleştirmişti. B Su ve Yerel Yöneticilik Genellikle yerel yönetimler, politik yönden merkezi yönetimlerin uzantılarıdır. Dolayısıyla, yerel yönetimler de politik görüşlerini ve değerlendirmelerini merkezi yönetimin görüş ve değerlendirmeleriyle üst üste çakıştırma çabaları içindedir. Kuşkusuz bu görüşüm, merkezi yönetimle yerel yönetimin aynı doğrultuda olmasında daha fazla geçerli olmaktadır. Buna karşıt, örneğin bugün Ankara’da iklim koşullarına karşın suların kesilmesi söz konusu olmasaydı, herhalde yerel yöneticiler hem kendileri hem de mensup oldukları parti için en güzel propagandayı yapmış olacaklardı. Ankaralıların su derdi daha da büyürse, bir dizi başarı olarak reklam panolarında yer alan işler unutulacağı gibi, bir de halk, on beş gün içinde mi bu su sıkıntısı ortaya çıktı, 22 Temmuz’dan önce sular kesilmiyordu, neden şimdi kesiliyor diye sormaz mı? Genellikle yerel yönetimler, politik yönden merkezi yönetimlerin uzantılarıdır. Dolayısıyla, yerel yönetimler de politik görüşlerini ve değerlendirmelerini merkezi yönetimin görüş ve değerlendirmeleriyle üst üste çakıştırma çabaları içindedir. Kuşkusuz bu görüşüm, merkezi yönetimle yerel yönetimin aynı doğrultuda olmasında daha fazla geçerli olmaktadır. Merkezi yönetimle yerel yönetimlerin farklı partilere mensup olması yerel yönetimin işlerini zorlaştırmaktadır; yerel yönetimler, merkezi yönetimden alacakları katkı payının şu veya bu nedenle azalmaması ve bazı kesintilerin yapılmaması için ayrıca bir çaba harcar. Kuşkusuz bu durum, yıllardır hangi parti iktidarda olursa olsun hep devam eder. İktidardaki parti, kendinden olmayan bir belediyeyi bu şekilde cezalandırır. Halbuki cezalandırılan belediye yönetimi değil, gerçek cezalandırılan halktır. Ancak cezalandırılan halk, iktidara tepki göstereceğine, genelde yerel yönetime tepkisini gösterir ve gelecek seçimlerde genelde iktidar olması yüksek partiye reyini verir. “Halkımızın tepki konusundaki” davranışını maalesef anlamak kolay değildir; ancak izlenimlerim hep bu yönde olmuştur. Sonuçta, yerel yönetime talip olanlar bilmelidirler ki, yerel yönetim kentliye doğrudan hizmet götüren bir kurumdur. Hizmetler çok çeşitlidir. Ancak bu hizmetlerin sağlanmasında öncelikler vardır. Öncelik sıralamasında su birinci sırayı aldığı gibi, bu hizmetin ertelenmesi ve gerçekleştirilmesiyle ilgili bütçe programlarında yeterli payın ayrılmaması gibi bir sorun olamaz. Su yaşamsaldır, sudan vazgeçilemez... Tatile çıkmakla da, tatile göndermekle de bu sorun çözülemez... Uzun vadeli çalışmalar, politika yönünden ters gelebilir. Ancak eğer su sorunu uzun vadeli bir çalışmayı gerektiriyorsa politik çıkarlar bir tarafa bırakılıp bu çalışmalar yine de hemen başlatılmalı veya başlamış işler hızlandırılmalıdır. Yerel yönetimlerin başarısı, meyvesi, geç toplanan altyapı çalışmalarında yatar. Prof. Dr. Mete TAPAN U zun yıllardır yerel yönetimlerin ülkemizde ve özellikle de büyükşehirlerimizde nasıl çalıştıklarını ve proramlarını yakından izliyorum. Bu izlemem içinde, bilfiil İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde 199194 yılları arasındaki üst yönetimle ilgili görevim de vardır. Yerel yönetimin başlıca görevlerinin ne olduğu ve bu görevler arasında öncelikli konuların nasıl sıralanması gerektiği konusunda yeterli bilgilere sahip olduğumu affınıza sığınarak dile getirmek isterim. Kuşkusuz bir kentin, bir yerleşme biriminin altyapı donanımı düzeyine göre sorunlarının çözümüne ağırlık verilmesi gerektiği esastır. Yerel yönetimlerin, çözümünün zorunlu olduğu yaşamsal nitelikli sorunları çözmeleri öncelikle gerekir. Örneğin, bunların başında bugün Ankara’da yaşanan “su” sorunu gelir. Vatandaşla alay edermiş gibi “Tatile gidin” veya “Allah’ın böyle büyük bir afetine karşı ne yapılabilir” gibi söylemlerle su sıkıntısının nedenini veya çaresini ortaya koymayı, deneyimli bir yerel yöneticiyle pek bağdaştıramadım. Su sorununun dışında, çöplerin toplanması, bunların yine sağlıklı bir biçimde depolanması ve pis suların atılması da insan sağlığı yönünden bir yerleşim alanında çözülmesi zorunlu olarak gereken altyapı sorunlarıdır. Başka bir deyişle, yerel yönetimlerin temiz su, çöp ve kanalizasyon sorununu çözmeleri ya şamsaldır. Buna karşın “kentiçi ulaşım”, “yeşil alanları düzenlemeleri” gibi daha birçok altyapı sorunu, insan yaşamı yönünden su, çöp ve kanalizasyondan sonra çözülmesi gereken sorunlardır. Bilinçsiz kentleşme Hızlı, plansız ve bilinçsiz kentleşme süreci içinde olan büyükşehirlerimizin en ufak bir afete hazır olmadığını hepimiz biliyoruz. Hava sıcaklığının biriki ay ortalama değerlerin üstüne çıkmasıyla hemen elektrik kesintilerinin başlaması veya yağmurlu havalarda trafiğin hemen kilitlenmesi gibi olgular kentlerimizin altyapı yönünden ne kadar eksik olduğunu kanıtlayan en önemli göstergelerdir. Bir yandan ağaçlandırma çalışmaları için sivil toplum örgütleri, örneğin “TEMA” veya “ÇEKÜL” gibi vakıflar çaba gösterirken öte yandan kent içinde arsalara daha fazla nasıl inşaat yaparım diye kafa patlatan mülk sahipleri ve zaman zaman bu davranışa olanak sağlayan imar planları kentlerimizi yaşanamaz hale sokmaktadır. Sonuçta, yetersiz altyapısı olan, kimliksiz kentler üreten bir toplum olduk. “Su” dışında tüm bu olumsuzluklara insan olarak dayanmak olanaklı olabilir. Ama susuz yaşanmaz. Dolayısıyla, suyun temini öncelikli bir yerel yönetim görevidir. Her türlü yatırım, ne pahasına olursa olsun su için yapılmalıdır. “Çok şükür bu yılı da atlattık”, “Yeterince yağmur yağdı, var olan kaynaklar kenti susuz bırakmadı” deyip gele cek için su ile ilgili program ve yatırım yapmamak son derece hatalıdır. Suyun depolanması, arındırılması ve kayba uğramadan tüketiciye ulaştırılması, su sorununun üç önemli ayağıdır. Özellikle bu ayaklardan biri olan suyun ulaştırılmasındaki kayıplar, örneğin hatların yıpranarak su kaçırması gibi, toplam su tüketimini yüzde otuz artırmaktadır. Kaçak su kullanım olgusunu da bu tüketime eklersek su kaybı yüzde kırklara ulaşabilir. Ayrıca hatların su kaçırması, suların pislenmesine de yol açtığından musluktan akan suyun insan sağlığı yönünden sakıncalı olmasına da yol açabilmektedir. İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 Günlük politika değil Yerel yönetimlerin, politikacıların günlük politikalarını geliştirecekleri bir ortam olmaması gerektiğine inanıyorum. Belediye başkanları popülist bir yaklaşımla partisine veya kendisine, ben gelecek seçimlerde nasıl daha fazla oy sağlarım diye bir davranış içinde olmamalıdır. Ayrıca bir yerel yönetimin, yaptığı hizmetleri reklam panolarında veya üstgeçitlerde sürekli olarak göstererek propaganda yapmasına da bir anlam veremiyorum. Bir yerel yönetim, zaten o görevleri yapmak için işbaşına gelmiştir. Eğer o görevler yerine getirilmişse vatandaş kendi yaşamında bu görevlerin yapıldığını hisseder. Yapılan görevlerin sürekli reklam konusu olması, kanımca siyasi bir propagandadan başka bir şey değildir. Altyapı sorunu Dilinize sahip çıkın, doğru etkili ve renkli konuşun... Bireysel eğitimler için iletişim. 0 533 698 96 30 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle