19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 TEMMUZ 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Lozan’da Batı’ya Boyun Eğdiren Atatürk Lozan Antlaşması, Norbert von Bischoff’un belirttiği gibi “Türk silahlarının kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir”. Türkiye artık Osmanlı İmparatorluğu değildi ve elde edilen başarı Mustafa Kemal’in dinamizmiyle, yurt ve tarih bilinciyle, Türk halkının yurt savunmasındaki kahramanlığı, özverisi, inancı ve başa çıkılamaz iradesiyle kazanılmış bir mucizenin adıdır. ğun sinmiş bir paşasını bulacaklarını sanıyorlardı. O ise Lozan’a Mondros’tan değil Mudanya’dan geldiğinin bilinci içindeydi. Bütün olasılıklara hazır olma ve her koşulda en iyi kararı verebilme özelliğini İsmet Paşa Lozan’da da göstermiştir. Tartışmaların kapitülasyonlar sorununda kilitlendiği ilk dönemde, durumu soran gazetecilere “Hangi imtiyazlar? Bunları onlara kim vermiş? Nasıl vermiş? Hangi koşullar altında verilmiş? Bilmiyorum ki imza edeyim… Bunları bana gösteriniz, tetkik edeyim dedim… Hayır, şimdiden, görmeden, bilmeden ve anlamadan imza ediniz, dediler… Tabii reddettim” şeklinde cevaplandırıyordu. “Ben bugüne kadar arkasında ne olduğunu bilmediğim kapıyı açmadım” sözleri, ne kadar dikkatli, itinalı ve ince ayrıntılara özen gösteren bir anlayışla barış görüşmelerini devam ettirdiğinin işaretidir. Kendilerini dünyanın egemenleri sananlar, karşılarında “alttan almayan, kafa tutan ve özgüveni tam” bir Türk devlet adamını gördüklerinde şaşkına dönmüşlerdi. Bu direnci ve özgüveni İsmet Paşa’ya veren ve “Amaca ulaşmak için izleyeceğimiz yolu, duygularımızla değil aklımızla çizmeliyiz… Sağlam sınırlarla çevrili, uygar, özgür ve bağımsız bir ulus yaratacağız… Türkler artık kendilerini ezdirmeyecektir… (ezilen diğer uluslara) Türklerin yapacaklarını örnek alın, dünya o zaman daha iyi olacaktır” diyen Ankara’da bir Mustafa Kemal vardı. İsmet Paşa’nın bağımsızlık, ulusal egemenlik ve kapitülasyonlar konusunda ödün vermez tutumu, Curzon’u çılgına çevirmişti. Mustafa Kemal kapitülasyon konusunun tartışılmasını bile ulusal onurumuza yönelik bir hakaret saymakta ve “Bundan sonra kazanacağımız zaferler ekonomi, bilim ve eğitim zaferleri olacaktır… Artık eski felaketli günler geri gelmeyecektir… Bütün amacımız dışa karşı bağımsızlığı, içeride ulusal egemenliği korumaktan ibarettir… Kapitülasyonlar bir devleti mutlaka bitirir. Osmanlı ve Hindistan Türkİslam imparatorlukları bunun kanıtıdır… Bugün düşündüğüm şey, maddi olarak kanla kaldırılan kapitülasyonların, bir daha dirilmemek üzere yokluğa gömülmesini sağlamaktır… Osmanlı ülkesi, yabancıların sömürgesinden başka bir şey değildi. Tanzimat döneminde yabancı sermaye üstün haklara sahipti. Devlet ve hükümet, yabancı sermayenin jandarmalığından başka bir şey yapmamıştı. Her yeni millet gibi Türkiye bunu uygun bulamaz. Burasını esirler ülkesi yaptırmayız… Adli kapitülasyonlar çok güçlü ve ateşten bir zincir halinde boynumuzdadır. Düşmanlarımız bunların mutlaka devam etmesini istiyorlar. Bunları kuşkusuz boynumuzdan atacağız…” anlayışındaydı. Mustafa Kemal’in ve Türkiye’nin o günkü mücadelesi, yalnız Türkiye’ye ait olmayıp bütün ezilen ulusların ve bütün Doğu’nun da dramı ve sorunuydu. Mustafa Kemal’in başarısı, özellikle Hindistan’da yoğun olarak tartışıldı. Hindistan genel valiliği de yapan Gandi’nin kayınpederinin sözleri, Lozan’daki Türk başarısının ezilen uluslara yaptığı etkiyi gösteren en güzel açıklamalardan biridir: “Biz, Atatürk büyük devletlere baş eğdirinceye kadar, bir Doğu ulusunun tutsaklıktan bütünüyle kurtulabileceğine inanmıyorduk. Bizim amacımız, özerklikle sınırlıydı. Ne zaman ki Atatürk Kurtuluş Savaşı’nı başardı, Lozan’da büyük devletlere boyun eğdirdi, amacımızı bağımsızlığa çevirdik.” Lozan Antlaşması, Norbert von Bischoff’un belirttiği gibi “Türk silahlarının kazandığı zaferi, uluslararası hukukun kütüğüne geçirmesidir”. Türkiye artık Osmanlı İmparatorluğu değildi ve elde edilen başarı Mustafa Kemal’in dinamizmiyle, yurt ve tarih bilinciyle Türk halkının yurt savunmasındaki kahramanlığı, özverisi, inancı ve başa çıkılamaz iradesiyle kazanılmış bir mucizenin adıdır. Bizlere ve özellikle genç nesillere düşen, bu bilinçle sorumluluklarımızın ne kadar ağır ama gerçek olduğunu, Lozan’ı kazandıranlara vicdan ve gönül borcumuzun bulunduğunu asla unutmamaktır. Akılcılığa Dönüş SONUÇLARI bilinmeyen bir seçim üzerine yazı yazmaya kalkışmak, ister istemez, tahminlerde bulunup olasılıklara göre düşünce yürütmek demektir. Ayrıca yasaklar da var. Zaten, yazı basılıp okunduğu zaman sonuçlar az çok belli olmuş ve tahminlerle olasılıklar konusunda yazılanlar anlamsızlaşmaya başlamış olacak. Ama, sonuçlar ne olursa olsun, şimdiden düşünülmesi ve hangi iktidar olasılığı ortaya çıkarsa çıksın herkesçe kabul edilmesi gereken birtakım doğrular var ki, onlar üzerinde durmak çok daha yararlı olabilir. Geriye dönüp son ayların Türk siyasal yaşamına bakarak şimdiki noktaya niçin gelindiğine şaşmamak olanaksız. Öte yandan, gelinen noktanın sorumluluğunu tek kişiye, kuruma ya da partiye yüklemek de gereksiz tartışmalara girişmek oluyor. Olan olmuştur. Akıl dışı atılmış o kadar çok adım, yanlış alınmış o kadar çok karar var ki, sorumluluk tartışması saatler alabilir. Örneğin, temmuz sıcağında ve ülke nüfusunun azımsanmayacak ölçüde yer değiştirdiği bir mevsimde genel seçim yapmanın sorumluluğu? Cumhurbaşkanı seçimi sonuçlanmayıp anayasa gereği “derhal” seçime gitmek gerekince, Yüksek Seçim Kurulu bunu normal bir “erken seçim” gibi almayarak daha da kısaltılmış bir takvimle “temmuz” yerine “haziran” deseydi daha doğru olmaz mıydı? Peki, o noktaya nasıl ve niçin gelindi? Tartışma sürüp gidebilir. olayısıyla, hiç değilse bundan sonrası için herkesin aklını başına devşirip mantıklı davranması kaçınılmazlaşmıştır. Üstelik, gelinen noktada böyle davranmayı ve yanlıştan dönmeyi kolaylaştırıcı yeni fırsatlar da eksik değil. Bu açıdan bakınca, cumhurbaşkanı seçimi konusundaki anayasa değişikliğine ilişkin halkoylamasının bu genel seçimle birlikte yapılmayıp sonraya kalmış olması, aslında akıllıca yararlanılabilecek bir durum yaratmıştır. Şimdi, Meclis Başkanlık Divanı seçilirken yürürlükteki kuralların da yardımıyla belirli bir uzlaşma havası oluşturulabilirse, cumhurbaşkanı seçimlerini şimdiki anayasa kurallarıyla yapmaya sıra gelecek. O aşamada, yakın geçmişin derslerinden yararlanıp geçen defa başarılamayan uzlaşmayı gerçekleştirmek çok mu zordur? Bu başarılırsa, cumhurbaşkanı seçiminde düşülen durum yüzünden girişilmiş olan anayasa değişikliği sürecini “kadükleşmiş” sayarak kesmek ve konuya “salim kafayla” yeniden bakmak da kolaylaşabilir. ünkü sorun, geçen Meclis’in havasında apar topar yapıldığı gibi birkaç madde değişikliğiyle aşılabilecek basit bir sorun değildir. Cumhurbaşkanını doğrudan doğruya halkın oylarıyla seçmekten yana olsanız bile, bunun aslında değişik bir siyasal sisteme geçiş anlamına geldiğini ve anayasanın çeşitli noktalarında birtakım “rötuş”lar, hatta köklü değişiklikler gerektirdiğini kabul etmelisiniz. Bu ise, zaten başka bakımlardan da çok eleştirilen 1982 metnini ele alıp yeniden bir anayasa yazarcasına kapsamlı bir çalışmayı gündeme getirecektir. Fena mı olur? Özlenen de bu değil miydi? Akılsızlığın peşinde sürüklenip gitme yerine akla dönme fırsatı kaçırılır mı? Prof. Dr. Metin KALE Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi önemin İngiltere Başbakanı Asquith, parlamentoda 9 Kasım 1914 günü “Osmanlı devleti kılıcını çekmiştir, kılıçla yok edilecektir” derken Osmanlıların kılıç ve silahla anayurtlarından atılacaklarını, artık sıranın Anadolu’dan ve de haritadan silinmelerine geldiğini işaret eder gibiydi. Lozan’ı iyi anlayabilmek için Sevr’le karşılaştırmak gerekir. Sevr yenilmiş, mahcup ve yılgın bir imparatorluğun temsilcilerine dayatılan, Anadolu’nun işgalini öngören ve Anadolu’da ısmarlama bir Ermenistan ve Kürdistan yaratmak isteyen bir projenin adı iken Lozan, Curzon’un kendi ifadesiyle “Şimdiye kadar biz kendi barış antlaşmalarımızı yenilmiş tarafa dikte ederdik, şimdi ise düşmanla (Türkiye) pazarlık ediyoruz, duyulmamış bir durum”du. Mustafa Kemal, kazandığı 30 Ağustos 1922’deki büyük zaferle sadece Yunanlıları Anadolu’dan atmadı, topraklarında güneş batmayan İngiliz imparatorluğunun belkemiğini oluşturan Yakındoğu politikalarının da iflas ettiğini bütün dünyaya gösterdi. Karakteri özgürlük ve bağımsızlık olan Mustafa Kemal’in önderliğindeki Türkler, savaş kaybetmekle devletlerin ve ulusların haritadan silinemeyeceği gerçeğini Asquith’e öğretmiş oldular. Lozan, Dünya Savaşı’ndan yenik çıkan devletlerden birinin galiplerle eşit koşullar içinde ve kendi koşullarını benimseterek imzaladığı tek anlaşma olarak tarihteki onurlu yerini almıştır. Lozan, Anadolu’da Türk Aydınlanması’nın da yolunu açan bir barış antlaşmasıdır. Cumhuriyet tarihimizde Türk diplomasisi Lozan ile başlar denilebilir. Ancak Lozan’da görüşmeler çetin ve ateşli geçti. Çünkü masada tartışılan sorunlar sadece son 34 yılın değil yüzyılların sorunuydu. Bu çetin D Ç D [email protected] işlerin hakkından da kan dökerek elde edilmiş vatan için pazarlık yapmanın ne demek olduğunu en iyi bilen İsmet Paşa gelebilirdi. Nitekim Lozan’da tarih İsmet Paşa’yı bir kahraman olarak kaydeder. İsmet Paşa bir asker olarak nasıl savaşılacağını iyi bilmesine karşın Avrupa diplomasisinin kurnaz ve sinsi siyaset adamlarıyla nasıl baş edilebileceğini bilmiyordu. Bildiği bir şey, Mustafa Kemal’in kendisine tam desteği ve güveniydi. Mustafa Kemal giderken ona Türkiye’nin ulusal hedeflerini belirten 3 sayfalık ve 14 maddelik bir talimat verdi. Hiçbir kısıtlanma olmaksızın Türkiye bağımsız ve egemen bir devlet olarak tanınacak, her türlü kapitülasyonlar kabul edilmeyerek müzakere bile edilmeyecekti. Müttefikler için ise kapitülasyonları korumak, hatta geliştirmek çok önemliydi. Onlar barıştan çok, çıkarlarının hesabı içindeydiler. Onlara göre Türkler “diplomasinin kaygan alanlarında bu bilince sahip değil ve uzun süre direnemezler”di. Curzon, İsmet Paşa’yı “en yüksek fiyatı koparmak için pazarlık yapan, sonunda verilen fiyata razı olan halı satıcısı” gibi görmekteydi. Kısa zamanda yanıldığını anladı, ne acıdır ki zamanımızda bazı devlet başkanları kimi siyasetçilerimizi Dubai’de veya Washington’da “at pazarlığı yapan tüccarlar” olarak tanımlama cüretini gösteriyordu. İsmet Paşa’da Curzon’un nedenini bir türlü anlayamadığı, Doğulularda böyle şey olmaz dedirten özellik, “ilkelerini her şeyin üstünde tutan vatansever bir anlayışla, yurdunun çıkarlarını savunma direnci ve inancı”ydı. Curzon başta olmak üzere İsmet Paşa’nın rakipleri, yenilmiş bir devlete tasfiye koşullarını dikte ettirmeye gelmişlerdi ve karşılarında o yenik imparatorlu TEMA TEMA VAKFI ÇELENK BAĞIŞ HATTI Vefat, nikâh, açılış gibi özel günlerde sevdikleriniz adına fidan diktirebilirsiniz. İstanbul Tel: 0 212 284 80 00 İzmir Tel: 0 232 464 58 68 Ankara Tel: 0 312 419 73 02 Kalbinizi Koruyun TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No: 8 Şişli/İstanbul Tel: (212) 212 07 07 (pbx) (10 hat) Faks: (212) 212 68 35 Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 BİZİM GAZETE CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle