22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 AĞUSTOS 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL İki İnsan Hakkı ya da Atina Demokrasisi TİHAK, insan haklarını, ulus olma ve ulusun varlığını koruma temeline indirgiyor. Küresel sermayenin penceresinden bakan anlayışlara karşı insan haklarını, emperyalizme karşı olmayı önceleyen bağımsızlık temelinde savunuyor. Yazar, TİHAK/ Türkiye İnsan Hakları Kurumu Genel Sekreteri Tarihin en azgın sömürgenlerine meydan nsanın insanlaşması kolay olmadı. Toplumsal tarihin her evresi değişik okuyarak kurulmuş olan ulusal birliğimiz; tir. Ama temel gerçek değişmedi: İn bilim ve aklın tam egemenliğini kurmadan, san, aklın ve bilimin, körinanca ege bir başka deyişle, geleneksel yapıları parmen olması ölçüsünde özgürleşebil çalayıp tasfiye etmeden, ulus üyelerimizin di. İnsanın özgürleşme tarihi, körinanca, güvenli ve ekonomik refah içinde yaşamadolayısıyla onu bir araç olarak kullanan ege larını sağlayacak gerekli sermaye birikimimenlere karşı mücadeleyle koşut bir tarih ni oluşturamadan, hep iç gericilik ve dış tir. İnsan özgürleşiyordu, evet, ama çarmı tehlikeyle birlikte yaşamaya yazgılı kalacakhı sırtındaydı, Filistin askısı, gövdesine tı. İşte 12 Eylül’le birlikte, Türkiye’de olan elektrik verenler de ona eşlik ediyordu. Sonuçta akıl ve bilim bu kanlı yolda kendi yo biten her şey, sermayeye kumanda eden uluslararası güçlerin denetimine verilmişlunu buldu. Bilimsel devrimler, Sanayi Devrimi insa tir. “İnsan hakları”, kavram olarak bu dönın bilincinde de devrim yarattı. Bilincin oluş nemde gündemimize oturmaya başladı. Bu masında bilimin katkısı, materyalist felse dönemde insan hakları savunurları, işkenfenin gelişmesi, ulaşım ve iletişim devrimi, cede, cezaevinde, darağacında yaşamını yiinsanların maddi ve manevi birliğine ortam tirmiş olanların yakınlarından ve onları sahazırladı. Bu birliği sağlamış ülkelerde fe vunan yazar gazeteci bilim adamlarından oluodal yapılar parçalandı, birbirleriyle çatışan şuyordu. İlk insan hakları kurumları böyle geleneksel birimlerin yerini vatandaşları oluştu. İnsan hakları kurumları her adımda nın birbirleriyle ekonomik ve siyasi olarak yeni bir durumla karşı karşıya kalıyorlardı. Bu çetin yol hızlı bilinçlenmeyi getirdi. Kubirleştiği ulusal yapılar aldı. “İnsan hakları” kavramı da işte bu “ulus” rumlar, kendi içinde, suyun yatağını bulmadediğimiz birlikten doğdu. Üyelerinin eko sı (tercih etmesi!) gibi bölündüler, bazen nomik, dinsel, etnik bağımlılıktan özgür bi olup biteni daha sağlıklı değerlendirmek reye dönüştüğü ulusal birliğin ilk iletisi için durup soluklandılar. İnsan haklarının baş “kardeşlik”, “eşitlik”, “özgürlük”tü. Daha düşmanı küresel sermayenin başında oturansonra herkesin ırk, renk, cinsiyet, dil, din, ların, bu kavramı niçin dillerinden düşürmesiyasal görüş, köken açısından hiçbir ay diklerini düşündüler. “İnsan hakları” kavrım gözetmeksizin eşit olduğu vargısına ramının, “daha fazla demokrasi”, “sivilleşme” gibi yaldızlı sözcüklerle, uluslaşma ulaşıldı. Biz Türkiye olarak Evrensel İnsan Hak yolundaki zayıf ülkelerin sırtında bir kamları Bildirgesi’nin öneminin, 10 Aralık çı gibi kullanıldığı görüldü. Sovyetler Birliği’ni, Yugoslavya’yı par1948’de imzaladıktan nice yıl sonra ayırdına vardık. 12 Eylül öncesi sokakta dökülen çalayan, etnik, dinsel, mezhepsel ayrışmakan ne faşizmi önlemek için, ne bu kış ge ya temel oluşturan 1974 tarihli Helsinki Solecek komünizmi engellemek içindi. Tür nuç Belgesi’nin Türkiye’de de uygulamaya kiye’yi emperyalist sistemin tam denetimi konulduğunu anlamak fazla zaman almadı. ne sokacak ve bu günlere getirecek darbe Bir yandan Cumhuriyetin tüm ekonomik yi hazırlamak içindi. 12 Eylül işte bu kanın birikimleri haraç mezat satılırken, ülke hafüzerine oturdu; kan dökülmesini önlüyo tada 1 milyar dolar borç faizi ödeme kıskarum diyerek kendisi darağaçları kurdu, iş cına alınırken, diğer yandan modern burjuva toplumundaki gibi sınıflara göre kurulkencehanelerde kan döktü. PENCERE ‘Cephesiz Savaş’ın Cephesi?.. (3) Askere ilişkin 3’üncü yazı bugün... Birinci yazı medyada doruğa tırmanan “asker düşmanlığı” üzerine başlıyordu... Şaka maka değil... Bu “düşmanlık” ya da “husumet” AKP iktidarıyla ordu arasında elle tutulacak kadar yoğunlaşan karşıtlığa dayanıyordu... ? İçerdeki asker düşmanlığını dışardan hangi çevreler veya kimler besliyordu?.. Rumlar.. Yunanlılar.. Ermeni diyasporası.. Talabani.. Barzani.. PKK.. Ve: ABD ile AB cenahı, askere karşıt apaçık bir tutumun destekçileriydiler... ? İkinci yazıda vurgulanan gerçek neydi?.. Türk Silahlı Kuvvetleri elbette sivil iktidarın, daha somut deyişle AKP hükümetinin emrindeydi... AKP, Amerika’nın BOP (Büyük Ortadoğu Projesi) kapsamında, “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ne oturuyordu... Atatürkçü Türk Silahlı Kuvvetleri bu modelin ordusu olabilecek miydi?.. ? Bugün, üçüncü yazıda, “Cephesiz Savaş” üzerinde durmak istiyorum... 21’inci yüzyılda insanlık “Cephesiz Üçüncü Dünya Savaşı”nın tehdidi altındadır... Bu savaşın yöntemi nedir?.. Terör!.. Afganistan’dan Ortadoğu’ya dek en kanlı eylemiyle yayılan “cephesiz savaş” Batı’nın, daha başka deyişle Avrupa ve Amerika’nın da kâbusunu oluşturmaktadır. Ya Türkiye hangi konumdadır?.. ? PKK terörü 90’lı yıllarda Türkiye’yi ciddi biçimde tehdit ediyordu; Türk askeri bu konuda dünyada eşi görülmemiş bir başarı gerçekleştirerek tehlikeyi noktalamıştı.. 2002 yılında ABD desteğiyle iktidara geçen AKP’ye terörsüz bir Türkiye teslim edilmişti... Bugün ise durum değişiktir; gün geçmiyor ki teröre, öteki adıyla “cephesiz savaş”a şehit vermeyelim... Bu kanlı süreç AKP iktidarı ve ABD’nin Kuzey Irak’ta konuşlanmasıyla başlamıştır. ? Adı “Cephesiz Savaş” olan terörün Türkiye açısından bir cephesi vardır. Bu cephe Güneydoğu sınırımızdır... Türk askeri, Güneydoğu sınırını geçemiyor, aşamıyor... Güneydoğu sınırının arkasında, karşı cephede kim vardır?.. Barzani.. Talabani.. ABD.. PKK... Başkan Bush Amerika’sı, “cephesiz savaş terör”ü, Türkiye’ye karşı cepheleştirmiştir. ? Üstelik Amerika bu yöntemi Türk askerini Afganistan’da NATO kapsamında kullanırken uyguluyor... Asker konusunu yarın da sürdüreceğim; bu yazıyı bir soruyla noktalıyorum!.. Her gün dincilerin ve entellerin medyada saldırısına uğrayan Türk ordusu, her gün şehit verirken, Irak sınırında cepheleşen terörün üstüne yürüyemiyor... Neden?.. Çünkü AKP hükümeti karşı cephedeki ABD’ye teslimiyet içindedir... Soru şudur: AKP cephenin Türkiye tarafında mıdır?.. Yoksa karşı tarafta mıdır?.. ‘Bulunur Kurtaracak!’ MilasÖren’deki Melih Cevdet Anday Şiir Günleri’nden geçen gün söz etmiştim. Konu yalnız şiir, edebiyat, sanat değildi; yurt sorunları, ülkenin nerden nereye gittiği, “Türkiye’nin dünü, bugünü, yarını” da tartışıldı. Geniş bir dinleyici kalabalığı önünde beş ünlü gazeteci arkadaş sorunu türlü yönlerden incelediler, içinde yaşadığımız gerçekleri ayrıntılarıyla sergilediler... İki saat süren konuşmalardan çıkartılabilecek özet şu: Her açıdan karanlık bir Türkiye!.. Her konuşmacı acı mı acı bir tablo çizdi. Günümüz Türkiyesi kapkaranlık bir çıkmazda, günden güne daha beter durumlar bizi bekliyor; hele son genel seçimlerde halkımızın yüzde ellisine yakınının tutumu, davranışı büsbütün içimizi karartıyor... Hepsi doğru, hepsi gerçek!.. Beş konuşmacı arkadaşın, deneyimli, bilgili gazete yazarları olması halk önünde yapılan bu konuşmalara ayrı bir anlam kazandırıyordu. Zaten ordaki dinleyiciler de işin içindeydi, onlar da günden güne bir çıkmaza sürüklendiğimizin farkında idiler. Konuşma olanağı bulsalar kimbilir daha ne acı olaylar, yaşantılar sergileyeceklerdi! ??? Tüm umut kapıları kapandı mı? Hiçbir çıkış yolu yok mu? Bütün bu ters, yanlış, belki de özel amaçlı yönetime, bu kapkara gerçeklere bir “dur” diyecek çıkmayacak mı? O akşamüstü beş arkadaşın konuşmalarından sonra dağılan insanlar evlerine karamsarlık dalgaları içinde mi gittiler? Bir çıkış, bir kurtuluş, biraz olsun bir aydınlık bulamayarak mı? Karanlık basmıştı. Toplantı bitmek üzereydi. Konuşsam mı dedim! Bir şey eksik kalmıştı! Neydi o? Bir umut, bir aydınlık, karabulutları dağıtabilecek bir esinti! O da, Atatürk’teydi... Daha önce nice bozgunlardan çıkmıştık. Hepimiz özel yaşantımızda tatmıştık umut kırıklıklarını... Şöyle böyle elli yıldır Menderes’ler, Demirel’ler, ANAP’lar, askeri darbeler, Evren’ler derken AKP’ler, idamlar, sürgünler, işkenceler, kapkara ufuklar, içinden çıkılmaz dolambaçlar, bir daha bir daha bataklıklar!.. Hep karanlık hep karanlık!.. ??? Ben, böyle şeyleri çok yaşadım. Hepimiz çok yaşadık!..Her defasında açıp okudum Atatürk’ün Söylev’ini. Ören dönüşünde bir daha, bir daha!.. Hiçbir zaman umudunu yitirmemiş, hiçbir zaman karanlığı benimsememiş, hiçbir zaman en büyük tehlikeler, çıkmazlar, yenilgiler karşısında boyun eğmemiş, hiçbir zaman umudundan, güveninden kopmamış... ??? Arkadaşlardan hiç değilse dinleyicilere birazcık aydınlık, birazcık yarınlara güven, birazcık şu geçici karabasandan kurtuluş yollarının olduğu umudu vermelerini isterdim. “Bulunur kurtaracak bahtı kara maderini” dememiş miydi Atatürk! Ahmet YILDIZ İ muş siyasal partilerin yerini, dinsel, mezhepsel, etnik siyasal hareketler aldı. Bu durum, sendikalarda, demokratik emekçi örgütlerinde etnik ve dinsel bölünmenin başlamasına neden oldu. 60’lı ve 70’li yıllarda yaşadığımız burjuva, küçükburjuva, köylülük, işçi sınıfı gibi ekonomik sınıflaşma temeli üzerinde yürüyen “ilerici” demokratikleşme, yerini, mezhepsel, dinsel, etnik bölünmeye dayalı “gerici” demokratikleşmeye bıraktı. Biçimsel olarak parlamenter, ama öz olarak gericilik üreten, bir başka deyişle, içinde kölelerin de olduğu “Atina demokrasisi” gibi bir sisteme geçildi. Böylece, “insan hakları” kavramı da çatallaşmaya başladı. Doğal İnsan Hakları, Yurttaşlık Hakları, Toplumsal ve Ekonomik Haklar gibi kavramlar geri plana çekildi. Dinler “diyalog”larla parlatıldı, adını bile unuttuğumuz mezhepler, etnik yapılar gözümüze sokulmaya başlandı. Yukarıda saydığımız temel hakları sağlayabilecek tek çağdaş yapı olan “ulus” birliği yerine, “federasyon”, “azınlık”, “alt kimlik” dillendirildi. Sonuçta, farklı ve birbirine karşıt iki “insan hakları” anlayışı doğdu. Birisi, uluslararası sermayeye kumanda eden küresel faşizmin belirlediği, Avrasya’nın ve Ortadoğu’nun yeniden biçimlendirilmesinde atlama tahtası rolü biçilmiş Türkiye’ye “dayatılan insan hakları.” Öteki, bağımsızlık temelinde kurulmuş laik ve demokratik Cumhuriyetin devrimci demokratikleşme (emperyalist saldırı karşısında ulus olarak var olma, demokratikleşme, özgürleşme, devrimcileşme) perspektifine oturtulmuş bulunan insan hakları. TİHAK, insan haklarını, ulus olma ve ulusun varlığını koruma temeline indirgiyor. Küresel sermayenin penceresinden bakan anlayışlara karşı insan haklarını, emperyalizme karşı olmayı önceleyen bağımsızlık temelinde savunuyor. Ülkemizdeki insan hakları ihlallerini küresel faşizmden ayrı düşünmüyor. İnsan hakları bilincini, ulus ölçeğinde yığınsal güce dönüştürüp, diğer ulusların özgürlük mücadelesiyle bütünleştirmek istiyor. ‘Biz Büyüdük ve Kirlendi Dünya’ Ülkemizde yerel yönetimlerin büyük bölümünü yaklaşık ikiüç dönemdir yöneten iktidar partisinin belediye başkanları, çağdaş olan ne varsa yok edip tarikatlara yol vererek, yoksul halkı sadaka ve paketlerle kandırma uyanıklığıyla iktidarlarını sürdürmeyi beceriyorlar. Ancak o yöneticiler ne yaparlarsa yapsınlar, doğa tehlike sinyallerini halkımızın körleştirilmiş gözüne, sağırlaştırılmış kulağına kadar ulaştırıyor. ri yanıtını veriyor. Bir de okulların geç açılmasının iyi olacağını söylüyor. Başkent çöle dönmek üzere... “Büyük Başkan” kentin sularını keserek önlem almaya çalışıyor. Caddeler ve sokak aralarında insanlar, ellerinde naylon su bidonlarıyla su arıyorlar! “Avrupa’nın başkenti Ankara” palavrası, ellerinde su bidonları taşıyan başkentli görüntüleriyle yerle bir oluyor. Ne yazık ki, bu kafadaki adamların ulusal ve yerel yönetimleri ele geçirmesiyle dünyamızın kirlenmesi artıyor. Önümüzdeki yıllarda ülkemiz daha da çok kirleneceğe benziyor! Nâzım’ın şiiri aklıma geliyor sık sık. Şiiri, bu zihniyeti yüzde 46 oyla yeniden iktidar yapan yurttaşlarıma ithaf ediyorum: “Ve açsak, yorgunsak, alkan içindeysek eğer / ve hâlâ şarabımızı vermek için üzüm gibi eziliyorsak / Kabahat senin, / demeye dilim de varmıyor ama / kabahatin çoğu senin canım kardeşim.” Erdal ATICI M urathan Mungan bir şiirinde, “Biz büyüdük ve kirlendi dünya” diye sesleniyor tüm insanlığa. Şair bütün duyarlılığıyla çevrenin kirletildiğine, yok edildiğine dikkat çekmeye çalışıyor. Ama kimin umurunda çevre falan. Bütün dünya daha fazlasını üretme ve tüketme peşinde. Varsa yoksa para... İnsanlaşma sürecini tamamlayıp çevre bilinci kazanan insanlar, gelişmeler karşısında büyük korku yaşıyorlar. Ama ne yazık ki, sesleri çelik duvarları delip ulaşması gereken yerlere ulaşamıyor. Çevre felaketleri ve küresel ısınma, dünyayı yönetenlerin ve paylaşanların büyük çoğunluğunun umurunda bile değil. Kızılderililerin özlü sözüne inat; sanki dünya bize atalarımızdan miras kalmış da, onu tüketip bitirmek zorundaymışız gibi hareket ediyor insanlar. Çocuklarımız, torunlarımız kimin umurunda! Tam “konjonktüre” uygun bir yaşam tarzı. Çevrende ne varsa tüket, kirlet, yok et! Yaklaşık yarım yüzyılına tanık olduğum bu yaşlı, can çekişen dünyanın son yıllarda yaşadıklarına büyük bir şaşkınlıkla bakıp olup biteni anlamaya çalışıyorum. Savaşları, yıkıntıları, açİngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış lığı, nükleer silahlanmayı düşündükçe korku ve kaygılarım daha da artıyor, “Bu dünyaya çocuk getirmekle iyi etmedik galiba” diye yakınıyorum çevremdekilere. Bütün duyarlı insanlar gibi kara kara düşünüp “İnsanlık nerede hata yaptı da bu vandalizm ortaya çıktı” diye kendime sormadan edemiyorum. Son elli yılda ülkemizde insanların çevreye ne büyük zararlar verdiğini yakın çevremize dikkatle bakarak görmek olanaklı. Bir zamanlar piknik yaptığımız o yemyeşil ovalar, ormanlar yok oldu gitti. Y erlerine büyük binalar, kentler yapıldı. Masmavi, gürül gürül akan çaylar, derelerde irin renginde pislik akıyor artık. Babalarımızın, annelerimizin derelerde izlediği balıklar, kurbağalar yok oldu. Kent içinden akan derelerin kokusu burnunuzun direğini kıracak sanki. Büyük kentlerde yeşilliğe ve doğaya hasret insanlar ruh bunalımlarıyla ömür tüketiyorlar. Ülkemizde yerel yönetimlerin büyük bölümünü yaklaşık ikiüç dönemdir yöneten iktidar partisinin belediye başkanları, çağdaş olan ne varsa yok edip tarikatlara yol vererek, yoksul halkı sadaka ve paketlerle kandırma uyanıklığıyla iktidarlarını sürdürmeyi beceriyorlar. Ancak o yöneticiler ne yaparlarsa yapsınlar, doğa tehlike sinyallerini halkımızın körleştirilmiş gözüne, sağırlaştırılmış kulağına kadar ulaştırıyor. İşte onlardan en büyüğü susuzluk kapımıza geldi dayandı. Büyük kentlerde su kesintileri başladı. Tam 13 yıldır büyük kentleri yöneten AKP zihniyeti, göstermelik parklar, bahçeler, alt geçitler, yandaşlara yardım paketleri, arabesk konserler dışında doğru dürüst ne yaptı? Büyük kentlerde son yıllarda yağmur yağarsa sel, yağmur yağmazsa susuzluk felaketi yaşanıyor. Başkent Ankara’da bir belediye başkanı üç dönemdir seçim kazanıyor. Başarıları ortada (!); Sayın Başkan politikaya Anavatan Partisi’nde başlamış, sonra Refah Partisi, Saadet Partisi, bir ara Demokrat Parti’de, en son AKP’de karar kılmış, oldukça becerikli bir siyasetçi (!). Suyla ilgili hiçbir önlem almayan başkan, şimdi susuzluk ve kuraklık kentin kapılarına dayanınca, televizyonlara çıkıp, kendine yöneltilen eleştirileri her zamanki bildik yöntemleriyle yanıtlayıp topu DSİ’ye atıyor. “Ne yapacaksınız” sorusuna, suyu oldukça kirli olduğu uzmanlarca sık sık belirtilen Kızılırmak suyunu getirecekle T.C. KAHRAMANMARAŞ AİLE MAHKEMESİ’NDEN Esas No: 200348 Karar No: 2003395 Davacı Mehmet ASLAN vekilince davalı Ms. Shelia Newman Aslan aleyhine ikame edilen BOŞANMA davasının yapılan yargılaması sonunda. Mahkememizin 24.12.2003 tarih ve 200348 esas ve 2003395 sayılı kararı ile davanın kabulü ile dosyamız tarafları olan, Kahramanmaraş ili, merkez Boyalı Köyü Hane 2’de kayıtlı bulunan, Osman ve Sultan oğlu 18.5.1976 K.Maraş D.lu davacı Mehmet ASLAN ile aynı hanede kayıtlı İngiliz uyruklu HarryGeorge Thomas ve Elizabet Gwendolu’den olma 5.6.1968 D.lu davalı Shelia Nevwman Aslan’ın BOŞANMALARINA karar verildiği, yapılan tüm araştırmalara rağmen davalıya mahkememiz kararı tebliğ edilemediğinden, davalıya kararın ilanen tebliğine karar verilmiş olmakla, işbu ilan özetinin gazetede yayımlandığı tarihten itibaren 8 gün sonra mahkememiz kararının davalıya tebliğ edilmiş sayılacağı hususu ilanen tebliğ olunur. Basın: 44035 ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle