19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 1 TEMMUZ 2007 PAZAR 14 KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Müze sevgisi büyüyor küçük yüreklerde. Bunun, müze ziyaretçi defterinde yüzlerce belgesi var ESİNTİLER ZEYNEP ORAL ‘Aylardır aklımız nerdeymiş?’ 35. İstanbul Müzik Festivali’nde görkemli bitiş Yaz günleri Oyuncak Müzesi’nin ziyaretçilerinde belirgin bir farklılık gözlemleniyor. Sıcak günler, Anadolu’nun değişik kentlerinden gelen insanların müzeye gösterdiği ilgiyle serinliyor… Türkiye’nin dağlarındaki, ovalarındaki, kıyılarındaki duyarlık bir rüzgâra dönüşüp müzenin odalarında geziniyor… Konuklar arasında ziyaretçi defterine duygularını yazanlardan biri de Adana’dan gelen Ahmet Kürklü: “İstanbul’a gelirken burayı görme isteğini taşımam emeklerin boşa gitmediğini gösteriyor. Müzeyi görmek isteyen uzaklardan benim gibi insanların çok fazla olmasını umut ediyorum. Müzecilik oyununa katıldık. Müzeyi gezerken ‘vay beee!’ dedim. Bu bile yeterdi…” Oyuncak Müzesi’ne bisikletle gelmiş Eva ve İlker Burgaç çifti. Onların ziyaretçi defterine yazdıkları şu sıcak yaz günlerinde yüreğimi serinletti: “Uzun bir bisiklet turundan sonra, aylardır aklımda olan, ancak bir türlü gelemediğimiz oyuncak müzesine gelmiş ve gezmiş bulunuyoruz. Aylardır aklımız nerdeymiş? Sunay Akın beklediğimizin ötesinde bir zaman makinesi yapmış. Ben Almanya’da büyüdüm, eşim Türkiye’de büyüdü. İkimiz de çocukluğumuza geri döndük. Japon bir kuzenimiz olsaydı eminim o da dönerdi. Müzedeki her şey çok ince düşünülmüş. Odaların tasarımı inanılmaz!..” Çocuklukları iki ayrı ülkede, iki farklı kültürde geçmiş ve hayatlarını birleştirmiş iki insan… Bir gün, hem de “sıcaklığın mevsim normallerinin” çok üstünde olduğu bir gün, bisikletle yola çıkarak oyuncak müzesine geliyorlar ve burada birbirlerine çocukluklarını tanıştırıyorlar… Onlar sıcaktan şikâyetçi değil, ama bir ziyaretçimiz şunları yazmış defterimize: “Benim adım Çisem Çimen. Müzenizi gezdim ve çok güzel… Yalnız klima eksik, olsa daha iyi…” Yetişkinler de müzeyi geziyor Leyla Gencer’e ‘Caruso Ödülü’ Siz bu yazıyı okuduğunuzda, bir gece önce (cumartesi gecesi) Floransa’da Signoria Meydanı’nda Fazıl Say’ın, Zubin Mehta yönetiminde Floransa Festival Orkestrası’yla konseri yaşanmış olacak… Ben bu yazıyı yazdığımda, henüz yaşanmamış… Bu nedenle henüz dün akşamki konserden söz edemem… ??? Floransa’ya hareket etmeden önce Milano’da Leyla Gencer’i aradım. (İtalya topraklarına ondan habersiz ayak basmama çok kızar.) Floransa’ya gideceğimi söyleyince, “Çok sevindim ama, keşke zahmet etmeseydin cicim,” deyiverdi… Durdum… Yanlış anlaşılma var… Yeniden başladım: “Milano’ya değil, Floransa’ya… Fazıl Say konseri için…” diye anlatmaya çalışırken ben; o cümlesini tamamladı: “Zaten böyle ödülleri bana hep veriyorlar…” ??? Sonunda telefonda aynı anda değil, karşılıklı, sırayla konuşmayı başardık! Bu kez heyecandan yerinde duramayan bendim. Olay şu: 2007 Enrico Caruso Ödülü Leyla Gencer’e verildi! (Dünyanın her yerinde birinci sayfa haberi olacak bu olaydan bizde kimsenin haberi yok!) Ödül töreni Floransa’da Enrico Caruso’nun yaşadığı malikânenin bahçesinde, 30 Haziran’da. Fazıl Say konseriyle aynı günde! (Heyyyyyy! Politikacılar uyanın! Türkiye, sanatçılarıyla çoktan AB’nin doruklarında, siz daha birbirinizi yemeye bakın!) Gelmiş geçmiş en büyük tenorlardan Enrico Caruso (18731921) adına konan ödülü almak üzere Leyla Gencer de Floransa’da. Kentin en baba yerlerindeki afişlerden duyuruluyor olay. “Premio Caruso 2007”nin “Bel Canto’nun dünyadaki eşsiz sefiresi, büyük soprano Leyla Gencer”e verildiği açıklanıyor… ??? Bundan aylar önce Fazıl Say’ın “Maggio Musicale Fiorentino” festivalinde konser vereceğini öğrendiğimde, aklıma gelen ilk isim Leyla Gencer olmuştu. Onun meslek yaşamında Floransa’nın ve bu festivalin önemli bir yeri vardı. Leyla Gencer’in İtalya’ya adım atmasından kısa bir süre sonra , Maggio Müzik Festivali’nin kurucusu ünlü orkestra şefi Vittorio Gui ona Verdi’nin “La Battaglia di Legnano” operasında başrol teklif ediyordu. Çok geçmeden başka şefler, başka roller… “Maggio Musicale Fiorentino” festivalinde Leyla Gencer’in başrollerini oynadığı / söylediği operaların bir bölümü şunlar: Verdi’nin “La Battaglia di Legnano”, “Macbeth” ve “Atilla”; Donizetti’nin “Maria Stuarda” ve “Lucrezia Borgia”; Gluck’un “Alceste”; Spontini’nin “Agnes di Hohenstaufen”… Ayrıca birçok resitalle de katıldı festivale. Festivalin odağı olan Teatro Comunale onun neredeyse ikinci evi oldu. Özellikle 195979 yılları arasında Leyla Gencer,“Maggio Musicale Fiorentino” festivalinin gözbebeğidir, bugünkü deyişle “Star”ıdır… Nedenine gelince, festival özellikle klasiklerin yeni yorumlarına ve unutulmuş, yok sayılmış eserlere açıktır ya, işte “Donizetti Rönesansı”na imza atmış Leyla Gencer, onlar için bulunmaz bir değerdir. ??? Ünlü Şef Ricardo Muti’yle konuştuğumda şöyle demişti: “Çok gençken, henüz orkestra şefi olacağımı bilmiyordum. Bir kez Leyla’yı televizyonda izledim ve her gece rüyalarıma girmeye başladı. Orkestra şefliğimin ilk yıllarında hep onunla çalışmayı düşledim. Sonunda düşüm gerçekleşti. İlk kez 70’te ‘Attila’ operasında, sonra Agnese ve Macbeth’te onunla çalıştım. Onunla çalışmak kolay değildi. Ne istediğini çok iyi bilir ve şefe de ecel terleri döktürür. Ama onunla çalışmayı hiçbir şeye değişmem…” Sözünü ettiği üç opera da “Maggio Musicale Fiorentino” festivalinde yer aldı. Yine Leyla Gencer’in şef Pradelli’yle büyük kavgası (kavga iki sözcüğün nasıl söyleneceğinden çıkmıştı) ve provada, “Öyleyse ben oynamıyorum, kendinize başka bir Maria Stuarda bulun” deyip, tiyatroyu terk etmesi de bu festivaldeydi. Onun deyişiyle, “Ha deyince, kapı arkasında bir Maria Stuarda bulamazlar ki… Her gün oynanan repertuar operası değil bu, bir asırdır oynanmamış, çaresiz yine bana geldiler”… Ve kendi istediği gibi söylemek koşuluyla, geri dönmüştü. “Maggio Musicale Fiorentino”… Floransa, hiç bitmeyen baharı, tükenmeyen müziği yaşıyor… Leyla Gencer’den Fazıl Say’a bayrak yarışı sürüyor… eposta: [email protected] faks: 0212.257 16 50 Amsterdam Concertgebouw’u, Mariss Jansons yönetiyor. Ya AKM olmasaydı! EGEMEN BERKÖZ 35. İstanbul Müzik Festivali, Kültür ve Turizm Bakanımızın “yıksam mı, yıkmasam mı” diye papatya falı açtığı Atatürk Kültür Merkezi’nde kapanıyor. Dünyanın en büyük ve köklü orkestralarından biri olan Amsterdam Concertgebouw’un vereceği son iki konser için Bizans imparatoru Konstantin’in yaptırdığı Aya İrini değil, Cumhuriyet Türkiyesi’nin yaptırdığı AKM seçilmiş çünkü. İyi ki de AKM seçilmiş. Cuma akşamı verilen ilk konserde dinlediğimiz o dakikalarca ayakta alkışlanan Brahms 1. Senfoni, konser salonu değil kilise olarak yaptırılan Aya İrini’de böyle duyulabilir miydi? (Bu soru müzikçilere ve müzikseverlere.) Sayın Şakir Eczacıbaşı’nın festivalin açılışında yaptığı konuşmasındaki o esprisi bir gerçeği çok açık olarak ortaya koyuyor: Avrupa Kültür Başkenti olmaya soyunan bir kent için, uluslararası müzik festivalinde konserlerin yüzde 90’ının yaklaşık 1500 yıllık bir eski kilisede yapılması utanç değil de nedir? (Bu soru da önce o kenti yöne tenlere, sonra o yönetimi destekleyenlere.) Bu yazıyı Amsterdam Concertgebouw’un, Wagner’in Tannhauser Uvertürü ile açtığı, sonra da Mozart’ın 25. Piyano Konçertosu’nda ünlü Japon piyanist Mitsuko Uşida’ya eşlik ettiği ilk konserini izledikten sonra, hemen o gece yazıyorum. Aynı orkestradan cumartesi akşamı dinleyeceğimiz (Siz bu yazıyı okurken dinlemiş olacağımız) Beethoven 8. Senfoni ve Stravinski Bahar Ayini’nin heyecanı içinde. 119 yıllık tarihinde yalnızca altı sürekli şefin yönettiği Amsterdam Concertgebouw orkestrasının, 2004’te Chailly’nin yerini alan Letonyalı şef Mariss Jansons’un yönetiminde verdiği her iki konseri müzik yazarlarımız önümüzdeki günlerde derinlemesine değerlendireceklerdir. Ben, yalnızca bir müziksever, bir çoksesli müzik dinleyicisiyim ve 29 Haziran Cuma akşamı Amsterdam Concertgebouw’u dinlerken bir an için şu zavallı İstanbul’da Atatürk Kültür Merkezi’nin de olmadığını düşündüm de, ürperdim. Bu yazıyı da birkaç kişiyi daha ürpertmek için yazdım. İstanbul Oyuncak Müzesi yüz yıllık bir tarihi konakta yer alıyor… Bu yüzden, binanın dış görünümünü bozacak klima koyamıyoruz. Yazısından ilkokul öğrencisi olduğu anlaşılan Sevgili Çisem’in şikâyetini okuyunca bir şeyi fark ettim!.. Aslında, konağın giyotin gibi çalışan dev pencereleri var… Ve biz, camları açsak da, çocuklar düşmesin diye panjurları kapalı tutuyoruz… Oysa, panjurları açarsak binanın içinde yelkenli gemi bile yüzdürürüz!.. Sevgili Çisem, sen “Neyse, klimayı salla!..” diyerek, müzenin güzelliği karşısında klimanın eksiklik sayılamayacağını belirtecek kadar zengin bir yüreğe sahip olsan da, bil ki, çocukların düşmesini engelleyecek seyyar korkuluklar yapılarak pencereler sonuna kadar açıldı. Müzeden içeri giren her esinti bize seni anımsatıyor!.. Uzaklardan gelen bir ziyaretçimiz de Begüm Taşçıoğlu: “Ben Manisa’dan geldim. Beni buraya teyzem getirdi. Keşke her ilde böyle bir oyuncak müzesi olsa! Sizi kutluyorum.” Evet, müze sevgisi büyüyor küçük yüreklerde. Bunun, müze ziyaretçi defterinde yüzlerce belgesi var. Hele bir de Hülya Tok’un yazdıkları var ki!.. Sevgili Tok’un yazdıkları, Kız Kulesi’ni “Şiir Cumhuriyeti” ilan ederek İstanbul’un göz bebeği olan bu anıt eserin müze yapılması için çaba harcarken benimle alay etmeye çalışanların uykularını kaçıracak cinsten. Varsın kaçsın o uykular: “Ankara’dan bir ciddi, bir ciddi gelip ‘Oleeey!’ diye çıkıyoruz müzeden! Ayrıca, uzun bir süredir sizi her şeyinizle takip ediyoruz. Lütfen siz hiç vazgeçmeyin. Çünkü sizi takip eden bir nesil geliyor.” Yalnızca çocuklar mı?.. Onların yanındaki yetişkinlerin duygularıyla dolu müze defteri… Cemre Soysal şunları yazmış: “Anne ve kız beraber geldik. İkimizde çocukluğumuzu bulduk. Annem 50, ben 23 yaşındayız. Toplamadaki sabrınız, sunumdaki güzelliğe hayran kaldık…” İstanbul Oyuncak Müzesi’ni gezmek için ne kadar zaman ayırmak gerekir?.. En az sürede çıkan ziyaretçimiz için bu sorunun yanıtı 45 dakikadır!.. Normal sürenin ne kadar olduğunu ise emekli tarih öğretmeni İrfan Yazıcı’dan öğrenelim: “Sizlere, böyle bir eser kazandırdığınız için sonsuz teşekkür ederim… Burada tam 2.5 saatimi hiç sıkılmadan, birçok şey öğrenerek geçirdim. Mutluluk duydum. İstek ve çabalarınızın artarak sürmesini diliyorum. Her kat ayrı bir anlam, değer ve güzellik taşıyor. Her vitrin yine öyle…” ‘Fosil nedir?’ Lale Roche, oyuncak müzesinin aslında bir hayat müzesi olduğunu anlatıyor: “Şu ana kadar olan yaşam, ancak bu kadar farklı, gerçekçi ve çok içinde olarak anlatılabilirdi. Kurduğunuz bu dünyayı yaşam boyunca kaybetmemek ve hep içimizde taşımak gerekir. Elinize, yüreğinize sağlık. Türkiye için kalıcı olması gereken bir yer…” Sayın Roche kaygılarında ne yazık ki haklı!.. Türkiye’de bir müze kurmak ve onu yaşatmak hiç ama hiç kolay değil!.. Akdeniz’in bir koyuna otel yapmak isteseydim devletten “turizmi teşvik primi” de alır, oteli açtıktan sonra beş yıl vergi ödemezdim!.. Ne yazık ki kendime ait bir köşkten “kira stopaj vergisi” dahi alıyor devletimiz!!!.. Hem de açıldığı ilk günden beri!.. Ve daha nice vergiler!!!... Hayır!.. Asla ağlamıyorum… Gülüyorum, sadece gülüyorum bu duruma!.. Çocuklarımız için “geleceğimiz” demek çok kolay… Peki, ne yapıyoruz geleceğimiz için?.. Biz, yeni bir etkinlik düzenledik müzede: Çocuklara bir kum havuzu içinde fosil aratacağız. Bilim insanlarının yöneteceği etkinlikte çocuklar “Fosil nedir? Neye benzer? Nerede bulunur” sorularının yanıtını öğrenecekler. Bu çalışmalar 36 yaş gurubu için her salı günü, saat 10.30’da, 711 yaş gurubu için her çarşamba günü, saat 15.30’da yapılacak. Katılım sayısının bir sınırı olduğu için “0216 359 45 50 – 51” numaralı telefonlara önceden kayıt yaptırmak gerekiyor. Abdurrahman Öztoprak 80 yaşında ETKİNLİK, 7 TEMMUZ’A DEK SÜRECEK Renklerin ritmini bulan ressam Datça 2. Sinema NECMİ SÖNMEZ Günleri başladı 1 Temmuz 1927’de İstanbul Rumelihisarı’nda doğan Abdurrahman Öztoprak, kelimenin tam anlamıyla bir “boğaz çocuğu”dur. İlk gençlik yıllarından başlayarak klasik müzikle, Beethoven’le tanışmış olması yaşamına “sıra dışı” bir yön vermekle kalmamış, 1940’lardan günümüze dek sürdürdüğü resimlerinde de yön gösterici olmuştur. 1945’te akademiye giren sanatçı 1951’de Nurullah Berk Atölyesi’ni bitirdikten sonra, İtalyan devlet bursuyla Roma’ya gitme şansına kavuşur. 1952 güzünden 1953 güzüne dek bu ece kentte çalışır. Paris’teki modern sanat akımlarına odaklı olan Roma’da, İstanbul’da edindiği soyutlayıcı eğilimlerle ilginç araştırmalara giren Öztoprak, pek az kişinin bildiği fotoğraf çalışmalarıyla doğanın, figürün anlatım gücünü hayırlayarak özgün bir sanat dili arayışına başlar. Programlı olarak soyut kompozisyonlar geliştiren Öztoprak, modern Türk resminde eşine pek az raslanan bir inançla “hareket olgusunu” yakalamak için “renkformritim” öğeleriyle deneylere girişir. ‘Geleneğin dönüştürülmesi’ ? Özellikle Beethoven’in müziğinden yola çıkarak yaptığı, köşeli ve yuvarlak geometrik formları dönüştürmeye dayalı soyut kompozisyonlarında, Abdurrahman Öztoprak, kendi oluşturduğu bir sistemle resimlerini numaralandırarak adeta ilerlediği yolların, deneylerinin izlerini bırakır. Frankfurt’a yerleşen sanatçı, Temmuz 1975’e dek burada tasarım ve içmimari çalışmalarıyla yaşamını kazanırken resim yapmayı da sürdürür. Özellikle Beethoven’ın müziğinden yola çıkarak yaptığı, köşeli ve yuvarlak geometrik formları dönüştürmeye dayalı soyut kompozisyonlarında, Öztoprak, kendi oluşturduğu bir sistemle resimlerini numaralandırarak adeta ilerlediği yolların, deneylerinin izlerini bırakır. Sanatçı 1990’dan sonraki, “olgunluk dönemi” olarak nitelenebilecek resimlerinde öne çıkan özgün renk yorumuyla soyut formları can sıkıcılığa, dekoratifliğe düşmeksizin belki bir Bach ezgisinde duyumsanabilecek incelikle adeta taçlandırır. Öztoprak’ın altın, gümüş tonlarını kullandığı çalışmaları (19911994) modern Türk sanatında “geleneğin dönüştürülmesi” konusunda varılan çok önemli bir noktayı betimler. Ancak ne bu özelliği, ne de giriştiği diğer ilginç deneyler yeterince kavranamadığı için Öztoprak’ı hak ettiği biçimde değerlendirilemeyen, hatta anlaşılamayan “münzevi” bir ressam saymak yanlış olmaz. Bugün seksen yaşına basan sanatçıya, bu ülkeye, bu ülkenin sanat ortamına karşın çalışmalarını sürdürdüğü için teşekkürü bir borç biliriz. Abdurrahman, dalya! Kültür Servisi Doğal güzellikleri ile tüm dünyanın beğenisini toplayan Datça’da, “Usta’ya Saygı” Datça 2. Sinema Günleri dün başladı. 7 Temmuz’a kadar devam edecek olan etkinlikte bu yıl Türk sinemasının jönlerinden biri olan ve sinema hayatı boyunca birçok ulusal ve uluslararası ödüle de değer görülen Tarık Akan konuk ediliyor. Sinema Günleri kapsamında belediyenin hizmet binasında, Tarık Akan film afişlerinden oluşan halka açık bir sergi düzenlenecek. Serginin ardından yapılacak olan gala gecesine ise Akan’ ın sanatçı dostları Fatoş Güney, Melike Demirağ, Yüksel Aksu, Mustafa Alabora, Orhan Alkaya, Müjde Ar, Aytaç Arman, Rutkay Aziz, Müşfik Kenter, Hülya Koçyi Tarık Akan ğit, Meral Orhonsay, Cezmi Ersöz, Bilgesu Erenus ve Murat Han katılarak sanatçıyla ilgili anılarını anlatacak ve de plaket alacaklar. Ayrıca Datça Amfi Tiyatro’da her gün Fransızca, Almanca ya da İngilizce altyazılı bir Tarık Akan filmi ücretsiz olarak izlenilebilecek. ‘Fay Hattı’ Hırvatistan’da sahnelenecek Kültür Servisi ITI (Uluslararası Tiyatro Enstitüsü) UNESCO, Türkiye Milli Komitesi ve Hırvatistan ITI ile yapılan işbirliği sonucunda, Hırvatistan ITI Merkezi’nin her yıl düzenlemekte olduğu “Colony Drama” etkinliğine Türkiye’den sunulan oyunlar arasından bu yıl Behiç Ak’ın daha önce Türkiye, Belçika, Kıbrıs Rum kesimi, Yunanistan ve Almanya’da da sahnelenen “Fay Hattı” adlı oyunu seçildi. Her yıl üç ülkeden üç tiyatro yapıtı seçilen “Colony Drama”ya bu yıl Türkiye’nin yanı sıra Estonya ve İsviçre de katılıyor. Oyun, yazar Behiç Ak’ın ve ITI Tiyatro Eğitim Komitesi Başkan Yardımcısı Emre Erdem’in de katılımıyla Hırvatistan’ın Motovun şehrinde sahneye konacak. 1999 depreminin hemen ertesinde İstanbul’da deprem beklentisiyle yaşayan bir aileyi anlatan “Fay Hattı”nda, güvenlik kavramı sorgulanıyor. Çiğdem Öztürk ile Ümit Daibaşoğlu evlendiler. Mutluluklar dileriz. 1950’lerin giderek kirlenen İstanbul’unda sanatçı olarak var olma mücadelesi veremeyeceğini anlayınca, ailesiyle birlikte, kuşağından pek çok sanatçının düşlediği Almanya’ya göç eder. Mart 1960’da Cumhuriyet Spor Servisi Çalışanları CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle