11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 ŞUBAT 2007 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ ABD’nin olası askeri operasyonu bütün dünyayı etkileyecek bir ekonomik krize neden olabilir İran’a saldırının 12 sonucu JON BASIL UTLEY srail’in öldürülen lideri İzak Rabin, 1990’daki Körfez Savaşı’na karşı çıkmış, bir savaşın nasıl sonuçlanacağını öngörebilmenin mümkün olmadığı uyarısında bulunmuştu. Başkan George Bush ve neoconların İran’a saldırmayı planladıkları söylentilerinin yoğunlaştığı şu günlerde, böyle bir eylemin olası sonuçlarını düşünmemiz gerekiyor. ABD’lilerin çoğu Başkan Bush’un gerçeklere değil, kendi ideolojisine önem verdiğine inanıyor. Bush’un mirasını düşündüğü ve tarihin onu haklı çıkaracağını hayal ettiği söyleniyor. Daha da kötü olanı Bush’un dinsel inançları, özellikle de işlerin kötü gitmesinin stratejinin değişmesi gerektiği değil, Tanrı’nın inananların inancını sınadığı anlamına geldiğini söyleyen İskoç vaiz Oswald Chambers’ın vaazlarını okuması. Bu Bush’un diplomasiye karşı nefretini de açıklıyor. Sonuç olarak Tanrı kötülerle “görüşme” yapmaz. ‘Başka Bir Dünya Yok’! 2007 yılı hükümetler arası uzmanlar grubunun (GİEC) iklimlerin değişimiyle ilgili olarak yayımladığı rapor, gezegenin varlığını tehdit edecek boyutlara ulaşan sorunların son kerteye gelmek üzere olduğu konusunda, yaşamsal önemde bir uyarı niteliğinde görünmektedir. Bu açıdan bakıldığında bir ‘Milat’. Grubun bilimsel sorumlularından biri olan Susan Solomon’a göre, gezegeni tehdit eden ‘küresel ısınmada’ en büyük pay insanın. BM Çevre Programı sorumlularından (PNUE) Achim Steiner’e göre ise bu saptamanın kanıtları kuşkuya yer bırakmayacak ölçüde kesin. “Eğer önlem almakta daha da gecikilirse küresel ısınma 2100 yılına kadar 1.8 ila 4 derece artarak insan yaşamını önceden kestirilmesi olanaksız sonuçlarla karşı karşıya bırakması kaçınılmaz olacaktır. Bu yüzden küresel ölçekte iddialı bir eyleme geçmenin zamanıdır.” (Le Monde, başyazı, 5.02.07) Bilimsel verilerin ortaya koyduğu tehlike, kuşkusuz, yeni değil. Bu konuda en ciddi adım 1977’de Kyoto’da atılmıştı. Ancak başta gezegeni en çok kirleten ABD olmak üzere önemli sayıda ülke Kyoto Protokolü’nü olayı küçümsemenin yanı sıra şirketlerinin zarara uğrayacağı ya da bunun gelişmelerini sekteye uğratacağı kaygısıyla imzalamaya yanaşmamışlar, doğanın nimetlerini hoyratça har vurup harman savurarak gezegenin bugünkü geri dönülmesi güç noktaya getirilmesinde önemli rol oynamışlardır.. Oysa aymazlığın, kazancı kutsamanın faturası ağırdır. GIEC’nin raporuna göre gezegen önümüzdeki bin yıl süreyle iklim sorunlarıyla karşı karşıya kalacaktır. Daha birkaç gün önce gelen haberlere göre ocak ayı +0.45 dereceyle yeni bir rekora imza atmıştır. Önümüzdeki uzun dönemde bu tür sorunlar, ne yazık ki eksik olmayacaktır. ??? Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac, giderayak da olsa, küresel ısınmanın önlenmesiyle ilgili aklı başında öneriler getirenlar arasında. Başkana göre ekolojik tehdidin önlenmesi için devrim gereklidir: Zihniyette, ekonomide, politik eylemlerde devrime, üretim ve tüketim tarzımızda radikal değişimlere ihtiyaç vardır. Zenginliğin hesaplanmasına çevrenin kalitesinin düzeyi de alınmıştır. Örneğin olası felaketlerin odağında yer alan küresel ısınmanın önlenmesi için küresel ölçekte mücadeleye ihtiyaç vardır. Paris Konferansı sırasında, Başkan Chirac’ın önerisiyle, BM’ler Dünya Sağlık Örgütü (OMS) gibi bir ‘Çevre Birleşmiş Milletler Örgütü’ kurulması gündeme getirilmiştir. Bu yöndeki çabaların daha yoğun katılımla yakın gelecekte Fas’ta sürdürülmesine karar verilmiştir. Görülen o ki olay bu kez küresel ölçekte ciddiye alınmaktadır. Avrupa Birliği Komisyonu’nun 8 Şubat’ta açıkladığı önlemlere göre çevreyi kirleten bir dizi ‘Yeşil Suç’u (Crime Vert) on yıla kadar hapis, 1.5 milyar Avro ile ağır bir biçimde cezalandırılmasının hazırlığındadır. Dokuz kategoride toplanan ‘Yeşil Suçlar’ arasında havanın, suyun, toprağın bitkilerin canlıların yaşamını tehlikeye atacak boyutlarda kirletilmesi, zehirli maddelerin üretilmesi, depolanması, taşınması, nükleer maddelerin ihracı ve ithali, yaşamı tehdit eden diğer radyoaktif maddelerin sorumsuz kullanımı da yer almaktadır. ??? Küresel ısınmanın baş sorumlulaları arasında, bilindiği üzere karbondioksit salınımı ön sıralarda. Sorumlusu ise otomotiv endüstrisi. Otomotiv endüstrisi, söz konusu gaz salınımının azaltılmasının ek maliyetlere neden olacağı gerekçesiyle yıllardır bu yönde adım atılmasına direnmiştir. Ancak bugün bıçak kemiğe dayanmıştır. Avrupa Birliği Komisyonu bu konuda otomotivcilerin direncine karşın 2007 ya da en geç 2008 ortalarına kadar bazı önlemleri yürürlüğe koyma kararındadır. Buna göre yeni üretilecek binek araçlarının karbondioksit salınımları kilometre başına 120 gramla sınırlandırılacaktır. (Bugünkü kilometre başına 160 gram). Bu sınırlamanın gerçekleşmesi halinda salınım 2012’de yüzde 8 oranında azalmış olacaktır. Kuşkusuz aynı sınırlandırmanın atmosfere karbondioksit salan diğer sektörleri de kapsaması söz konusudur. Ancak bu tür sınırlamaların küresel ölçekte olması zorunludur. Çin, Hindistan gibi hızlı gelişme gösteren ülkeleri de kapsaması olayın olmazsa olmazları arasındadır. Bu yüzden gazları sınırlandıracak teknolojilerin, rekabeti asgariye indirgemesi için tüm ülkeler tarafından paylaşılması gerekmektedir. Çevreye saygısızlık, havası, suyu, denizi, akarsuyu, ormanı ile doğaya zarar vermek 2007 Ocak ayından sonra artık yerel bir suç değildir, küresel bir suçtur. Bu suçu işleyen bireyler ve ülkelerin salt kendi ülkelerine karşı değil, gezegene karşı suç işlemiş sayılacakları günler, umarız uzak değildir. İ Nükleer bomba yakın değil İran’ın tek bir nükleer bomba üretecek duruma gelebilmesi için uzun yıllar geçmesi gerektiğini belirten pek çok rapor var. Birkaç yıl içinde İran’a yeni bir hükümet gelebilir ya da ülke tutum değiştirebilir; Cumhurbaşkanı paniği başlatmak için tankerleri batırabilir. Mahmud Ahmedinejad güç kaybetmeye Bütün bunların olma riski bile bütün dünyayı başladı bile. Ama Bush’un zamanı azalıyor. kaygılandırmalıdır. Eski CIA yetkilisi Phil Giraldi Bush’un, 2) Savaş hızla denetimden çıkabilir. ABD’nin İngiltere Başbakanı Tony Blair nisanda İran’ın uçaksavar sistemleri ve askeri görevi bırakmadan önce İran’a altyapısını yok etme planı, petrol yükleme ve saldırabileceğini söylüyor. Blair körfeze iki nakliye tesislerini yıkmaya dönüşebilir. Bu, mayın tarama gemisi gönderdi bile. piyasanın uzun bir süre milyonlarca varil ABD’nin savaş planları, birkaç gün sürecek petrolden daha yoksun kalması demek. Daha bir savaşla İran’ın nükleer ve askeri da kötüsü, İran misilleme olarak Suudi endüstrisinin etkisiz hale getirilmesini Arabistan, Kuveyt ve Körfez ülkelerinin öngörüyor (Irak gibi). Ama, bir ABD petrol tesislerine saldırısının olası saldırabilir. sonuçlarını da göz önünde 3) Petrol kısa süre içinde bulundurmalıyız: aşkan Bush yeniden akmaya 1) İran Hürmüz Boğazı’nı yönetiminin İran’a bir başlamazsa ABD dahil kapatır. İran’ın elinde yeni, saldırı düzenlemesinin bütün dünya ekonomileri çok gelişmiş Rus sonuçları çok ağır büyük darbe alır. uçaksavar sistemleri, 4) Çeşitli ülkelerdeki Ukrayna’dan alınmış güçlü olabilir. ABD yurttaşları ve Sunburn gemisavar şirketleri İranlı ya da füzeleri, Çin mayınları ve Müslüman militanların hedefi haline kendi yaptığı başka füzeler bulunuyor. gelebilir. Savaş terörist düşmanlarımızın Denize, kıyıdan harekete geçirilebilecek sayısını katlar. Bush yönetimi Ortadoğu’da mayınlar da döşenmiş olabilir. ABD’nin savaşarak ABD’ye yönelik saldırılarının stratejisi İran kıyılarına konuşlu bütün önlendiğini söyleyip duruyor. Teröristlerin bir gemisavar füzeleriyle küçük füzelerin, mayın şekilde tükeneceğini sanıyorlar. Ama yeni gemilerinin yok edilmesini öngörüyor. düşmanlar yaratmaya devam edersek ABD’nin sürpriz saldırısında bütün füzeler ABD’ye yönelik bir misilleme riski de artar. yok edilemeyebilir ya da ABD donanmasının 5) Saldırı, İslam dünyasının ABD’ye yönelik füzesavar sistemleri körfezdeki tüm gemileri nefretini daha da artırır. koruyamayabilir. İran, sadece Amerikan 6) Savaş, Rusya’yı Avrupa karşısında gemilerini hedeflemek yerine dünyada petrol B güçlendirir. Avrupa’nın Rus enerji kaynaklarına bağımlılığı artar. Savaş, ABD’nin ittifaklarına büyük zarar verir. 7) Rusya ve Çin’in İran’a sattığı silahları son derece etkili olabilir. 8) Bir uçak gemisi bile kaybedebiliriz. Bush’un planı, Amerikan gemilerini dar körfezde yem yapıp İran’ı saldırmaya kışkırtmak olabilir. Bush, böyle bir saldırının ardından bütün Amerikalıların bir misilleme saldırısını destekleyeceğine inanabilir. 9) İran’dan gelecek modern silahlar Irak’taki ABD askerlerine büyük zarar verebilir. Kuveyt’ten Irak’a giden uzun Amerikan malzeme konvoyları da saldırılara uğrayabilir. İran’ın Bağdat’taki Yeşil Bölge’ye ya da Doha’daki ana kampa yönelik füze saldırıları pek çok ABD’linin ölümüne yol açabilir. 10) Savaş, Washington’daki dinci sağın büyük etkisini ortadan kaldırabilir. Hıristiyan köktendinciler Ortadoğu’da süren savaşların ve kargaşanın belkemiği. Tanrı’yla doğrudan bağlantısı olduğunu öne süren liderlere yönelik tepki büyüdükçe Hıristiyan köktendinciler de güç kaybedecek. 11) ABD’nin yaşayacağı felaketler İsrail lobisininin gücünü de zayıflatır. 12) Yeni bir savaş Cumhuriyetçilerin tabutuna çakılacak son çivi olur. Parti bölünür. (antiwar.com internet sitesi, 7 Şubat) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer A FGANİSTAN Bu bir savaş ARND FESTERLING A fganistan’da savaş var. Gerçi bütün Afganistan’da değil bu, ama güneyde olduğu kesin. Üstelik giderek de yayılıyor. Bu savaşta Alman silahlı kuvvetleri sadece belli ölçüler içinde yer aldı, hatta belki daha çok pasif bir katılımdan söz etmek doğru olur. Sonuçta Alman ordusu orada, çünkü kendisini ve diğerlerini saldırılara karşı koruyor. Tornado savaş uçakları ile birlikte bu iş biraz da hareketlenecek. Müdahale alanı genişliyor, güneye kadar giriliyor, yani savaş alanına giriliyor. Fakat savaş uçaklarıyla değil de, keşif uçakları ile giriliyor. Bu uçaklar gerçi verilen yetkiye göre sadece Uluslararası Güvenlik Destek Gücü (ISAF) için Taliban’ı arayacak, yani ağırlıklı olarak Amerikalılardan oluşan Sonsuz Özgürlük operasyonu birlikleri için tarama yapmayacak. Zira Alman silahlı kuvvetleri örneğin bir Afrika Boynuzu’ndakinin tersine, Afganistan’daki Sonsuz Özgürlük operasyonlarına müdahale etmiş olmuyor. Petrolün Kıbrıs’ın tüm sakinlerinin ortak malı olduğu gerçeğinin unutulmaması gerek Şansa ihtiyaç var Ama, şimdi Afganistan’daki harekâta katılacak olan Alman pilotların, Amerikalıların veya İngilizlerin pusuya düştüklerini saptadıklarında, Sonsuz Özgürlük bünyesindeki askerlere hiçbir şey söylememesi mi gerekiyor? Susacaklar mı? Mahvolmalarına seyirci mi olacaklar? Yoksa Alman pilotlar, yerdeki müttefiklerin yaşamı tehdit altındaysa, uçaklardaki silahlarla duruma müdahale mi edecek? Böyle bir müdahale anlaşılabilir. Bu her açıdan anlaşılabilirdi. Hatta politik açı dışındaki her açıdan son derece de olağan karşılanırdı. Alman hükümeti her halükârda bu işe “Evet” demiş oldu. Savaşa giriyoruz. Keşif uçaklarıyla ne kadar olursa, o kadar pasif bir katılım bu. Ancak işin aktif savaş katılımına dönüşmemesi için doğrusu bayağı bir şansa ihtiyaç var. (Frankfurter Rundschau, Almanya, 9 Şubat) Almancadan çeviren: Osman Çutsay Adada ‘siyah altın’ histerisi FİLİPPOS SAVVİDİS İ ki haftadır Kıbrıs’ın güneyinde hidrokarbon yatakları bulunduğuna dair pek çok bilgi ediniyoruz. Konuyla ilgili adada adeta bir “histeri” havası esiyor. Bilmeyenler de sanır ki, sanki yarın sabah Kıbrıs denizinden “siyah altın” fışkırmaya başlayacak ve bütün ada halkı Doğu Akdeniz’in “şeyhleri” olacak! Gerçek şu ki, petrol histerisi hem Türkiye’yle hem de Kıbrıslı Türklerle büyük gerginliğe neden oldu, bu arada partiler arasındaki sürtüşmeler de şiddetlendi. Günümüzde, uluslararası ve bölgesel ilişkiler dikkate alındığında, enerji ve petrol konuları art niyetli politikalar ve dar görüşlü stratejilere elverişli değildir. Özellikle ciddi siyasi sorunların yaşandığı Kıbrıs gibi bir ülke için hiç değildir. İşte tam bu noktada, petrol konusunu aşırılığa kaçmadan, gerçekler temelinde tartışmaya açmak çok önemlidir. Bu temel gerçeklerin birincisi, Kıbrıs’ın münhasır ekonomik bölgesinde incelemelerde bulunan Norveç Petroleum GeoServices (PGS) şirketine göre, “bölgede kullanılabilir hidrokarbonlar bulunduğu yönünde işaretler olduğu”. Ancak hidrokarbon rezervleri konusunda sağlıklı bir değerlendirmenin yapılması için henüz çok erken. Başka araştırmaların da yapılması gerekiyor. İhaleye katılacak uluslararası şirketler denizaltı zenginliklerini incelemeleri konusunda 15 Şubat’tan başlayarak teklifler vermeye başlayacaklar. İkinci konu, yapılacak araştırmalar sonunda bu zenginliklerden yabancı şirketlerin ne kadar yararlanacağı, bunun sonunda çalışmaların kâr getirip getirmeyeceğidir. Ancak ilk incelemeler, petrol çıkarmanın çok pahalıya mal olacağını gösteriyor. Tartışma siyasi zeminde Üçüncü temel konu ise tüm bu gelişmelerin, görmezden gelemeyeceğimiz siyasi bir zeminde tartışılıyor olmasıdır. İşte bu tartışmaların odağında Kıbrıs’taki siyasi gerçekler ve uluslararası ve bölgesel koşullar bulunmaktadır. Bugün Ortadoğu’da yaşanan belirsizlik ve istikrarsızlık, enerji konularındaki kriz, petrol boru hatlarıyla ilgili korkunç rekabet ile Kıbrıs’taki sorunların hâlâ devam ediyor olması, görmezden gelinmeyecek bir durumdur. Ancak kesin olan şudur, ihaleye katılacak tüm ciddi kuruluşlar yatırım yapmadan önce her türlü veriyi dikkatle değerlendireceklerdir. Dördüncü konu ise sualtı zenginliklerinden yararlanılması durumunda, bunun Kıbrıs ve çevresine olası etkileri hakkında dikkatli çalışmalar yapılması gerekliliğidir. AB, her türlü gelişmeyi yakından izleyecektir. Doğu Akdeniz çevre sorunları açısından öyle bir durumdadır ki, bundan daha fazlasını kaldıramayacağı gibi, herhangi bir sorun bütün bölgeyi etkisi altına alacaktır. Kıbrıs’ın en önemli üstünlüğü, Avrupalıların tatil için bu adayı seçmeleridir. Petrol çıkarmanın çevre ve ekonomiyi nasıl etkileyeceği araştırılmalıdır. Türkiye’nin de gelişmelere tepki göstermesi bekleniyordu. Bu noktada Irak’taki durum, Kürt konusundaki gelişmeler, Türk kurulu düzeni ile hükümete uygulanan iç baskılar, altyapısı olmayan hukuki tezlere dayandırılan tepkiler, AB adayı bir ülkeye yakışmayan girişimlere yol açtı. Diğer taraftan, Lefkoşa’nın da 1 yıldır bir gelişmenin kaydedilmediği bu konuyu bir anda abartılı bir şekilde gündeme getirmesi de ilginçtir. Turizm dönemi başlarken Türkiye’yle bir kriz, Kıbrıs’ın çıkarlarına zarar verir. Kıbrıs’ın zenginliklerinin tüm ada sakinlerine; Kıbrıs Rumlarına ve Kıbrıslı Türklere ait olduğu da göz ardı edilmemelidir. Soruna çözüm bulunana kadar, doğal kaynaklardan elde edilecek olası kazanımların bir fonda toplanması ve çözümden sonra iki toplum arasında paylaştırılması adil ve mantıklı bir görüntü oluşturuyor. Ne yazık ki bu öneri Kıbrıs Dışişleri Bakanı tarafından reddedildi. Kıbrıslılar adanın yeni bir Kuveyt olduğuna inanmadan önce, aşırı tutumlara, sert açıklamalara son verirler ve araştırma sonuçlarını beklerlerse iyi olur. Böylece Kıbrıs uluslararası düzeyde bir kez daha rezil olmaktan şimdilik kaydıyla kurtulmuş olur. (To Vima, Yunanistan, 8 Şubat) Yunancadan çeviren: Murat İlem CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle