19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 AĞUSTOS 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Seçim mi? Referandum mu? ABD’nin “ılımlı İslam” kuşatması altında, AB’nin laiklik karşıtı politikaları desteklemesi karşısında, Arap krallık ve emirliklerinin dayattığı şeriat kıskacında, dolara, Avro’ya, riyale teslim olmuş bir ekonominin güdülediği seçmenin, siyasal iradesini özgür olarak ifade edebildiği söylenemez. PENCERE Asker Düşmanlığı Neden?.. (1) Askere düşmanlık seçimden önce de vardı; ama, 22 Temmuz’dan sonra saldırganların cüreti yoğunlaştı, ‘husumet’ katlanarak arttı; dinci medya ve entel köşeler, askere karşı neredeyse kin kusuyorlar... Ordu sanki bu ülkenin ordusu değil.. Düşman ordusu!.. ? Bu millet askerini sever.. PKK teröristi elbette orduya düşman.. Dinci ise laik orduyu şeriata karşı engel görüyor.. Ama, çok satışlı medyanın köşelerine yerleşmiş entel takımı asker düşmanlığında seferberlik için işareti ya da talimatı nereden aldı?.. Meraka değer bir soru değil mi?.. ? Ziverbey Köşkü’nden geçmiş, kitabını da yazmış biri için konu ilginç sayılabilir... Orduya düşmanlık olayı öylesine dallandı budaklandı ki Hürriyet’in Genel Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök yazmak zorunda kaldı... Özkök’ten birkaç satır alıntı: “Cumhurbaşkanlığı seçimini bile, askerle bilek güreşine çevirmeye, böyle herkesin kararı olması gereken bir karardan bile askerin sırtını yere getirme bahanesi yaratmaya çalışan kişilerle bir hesabımız var. Beyler, vazgeçin bu asker husumetinden...” (12 Ağustos 2007) ? Önce bir noktayı vurgulamakta yarar var... Asker düşmanlığı (siz bunu asker karşıtlığı, husumeti, kini, vb. sözcüklerle de dile getirebilirsiniz) dar bir çevrenin tepkilerinden kaynaklanmıyor... Olayın dünya çapında bir örgüsü var... Bizim askeri ABD tutuyor mu?.. Askerin başına Kuzey Irak’ta çuval geçiriyor. Yunan, Türk ordusu konusunda olumlu mu düşünür?.. Ya Kıbrıs Rumları?... Onlara göre Ada’da düşman ve işgalci değil mi Türk askeri?.. Talabani?.. Barzani?.. PKK?.. Daha sayayım mı?.. AB’ye göre Türk askeri ne anlam taşıyor?.. ? Görüldüğü gibi Türk ordusu yalnız bir iç sorun değil... Dünya çapında, yani enternasyonal bağlamda, Türk askeri her nedense sorunlaşmış da sorunlaşmış... ? Peki, merak etmez misiniz? Neden?.. Bu köşede birkaç gün konunun nedenleri üzerinde duracağım... İçerdeki medyada palazlanan asker düşmanlığını dünya boyutlarında yerli yerine oturtmak, olayın anlamını kavramak için gereklidir. Bir Anıt İnsan: Çakırhan “Hoş geldin Biz Bıraktığın gibiyiz Ustalaştık biraz daha taşı kırmakta dostu düşmanı ayırmakta” Nâzım Hikmet, kısa bir ayrılıktan sonra kavuştuğu arkadaşı, şair Nail V.’ye bir şiirinde böyle sesleniyor: “Hoş geldin Dinleyip diyecek çok Fazla uzun söze vaktimiz yok Yürüyelim.” ??? Nail V.’nin doğum yılı 1910... Demek, şimdi 97 yaşında!.. Muğla’nın Ula’sında doğmuş, türlü çileler savaşımlar yaşamış, şiirleriyle, yaşantısıyla birkaç kuşağı etkilemiş... Bir başka önemli yanı da, mimarlık alanında usta bir öncü, bir yenileştirici olmayı başarması... Akyaka adlı köyde yücelttiği örnek yapılarla estetiği, güzelliği, kalıcılığı yaratması... Ağahan Ödülü’nü kazanan bir mimari öncü olması... Aramızda yaşıyor! Yıllarca Akyaka halkının, sevenlerinin arasındaydı. Konuşmalarıyla, davranışlarıyla, hepimize örnek... Dost, arkadaş, bir yol gösterici... Yıllarca hapislikler, sürgünler, acılar çekmiş ama hep şair, hep bir devrim insanı... Nail V. bir başka adıyla Nail Vahdet Çakırhan... ??? Doksanıncı yaş gününü 2000’de Akyaka’da Yücelen tesislerinde kutlamıştık. Bir sanat ve kültür şöleniydi. 95 yaşını yine bir arada kutlamak istediğimizde, “Durun hele yüz yaşa gelelim” diye takılmıştı... Gerçi yorgun, eskisi gibi değil ama, yine günün içinde, zorlukla da olsa okumak, anlamak, dünyayı tanımak, tanıtmak çabasında... Böyle bir insanı yetiştiren Muğla, Ula, Gökova, Akyaka’ya düşen bir görev var: Onu bir simge, bir değer olarak benimsediğini, sürgit yaşatacağını kanıtlamak... Yıllar önce önermiştim Muğla’da bir alana heykelinin yapılmasını! Olmadı. Ama Akyaka’nın ünlü Yücelen tesislerinde, dost Hamdi Yücel’in değerbilirliğiyle diktirdiği güzel bir büstü var. Ama yetmez. Şimdi Muğla’nın, Ula’nın, Akyaka’nın belediyelerine, Çakırhan’ın dostlarına düşen bir görev var. Onun 97 yaşını bir sanatsal, daha da çok ulusal çizgide anmak, Muğla’nın bir alanına heykelini dikerek değerlendirmek... Akyaka Belediyesi’ne, çeşitli sanatçı derneklerine, Çakırhan’ın önemini, değerini yakından bilen yakın dostu, Sayın Hamdi Yücel’e, dolayısıyla hepimize düşen bu görev, bir an önce gerçekleştirmeli diye düşünüyorum... Nail V.’ler kolay yetişmiyor. Sanatçıyı yaşarken sevmeli, yaşarken onu daha büyük bir güçle yaşatmalı, sevdirmeli... “Dönmem, dönemem geri / Yaktım bütün gemileri / Tarık Bin Zeyyad gibi... Geçti otuz yaşım / Ben / Geçen / bu otuz yaşın başında / ne bu son, artık heyhat gibi kellemi taşıyorum / Ne de dün için / hasret taşıyorum Yaşıyorum / bir gün için / Dönmem dönemem geri / Yaktım bütün gemileri.” ??? Sevgili Nail Çakırhan’a ve değerli eşi Prof. Dr. Halet Çambel’e uzun yılların dostluğuyla... Muzaffer İlhan ERDOST Yazar, TİHAK/Türkiye İnsan Hakları Kurumu Baş. E ski ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Richard Holbrooke, 22 Temmuz (2007) seçim sonuçlarını, “Ilımlı Müslüman partinin, meşruiyetlerini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten alan ünlü ulusalcı/milliyetçi partileri mağlup etmiş olmakla” niteledi ve bir “İslam cumhuriyeti’’ olan ve şeriat yasalarıyla yönetilen Malezya ile Türkiye’yi iki ılımlı İslam ülkesi olarak takdim etti. Holbrooke’un seçim sonuçlarını değerlendirmesinin kişisel görüşü olduğu düşünülemeyeceği gibi, bu görüşlerin seçim sonuçlarıyla sınırlı olmadığını da bilmek gerekir. ABD işgali altındaki Irak’ta yeni bir anayasa yapılması gündeme geldiğinde, ABD Dışişleri Bakanı olarak Powell’ın “Irak’ta da bir İslam cumhuriyeti olacağını” ve bu İslam cumhuriyetinin “anayasal çerçevesini” “Türkiye ve Pakistan’daki İslam cumhuriyetleri” gibi, “şeriat hukukunun, Kuran hukukunun belirleyeceğini” söylediği, yani Türkiye’yi anayasal anlamda ılımlı İslam ülkesi olarak nitelediği belleklerde olmalı. NATO işgali altında Afganistan’da ve ABD işgali altında Irak’ta, “şeriat hukukuna, Kuran hukukuna” dayalı anayasalar konmasının ardından, Büyük Ortadoğu Projesi’ne endeksli ılımlı İslama direncin temel dayanağı olan laiklik top ateşine tutulmaya başlandı. TürkiyeAB Karma Parlamento Komisyonu Eşbaşkanı Lagendijk, 23 Temmuz’da, Zaman’da yayımlanan demecinde, seçim sonuçlarını, “Türk ordusunun yüzüne atılan tokat” olarak niteledi, “Türk halkının Sezer, Ordu ve Anayasa Mahkemesi’ne karşı, AK Parti’yi ödüllendirdiğini” söyleyecek denli ileri gitti. Seçim sonuçlarını Financial Times (23 Temmuz), “laikler ve ordunun dişlerine atılmış bir yumruk”; Le Soir (23 Temmuz), “Türkiye’de laikler yenildi”; New York Times: “Türk halkı oylarıyla laikleri azarladı” başlıklarıyla verdi. Bir başka deyişle, Batı basınından Lagendijk’e ve Holbrooke’a değin, genel seçimler, siyasal partiler arasında demokratik bir seçim olarak değil, ideolojik sistemler arasında, laiklik ile ılımlı İslam arasında, bir referandum olarak değerlendirildi. Anımsatalım ki, seçmenin oyu, anayasanın kendisine verdiği siyasal yetkiyle sınırlanmıştır. Seçmen, oy’unda; dinini, mez hebini, tarikatını, etnisitesini değil, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti kavramıyla özdeşleşmiş iradesini kullanır. Bu iradeyi devralan milletvekili de, anayasanın seçmene verdiği yetkiyle sınırlanmış yetkilere sahiptir. Devleti İslami kurallar üzerine kurma amacını içinde taşıyan bir partiye oy verildiği için, halk istiyor nakaratı altında şeriatı getirmek, hilafeti getirmek olanaklı olmadığı gibi, genel seçim sonuçlarından, Türkiye’nin sistem değiştirdiği sonucunu çıkarmak da olanaklı değildir. Aksi durumda, bu, anayasanın ihlali anlamına gelir ve adresi Çankaya değil, Yüce Divan’dır. ABD’nin “ılımlı İslam” kuşatması altında, AB’nin laiklik karşıtı politikaları desteklemesi karşısında, Arap krallık ve emirliklerinin dayattığı şeriat kıskacında, dolara, Avro’ya, riyale teslim olmuş bir ekonominin güdülediği seçmenin, siyasal iradesini özgür olarak ifade edebildiği söylenemez. Siyasal iradesi özellikle de tarikat ve cemaatlerin ipoteği altına alınmış bir halkın oylarından laiklik ve teokrasi arasında bir seçim yapıldığı sonucunu çıkarmış olanlar için belirtelim ki, “meşruiyetini Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran Atatürk’ten alan ulusalcı partiler”den Çankaya’ya değin laik Cumhuriyet’in direncini ve direnişini temsil eden kişi ve kurumların çökertilmek istenmiş olmasının nedenini, kendilerinde vehmettikleri doğaüstü güçlerde değil, önlerindeki masaya konmuş bulunan haritada arasınlar. Doğal ki, amaçları elverirse. Bankacılık Sektöründe Tehlike Çanları... Yabancı sermayeden ülke ekonomisine katkı bekliyorsak, öncelikle içeride ondan daha güçlü ulusal bir yatırım eğilimi yaratmaya, ekonominin yapısına, sorunlarının çözümüne yönelik üretime, ihracata dayalı yeni yatırım çekmeye çalışmalıyız. Aksi takdirde yabancı sermaye ekonomiye fayda yerine zarar verecektir. bankaların 2001 krizinde olduğu gibi finansal dalgalanmaları etkileme güçleri tehlikenin boyutlarını daha da artırmaktadır. Bankacılık sektöründeki yabancılaşmaya duyarsız, tepkisiz kalanlar bilmelidirler ki; bir ülkede üretimin, finans sisteminin yabancılaşması, toplumsal, bölgesel yabancılaşmayı da beraberinde getireceğinden önce ekonominin kontrolü, akabinde de bağımsızlık yitirilecektir. Bu nedenle liberalleşme sürecinde hangi noktada olursak olalım, eldeki seçenekler zorlanmalı, hatta yenileri yaratılarak bankacılık sektöründe yabancı payı mutlaka sınırlandırılmalıdır. Türkiye’nin sanayileşememiş kırılgan ekonomisinin, bilgi/biyoteknoloji çağının gelişmiş ekonomilere, dev şirketlere limitsizce açılması, gerçekte ülkemizin rekabet gücünü zayıflatmakta, ulusal kalkınmaya, bağımsızlığa ket vurmaktadır. Yabancı sermayeden ülke ekonomisine katkı bekliyorsak, öncelikle içeride ondan daha güçlü ulusal bir yatırım eğilimi yaratmaya, ekonominin yapısına, sorunlarının çözümüne yönelik üretime, ihracata dayalı yeni yatırım çekmeye çalışmalıyız. Aksi takdirde yabancı sermaye ekonomiye fayda yerine zarar verecektir. Unutmayalım ki; tarihte kaynaklarını, değerlerini, kolektif aklını bilinçsizce yabancının inisiyatifine emanet ederek zenginleşebilmiş, aynı zamanda özgür kalabilmiş tek bir ülke yoktur. Her şeyde olduğu gibi, yabancı sermaye alırken de ülke çıkarları ile yabancı sermaye arasında rasyonel bir denge oluşturulmalı, ekonominin gereksinimlerine cevap veren doğrudan yatırımlara öncelik verilmelidir. [email protected] Aynur MELETLİ Ekonomist Üzerinde dikkatle durulması gereken bu tespit, gelişmişlerin milli servete, ülke güvenliğine verdiği öneme işaret ettiği gibi, açık sorununu yabancı sermayeyle çözmeyi planlayan Türkiye’nin izlediği politikaların doğruluğunu da tartışmalı kılıyor. Gelişmişlerin aksine, neoaliberal politikaların dayatıldığı Litvanya, Slovakya, Macaristan, Estonya, Çek Cumhuriyeti gibi gelişmekte olan ülkelerde banka sektörü ise tamamen yabancılaşmış durumda. Bu sektöre giren yabancı sermaye, ne yazık ki dış, cari açık, istihdam gibi sorunlara, iddia edildiği ölçüde olumlu katkı sağlamıyor. Bunun nedeni ise yabancıların sektörde halihazırdaki kârlı bankaları satın almaları, yeni banka kurmaktan kaçınmaları. Satın almalar; yeni yatırım (greenfield investment) gibi uzun vadeli, üretime, ihracata, istihdam yaratmaya yönelik yatırımlar olmadığından, yani gelir, tasarruf tamamen ülke içinde yaratıldığından ekonomik gelişmeye katkıları yok denecek kadar az olmaktadır. Sektöre giren yabancı sermaye, ilk etapta dış açığa olumlu etki yapıyor gibi görünse de bu etki, yabancı sermayenin tüketimi uyarması, kârını transfer etmesi ya da ülkeden çıkması durumunda tersine dönmekte, hatta ekonomideki açıkları daha da artırabilmektedir. Yine yabancıların mevcut bankaları satın almaları ortaya legal entity (yeni varlık) çıkarmadığından istihdama da katkıları olmuyor. Ayrıca yabancılar stratejik üstünlükleri ile pazarda haksız rekabete, rakibi nötralize ederek tekelleşmeye de neden olabiliyor. Bunun yanı sıra büyük sermayeye döviz cinsi kredi verdikleri gibi, küçük işletmelere de hizmet, kredi vermeyi reddediyorlar. Ne var ki tüm bu olumsuz tespitlere karşın pazarların küreselleştiği günümüz dünya konjonktüründe yabancı sermayeden, liberal politikalardan tamamen vazgeçmek de pek mümkün görünmemekte; hatta yabancı sermaye girişinin sınırlandırılması bile bugünkü liberalleşme düzeyimizde oldukça zorlaştırılmıştır. Günümüzde siyasi otoritenin ekonomiye müdahale araçları iyice kısıtlanarak piyasanın işlerliği ulusüstü güçlere bırakılmıştır. Ancak göz ardı edilen, ama aslında çok dikkat edilmesi gereken bir husus da yabancı sermayenin doğasındaki içselleştirme (internalization), kontrol arzusu ve bankacılığın istihbarat fonksiyonudur. Bu özellikler dikkate alındığında, sektörde denetimin yabancıya geçmesi çok tehlikeli sonuçlar doğuracaktır. Böyle bir durumda yabancı bankalar, Türk ekonomisinin dünyayla rekabetine imkân veren çok önemli finans ve reel üretim bilgilerini ele geçireceği gibi, firmalara verdikleri krediler aracılığıyla da reel üretimi, tüm ekonomiyi kontrol edeceklerdir. Yine yabancı E konominin anahtarı pozisyonundaki bankacılık sistemi gitgide yabancılaşıyor. 2001 krizinde yarı yarıya küçülen sektör bu kez de yabancılaşarak yok olma tehdidi altında. Yerli bankalar, yabancıların güçlü sermaye yapısı, knowhow (yönetim bilgileri) gibi stratejik üstünlükleri karşısında rekabet edemeyerek birer birer yabancıya satılmakta. HSBC’nin Demirbank’ı almasıyla başlayan sektördeki yabancılaşma, 4875 sayılı yasanın yabancı yatırımlarda sermaye kısıtlamasını kaldırmasıyla ivme kazandı. Yapı Kredi, TEB, Deniz, Site, Finans, Garanti, MNG, Dışbank, Akbank’ın Citibank’a yüzde 20’lik hisse satışı ve son olarak da Oyakbank’ın Hollandalı ING gruba satılmasıyla sektördeki yabancı payı yüzde 42’ye çıktı. Ziraat Bankası’nın satılması ve borsadaki hisselerin ilavesi durumunda bu oran yüzde 66’lara çıkıyor. Bankaların aktif büyüklüğünün baz alınması durumundaysa, yüzde 48.1’lik payla yabancılar şimdiden ekonomide yarı yarıya söz sahibi. Önlem alınmazsa bu oran daha da artacak. Halbuki gelişmiş ülkelerde bankacılık sektöründe yabancı payı yüzde 20’yi geçemiyor. Örneğin Almanya’da yüzde 5 , İtalya’da yüzde 8, Kanada’da yüzde 4, ABD’de yüzde 19, Yunanistan’da yüzde 20. TÜRK KALP VAKFI ‘Bir Yürek de, Sizin Katkılarınızla Çarpsın’ TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: 0212.212 07 07 Pbx http://www.tkv.org.tr Ü T.C. BEYOĞLU 4. İCRA MÜDÜRLÜĞ’ÜNDEN TAŞINIRIN AÇIK ARTIRMA İLANI DOSYA NO: 2007/196 Tal. Bir borçtan dolayı rehinli ve aşağıda cins, miktar ve kıymetleri yazılı mallar satışa çıkarılmıştır. Birinci arttırmada 03.09.2007 günü saat 09.3009.40 arası PİR HÜSAMETTİN SOK. NO: 20 İPLİKÇİ KAHRAMAN OTOPARKI KASIMPAŞA/İSTANBUL adresinde yapılacak ve o günü kıymetlerin %60’lerini istekli bulunmadığı taktirde 10.09.2007 günü aynı yer ve aynı saatte ikinci arttırma yapılarak satılacağı; şu kadar ki arttırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin %40’ını bulmasını ve satış istediğinin alacağına rüçhanlı olan alacaklarının toplamından fazla olmasının ve bundan başka paraya çevirme ve payların paylaştırma masraflarını geçmesinin şart olduğu, mahçuzun satış bedeli üzerinden (%01) KDV’nin alıcıya ait olacağı ve satış şartnamesini icra dosyasında görülebileceği, masrafı verildiği taktirde şartnamenin bir örneğinin isteyene gönderilebileceği fazla bilgi almak isteyenlerin yukarıda yazılı dosya numarasıyla dairemize başvurmaları rica olunur. MUHAMMEN KIYMETİ LİRA 10.000.00 YTL., ADEDİ 1 ADET, CİNSİ 34 AS 9945 PLAKA SAYILI 2001 FORD FOCUS DFW GHIA LACİVERT RENKLİ HUSUSİ OTO Basın: 43778 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle