19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
21 AĞUSTOS 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA 17 Fark Asil Gümüşdal: “İran ile Türkiye arasındaki en önemli fark, molla bozuntuları karşısında laiklerin asla ülkelerini terk etmeyecek olmalarıdır!” Ya ğ m u r E k i m Pilotlar uçaktan kaçmış... “Yok canım, kaçamak yapmışlardır!” İPİN ucu kaçarsa, yakalarsınız; yakalayamazsanız eyvah! Bir de ipin kopma durumu var; inceldiği yerden kopabilir. O zaman ne yapacağız? Hilmi Kayıhan “İp koptuğu yerde bağlanır” diyor: “Atatürk öldüğünde Türkiye Cumhuriyeti 1.5 yaşındaydı, demokrasi diye yutturulan çok partili seçim sistemine geçildiğinde de 2.5 yaşındaydı. Daha 3 yaşına bile basmadan, ana okuluna gitmesi gereken bu çocuğu, özgürlük ve demokrasi adına sokağın eline bıraktılar. İşte, yıllarca bizi yönetenleri seçenler bu çocuklardı. Hiç değilse ilkokulu bitirmiş olsaydık, yani 2043 yılına kadar tek partili bir sistemle yönetilmiş olsaydık; Türkiye, soysuz sömürgenlerin elinde bu kadar şamar oğlanına dönmeyecekti. Devletin, fazla bir farkı yoktur insandan; atalarımız boşuna devlet ana, devlet baba dememişler. GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Türkiye’de çölleşme başlamış. Siyasette çoktan başlamıştı! Örnek Faruk Sayılır: “Atatürk’ün eşinden örnekler vereceklerine, kendilerine Atatürk’ü örnek alsınlar da görelim!” Kabaca hesaplarsak; insan yaşıyla cumhuriyetimiz 85 yaşında ama devlet yaşıyla 8.5 yaşında. Şimdi ilkokul üçte okuyor olmalıydık. Türkiye’nin eğitim ortalaması da bugün ne yazık ki ilkokul üç. İlkokulu bitirmeyenler direksiyon başına şoför yapılmazken, seçmen yapılıp Türkiye’nin uçuruma doğru yol almasını sağladılar. 2103 yılı 29 Ekim’inde 18 yaşını bitirmiş, ilk ve orta öğretimi tamamlamış çakı gibi babayiğit olacaktı. Tek dişi kalmış alçak canavarların gücü yeter miydi o zaman? Tavuk bile civcivlerini yumurtadan çıkar çıkmaz tilkinin çıkarına işleyen, dayatılan demokrasinin zalim ellerine bırakmıyor. Kanatları altında bir süre koruduktan; yem bulmayı, yem olmamayı öğrettikten sonra, doğanın o İp koptu! acımasız kucağına bırakıyor. Aklımız bir türlü almıyor; mazlum ülkelerin, sömürgenlerin saldırısı altındaki ülkelerin demokrasi anlayışlarıyla sömürgen ülkelerin sistemi nasıl uyuşabilir? Avla avcı nasıl aynı sistemi savunabilir? 1946 yılında daha üç yaşına bile girmeden tamircinin yanına çırak verilir gibi sömürgenlerin kucağına atıldık. 3 yaşındaki çocuğun eline, ‘sen koskoca adam oldun’ diye bıçak verirseniz düşmanı değil önce kendini keser. 1946’dan beri olan bu! Neyse, elimizi çabuk tutarsak fazla geç kalmış sayılmayız. İp koptuğu yerde bağlanır, ipin koptuğu yeri biliyoruz. İpin diğer ucu Atatürk devrimlerinden hızla uzaklaşsa da, biz artık Atatürk’e saygı beklemek için birilerine rica ve minnet etmenin zamanını çoktan geçtik!” İpin ucunu kaçırmadan tutup bağlamak durumundayız! Pazar Gününü Çankaya’da Geçirmek… Ne buyurmuş Abdullah Gül? “Benden korkmayın”la başlamış söze (Çok teşekkür ederiz!) “Laiklik, demokrasi sosyal devlet gibi anayasal değerlere bağlılığım konusunda kimsenin kuşkusu, korkusu olmasın. AKP’yi bırakıyorum(!) tarafsız olacağım”. Ne dersiniz? Ben bu cümlelerden şunu anladım: “Artık tarikatlara eşit mesafede olacağım. Taraf tutmadan, Süleymancılar, Fethullahcılar, şunlar, bunlar hepsine karşı eşit davranacağım.” Bakın hemen ekleyelim: Bence Gül samimi. Gerçekten laikliğe ve saydığı her şeye bağlı olacak. Ama şu farkla: Onun anladığı laiklikle, bizimki arasında hiçbir kesişme yok!! Ayrı şeyler anlıyoruz laiklik deyince. Ona göre laiklik, dinin önünün her alanda açılması! “Sözde dindarlara” bize göre dincilere hiç baskı yapılmaması” arzusuyla şeriatçılığın önünün açılması, türbanın her yere girmesi. Bize göre ise din ve siyaset işlerinin tamamen ayrılması, dinin siyasete girememesi. O yüzden bu cümleler Gül’ün ağzından çıktığında, bize olsa olsa gülümsemek düşüyor. ??? Bir yakınım, benimle telefonda konuşurken, “Şu adamların aldığı oya bak, akıl almaz bir şey, bundan sonra onlarla mücadele edilmez, bende o güç yok artık” dedi. Ben de “Oyla gelen her şey illa çok iyi şeylerin habercisi değildir, Hitler de oyla gelmişti” diye yanıtladım. Sevgili Mumcu’yu bombayla parçaladılar. Çölaşan’ı cımbızla çektiler kalbimizdeki yerinden. Şimdi, eski gazeteler elimden geçerken, sanki Emin’i de vurmuşlar gibi “bak işte son yazısı”, ya da “bak iki gün önceki yazısı, henüz durdurulacağını bilmiyor” diye içim içimi yiyerek çeviriyorum sayfaları. Mumcu’yu uluslararası bağlantılı alçak terör öldürdü. Çölaşan’ı durduran ise çok daha korkunç: İktidara çıkan yobazlık, çıkar ilişkileriyle “bizim” sahamıza el atıp bu felaketleri tetikleyebildi. Yani artık birbirimize kırdırmaya başladılar bizleri. Sonuç olarak ciddi bir koca adım daha geri düşmüş oluyoruz. Bu arada Abdullah Gül’ün “kayıp trilyon” davasından yargılanmasının gayet büyük bir olasılık olduğunu da unutmamak gerekir. Bu konuda Yargıçlar ve Savcılar Birliği Başkanı (YARSAV) Ömer Faruk Eminoğlu’nun 17/8/2007 tarihli uzun açıklaması şunları hatırlatıyor: “Cumhurbaşkanının, gerek görev sırasındaki kişisel suçları nedeniyle, gerekse seçilmeden önce işlemiş olduğu suçlar nedeniyle ‘yargılanamayacağı yolunda’ özel bir düzenleme bulunmamaktadır… Genel kabul gören bir kural olarak, yargı yolu, açıkça kapalı olmadığı belirtilmeyen her konuda açıktır”. ??? Türkiye’nin üzerine bu senaryolarla ağır ağır çökertilmek istenen kara perdeyi reddediyorum. Çocuk kandırır gibi Erdoğan’ın Gül hakkında söylediği “Onu iyi tanırım, özü sözü birdir” sözleri bana dilimizdeki “şıracının şahidi bozacı” deyimini hatırlatıyor. Ama tekrarlıyorum, aslında Gül de, Erdoğan da “laiklik” deyince bizim tam ters yörüngemizde olan ve şeriatçılığın önünü açan yarattıkları o acayip kavrama referans yapmakta, “Demokrasi” deyince de o kerhen binip, ilk fırsatta, müsait durakta inecekleri tramvayı düşünmekteler. Vallahi sizi bilemem. Ama ben önümüzdeki pazarı bayrağımla Çankaya’da geçireceğim. Köşk’e baktığımda aklıma, Şehit Ersan Caddesi’nde geçen çocukluğum gelecek. O makama duyduğum saygı ve “Atatürk’ün Evi”nin manevi önemi… Sn. Sezer’e tekrar tekrar teşekkür edeceğim bize hissettirdiği o güzel güven duygusu için. Sorarım size: Şu hayatta bu pazar günü, hangimizin daha önemli bir işi olabilir ki? email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 SESSİZ SEDASIZ (!) Milli irade ile kim idare ediyor! MİLLİ irade denen kavram üzerine Hüseyin Işık’ın bazı soruları var: “İrade, bireyin bağımsız ve her türlü etkiden uzak karar vermesi değil midir? O halde bireyler özgür olmadan bir şeyhin, ağanın çıkar iradesine bağlı on binlerin oyu ile nasıl demokrasi oluşur? Bir aşiret veya tarikatın bütün oyları değil sadece ağanın, şeyhin oyu geçerli sayılmalıdır. Burada bireylerin tek tek değil, ağa ve şeyhin iradesi geçerlidir. Doğu ve Güneydoğu’da kullanılan oylar, bunu göstermiyor mu? Tarihte demokrasinin oturtulduğu ülkelerde farklı denemeler yaşanmamış mıdır? Yüksek Yerilim Hattı erdincutku?yahoo.com Havva Aydoğan Yavaşlı: “Hazreti Adem’in karısı Havva’yı niye örnek almıyorlar!” Er Adnan Hacıgümüş: “2005’te ‘Laik sistemin sonu geldi, değiştirmek istiyoruz’ demişti, 2007’de ‘Söylediğim her şeyi inanarak söylüyorum’ diyor. Adam sözünün eri işte, daha ne istiyorsunuz!” Bizim gibi yarı feodal bir ülkede bunlar düşünülmelidir. Zaten toplumlar durağan ve değişimden yana kolay tavır alamıyorlar. Onlara çağ atlatan ya onlarca ‘deli’ ya da sekter görülen bilim adamları veya fedakâr yöneticilerdir. Bir müddet sonra Türkiye’de Taliban veya Müslüman Kardeşler gibi bir toplum yetişmeyeceğini kim söyleyebilir? İşte imam hatiplilerin durumu. Bunlar toplumun çoğunluğunu oluşturunca verdikleri oyla demokrasiyi mi getirecekler? Demokrat olmayan kişiler demokrasiyi nasıl yerleştirir, çağ dışı bir görüş çağı yakalayabilir mi?” Bin bilsen de bir bilene danış... Danışmanlık şirketleri de yolunu bulsun! Utanıyorum.. ve Utanmıyorum… DENİZ BANOĞLU Ülkenin geleceğine dönük öngördükleri amaca ulaşmak için Necmettin Erbakan iktidarında başlatılan (karşı devrimin) değişim fırtınasında, gündeme oturtulan ‘’türban’’la ilgili bıkkınlık veren tartışmaların bugün Çankaya’ya kadar uzanmasından bir yurttaş olarak utanç duyuyorum. Türbanı, kapanmayı, örtünmeyi insan hakları, demokrasi, anayasal hak olarak görerek savunanlar kendilerince ne kadar haklıysalar, ben de “düşünce özgürlüğümü” kullanarak, açıkça ve alenen bundan “utanç’’ duyduğumu söyleme hakkını kendimde görüyorum. Sorunun asıl ve gerçek derinine inmeden, sadece masumane dinsel bir gereksinimmiş gibi televizyonların, gazetelerin, köşe yazarlarının, aydınların, akademisyenlerin, siyasilerin, kimi sözde aydınların ve akla gelmedik bir yığın insanın neredeyse 20 küsur yıldır bıkmadan usanmadan türbanı, tesettürü ve örtünmeyi tartışmasından utanıyorum. ??? Dini konuların, girmeye can attığımız Avrupa Birliği’nin başka hiçbir ülkesinde görülmedik derecede, akademik ve bilimsel kalıplardan çıkarılarak, adeta sokak jargonunda konuşulmasından, tartışılmasından, dillere düşürülmesinden utanç duyuyorum. Yirmi birinci yüzyılda kadınımızın, hangi bilinçle ve inançla olursa olsun, günlük yaşamında modernlikte en ufak bir fedakârlık göstermezken, (kamuya açık alanlarda flört etmek dahil) kolu başı açık eşinin yanında kendisini kapatarak köleliğini adeta tescil etmesinden utanç duyuyorum. Kimi medya köşe yazarları ve habercilerinin, Türkiye’yi temsilen yurtdışındaki resmi toplantılarında bulunan siyasilerin beraberlerindeki eşlerinin “türbanlı giyimlerini” “İslamın modern yüzü” diye boy boy sayfalarına aktarmasından utanç duyuyorum. “Türbanı” dinsel ve kişisel bir özgürlük kabul edip arkasındaki zihniyetin, temel ilkenin, amacın kökten bir rejim değişikliğine giden yolun başlangıcı olduğunu kimi demokrasi havarilerinin görmek istememesinden utanç duyuyorum. Ve yirmi küsur yılın sonunda nihayet, türbanı ve içindeki gerici zihniyeti elbirliğiyle Çankaya’ya taşıyanlardan utanç duyuyorum. Ve şu sıralarda yine gazetelerde tanık olduğumuz kadarıyla, kimi sosyete terzilerinin, Çankaya’ya çıkacak leydiye, “modern bir tesettür” bulma yarışına girmelerinden daha büyük utanç duyuyorum. En büyük utancım ise, Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal’in eşi Latife Hanım’ın bundan 83 yıl önceki giysisiyle, üstelik o dönemde henüz kıyafet devriminin yapılmadığını göz ardı ederek, 21’inci yüzyılın çağdaş görünümüyle kıyaslama cüretinin gösterilmesi. Hem de Atatürk döneminin çağdaş kazanımlarını ve adını hemen hiç kullanmamaya özen gösterenlerin ağzından… ??? Ve yine en büyük utancım aydınlarımız için.. Onlar ki, demokrasi adına geri zihniyetle işbirliği yaparak, emperyalizm canavarını yok edip Türkiye’yi mazlum uluslara örnek ülke yapan Mustafa Kemal ve devrimlerine sürekli saldırıp, ufukta adım adım gelen Ilımlı İslam gibi bir yapay, bir garip zihniyete geçit veriyorlar… Bu utanç duvarı içinde, başkalarının utandığı, ama benim asla utanmadığım değerlerim de var.. O değerler ki gücümü ve geleceğe olan inancımı yok etmiyor. Yaşadığım topraktan, ülkemden, Türk olmaktan, güzelim Türk dilini konuşmaktan ve bütün bunlara sahip olup, onları sevmekten utanmıyorum… [email protected] HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 21 Ağustos www.mumtazarikan.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN CUMOK DUYURUSU ÇANKAYA YOLLARI DARDIR GEÇİLMEZ! ABD emperyalizminin yığdığı para ve imkânla, medyanın yarattığı sahte cennetle kandırılmışlardan, korkutulmuşlardan, sözde “istikrardan” destek alan Cumhuriyet Mahallesi ÇantaköySilivri Yazkış oturmaya hazır sıfır lüks villa Tel: 0532 277 84 76 ‘Kayıp Trilyon’ davasında dokunulmazlığa bürünmüş ABD’ullah GÜL’ün Çankaya’ya çıkmaya hakkı yoktur. O’nu Ata’mızın yarattığı Cumhuriyet’in karşıtı olarak görüyor, Cumhurbaşkanlığı’na layık görmüyor ve tanımıyoruz. Çıkamaması ve hakkı olmadığı halde eğer çıkarsa da tez zamanda yasal yollarla indirilmesi için çalışacağımızı bildiriyoruz. ÇANKAYA’YA DA AYDINLIK BİR CUMHURBAŞKANI GEREK! YAŞASIN CUMHURİYET DEVRİMİMİZ. YAŞASIN, BAĞIMSIZ DEMOKRATİK, AYDINLIK TÜRKİYE! www.cumok.org 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ankara’nın 1 Haymana ilçesinde bir 2 kaplıca. 2/ 3 Gelenek... Yaşamsal sı 4 vı. 3/ İkiyüz 5 lülük... “Ka 6 kım” da deni7 len kürk hayvanı. 4/ Yüz 8 metre kare 9 tutarında alan 1 2 3 4 5 6 7 8 9 ölçüsü birimi... Se1 D A R I C A N M vinçli, keyifli. 5/ 2 A Ş U R E O R A “Tombil” de denilen ve yurdumuzun de 3 Ğ A Z N A V U R nizlerinde de yaşa 4 S A M D R A M A İ N yan bir balık... Siper, 5 A N B E K B G hendek. 6/ Öldürücü 6 R A D A R F E R E T İ K O hastalık salgını... Bir 7 yasanın ya da kara 8 M O L A A N I Z rın yürürlüğe girme 9 O R İ J İ N A L sine karşı çıkma hakkı. 7/ Bir tür taze ve yumuşak beyaz peynir... Gümüş. 8/ Kadınların bluz ya da gömlek üzerine giydikleri yelek... Hitit. 9/ Pulculuk. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Artvin ilinde, “ulusal park” kapsamına alınmış, doğal güzelliğiyle ünlü bir göl ve yayla. 2/ Rüyabilim. 3/ Yaz yağmuru... Değerli bir süs taşı. 4/ Cinsel güçsüzlük... Lantan elementinin simgesi. 5/ Bir nota... Hayvanlara vurulan damga... Üzerinde film çevrilen stüdyo düzlüğü. 6/ Yoksullara yemek dağıtılan yer. 7/ Kuş yakalamakta kullanılan, üzeri yapışkan bir macunla bulanmış değnek... İstek, amaç. 8/ Şaşma belirten bir ünlem... Borsada belli miktardaki hisse senedini belirtmekte kullanılan işlem birimi... Boru sesi. 9/ Kenya’nın başkenti. Bir Varmış... Bir Yokmuş... TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr Bir Bağış, Bir Umut, Bir Can, Bir Hayattır. 0212.557 70 70 (pbx) CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle