28 Kasım 2024 Perşembe English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
13 MAYIS 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr 11 ABD depoları tıka basa dolu merikalı her şeyini depolar... Bir şeyini atmaya kıyamaz da ondan! Cimriliğinden değildir bu... Salt, kendine ait bir gizli odaya sahip olma arzusundan. Çatı katlı, bodrumlu, garajlı evlerinde geçen Amerikan öykülerini, hele filmlerini iyi bilirsiniz. İşte, o evlerin bu mekânları dolup taşınca, gidip bir de dışarda depo kiralayacaklardır. Böylesi çılgınlık derecesinde istifleme hastalığına tutulan orta sınıf insanının depo gereksinmesi insan aklına sığmaz... Bu tutku, ayrıca israfa dayalı ciddi bir ekonomik etkinlik olarak yıllardır sürer gider. Depolarına tıkış tıkış sığsalar yine iyidir: Çünkü Amerikalı yerine sığamaz, dünyaya sığamadığı gibi... Bizim alçakgönüllü nohut oda bakla sofa evlerimizin ferahlık veren şirinliği, orada ne gezer! Neredeyse devasa evlerine, hatta giderek küçülen ailelere karşın Amerikalı daha çok yer kaplamaya bayılıyor. Bu nedenle yaklaşık 12 milyon Amerikan ailesi evi dışında, özel şirketlerce kurulmuş depolardan türlü ebatlarda odalar kiralayıp ıvır zıvırını oraya tıkıştırıyor. Kim bilir ne zaman akıl edip tekrar kullanacaksa eski şişelerden A işte o kadar... Bu işin maliyetini vazgeçemediği paslı somya yaylarına üşenmeyip araştırınca görüyoruz ki, dek, üzerinde yatmak şu yana dursun, orta sınıfın bu tutkuya ayırdığı para elinizi süremeyeceğiniz kir ve pasak yılda 25 milyar dolar. Kişi başına içindeki yataklarına kadar nesi var nesi depolama alanı ise 18 metrekareye yoksa oralara sokuşturuyor. Ayda yılda ulaşıyor. Bu depolardan zaman zaman bir deposuna gidip, kapıdan içeri göz satış yapmaya kalkışanlar da görülür. atıp geri dönmek, turşusunu kurma Bunları satın almaya bitpazarı meraklısı mülkiyetinin keyfe keder kısmıdır, gibi ayılanı bayılanı da çok olur. Eski iç burda... Salt bu keyif için, bu depolara çamaşırları, kullanılmış don külot, yerine göre aylık 20 dolardan sutyen, çorap gibi atıkları başlayan, New York gibi metropollerdeyse 350 dolara INDIANAPOLIS bana mısın demeden satın alan Amerikalının bu halleri ulaşan kira bedeli ödüyorlar. seyre değer... Amerikan Hangi akla hizmetse! dağınıklığını toparlamaya Kişisel depoculuk ABD’de yönelik yan sanayi de vakit 1990’dan sonra patlama kaybetmeden kurulmuş. göstermiş. Rakamlar öyle söylüyor. Ucuz Çin malları MAHMUT ŞENOL Geçenlerde The Wall Street gazetesinde 1. sayfadan piyasayı istila edince, verilen özel haberle alışverişte kendini tutamayan öğreniyoruz ki, döküntüsünü toplama Amerikalının tüketim hırsı demek o tarihlerde iyice azmıştı. Bir daha da iflah becerisi olmayanlara yol yordam olmadı gitti... Böyle yapa yapa, sonunda, gösteren şirketler son yıllarda pıtrak gibi çoğalmış. Danışmanlık, satış, eğitim, ABD’nin yüzölçümünde 80 mil kareyi kaplayacak kadar yer işgal ettiler. Buysa, hizmet sonrası depoları denetlemek gibi servis veren bu şirketlerin 2005 yılı 3 tane Manhattan ölçekli yer tutuyordu toplam cirosu 6 milyar doları geçiyordu. ki, neredeyse 220 bin dönüm araziye 2006’ya ise yüzde 23 iş hacmi artışıyla eşitti. İstanbul’un Anadolu yakasını girdiler. Bu beceriksizliği örgütlemeyi Gebze’ye kadar depolanmış düşünün; de unutmadılar: “The National Association of Professional Organizers” (Profesyonel Düzenleyiciler Ulusal Birliği) kuruluverdi. Başkanları Barry Izsak’a göre şimdilik 4 bin üyesi var... Durumu, Purdue Üniversitesi’nde siyaset bilimi hocası, 22 kitabıyla aydınlanmacı felsefede bir asi profesör olan Michael Weinstein’a sorunca şunları söylüyor: “Orta sınıf insanının içe dönüklüğü, sınıf narsisizmiözseverliği yaratır. Buysa mülkiyet çoğalmasıyla bir üst sınıfa yaklaşıldığı sanısı oluşturur...” Amerikalının saklama tutkusunu Seattle’daki psikiyatr Dr. Gregg Jantz “istifleme takıntısı” olarak açıklarken “Bu hastalar, eşyalar arasında değerlideğersiz ayrımı yapamazlar, tedaviye muhtaçtırlar...” diyor. “Eskisi olmayanın yenisi olmazmış” diye bir atasözü var dilimizde... Bu söze yerden göğe kadar hak verilse yeridir, ne ki buradaki vahim durum abartının abartısına dönüştüğünden, onlara söylenecek tek şey kalıyor geriye: “Allah akıl fikir versin!” msenol34@yahoo.com ‘Beni dinleyen bir nehir var’ biri de Koen Peters. “Büyük asselt Kültür Avrupa Romanı” adlı kitabında Merkezi’nde Limburg “Ankara” adlı bir bölümün Valisi Steve Stevaert’la olmasında Kör ile muhabbeti politika, edebiyat ve sanat etkili olmuş. Peters kitabını hakkında yaptığı sohbet Kör’e, “Kalbimin Yazarı”na sonrasında görüştük çiceği diye başlayan cümlelerle burnunda yazar Mustafa Kör imzalamış. Kör’ün ikinci romanı ile. Bu yılki sloganı “de andere “Tahsildar” yolda. Bu kitap için kantdiğer taraf” olan 6 ay Ege ve Akdeniz bölgelerini tartışma programının amacı dolaşmış. İstanbul’a hayran. politikacılarla edebiyatçıları Doğu da ilgisini çekiyor, karşı karşıya getirerek iki tarafın ama tekerlekli sandalyesi o da diğerinin alanıyla ilgili bölgeleri gezmesine engel. düşüncelerini paylaşmak. “Türkçe konuşan ailede Mustafa Kör, 6 kardeşten en büyüdüm, konuşurken de küçüğü ve KonyaKaraman’ın Türkçeyi kullanıyorum doğal Yollarbaşı köyünde doğdu. olarak. Ancak yazarken Babası 1963’te Charleroi’ya Flamanca yazıyorum. maden işçisi olarak gelmiş. Flamanca ve Türkçeyi 1979’da eşini ve 6 çocuğunu harmanlıyorum. Kendimi, Belçika’ya getirmiş. 3 yaşında anadili ve büyüdüğü ülkenin Türkiye’ye geri dönen Mustafa dilinden anlatmak istediği 13 yaşında tekrar Belçika’ya durumu en etkili bir biçimde gelmiş. 1994’te kendisine örnek verebilecek sözcükleri ve aldığı ağabeyi intihar etmiş. deyimleri ayrıştıran bir 1998’de geçirdiği trafik simyacı olarak görüyorum” kazasından sonra tekerlekli sandalyeye mahkum olması onun diyor Mustafa Kör. İlk romanı otobiyografik bir edebiyat dünyasında koşmasına çalışma. Kişilerin ve yerlerin engel olamamış. Kör, kazadan adını değiştirmiş. sonra yazar olmaya karar vermiş. B R Ü K S E L Yazdıklarının özünü, yaşadıkları ve Umuttan yazmak, ona anlatılanlar yazmaktan umut, tüm oluşturuyor. Kör’ün ilk bunlardan da şimdi romanı Limburg’daki Flamanca edebiyat bir Flaman köyü ile dünyasının konuştuğu Konya’daki bir Türk Mustafa Kör doğdu. ERDİNÇ UTKU köyünün, yani iki ayrı “Yazarken sanki dünyanın aynı kişiler kafamda birileri üzerinden anlatımı. Romanın bana ne yazacağımı söylüyor, kahramanının adı Umut. Kitapta ben de onları kâğıda hemen hemen tüm Türklerin döküyorum. Bunu da çok yaşadığı vatana geri dönüş seviyorum” diyor. 28 Mart’ta özlemi de konu ediliyor. çıkan ilk romanı “De lammeren” (Kuzular) kendisiyle Kitabının adını ise “Annem bana sürekli kuzum diye hitap görüştüğümüzde 3. baskısını eder. Kuzu saf. Umut, ahenk ve yapmaya hazırlanıyordu. hoşgörüyü simgeliyor. 2007 17 yaşında okulunu yarıda yılının Mevlana yılı olduğunu bırakmış Kör. Umut veren bir bilmiyordum, ama kitabımda futbolcuymuş. Daha 16 yaşında Mevlana etkisi hissediliyor” Opgrimbie’69 takımının diye açıklıyor. Türkiye’ye ilk onbirinde yer almış. dönmeyi düşünmüyor. “Bir Ağabeyinin intiharından sonra engelli olarak orada yaşamımı dönerci işini devralmış. sürdürmem çok zor. Türkiye 1998’deki kazayla ise hayatı sadece bir nostalji. Geçmiş değişmiş, bambaşka biri olmuş. devamlı özlenir. Bu beynin Daha önce öykü ve masal yazan aldatıcı bir özelliği. Geçmiş Kör, 2004’te “Anamın tarih olmuş. Onu bırak, büyük Bahçesindeki Menekşeler” dolabın çekmecesine koy, öyküsüyle El Hicre edebiyat orada kalsın. Sürekli açıp ödülünü kazandı. Bu ödül kapama. Doğduğun yer değil, edebiyat dünyasına kapı açtı. doyduğun yer vatanın” diyerek Kitabı Hollanda ve Belçika’da Maas nehrini anımsıyor: yayımlandı. Belçika yazın “Beni, acılarımı bu nehir, dünyasında kabul gören Kör’ün, edebi ve felsefi konuları tartıştığı Maas nehri dinliyor.” erdincutku@binfikir.be yakın arkadaşları var. Bunlardan H ünihliler yaz günlerini aratmayan sıcaklardan ötürü memnun ve şaşkınlar... Kaldırım kahveleri ve barlar hafta içlerinde bile artık dopdolu... Kentin yaşam trafiğinin gelip geçtiği Marien Meydanı ise cumartesileri bir âlem. İlkbaharı kutlamak için Münih Belediyesi’nin düzenlediği festival şamatasını bir yana bırakın, Münih’teki Türk dernekleri son günlerde moda(!) olan camilerde etkinlik düzenleme alışkanlıklarını da hızla arttırdılar. Bir vakitler hızlı solcu olup mangalda kül bırakmayan dönekler, şimdi imamlarla kol kolalar... Hatta ve hatta yine geçenlerde bir Türk gazetesinin düzenlediği eğitim paneli Münih Merkez Camii’nde yapıldı. Ve Bavyera Bakanı Siegrriet Schneider de konuşmacı olarak camiye geldi. Bir tek Atatürk resminin bile bulunmadığı toplantı salonunda, imam efendiye saygı sözcüğüyle başlayan bu tür konferans ve paneller Araplaşmış bir imajı da yaşatıyor ve ülkemizde yaşanılan tehlikenin Münih’teki bir küçük örneği olarak sırıtıyor. Ve son derecede can sıkıcı olaylara tanık oluyoruz uzaklarda bile. İşte bu ilkyaz günlerinde can sıkıntılarından kurtulmak için sinemalara atıyorum kendimi... Bu arada Münih SinemaTürk Derneği’nin Gasteig’da düzenlenen bu seneki gösterilerinde en çok ilgi “Dondurmam Gaymak” ve “Babam ve Oğlum” ile Nihat Durak’ın “İlk Aşk” adlı filmlerine gösterilmiş. Nihat Durak’ın “İlk Aşk” adlı bu yapıtı insanı gerçekten etkiliyor... Hele hele gerginlikler içindeki şu ilkyaz günlerinde, az da olsa herkesin duygusallığa ihtiyacı var... Kiraz ağaçlarının çiçeklenip, kiraz mevsiminin kapıya dayandığı bu haftalarda aşk düşleri de peş peşe gelir sanki... Kiraz mevsimine MÜNİH “aşk mevsimi” denmesi ise boşuna değil? Hele hele akşam alacalarında günü bir kadeh şarapla uğurlarken gelin de düş kurmayın... EROL ÖZKAN Evet, Münih yaz günlerini andıran bir baharı yaşıyor artık... Sabahın köründe göbeği açık bisikletli kızların İsar boylarına pedal basması bir yana, parklarda bira içip uyuklayanlar ve güneşlenenlerle dolup taşıyor... Turizm büroları sürekli dolu ve Mayorka ile Antalya’ya rezervasyon yaptıran yaptırana... Sevgilisiyle İspanya’nın bir köyünde kafa dinlemeyi isteyen ya da gemi yolculuklarına çıkanlar, Toskana’da düş kuranların sayısında artma var... Münih Havaalanı’nda ise yolcu trafiği ikiye katlandı gibi adeta... Kim ne derse desin, kiraz mevsiminde insanlar duygusallaşırlar... Hoş Türk manavlarında tezgâhlarda kiraz çeşitleri yeni yeni gözükse de Münih’in ünlü Viktualien marketinde ne ararsanız bulunur... Geçen cumartesi tadımlık aldığım kirazları atıştıra atıştıra eve yollanırken, yanımdan gelip geçenler hep tatil özlemlerinden söz ediyorlardı... Baharın tılsımı belki de bu... Ve bir Hıdrellez sabahında, sabahın maviliğinde uyanıp da bir çay ya da dere kenarı üzerine üç beş satır yazılmış niyet kâğıtlarından hiç suya bıraktınız mı bilmem. Bunlar duygusal ritüeller Anadolu’ya özgü... Ve ben Münih’te de bu çocukluk sevincini evimin arkasından geçen İsar nehrinde Hıdrellez sabahları hep tekrarlıyorum... Mutluluk duyuyorum ilkyazı karşılarken... Kiraz zamanı düş kurma zamanıdır ve krizlerle yaşanan günlerde yaşama sevinçleridir bunlar... erolozkan66@hotmail.com Kiraz mevsiminde krizlerle iç içe... M Turna sesleriyle gelen İsveç baharı Sağlıklı yaşam için... Çin’in başkenti Pekin’deki Cennet Tapınağı Parkı’nda önceki gün boyunca düzenlenen çeşitli spor etkinliklerine, güzel havanın da etkisiyle her yaştan çok sayıda kişi katıldı. Sabahtan itibaren parka akın eden genç yaşlı pek çok Pekinli, izleyenlere parmak ısırtan egzersiz hareketleri ve dans gösterileri yaptı. (Fotoğraf: REUTERS) P Turuncu devrimden geriye kalan krayna’nın son devlet krizi ülkenin Yugoslavya’ya dönmesinin çözülmüş görünüyor. an meselesi olduğunu söyleyecek Taraflar seçimlere gitme kadar ileri gidiyordu. Bu arada konusunda anlaştı ve geriye Rusya yanlısı olarak bilinen seçimlerin tarihini belirlemek hükümet taraftarları bir oldubittiyle, kaldı.Kriz çıktığında taraflar, yüz turuncuların geleneksel mekânı olan binlerce kişiyi meydanlara getirerek Bağımsızlık Meydanı’na hemen karşı tarafa “kitlelerin gücünü” çadırları kurup burayı ele geçirmiş, göstereceğini söylüyorlardı. turunculara da, hükümet Herkesin de aklında, yüz binlerin taraftarlarının geleneksel mekânı sokağa döküldüğü ve Kiev’in ana olan ve ilkinden daha ufak olan caddelerinde ve meydanlarında Avrupa Meydanı düşmüştü. Fakat, kamplar kurduğu, miting günlerinde şehir Ruslana’nın “turuncu halkı, olanlara tamamen KİEV devrim” günleri vardı. ilgisiz kaldı. Kameralar Gelgelelim, taraflar, bu miting alanlarına sefer rakiplerine toplananları ve “kitlelerin gücünü” konuşmacıları çekerken gösteremediler. Şehrin aynı meydanın bir başka DENİZ bir iki yerine ufak köşesinde insanlar BERKTAY çadır kentler kuruldu ellerinde biralarıyla kurulmasına ama sohbet edip volta mitinglere katılım, çok sınırlı kaldı. atıyorlardı. Bir meydanda Yulya Üstelik, iki rakip grup, birkaç kez, Timoşenko ve diğerleri “vradu eşzamanlı olarak ve birbirinden hethainler def olun” sloganları, sadece iki yüz metre uzaklıktaki iki diğer meydanda Yanukoviç meydanda miting düzenlediler. taraftarları İkinci Dünya Savaşı Bazıları, bu durumda kesinkes iki döneminin “faşizme geçit yok”, tarafın militan grupları arasında “no pasaran” sloganlarını atarken çatışmaların çıkacağını söylüyor, iki meydan arasında aileler çoluk hatta bazıları, tarihsel Doğu ve Batı çocuklarıyla akşam yürüyüşüne Ukrayna zıtlaşması nedeniyle çıkmışlardı. Konuşmalar biter U bitmez de partililer alanı boşaltıveriyorlardı. Sonuçta, iç savaş çıkmadığı gibi, bu halkın turuncu devrim zamanındaki halkla aynı olmadığı da ortaya çıktı. Turuncu kesimin militanlarından 50’li yaşlarda biri bana, “neydi o günler” diye turuncu devrim günlerini anlattıktan sonra, “aslında bu şehrin tamamı bizim tarafımızda; bir sokağa dökülseler, karşı taraf kaçacak delik arardı” dedi, fakat neden sokağa dökülmediklerini de açıklayamadı. Bir başkasının söylediği söz ise değişimin nedenini daha iyi özetliyordu: “Yukarıda pazarlıklar dönerken neden biz burada karşı tarafın sıradan insanlarıyla kavgaya girelim ki?” Gerçekten de, turuncu devrim” sonrasında yaşananlar, partilerin ya da politikacıların sürekli taraf değiştirmesi ve sonu gelmeyen siyasi pazarlıklar, Ukraynalıların politikayı “yukarıdakilerin kendi işi’’ diye düşünmelerine yol açtı. Böyle olunca da, kitleleri “yukarıdaki pazarlıklar” ve siyasi gelişmelerden çok, Ukrayna’nın Euro 2012’ye ev sahipliği yapacak olması ilgilendiriyor. enceremin önünde kıştan karşılığı turnaydı. Türkülerden beri cansız duran çınar tanıdığım, soylarının artık ağacının tomurcuklanan tükenmek üzere olduğunu dallarını camdan içeriye doğru sandığım turnaları İsveç’te uzatmasıyla birlikte fark ettim görmek varmış. O anda baharın geldiğini... Ağacın belleğimde ne kadar turna tepelere yakın bir yerinde ara türküsü varsa dilimin ucuna sıra gözüme çarpan eski bir kuş geldi: “Allı turnam bizim ele yuvası vardı. Önceleri hiç ilgimi gidersen / Şeker söyle kaymak çekmeyen bu yuva, bir sabah, söyle bal söyle / Eğer bizi sual bilinmeyen bir yönden gelen iki eden olursa / Boynu büyük kuşun dallara konmasıyla anlam gözü yaşlı yâr söyle.” “İki kazanmaya başladı.Yumruk turnam gelir allı karalı / Avcı büyüklüğündeki kuşların vurmuş kanatları yaralı.” Ruhi Su da ne güzel söylerdi: boyunları siyah, göğüsleri “Hazreti şahın avazı / Turna sarıydı. Serçe desen serçe derler bir kuştadır / Bir yanı değillerdi, bülbüle de Nil deryasında / benzemiyorlardı hiç... Asası bir derviştedir / Kuşlar, gelir gelmez MALMÖ Nerde Pir Sultan’ım bir telaşla eski nerde / Özümüz asılı yuvanın karşısındaki darda / Yemen’den dala yeni bir yuva öte bir yerde / Düldül kurdular. Dişi kuşun hâlâ savaştadır.” yumurtlamaya ALİ HAYDAR başladığını, NERGİS Ne çok turna türküsü var bizde. yumurtalardan “Yemen ellerinden birini yuvadan beri gelirken / Turnalar düşürmesinden anladım. İleride Ali’yi görmediniz mi.” size, kuşların civciv çıkardıkları, Yemen ellerinden beri gelirken yavrularını yuvadan uçurdukları turnaların Ali’yi görüp günleri de anlatırım belki. görmedikleri bilinmez ama, Geçen pazar göl kıyısında İsveç ellerinden beri gelirken koşarken gökyüzünde kalabalık ben onları gördüm... bir kuş sürüsü gördüm. Havada Bahar kendini iyice belli ettirdi boğuk sesler çıkararak uçan bu ama. Akşamları soğuk oluyor iri kuşlar, birkaç tur attıktan hâlâ. Şimdi İsveç’te leylak sonra gölün karşı kıyısına zamanıdır. Dağ, taş, dere, kondular. Yanlarına yaklaşıp tepe silme leylak. Ama güneş yakından inceledim. Ayakları, yeterince ısıtmadığı için gagaları uzun, boyunları sarı, leylakların kokusu yok... yeşil, mavi tüylerle kaplıydı. Alışamadım gitti bu Daha çok leyleğe benziyorlardı. kokusuz leylaklara; kokusuz Göl kenarında köpeğini leylak olur mu hiç... gezdiren İsveçliye sordum, alinergis@yahoo.se “trana” dedi. Trana’nın sözlük CUMHURİYET 11 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle