12 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr ‘Çalışma piyasası baskı altında’ denilen Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi’nde Türkiye yerinde saydı 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Özgür ekonomide sınıfta kaldık Ekonomi Servisi Wall Street Journal ve The Heritage Foundation’ın ortak çalışması olan Dünya Ekonomik Özgürlük Endeksi’nin 2007 yılı sıralamasında Türkiye, 157 ülke arasında 83’üncü oldu. Geçen yıl da aynı sırada yer alan Türkiye, böylece Kenya, Honduras, Uganda, Nambiya gibi ülkelerin gerisinde kaldı. Ülkelerin 1’den 100’e kadar değişen özgürlük puanlarına göre 80 puan ve üzerinin “özgür”, 7080 puan arasının “büyük ölçüde özgür”, 6070 puan arasının “orta seviye ‘TMF’ Ülkemizi yönetenler yeni bir uluslararası başarıya imza attılar; IMF, bilimsel bir araştırma raporuyla, Türkiye’nin IMF’si oldu; adı, TMF oldu. Önde gelen kapitalistlerin, “Bizim İncilimiz” dedikleri ünlü İngiliz haftalık dergisi The Economist, geçen hafta bugün, “tartışma” sayfasında, IMF’nin durumu ile ilgili bir bilimsel rapor yayımladı. Raporun kaynağı, uluslararası sermayenin “güçlük çeken” ülkelere verdiği borcun geri ödenmesini güvence altına almak olan IMF’nin kendisidir. IMF Başkanı Rato, Uluslararası Uyuşmazlıklar Bankası’nın eski başkanı Andrew Cockett’in de içinde bulunduğu sekiz “etkin” kişiden, kurumunun durumu ve geleceğiyle ilgili bir rapor hazırlamalarını istiyor. Rapor, “dünya ekonomisi kötüye giderken” işe yarayan IMF’nin, son yıllarda işlerinin azalmasına karşın personel sayısının hızla arttığını ve yıllık personel giderlerinin bir milyar dolara yaklaştığını vurguluyor. Bu giderin 2010’da 370 milyon dolara düşürülmesi öngörülüyor. IMF’nin ülkelere borç vererek elde ettiği faiz geliri, raporun deyimiyle, “iyice suyunu çekmiş”. Çünkü, Brezilya, Arjantin, Endonezya gibi, geleneksel olarak IMF müşterisi olan büyük ülkeler IMF’ye olan borçlarını ödemişler. IMF ile “pis kokulu” olarak adlandırılan ilişkilerini kesmişler ve “kendi döviz kaynaklarını” artırmışlar. Şöyle bir sonuca varıyor rapor: IMF, kredilerinin “üçte ikisi” Türkiye’ye verildiğine göre, kurum, “Türkiye’nin IMF”si niteliği kazanmıştır! ??? IMF, artık Türkiye’nin IMF’si; Türkiye de IMF’nin! IMF, özelleştirmeden para ve maliye politikalarına, sosyal güvenlikten vergilere, yeni memur alımına.. her konuda belirleyicidir. Hükümet adına Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın imzaladığı 27 Kasım 2006 tarihli 19. ve sonuncu Niyet Mektubu’nun 12. paragrafı, Sağlık harcamalarının kontrol altında tutulmasına ilişkin esnekliğimizi artırmak amacıyla.. neler yapılacağını sıralıyor. Bunlardan birkaçı şöyle: “(ııı) ek ödeme sistemi, birinci basamak sağlık merkezlerinde çalışan pratisyen hekimlere yapılan ek ödemeleri artıracak, ancak ek maliyete neden olmayacak bir şekilde yeniden yapılandırılacaktır... İlaç harcamalarını kontrol altına almaya yönelik olarak (ıv) doktorların başta antibiyotikler olmak üzere, uygun ilaç kullanımı konusunda eğitilmesi de dahil olmak üzere bir dizi önlem alınması planlanmaktadır…” ??? Bakan Babacan, IMF’yi TMF olarak adlandıran raporun yayımlandığı gün yaptığı basın toplantısında, “Uluslararası doğrudan yatırımlara ülke elden gidiyor mantığıyla yaklaşmak(ta)… bir art niyet yoksa açıkça bir paranoya söz konusudur” dedi. Bakan Babacan’ın anlaması gereken önemli bir nokta var. Ülkemize gelen yabancı sermaye, yeni yatırım yapmıyor, “varlık” satın alıyor. İngiltere’den Fransa’ya, oradan ABD’ye uzanan gelişmiş ülkelerde bile, yabancı sermayenin en büyük işletmeleri satın almasına olanak tanınmıyor. Üretim gücünü büyütmesi gereken Türkiye, varını yoğunu satıyor. Bakan, yalnızca Türk Telekom’un özelleştirilmesi sürecinin yüz karası sonuçlarının hesabını verecek yerde, aklı sıra saldırıyor. Ekonomiden sorumlu Bakan’ın yukarıdaki sözleri sağlıklı bir ruh halini yansıtmıyor. Asıl işi para ile uğraşmak olan IMF, hükümetin onayıyla Türkiye’nin doktorlarıyla uğraşıyor. Diğer taraftan uzman raporları, IMF’nin sonunun geldiğini söylüyor. Sorumlu bakan, sosyal güvenlikten vergilere, yeni memur alımından gelir vergisi yönetimine dek pek çok koşulu kabul ediyor. Halk Bankası’nın 2007 sonuna kadar satılacağı sözünü veriyor. IMF’nin sonu nasıl gelir bilinmez ama.. Türkiye’de üretimin sonu geliyor. Sorumlu bakan da kendisini eleştirenleri paranoyak olmakla suçluyor. Gerçekten ortada bir sağlık sorunu var! [email protected] [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ? Türkiye’de çalışma özgürlüğünün baskı altında olduğu ve vergi yükünün çok ağır olduğu belirtilen çalışmaya göre, Türkiye ekonomik özgünlükte 157 ülke arasında ancak 83. olabildi. de özgür”, 5060 puan arasının “çok az özgür” ve 50 puan altının “baskı altında” kabul edildiği endekste Türkiye’deki ekonomik özgürlüğe 59.33 puan verildi. İş kurma alanında Türkiye’nin ‘orta seviyede özgür’ kabul edildiği endekste, çalışma piyasasının baskı altında olduğu ve yolsuzlukla mücadelede yetersiz kalındığı belirtildi. 89 puanla HongKong’un ilk sırada yer aldığı endekste, dünya ortalamalarına göre bir şirket 48 günde kuruluyor. Şirket faaliyetleri için gerekli tüm yasal izinlerin alınması 215 günde gerçekleşiyor. Şirketlerin ortalama iflas işlemleri ise 3 yılı buluyor. Türkiye’de ise bir şirketin kurulması ortalama 9 günde kurulabildiği belirtilirken aşırı bürokrasi nedeniyle gerekli yasal izinlerin alınmasının ve şirketin kapatılmasının zor olduğu, bürokrasinin yavaş işlediği ve gecikmelerle sıkça karşılaşıldığı vurgulanıyor. Vergi yükü ağır Vergi oranlarının belirleyici olduğu vergi özgürlüğünde Türkiye 79.4 ile en yüksek puanını almasına rağmen, 82.2 olan dünya ortalamasının gerisinde kaldı. Vergilerin “ağır” olduğu Türkiye’de en yüksek gelir vergisi oranının yüzde 35, en yüksel kurumsal vergi oranının yüzde 30 olduğu ve vergi gelirlerinin gayri safi yurtiçi hasılaya oranı nın yüzde 31.1 olarak ölçüldüğü belirtildi. Mali sektör özgürlüğünde Türkiye, 100 üzerinden 50 puan alırken sermaye piyasalarının zayıflığına dikkat çekildi. Türkiye’nin 45.4 olan çalışma piyasası özgürlüğü puanı, 62.3 olan dünya ortalamasının oldukça altında kaldı. Endekste buna gerekçe olarak istihdam üzerindeki vergi yükünün ağır olması ve ihtiyaç duyulmayan işçileri çıkarmada ağır maliyetle karşılaşılması gösterildi. Dünya ortalamasının 41.2 olduğu yolsuzluğa karşı özgürlükte ise Türkiye’ye 35 puan verildi. ABD’liler en çok armut ve ayva, Almanlar karadut ve gül, Japonlar gülsuyu alıyor Gazlı içecekten organik meyve suyuna OLCAY BÜYÜKTAŞ Siemens, Türkiye’de rüşvet dağıtmış OSMAN ÇUTSAY FRANKFURT Dünyanın çeşitli ülkelerinde ihale alabilmek için rüşvet dağıttığı suçlamalarıyla karşı karşıya olan Alman Siemens şirketler grubunun Türkiye’de de bazı yetkililere rüşvet verdiği iddia edildi. Der Spiegel dergisinin internet sayfasında yer alan bir haber analizinde, “Monakolu Franz” takma adını kullanan bir işadamının Siemens’in Türkiye’de karşılaştığı zorlukların çözülmesinde devreye girdiği ve bu aracının şirket adına rüşvet dağıttığı söylentileri yer aldı. Siemens’le ilgili yolsuzluk soruşturmalarında da bu kişiye son yıllarda 36 milyon Avro ödendiği bilgisi yer alıyor. 20 yıldır Siemens adına çeşitli ülkelerde aracılık yaptığını belirten Monakolu Franzı, rüşvet iddialarını reddedip bu paraları dürüst bir biçimde kazandığını açıklarken Der Spiegel’e açıklamada bulunan bazı şirket yöneticileri ise bu kişinin adını hiç duymadıklarını belirtiyorlar. Der Spiegel’de çıkan haberde Monakolu Franz’ın birkaç yıl önce Türkiye’de Siemens’in üst düzey yöneticilerinden birini, dönemin başbakanının güvenlik müdürüyle görüştürdüğü, silahlı kuvvetlerin projesi “Trafics” için yardımda bulunmayı teklif ettiği, Siemens için bir Türk bakandan bir gün içinde randevu aldığı iddiaları yer alıyor. Alman elektronik devi Siemens, yolsuzluk ve rüşvet iddialarını doğrulamıştı. Şirket, 19992006 arasındaki dönemde 420 milyon Avro’luk yolsuzluk tespit ettiğini duyurmuştu. Siemens CEO’su (üst düzey yönetici) Klaus Kleinfeld de yolsuzluğun boyutlarının tahmin edilenden de büyük olduğunu söylemişti. 2003’te başladığı organik meyve suyu imalatıyla dünyada bu alanda isim yapmış beş şirket içinde yer alan Elite Naturel, başka şirketlere üç aydan önce randevu vermeyen Whole Foods doğal ve organik yiyecek süper market zincirinin ziyaretiyle ihracatı artırıyor. 1975 yılından itibaren içecek sektöründe faailyet gösteren Yaşar Eşmekaya, gazlı içeçeklerin içinde bulunan karbondioksit gazının zararlı olduğunu öğrenince Ankara Gazozu markasıyla ürettiği içecek fabrikasını kapatarak yeni sayfa açıyor. Sosyal sorumluluk bilinciyle hareket eden Elite Naturel’in sahibi Eşmekaya, gazoz fabrikasını kapatarak genetiği değiştirilmiş ürünlerin ve hormon katkılı ürünlerin özellikle yeni yetişen kuşakları etkilemesinden duyduğu rahatsızlık nedeniyle doğal ve organik ürünlere yöneliyor. Eşmekaya yaşadığı süreci şöyle anlattı: “Çoğunluğu Antakya, Mersin, Gaziantep, Aydın, Bilecik olmak üzere 130 anlaşmalı çiftçiyle çalışıyoruz. Ekilecek tohumları biz temin ediyoruz. Hormonlu gübre kullanılmadığı için bu ürünlerde normal üretime göre yüzde 6070 daha az verim elde ediliyor. Bu nedenle üreticiye ürünlerini alırken yüzde 6070 daha fazla fark ödeniyor. ” Eşmekaya, merkezi Amerika’da bulunan USDAnop sertifikası, AB ülkeleri için Almanya’daki BCS’den Japonya’daki JAS sertifikasını aldıklarına işaret ederek söz konusu kuruluşların yılda en az 3 kere habersiz denetim yaptığını söyledi. Eşmekaya, en çok ABD, Japonya, Almanya, Kanada, İsveç, İsviçre, İngiltere, Avusturya, Kore ve Dubai’ye ihracat yaptıklarını aktardı. Ürün gamında elma, armut, karadut, nar, kavun ve ayva suyu bulunuyor. Raf ömrü bir yıl olan ürünler büyük zincir merketlere cam şişelerde satılıyor. Nar suyunun 250 ml. 1 YTL 750 Ykr, 1 litresi ise 5.56 YTL ’ye satılıyor. Üzüm suyunun 250 ml. 1.5 YTL, 1 litresi ise 4 YTL ’ye satılıyor. Çocuklar için özel ürün Ege ve Ankara üniversitelerinin pedriatri bölümleri ile yaptıkları çalışmalarda çocukların kabızlık sorunlarını çözmek için muz, armut ve elmadan oluşan bir karışım hazırladıklarına dikkat çeken Eşmekaya, son aşamaya geldiklerini, ürünün 11.5 ay içinde eczanelerde tüketicilere sunulacağını, bunun için eczanelerle görüşmelerin sürdüğünü ve Şişecam’dan da uygun cam ambalajı beklediklerini söyledi. Geçen yıl 2.5 milyon dolarlık ihracat gerçekleştirdiklerini kaydeden Eşmekaya, 2003’te 8 kişiyle başladıkları üretime şu anda 48 kişiyle devam ettiklerini ifade etti. Eşmekaya, saatte 12 bin şişe üretim kapasitelerinin bulunduğunu yılda 10 milyon şişe üretimi gerçekleştirdiklerini dile getirerek geçen yıl 13 milyon dolar ciro elde ettiklerini ifade etti. 99.3’lük karşılama oranıyla kendine yeten iller arasına dahil oldu. Devletin oransal olarak verdiğinden fazlasını geri aldığı illerin başında Kocaeli yer aldı. Tutar bazında ise İstanbul adeta Türkiye’yi sırtladı. Türkiye’nin doğusunda yer alan illerin bütçeleri ise 2006 yılında da açık verdi. Türkiye’nin dörtte biri kendine yetiyor ANKARA (AA) Türkiye’nin dörtte biri kendine yetiyor. 2006 yılında 18 ilin bütçesi fazla verirken, 1 ilde de yapılan harcamalara eşit tutarda gelir elde edildi. Maliye Bakanlığı Muhasebat Genel Müdürlüğü verilerine göre, 2004 ve 2005 yıllarında 13 ilin mali anlamda kendini kurtardığı Türkiye’de bu sayı, geçen yıl 19’a yükseldi. 2005 yılında devlete yaptığı katkı devletten aldığından fazla olan Ankara, Antalya, Bursa, Hatay, Mersin, İstanbul, İzmir, Kocaeli, Muğla, Tekirdağ, Zonguldak, Kırıkkale ve Yalova’ya, 2006 yılında Denizli, Eskişehir, Kırklareli, Manisa ve Aksaray eklendi. Rize de harcamayı yüzde DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Bir yıldır, dikkat çekmeye çalıştığımız gibi, üzerimize iki fırtına birden geliyor. Fırtınalardan biri uluslararası mali piyasalarla ilgili, öbürüyse enerjisini bölge jeopolitiğinden alıyor. AKP hükümetinin benimsediği iç ve dış politikalar, ülkeyi dış şoklara karşı korunaksız bıraktığından, bu fırtınaların tahribatı “olağanüstü” boyutlara ulaşabilir. rak, Japonya’da faizlerin hep düşük kalacağını varsaymanın gerçekçi olmadığı, faizler bir kez artmaya başlayınca da Yen’in, 1998’de olduğu gibi birkaç hafta içinde yüzde 20’ye varan oranlarda değerlenebileceği belirtilmişti. Böyle bir konjonktürde de “carry trade” kontratlarının büyük zararlar yaratarak kopmaya başlaması kaçınılmaz olacak, zarar, ihtiyat fonlarının etkilerinden dolayı ucu bucağı belirsiz hale gelmiş kredi ve döviz/faizi köpüğünün de etkisiyle katlanarak büyüyebilecekti. Hafta sonu yapılan G7 maliye bakanları toplantısına doğru, tartışmalar daha da yoğunlaştı. Bu hafta, The Economist’in tartışmalara birden fazla yazıyla katılıyor olması da kaygıların hat safhaya ulaşmaya başladığının bir göstergesiydi. The Economist, spekülasyonun (“carry trade”e Yen satarak, başlamaktan dolayı) Yen’in değerini dünya ekonomisini tehlikeye atacak oranlarda düşürdüğüne değiniyordu. The Economist, olması gereken düzeyin yüzde 40 altında seyreden Yen’deki bir düzeltmenin (1998’deki sıçramaya göndermeyle) dönüşü çok şiddetli olabileceğine işaret ediyordu. Bu ise 1 trilyon dolara ulaşan “carry trade” köpüğü açısından büyük bir risk oluşturuyordu. Goldman Sachs, The Nikkei ve Financial Times analistleri, Yen’in G7 toplantısının gündeminin merkezine oturmasını bekliyor, Japon Merkez Bankası (JMB) üzerinde ABD ve Avrupa’dan gelen baskıların artmakta olduğunu aktarıyorlardı. Oxford Analitica, ABD’de özellikle, korumacı eğilimleri güçlü Demokratların, Yen’in değerlenmesi konusundan ısrarlı olduklarını, Yen’in değerininse, Japon faizleriyle diğer dövizlerin faiz oranları arasındaki büyük farktan dolayı, kısa dönemli piyasa mü Bir Kez Daha “Fırtınaya Hazırlıksız Yakalanmak” Üzerine I Bıçağın ucunda Gittikçe tehlikeli bir hal almaya başlayan “carry trade” (düşük faizli dövizle borçlanıp getirisi daha yüksek varlıklara/dövize yatırmak) sorununa yaklaşık bir yıl önce dikkat çekmeye başlamıştım. Son aylarda bu konu, merkez bankalarının, uluslararası basının gündemine oturdu. Aynı bağlamda tartışılan bir konu daha var, o da “ihtiyat fonlarıyla” (hedge funds) ilgili. Çünkü ihtiyat fonları işlemleri, büyük ölçüde, “carry trade” ile yakından ilişkili, kaldıraç mekanizması (borçlanarak işlem yapmak) kullanıyorlar. Bir diğer tartışma konusu da artık devasa boyutlara ulaşan, özel menkul değerler firmalarının (private equity firms), işlemlerini çok büyük ölçüde kaldıraçlı fonlara dayandırıyor olmaları. Tartışmalar, “carry trade” için kullanılan kaynak dövizin faizi ve piyasalardaki risk algısının değişme olasılıkları üzerinde yoğunlaşıyor. Bu tartışmalara katılanlar mali piyasalarda, “büyük düzeltme”, “büyük çözülme”, “kırılma”, “mali kriz” betimlemeleriyle dile getirilen bir “olayın” gündemde olduğuna inanıyorlar. Geçen hafta bu tartışmalarda, “olayın” gelişmekte olan piyasalar üzerindeki olası etkilerine ilişkin kaygılar da dile getiriliyordu. Geçen hafta, “carry trade” ile ilgili ola Avrupa Merkez Bankası Başkanı Jean Claude Trichet (solda) ile ABD Merkez Bankası Başkanı Ben Bernanke, Almanya’daki G7 toplantılarında biraraya geldi. (AP) dahaleleriyle çözülecek gibi görünmediğine dikkat çekiyordu. Financial Times’a göre bu ayın sonuna doğru yapılacak JMP toplantısında faiz konusundaki karar bıçağın ucundaydı. Ancak cumartesi günü G7 toplantısından çıkan belgede Yen’e değinilmeyecekti. nuyu perşembe günü “Çekirge sürüsü felaketini engellemek” başlıklı yazısında tartışıyor, “Ne bilmediklerini bile bilmiyorlar” sözleriyle hem alay ediyor hem de tehlikeye işaret ediyordu. Geçen hafta Dresner Kleinworth (DK) tarafından yayımlanan “Büyük Çözülme” başlıklı ayrıntılı rapor ise ihtiyat fonları risklerinin yatırım bankacılığı sektörü açısından önemine ilişkin bugüne kadar yapılan en ciddi uyarıyı içeriyordu. Rapor, özetle, ihtiyat Büyük çözülme İhtiyat fonlarına gelince, Spiegel bu ko fonları, yıllık yüzde 20 civarında gerçekleşmesi gereken gelirlerin, bu düzeyi koruyabilmek için gittikçe artan kaldıraç işlemlerinin, risk primlerindeki düşük düzeyin uzun süre sürdürülemez olduğunu vurguluyor. Raporun yazarları, yatırım bankalarının yıllık gelirlerinin yüzde1520’sinin ihtiyat fonları işlemlerinden kaynaklanmasına atıfla, ne zaman başlayacağı belli olmayan çözülmenin çok sert yaşanmasını bekliyorlar. (Alphaville FT, 07/02) Risk primlerindeki ani bir artış olasılığı da korkutuyor. DK analistlerinden Philip Isherwood, “jeopolitik risklerin fiyatlanamadığına” dikkat çekerken, Citigroup’tan Michael Hart “yatırımcıların geride kalmamak için giderek daha yüksek riskli alanlara yatırım yapmak zorunda kaldıklarına”, bu nedenle de piyasaların özellikle tedirgin olduğuna, askeri çatışmaların terörist eylemlerden çok daha büyük etki yaptığına işaret ediyordu (Reuters 10/02). Hart’a göre İran listenin başında gelirken, önemli bir tehlike noktası da Türkiye (Türkiye’nin Irak Kürt bölgesine müdahalesiE.Y) olabilirdi: “Türkiye, yükselmekte olan piyasalar arasında kriter (benchmarkEY) ülkelerden biriydi”. Washington’daki Institute of International Finance (IIF) verilerine göre gelişmekte olan ülkelere yönelik sermaye hareketleri 2006’da ulaştığı toplam 502 milyar dolar düzeyinden 460 milyar dolara yavaşlıyor. IIF, 2006’da doğrudan yatırımlar yavaşlarken yaşanan hızlı artışı, kaynağının net portföy yatırımları ve bono piyasası yoluyla gelen kredilerdeki ani sıçramaya bağlıyor. Türev işlemleri ve banka kredileri artışta büyük rol oynamış. Yavaşlamaysa, ABD ev piyasasındaki gelişme lerden, jeopolitik gerginliklerdeki artışlardan ve küresel dengesizliklerden kaynaklanıyor (Oxford Analytica, 09/02). Türkiye’nin, bu iklimde bir “carry trade” cenneti haline geldiğini, ama geçen yıl mayıstaki “dalgalanmanın” da gösterdiği gibi kırılganlığın da hat safhaya ulaştığını daha önce aktarmıştım. Lehman Borthers’ın 6 Şubat’ta yayımladığı bir rapor, Türkiye’nin riski en yüksek ülkeler arasında olmakla birlikte en yüksek “carry trade” getirisini sunduğunu gösteriyor. Buna karşılık rapor, aşırı değerli kur, artmaya devam eden cari açık, hızla artan dış kredi ve kısa dönemli borç seviyesine bakarak, kırılganlığın çok arttığına işaret ediyor. Rapordan iki gerçek daha ortaya çıkıyor. Birincisi, risk kaynağı olan dış kredilerde 2003’te AKP hükümeti kurulduktan sonra muazzam bir sıçrama görülüyor. İkincisi kırılganlık esas olarak özel sektörden kaynaklanıyor (aktaran Yaşar Erinç, www.drerdinc.net ). AKP hükümetinin izlediği faiz, döviz ve yabancı sermaye politikalarına, çeşitli ekonomistlerden gelen uyarılara, geçen mayıstaki sarsıntıya rağmen hiçbir tedbir alınmamış olmasına bakarak, son durumun ve gelmekte olan fırtınada yaşanacak tüm tahribatın faturasını AKP hükümetine destek veren, yönlendiren sermaye çevrelerine çıkarmak gerekir. Ekonomik politikalar böyleyken, AKP’nin dış politika yönelimlerinin de bölgede gelişmekte olan kriz karşısına ülkenin korunaksızlığını artırdığı, böylece hem siyasi hem de ekonomik riskleri artırmaya devam ettiği söylenebilir. Ne de olsa dünya piyasaları Türkiye’yi bir “benchmark” ülke olarak görüyorlar. (Devam edecek.) CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle