24 Kasım 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 13 MAYIS 2007 PAZAR 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Her Şey’ Cumhuriyetimiz İçin Sevgi ÖZEL ıllardır gördüğümüz, “Herşey Türkiye İçin” afişindeki “tek” yanlış yazımında değil; bu afişi asan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin adını “Ak Parti” olarak kısaltılamayacağını, kısaltmanın “AKP” olacağını daha önce belirtmiştik. Yanlışlıklar, partinin adından başlamıştı; “yanlış” anlaşılmalar, yaklaşık beş yıldır sürüyor. AKP kurmayları, bilip de bilmezden gelerek söyledikleri sözleri, ertesi gün “yalanlama” gereksinimi duydular. Doğru söyleyen onlardı, yanlış anlayan “biz”dik. Ne ki söylenen “herşey”, düzeltilebilecek türden yanlışlar değildi. Üstelik 14 Nisan’la başlayan halk direnişi, bir afişte resim olarak kalan ampulün de aydınlatma amaçlı olmadığını kanıtladı. Ak Parti değil AKP’yi, 1970’li yılların ortasında başlayan ve 12 Eylülcülerin bütün partileri kapatmasıyla karabasana dönüşen siyasal bölünmüşlük yarattı. Bu bölünmüşlük, en çok “sağ”a yaradı; uzun zamandır dumanlı havadan çıkar sağlayanlar, Atatürk’ün başlattığı Türk Devrimi’ni kullanarak, devrimin özünü kazımayı sürdürüyor. Dün, toplumun yüzünün öte dünyaya çevrilmesine çanak tutanlar bile şimdi tedirgin; kapı kapı geziyor, laik cumhuriyetimiz için kaygılandıklarını anlatıyorlar. Cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında yaşadıklarımızsa halkı yanıltan maskeli balonun bittiğini gösterdi. Şimdi ülke seçime gidiyor ve çoğumuz kaygılar içindeyiz. Çünkü sokaktayız ve tehlikenin boyutlarını daha iyi görebiliyoruz. Topluta PENCERE Gülhane Parkı’nın Lafı mı Olur?.. Bektaşi lokantaya girip bir masaya oturmuş... Garson yanaşıp sormuş: Ne emredersin Baba?.. Bizimki ağzı sulanarak: Yemeklerden ne var?.. Garson saymış: Salçalı köfte fırında, etli bamya fırında, patates etli fırında, kapama fırında... Erenler ayağa kalkmış: Hay Allah, demiş, bütün yemekler fırında; ben bekleyemem!.. Ve lokantayı terk etmiş... ? Takıyyeci partinin tüm programı, tasarımı, tezgâhı fırında... Abdullah Gül cumhurbaşkanı mı olacak?.. Fırında!.. Cumhurbaşkanını halk mı seçecek?.. Fırında!.. Anayasa mı değişecek?.. Fırında!.. Ilımlı İslam Devleti mi?.. Fırında!.. Sivil darbe mi?.. Fırında!.. Merkezin ve solun dağınıklığı, AKP’nin üçlüsüne umut veriyor; hesaba göre iki üç ay içinde sandıktan çıkacaklar; laik Cumhuriyeti bitirecekler... ? Sağduyu sahibi halk “tehlikenin farkına” vardı... Parasız, örgütsüz, meydanları dolduranlar dinci partilerin dışında kalan liderleri uyarıyorlar: Tehlikenin farkında mısınız?.. Yoksa Gülhane Parkı’nda mısınız?.. ? Peki, bu AKP anayasayı bir kalemde altüst edip değiştirecekti de neden dört buçuk yıl hiçbir şey yapmadan bekledi?.. Niçin giderayak ortalığa “ham hum şaralop” bir anayasa değişikliği projesi, daha doğru deyişle “müsveddesi” attı?.. Yangından mal mı kaçırıyor AKP?.. AKP tayfası ne yaptığının farkında mı?.. Yoksa Gülhane Parkı’nda mı?.. ? AKP kurmayları, kadroları, aklı evvelleri ne düşünüyorlar?.. Diyorlar ki: Para bizde.. Dış destek bizde.. Tarikatlar bizde.. Cemaatler bizde.. Belediyeler bizde.. Medya bizde.. Daha ne olsun?.. Bu ham hum şaralop tarihsel fırsatı bir daha ele geçiremeyeceklerini düşünenler her şeyin farkında mıdırlar?.. Yoksa Gülhane Parkı’nda mıdırlar? ? Tüm Türkiye tarihsel bir varoluş hesaplaşmasının ringinde iç mücadeleye itiliyor!.. Bu çatışmanın en büyük organizatörü de BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesi) patronu... Atatürk Türkiyesi BOP’a teslim olmayacak, dincilere pabuç bırakmayacak... Laiklik ve demokrasiyi bile aşan bir uygarlık ve insanlık sorunu bu... Gülhane Parkı’nda olsak da olmasak da her şeyin farkındayız... Milletvekilliği, Bir Geçim Kapısı Değil! Adaylar adaylar adaylar!.. Yüzlerce, binlerce insanımız milletvekili olabilmek için coşku içinde!.. Her zaman böyleydi! Her zaman milletvekilliği, ulaşılması en çok özlenen bir.. görevdi demek isterdim, ama değil; bir geçim kapısıydı demek daha da doğru... Ayda sekiz bin YTL! Emekliliğinde yine ona yakın bir aylık! Yaşam boyu sağlık hizmetlerinden tüm ailesiyle yararlanmak! Ölümden sonra eşine, çocuklarına ömür boyu parasal, daha da yönetimsel olanaklar bırakmak!.. Her yeni seçimden sonra oluşturulan Meclislerde görmüşüzdür, hemen yapı kooperatifleri kurulur, yeni milletvekillerine en güzel yerlerde evler sağlanır... Daha başka çıkar yolları, milletvekilliğinin getirdiği saygınlık vb. vb... O kadar çok yinelendi ki, ben de o kadar çok yazdım ki, bıkmaya başladım. Her yineleme ister istemez usanç getirir. Yazana da okuyana da!.. ??? Milletvekilliği bir meslek değildir. Bir görev yeridir. Geçici bir süreçtir. Milletvekili olmak isteyen, dört beş yıl bir vatan hizmeti yapacağını.. bu işi en iyi biçimde gerçekleştirmek zorunda olduğunu bilmelidir, diye yazmak söylemek, boşuna mı?.. “Hazine’den geçinenler” diye yazan bir ünlü kişi var... Kendisi de o Hazine’den geçinenlerden değil mi diye, düşünürüm. Dört yıl milletvekilliği yaptı, hem de çok başarıyla... Şimdi o da, milletvekili emeklisi olarak aynı Hazine’den aylık almıyor mu? O yoksa bizler gibi elli yıllık bir gazetecilik serüveninden sonra beş altı yüz YTL’lik emekli aylığıyla mı sürdürüyor yaşantısını? Elbet Hazine’den geçinme diye bir şey olmamalı!.. Milletvekili ile sıradan bir yurttaşın farkı nedir? Niye birine olağanüstü bir yaşantı olanağı, ötekine ise zor bela geçinme, daha doğrusu sürünme parası?.. Üstelik banka kapılarında sabahın ayazında bekleyerek üç kuruşunu alabilme işkencesi!.. ??? Böyle seçimlerle, halkın istekleri, özlemleri gerçekleştirilemez. Giden ağam, gelen de ağam.. koş partilere, liderlere.. listelerde ön yerleri kap, ondan sonra ömrünün sonuna kadar hem kendini hem de ailenin yaşantısını sağlama al!.. Bütün ulus bunu görüyor, biliyor, kızıyor, ama bir şey yapamıyor... Bir avuç politika ustası.. her partiden her görüşten; sağdan, soldan, ortadan hepsi bu Hazine’den pay kapma yarışında... Milletvekilliği belli bir gelir sağlamamalı.. Her oturumun belli bir karşılığı olmalı. Toplantıya katılanlara o da!. Milletin vekili olarak yasalar yapan kişiler bu hizmeti bir görev olarak yapmalı!.. Bunu yıllardır yazar dururum. Kim okur kim dinler, bilmem!.. Yarım yüzyılı çoktan geride bırakmış bir gazeteci, bir edebiyat adamı, bir yurttaş olarak... Bugün İzmir’de gerçekleştirilecek mitinge tüm okurlarımı çağırmayı bir görev biliyorum. Y şım araçları ve çarşı pazardaki davranışlar, tartışmalar; işsizlik nedeniyle günün her saatinde kalabalık olan sokaklardaki olaylar, toplumun gittikçe değişen yüz ifadesi ve kılık kıyafeti, insanları öylesine korkutuyor ki mitinglere damgasını vuran dostluk, dayanışma, paylaşma görüntüsünün özü budur. Kimse komşusuyla kavga etmek istemiyor. Ne ki hâlâ devletin tepesindeki ağızlarından, “Bizim laikler…” gibi sözler duyulabiliyor. Demek ki birileri, alanları dolduran binlerce insanın verdiği iletiyi alabilmiş değil. 14 Nisan’da başlayan mitinglerde çığ gibi büyüyen kalabalıkların, partilere “Birleşin!” diye bağırması, anlık davranışlar olarak tanımlanamaz. Kuşkusuz alanları dolduranların hepsi aynı görüşte değil; ancak aynı görüşte olanların çoğunlukta olduğu bir gerçek. Çünkü çok uzun zamandır Atatürkçü düşünceyi, bilimsel, sanatsal olanı savunmak kısaca “solculuk” diye kısıtlandığı, ulusalcılık ile milliyetçilik ayrı ayrı kavramlarmış gibi tanımlandığı, cahil ataklığıyla insanlar arasına bir duvar örüldüğü için, toplumun her kesiminin ağır koşullar altında yaşadığını tartışmak bile abestir. Elbette solun ve sağın bölünmüşlüğü ortadan kalksın; ama kendini “sosyal demokrat” ya da “demokratik sol” olarak tanımlayanlar, kendilerine destek veren milyonlara bir seçim hüznü daha yaşatmasınlar. Unutmayalım ki yitirilecek olan yalnız seçim değildir. Ülkenin geleceğidir; çocuklarımızın, kadınların özgürlüğüdür. Alanlarda hoşgörünün, insancıllığın ne olduğunu gösteren on binler, artık oy kullanmayı, bir pazar günü sandığa gitmek olarak görmüyorlar. Tek oyun ne anlama geldiğini yaşayarak gördük ve çok ağır bir bedel ödedik. Bundan sonra ödenecek bedelin altından kimse kalkamaz! Bunun bilincindeyiz! Ancak asıl görevin, oy vermekle sınırlı olmadığının da bilincindeyiz. Oyumuzun arkasını aramaya yüzümüz olması için, birleşen partileri alkışlamakla yetinmemeli, yıllardır kandırılan komşularımızın kapısını çalmalıyız. Bugünlerde hepimiz, Atatürk’ün kurduğu parti ve bu partiden doğanlar, Atatürk’ün o görkemli “Söylev”ini, niçin TBMM’de değil de CHP’nin 1927’deki “büyük kurultay”ında okuduğunu yeniden düşünmeliyiz. Atatürk Türk ulusunun, “Batı’nın siyasal ve ekonomik zorbalığına karşı” nasıl savaştığını, “Doğu’nun dinsel, sosyal ve siyasal baskısı”na karşı büyük bir devrim yaparak ulusal egemenliğe dayalı cumhuriyetçi, halkçı ve laik bir devleti nasıl kurduğunu açıklamıştır. Bir anlamda Söylev, ulusa hesap verme niteliği taşımaktadır. Atatürk, kendisine ya da giriştiği devrime yönelik eleştirilere, suçlamalara belge, kanıt göstererek yanıt verme gereği duymuştur. İşte 1950’den bu yana bütün sorun budur. Bizler, bedel ödeyerek özverinin ötesine geçtik; şimdi laik cumhuriyetimiz için, çocuklarımız için özveride bulunma sırası yalnız Atatürkçü düşünceye bağlı partilerde değil, hepimizdedir. Umutluyuz; bu kez düş kırıklığı değil, el ele çalışarak büyük bir sevinç yaşayacağız! Tersini düşünmekse “tehlikenin farkında olmamak” ya da olup da aymazlığı sürdürmektir. Halkın Uyanışı! Prof. Dr. Erbil DURSUN Kocaeli Üni. Tıp Fak. Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon Anabilim Dalı Başkanı on zamanlarda ürkütücü Tetikleyici ve bardağın taşmaolaylar artış gösterse de sını sağlayan olay sonucunda ar“halkın olaylara müda tık yüz binler güler yüzle ama hil olmama” alışkanlığının de kararlı bir biçimde haykırıyor. ğişmesi hepimizi rahatlatıyor. Bu Halkın isyanı sadece laiklik kargelişmenin tadına vararak yazı şıtı uygulamalara karşı görünümı yazmaya çalışacağım. yorsa da feryadın nedeni olarak S biriken öfkeyi de göz ardı etmemek gerekli. Ülkemiz ve halkımız büyük Atatürk’ten sonra zedelenmeye başladı. Gelmiş geçmiş birçok hükümetin çıkar hesapları ve sözde demokrasi uygulamaları halkın ve ülkenin değil belli bir kesimin kalkınmasının önünü açtı. Dış güçlere verilen tavizler, bir süre sonra kırılamaz kısır döngülere yol açtı. Hükümetlerin yanlış uygulamalarını fırsat bilen yabancılar, kendi istihbarat örgütlerinin girişimleri ile ülkemizi yönlendirmeye ve hatta yönetmeye başladılar. Bu arada halkın sesinin çıkmaması için gerekli önlemler geliştirildi. Düşünce üretmenin ve eylem yapma özgürlüğünün önü tıkandı. Ancak marjinal düşüncelerin büyümesi için gereken ortamlar ve destekler hep sağlandı. Zehirleyici düşünceler öylesine yayıldı ki gittikçe artan sayıdaki insanımız Cumhuriyet’in değerlerinden şüphe duymaya, büyük Atatürk’ün özgür ve onurlu kişiliğinden nefret etmeye ve ülkemizin köleleştirilmesinden adeta hoşlanmaya başladı! Eğriyi doğru olarak göstermek için elli seneyi aşkın bir süredir din sistematik olarak siyasete alet edildi. Bu sayede emperyalist güçlerin ileriye yönelik planları gerçekleşti; ülkemiz ve halkımız kolaylıkla sömürüldü. Milli değerlerimiz yok pahasına satılmaya başlandı. Çağdaş eğitimin önü özellikle kapatıldı. Öğretmenler maddi ve manevi yönlerden zor durumlara sokuldu. Okullarda sınıflar kalabalıklaştırıldı. Bu şekilde toplum gittikçe daha çok cahilleştirildi. Üniversitelerin de damarları kesilerek ülkede bilim üretmenin ve kaliteli yüksek öğrenimin olanağı neredeyse bırakılmadı. Sağlık sektörü de acımasızca baltalandı. Halkın esenliği hiçe sayılmaya başlandı; değerli olan sistemler yıkıldı, sermayenin rant sağlayacağı düzenler desteklendi. Derken nihayet o gün geldi ve milletimiz yollara çıktı. Milyonları aşan hep bir ağızdan seslenmeye başladı. Senelerdir üzerine sinmiş olan uyuşukluğu bir anda üzerinden attı. “Laiklik ciddi anlamda tehdit altındadır” saptamalarına karşı “bir şey olmaz” diye yapılan geçiştirmelerin tehlikesi kavrandı. Onlarca yıldan beri yapılan sömürülere, gerçekleşen faili meçhul cinayetlere, malum ülkelerin hazırladıkları darbelere, sözde demokrasi adı altındaki monarşik düzenin baskılarına, eğitimin ve sağlığın düştüğü acıklı duruma, fakirlik ve cehaletin yaygınlığına ve bir de son zamanlarda gittikçe büyüyen laiklik karşıtı tutumlara karşı halk artık dayanamadı ve patladı. Halkın uyanışı yabana atılmamalıdır. Tarihteki halk hareketleri örnek olmalıdır. Bu yozlaşmış, çıkara dayalı, onursuz ve gerici sistemi düzeltme yolunda derhal önemli ve tatmin edici adımlar atılmalıdır. Büyüyen halk hareketlerinin haklı gerekçeleri ortadan kaldırılmalıdır. Zedelenmiş demokrasimizin, sosyal ve laik sistemimizin yapısı büyük Atatürk’ün düşünceleri doğrultusunda düzeltilmeli, hileye kaçmadan ve büyük bir titizlikle yeniden ve eksiksiz bir şekilde uygulanmalıdır. Halkın uyanışı ciddiye alınmalıdır… HALKIMIZA DUYURU YENİDEN KUVAYI MİLLİYE HAREKETİ DERNEĞİ SN. GENEL BAŞKANI HAKKI SEVİM 15.05.2007 SALI GÜNÜ CHP İL BAŞKANLIĞI’NDA 23. DÖNEM MİLLETVEKİLLİĞİ GENEL SEÇİMLERİ İÇİN ADAY ADAYLIĞINI AÇIKLAYACAKTIR. TÜM HALKIMIZ DAVETLİDİR. PROGRAM: SAAT 11.00’DE CHP İL BAŞKANLIĞI’NDA BASIN AÇIKLAMASI SAAT 18.00’DE CHP İL BAŞKANLIĞI’NDA KOKTEYL ADRES: CHP İL BAŞKANLIĞI BANKALAR CAD. ŞİŞHANE/İSTANBUL YKMHD GENEL MERKEZİ OĞUZHAN CD. ERSEVEN SK. NO: 1/8 FINDIKZADE/İSTANBUL İLETİŞİM TEL: 0212 523 09 66 FAKS: 0212 523 21 39 GSM: 0532 583 33 75 0555 720 90 50 0543 232 12 50 0533 695 36 98 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle