15 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 HAZİRAN 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Koca Sinan’ın Defterdar Camii, dünyadaki tüm tapınaklar arasında apayrı bir öneme sahip 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL İstanbul’un hokka ve kalemi Günümüzden yaklaşık 450 yıl önce dönemin defterdarı Nazlı Mahmut Efendi, bir cami yaptırır, Eyüp kıyısına… Bu cami, dünyadaki tüm tapınaklar arasında apayrı bir öneme sahiptir. Yeryüzündeki hiçbir tapınakta olmayan özelliğiyle Defterdar Camii, uygarlık denilen satranç oyununda çok güçlü bir taş değerindedir… Tapınakların en üst noktalarında ya da gözle görülen bir yerlerinde temsil ettikleri dinin sembolleri vardır; örneğin, bir kilisenin çan kulesinde haç, sinagog da ise Davudi yıldız göze çarpar… Camilerimizin en üst noktasına ise hilal konulur… Oysa, Mahmut Efendi, mimarı Koca Sinan olan caminin âlemine hilal değil, o dönemin yazı araç gereçleri olan hokka ve kalem koydurtur!.. İşte, bu özelliğiyle Defterdar Cami, tüm tapınaklar arasından öne, en öne çıkar… Yeryüzünde en üst noktasında aydınlanma araçları olan hokka ve kalemin olduğu başka bir tapınak yoktur!.. Bu özellik dünyanın bir başka köşesinde, özellikle Batı’daki bir tapınakta olsaydı hepimizin haberi olurdu… Ama, bilmiyoruz!!! Hokka ve kalem yerine konuldu İstanbul’un Aydınlık Yüzü İstanbul kenti, kendi başına bir mucizedir. Doğanın, tarihin, coğrafyanın biçimlendirdiği bir mucize... İnsanoğlu bu mucizeyi bozmak, yıkmak, yıpratmak için ne denli uğraşsa boş, yine de başaramıyor! Kentin aydınlık yüzünü savunanlar izin vermiyor! Bu mucize kentin, dünyanın sayılı metropollerinden birine dönüşmesinde İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı’nın çok önemli bir rol oynadığına inanıyorum. Bundan 35 yıl önce, bir avuç insanın düş kurması ve azmetmesiyle başlayan bir etkinlik gerçekleştirdi bu vakıf: Uluslararası İstanbul Müzik Festivali. Sonra bu festivalden beş yeni festival üretti ve onları yaşamımıza kattı. “İstanbul” adıyla başlayan, Uluslararası Sinema Festivali (nisan), Uluslararası Tiyatro Festivali (mayıs), Uluslararası Müzik Festivali (haziran), Uluslararası Caz Festivali (temmuz) ve Uluslararası İstanbul Plastik Sanatlar Bienali (eylül)... Bunlar çerçevesinde ya da bunların dışında geçekleştirilen ortak projeler... Bu yıl otuz beşinci yaşını kutlayan ve dün başlayan Uluslararası İstanbul Müzik Festivali’nin yeni direktörü Yeşim Gürer Oymak’ı önceki çalışmalarından tanıyorum. Hiç kuşkum yok, festivalin belli başlı özelliklerine sahip çıkarken, misyonu daha geniş alanlara, ufuk çizgisini daha ötelere taşıyacaktır. Nedir bu festivalin belli başlı özellikleri? Satırbaşlarıyla şöyle sıralayabilirim: Çağdaş, evrensel kültürün geniş bir yelpazedeki en özgün ürünlerini bir araya getirmesi... Niteliğinden asla ve asla ödün vermemesi... Farklı sanat alanlarının, farklı “ekol”lerin, farklı akımların, farklı disiplinlerin en kaliteli örneklerini sunması... Başka ulusların, toplumların kültür birikimi ve değerleriyle bizim kültürümüzü aynı potada bir araya getirerek uygarlık bilincimizi geliştirmesi... Genç yeteneklere kapıları açması... Geçmişten damıttığı birikimi, geleceğe yönelik umuda dönüştürmesi... Tüketici değil, üretken olması; yaratıcılığı ve yaşamı savunması... İnsanı insan yapan değerleri yüceltmesi... İstanbul’a damgasını vuran, İstanbul’un kimliğini yücelten, İstanbul’un aydınlık, çağdaş yüzünü yücelten, çoğaltan festivale nice yıllara diyorum... tüne kurulu… İstanbul’u bir kartvizit olarak kullanmak ya da bu tarihi kentin değerlerini üstüme yöneltilen bir sahne ışığı görme arzusunda hiçbir zaman olmadım… Defterdar Camii’nin minaresine konulan hokka ve kalemin aydınlanma tarihindeki öneminin kavranması benim için mutlulukların en büyüğüdür. Thomas Edy, toplumların bilgisizlik yüzünden yok olduklarını söyler. Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi bir deniz feneri gibi geleceğimizi aydınlatmaya devam edecektir… Işığı yüzüne tutmak yerine yarına taşımak düşüncesinde olanlar bu mutluluğu benimle beraber paylaşıyorlardır. Tıpkı, Kız Kulesi’nin Şiir Cumhuriyeti olarak bir müzeye dönüşmemesinin hüznünü yüreklerinde taşıdıkları gibi!.. Bir yıl içinde iki mutluluk... Sergi, 1 Temmuz’a dek sürecek Ölüme karşı duran fotoğraflar GÜLŞAH DURAK On yılı aşkın süredir Defterdar Camii’nin önemini gösterilerimde anlatır, köşe yazılarımda, kitaplarımda dile getiririm. Bu konuya ilk ilgiyi Cengiz Özdemir’den gördüm. O, benim için varlığıyla kültür hayatımızda çok önemli bir şanstır. İstanbul’a kazandırdığı zenginlikleri, bir arada yaşama kültürümüze kazandırdıklarını takdir ettiğim Özdemir, hokka ve kalemin yeniden yerine konulması için elinden geleni yapacağını söylemişti… Evet, benim çabam, hokka ve kalemin yeniden Defterdar Camii’nin minaresine konulmasıydı; çünkü, fırtınalı bir havada önce hokka, sonra da kalem düşüp kırılmıştı… Çok değil, üç ay önce Cengiz Özdemir’den gelen bir telefon müjdeli haberi veriyordu: Hokka ve kalem yerine konulmak üzere hazırlanıyordu!.. Sayın Özde mir, Vakıflar Genel Müdürü Yusuf Beyazıt’ın yanından arıyordu ve Sayın Beyazıt hayalimin gerçekleşeceğine dair söz veriyordu… İtiraf edeyim, duyduklarım hoşuma gitmişti ama sözün yerine getirileceğine dair pek umutlu değildim… Ta ki, 30 Mayıs gününe kadar!.. O gün, Defterdar Camii’nin avlusunda sevgili Hıncal Uluç ile beraberdik… Sayın Yusuf Beyazıt, Cumhuriyeti kuranlar anısına yapılan bir dakikalık saygı duruşu ve İstiklal Marşı’nın ardından yaptığı konuşmada, Defterdar Camii’nin önemiyle ilgili yazdığım bir yazımı cebinden çıkardı ve okudu!.. İstanbul’un tarihi değerlerine dikkat çeken bir yazıyı cebinde taşıyan bir Vakıflar Genel Müdürümüz var!!!... Sayın Beyazıt, büyük bir alçakgönüllülükle yıllardır usanmadan sürdürdüğüm bu dava için bana teşekkür ediyor ve gösterdiğim duyarlığa layık olmaya çalıştığını söylüyordu!.. Evet, yanılan ve bundan dolayı da çok sevinen bendim… O gün, Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi tarihi yerine, minarenin en üstüne bir kez daha kavuşuyordu… Sayın Beyazıt’ın konuşmasının ardından kürsüye davet edildim. Konuşurken, sevgili Hıncal Uluç’un sevgi dolu bakışlarını hep üstümde hissettim. Sanki, “bunu da başardın evlat” der gibiydi… Evet, bir ödül daha kazanmıştım. Benim ödül anlayışım almak değil, vermek üs Koca Sinan’dan, Mahmut Efendi’den söz ettiğim konuşmanın ardından Sayın Mehmet Ali Şahin konuşmak için kürsüye geldi!.. Konuşma sırasında “protokol” uygulanmıyor, başbakan yardımcısından önce söz bir şaire, yazara veriliyordu!.. Minarenin altında kurdeleyi Sayın Şahin, Sayın Beyazıt, Sevgili Uluç ile birlikte kestik… Böylelikle, Nazlı Mahmut Efendi’nin hokka ve kalemi yerine kavuşmuş oldu. İstanbul’un tarihinde son derece önemli olan bu mutluluğu bir yıl içinde iki kez yaşıyordum. İlki, Kadıköy Belediye Başkanı Sayın Selami Öztürk’ün Oyuncak Müzesi’nin sokağına koydurduğu zürafa heykelleridir. Böylelikle, yüz yıl önce Münif Tahir Paşa’nın Erenköy’deki konağının bahçesine koydurduğu zürafa heykeli yeniden hayat kazanmıştı… 30 Mayıs 2007… O gün her şey mükemmeldi… Bir şeyin dışında: Gözlerim hep Cengiz Özdemir’i aradı… Keşke o da gelebilseydi, o gün aramızda olabilseydi… Herhalde, seçim hazırlıkları içindeydi… Ben, Cengiz Özdemir’in de, Bedri Baykam’ın da, Reha Çamuroğlu’nun da Meclis’te olmasını istiyorum. Düşünce özgürlüğünün “herkes benim gibi düşünsün” anlamına gelmediğini bilen bir savunucusu olarak bunu bekliyorum. Bir tapınağın tepesine hokka ve kalem koyacak kadar yazıyı, okumayı, aydınlanmayı önemseyen Mahmut Efendi’nin torunları bilirler ki, İstanbul’un mürekkebi hepimize yeter!.. Fotoğraf sanatçısı Gencer Yurttaş, F tipi cezaevlerine karşı 2000 yılında başlayan ve 6 yılda 122 kişinin yaşamını yitirdiği “ölüm oruçları” sürecinde yaşananları bir kez daha anımsatıyor. Yurttaş’ın 50 karelik fotoğraf sergisi Karşı Sanat Çalışmaları Galerisi’nde yarın izleyiciyle buluşuyor. Ölüm oruçları, 20 Ekim 2000’de siyasi tutuklu ve hükümlülerin, tek ve üç kişilik hücrelerden oluşan F tipi cezaevlerine konulması kararına karşı başlatıldı. Sağlıklarının yanı sıra can güvenliklerinin de tehlikede olduğunu belirten mahkumlar seslerini bu eylemle duyurmaya çalıştılar. Ancak bu sesi duymayanlar, 19 Aralık 2000’de 20 cezaevine aynı anda “Hayata Dönüş” operasyonu düzenleyerek 20 mahkumun ölmesine, onlarcasının da yaralanmasına yol açtı. Bu operasyondan geriye de yalnız olarak yaşamlarını sürdürmesi çok güç olan onlarca genç kaldı. Fotoğraf sanatçısı Gencer Yurttaş da bu süreci belgelemek amacıyla İstanbul’da Küçükarmutlu ve Aksaray’da ölüm oruçlarının devam ettiği evlerde, tutuklu ailelerinin eylemlerinde ve tabii ki cenazelerde yüzlerce kare fotoğraf çekti. 6 yıllık çalışmanın ardından bu siyahbeyaz fotoğraf karelerinden 50’si bir sergide bir araya geldi. Bu karelerden 23’ü ise hep aynı kişiyi gösterdi. Bu kareler 512 gün boyunca ölüm orucu eylemini sürdüren 29 yaşındaki Feride Harman’ın Ak saray’daki evinde çekildi. Diğer karelerde yer alan eylemcilerin büyük bölümü de bugün Feride Harman gibi yaşamıyor. Bu sergide yaşam için ölümü kullanarak mücadele eden bu eylemcilerin hem yaşamları ve hem cenaze törenleri, 3 kişinin de wernickekorsakofflu hayatı bulunuyor. Toplumsal belleği canlı tutmayı ve bu süreçte yaşamını yitiren 122 kişiyi bir kez daha anımsatmayı amaçlayan bu sergi yarın İstiklal Caddesi’nde Elhamra Pasajı’ndaki Karşı Sanat Çalışmaları Galerisi’nde açılacak. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Festivali (ULİSfotoFEST) kapsamında açılan bu sergi 1 Temmuz’a kadar izlenebilecek. Yazar Ayşe Düzkan’ın sergi için hazırlanan broşürde dediği gibi; “Onlar yaşadılar, biz bakmaya bile kalkışmadık. İşte bir fırsat daha, bu sefer de gözlerimizi kaçıracak mıyız?..” Bu fırsat kaçırılmamalı! Yarın 4 Haziran, aday listeleri belli olacak! Biliyorsunuz, tüm partilerde kadın adaylarda müthiş bir patlama var (üç binden fazla). Yıllardır bu ülkenin kadın sorunları üzerinde çalışan, emek veren, yasaların değişmesine önayak olan, bu konularda politika üreten, çözüm üreten, kadınlar aday. Bu konularda çalışmak, ülke sorunları için çalışmak demektir! Çok merak ediyorum, yarın listeler açıklandığında kadın adayları listenin neresinde göreceğiz? Özellikle CHP ve DP’ye önemli bir görev düşüyor: Onlara soruyorum: Meclis’teki temsil eşitsizliği, utanç verici durumumuz, yeryüzü sıralamalarında en geri ülkelerden daha da gerilerdeki yüzde 4 oranı devam mı edecek? Yoksa bu rezil durumu değiştirmek için, karşınıza çıkan bu fırsatı değerlendirecek misiniz? Tamam, yüzde on barajla seçim yasamız, partiler yasası, aday listelerinin oluşması, parti içi ilişkiler, vitrindekilerle özdeki arasındaki uçurumlar, al gülüm ver gülüm arası lider diktatörlüğü, bunlar utanç verici haller. Tamam, milletvekillerini millet değil, parti liderleri seçiyor. Öyleyse onlara sormak gerek: Meclis’i kadınlara açacaklar mı açmayacaklar mı? Kadınlarla birlikte çalışmayı kabul edecekler mi etmeyecekler mi? Dolayısıyla politikayı bir amaç değil bir araç olarak, yaşama dokunmak, yaşamı kucaklamak, sorunları çözmek için bir araç olarak benimseyebilecekler mi? Kadın siyaset programına kucak açabilecekler mi? Bugüne dek yüzde 96 çoğunlukla erkek egemen Meclis’lerin ülkeyi nasıl yönettiğini gördük. Bu durumun sürmesine izin verecekler mi??? Yarın listeler açıklandığında kadınların listelerin neresinde yer aldıklarını göreceğiz. Ve inanın, kararsız seçmenler için o yer, çok belirleyici olacak. www.zeyneporal.com Faks: 0 212 257 16 50 14. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali 7 Haziran’da başlıyor Açılış konserini Frangoulis verecek Kültür Servisi Anadolu Ateşi’nin düzenlediği 14. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali bu yıl, 7 Haziran 16 Temmuz tarihlerinde Aspendos Antik Tiyatrosu’nda sanatseverlerle buluşuyor. 7 Haziran’daki festivalin açılış konserinde; genç yaşına rağmen dünyanın önemli sesleri arasında kabul edilen Yunan asıllı tenor Mario Frangoulis sahneye çıkacak. Sanatçıya Ankara Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ve primadonna soprano Feryal Türkoğlu eşlik edecek. Dünyanın sayılı bale topluluklarından Krasnador Grigorovich Bale Topluluğu 30 Haziran’da Türkiye’de ilk kez izleyici ile buluşacak. Topluluk Aram Haçaturyan’ın ‘Spartacus’ balesini sahneleyecek. Ankara Devlet Opera ve Balesi tarafından 12 Haziran’da Verdi’nin ‘Nabucco’ operası sahneleniyor. Gürçil Çeliktaş’ın sahneye koyduğu 3 perdelik yapıtın orkestra şefliğini Sunay Muratov yapıyor. Ankara Devlet Opera ve BaleYunan tenor Mario Frangoulis, 7 Haziran si 16 Haziran’da Çaykovski’nin Kuğu Gölü akşamı konser verecek. Balesi’ni sanatseverlerin beğenisine sunuyor. Koreografisi M.Petipa ve L.İvanov’a ait yapıtı, Boris Blankov sahneye koydu. Orkestrayı ise Bujor Hoinic yönetecek. Fazıl Say da Aspendos’ta Besteci ve piyanist Fazıl Say 22 Haziran’da Antalya Devlet Opera ve Balesi Orkestrası ve Korosu eşliğinde şef Gürer Aykal yönetiminde sanatseverlerle buluşuyor. Konserde; Beethoven’ın Egmont Uvertür ve Korolu Fantezi, Fazıl Say’ın 3 numaralı Piyano Konçertosu Anadolu’nun Sessizliği ve Baladlar (Nazım Kumru) seslendirilecek. Antalya Devlet Opera ve Balesi, 26 Haziran’da C.Orff’un dünyaca ünlü yapıtı Carmina Burana’yı Robert North’un koreografisi ile bu kez bale yapıtı olarak sanatseverlerle buluşturuyor. Orkestrayı şef Alexandru Samoila’nın yönettiği balenin, koreograf asistanı Sheri Cook. İstanbul Devlet Opera ve Balesi, büyük ilgi toplayan dev yapıt İstanbul Balesi’ni 4 Temmuz’da sah neleyecek. Libretto, reji ve koreografisi bale sanatçısı Hülya Aksular’a, müzikleri Serkan Alkan’a ait olan yapıtta orkestrayı Elşad Bagırov yönetecek. 14. Aspendos Uluslararası Opera ve Bale Festivali’nin yerli yapıtlarını sanatseverlerle buluşturan İstanbul Devlet Opera ve Balesi, 7 Temmuz’da ise Mevlana Oratoryosu’nu sahneleyecek. Türk tiyatrosunun önemli isimlerinden Semih Sergen’in eşsiz dizeleri, Can Atilla’nın etkileyici müziği ile Hz. Mevlana’nın hayatını perdeye taşıyan yapıt; Hz. Mevlana’dan tüm dünyaya dostluk ve barış çağrısı... 11 Temmuz’da İzmir Devlet Opera ve Balesi, Puccini’nin Tosca Operası’nı sahneleyecek. Aytaç Manizade’nin sahneye koyduğu yapıtı şef Tulio Gagliardo Varas yönetiyor. 16 Temmuz’daki festivalin kapanış temsilini verecek Mersin Devlet Opera ve Balesi, Verdi’nin La Traviata Operası’nı sahneleyecek. Flavio Trevisan’ın sahneye koyduğu operada orkestrayı şef Alexander Y.Dmitriev yönetiyor. Devrimci yazar ve ozanlar anıldı ? DİYARBAKIR (Cumhuriyet Bürosu) Renkli etkinlikler, konserler, gösteri ve dinletilerle dolu geçen 7. Diyarbakır Kültür ve Sanat Festivali kapsamında dün “Devrimci Yazar ve Ozanlarımızı Anıyoruz” başlıklı bir panel düzenlendi. Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Tiyatro Salonu’ndaki panelde konuşan yazar Gülsüm Cengiz, Nâzım Hikmet’in edebiyata bakış açısı ve yaşamını anlattı. Yazar Adnan Binyazar ise Ahmed Arif ’i anlatırken, onunla birlikte çalışma olanağı bulduğunu söyledi. Orhan Kemal’in yaşamını anlatan Yazar Adnan Özyalçıner ise onun Adana’dan İstanbul’a parasız gelip yoksul insanların yaşamını anlatan öykü ve romanlar yazdığını belirtti. 14. Altın Koza Film Festivali kapsamında uzun metrajlı 12 film yarışacak Festivalin teması ‘Çocuk Hakları’ SAVAŞ KÜRKLÜ ADANA Altınkoza Film, Kültür ve Sanat Festivali’nde bir kez daha sanatseverler buluşturuluyor. Bu yıl 14. kez düzenlenecek festivalin, “Çocuk Hakları” temasına adandığı için, ‘İnvisible Children’ (Görünmez Çocuklar) adlı Fransa İtalya ortak yapımı filmin gösterimiyle açılacağını belirten yetkililer, festivalde Aydın Sayman’ın “Sır Çocukları”, Tunç Başaran’ın, “Uçurtmayı Vurmasınlar” ve Ahmet Uluçay’ın “Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak” adlı filmlerinin de izleneceğini söyledi. Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, festivalde çeşitli dallarda uzun kısa metrajlı toplam 164 filmin dönüşümlü olarak 480 kez sunulacağını söyledi. Festivalin Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nda Murat Şeker’in ‘2 Süper Film Birden’, Serdar Akar’ın ‘Barda’, Sırrı Süreyya Önder’in ‘Beynelmilel’, Derviş Zaim’in ‘Cenneti Beklerken’, Cem Yılmaz Ali Taner Baltacı’nın ‘Hokkabaz’, Nihat Durak’ın ‘İlk Aşk’, Zeki Demirku Büyükşehir Belediye Başkanı Aytaç Durak, festivalle ilgili bilgi verdi. buz’un ‘Kader’, Yağmur ve Durul Taylan’ın ‘Küçük Kıyamet, Biket İlhan’ın ‘Mavi Gözlü Dev’, Onur Ünlü’nün ‘Polis’, Turgut Yasalar’ın ‘Sis ve Gece’ ve Özer Kızıltan’ın ‘Takva’ adlı filmlerinin yarışacağını sözlerine ekledi. Durak, 6 Haziran Çarşamba günü 17.30’da yapılacak geleneksel ‘Sevgi Yürüyüşü’nün ardından yine geleneksel ‘Sinema Dayanışma Gecesi’nin 20.30’da Mimar Sinan Amfi Tiyatro’da gerçekleşeceğini belirtti. Bu arada, Altın Koza Film Festivali kapsamında her yıl geleneksel olarak verilen ‘Yaşam Boyu Onur Ödülleri’ bu yıl, Türk sinemasına katkılarından dolayı yönetmen Erden Kıral ile oyuncular Selma Güneri ve Bülent Kayabaş’a, yine her yıl bir sanatçıya verilen ‘Türk Sinemasında Bir Usta Oyuncu’ ödülü de Hülya Koçyiğit’e verilecek. “Türk Sinemasında Bir Usta Oyuncu” bölümünün bu yıl, Hülya Koçyiğit’e atfedildiğini anımsatan yetkililer, Koçyiğit’in başrollerinde yer aldığı “Derman”, “Kurbağalar”, “Herhangi Bir Kadın”ve “Şellale” adlı filmlerinin de sunumlarda yer alacağını söylerken ‘Bir Usta Oyuncu’ töreninin 7 Haziran’da Adana Büyükşehir Belediye Tiyatro Salonu’nda düzenleneceğini, Hülya Koçyiğit, festival konukları ve Adanalı sinemaseverlerin katılacağı gecede “Kurbağalar” adlı filmin izleneceğini kaydetti. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle