25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 ARALIK 2007 CUMARTESİ 16 Dedikodu Cumhurbaşkanı dedikodu yapar mı? Yapıyor işte... Ağzından çıkanları 35 gazetecinin birden kulakları duyuyor. Yazıyorlar: “Cumhurbaşkanı dedi ki, YÖK’ten dosya geldi, içinde bir not vardı...” YÖK, “Not filan yoktu” deyince çark ediyor: “Ben YÖK demedim.” Demediyse, niye gazeteciler YÖK yazıyorlar? YÖK’ü kastetmemişse niye YÖK’ün göndermediği notu örnek gösterip “YÖK’e özgürlükçü birisi atansın”, “Sistem değişsin” filan diyor? Cumhurbaşkanı dedikodu yapar mı hiç? Yapar... 2. Cumhuriyete geçtik, özgürlük var artık. Cumhurbaşkanları özgürleşti... “Ne mutlu Türküm diyene” dışında, ağzına geleni söylemekte serbestler... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Mahdum ayrıcalığı Ne mahdumlar gördük biz... Süleyman Demirel’in mahdumunun mahdumu vardı, suntayı mobilya yapmış, ekonomik terimler sözlüğümüze de “hayali ihracat” tanımını altın harflerle yazdırmıştı. Turgut Özal’ın mahdumu vardı, babasının “Anayasanın bir kere delinse bir şeycikler olmayacağı” savını kanıtlamış, yasal olmayan özel televizyon kanalı kurmuştu. Tansu Çiller’in mahdumu vardı, Güneydoğu’dan şehit gelmediği günün parmakla gösterildiği günlerde vatan görevini Yeniköy’deki yalısının karşısında yapmıştı. Mahdum ayrıcalığı sürgittir bu ülkede. Askerlik yapmayanı mı istersin, gemicik sahibi olanı mı; pastörize yumurtacı mı, mısırcı mı? Seç, beğen, kendine ortak et! Pişman olmaz, köşeyi dönersin... Aman damatları unutmayın, onların boynu bükük kalmasın sakın. Onlar da özbeöz mahdumdan sayılır, o yüzden kollanır, kayrılır... Cumhura güvenmek AKP’nin federasyoncu anayasasını açıklamasına az kaldı. Ülke, “Siz bize oy veren cumhura güvenmiyor musunuz?”, “Demokrasi, demokrasi” diye diye doludizgin tek parti diktatörlüğüne yuvarlanırken, o ülkenin cumhuru, olup biteni otlakta yayılan koyun gibi seyrediyor. Eğitimciyazar Mustafa Aydoğan, bu içi boş “cumhura güvenmek” sözü ile ilgili bir fıkra aktardı. Paylaşalım: “Bir köyün imamı yokmuş. Hiç olmazsa ramazan ayı için bir imam tutmak istemişler. Etrafa haber salmışlar. İki kişi başvurmuş. Başvuranlar iki kişi olunca ihtiyar heyeti sınav yapmayı kararlaştırmış. İki adayın önüne birer kâğıt koymuşlar ve kâğıtlara ‘inek’ yazmalarını istemişler. Başvuranlardan biri imam hatip lisesi mezunuymuş, özene bezene ‘inek’ yazmış. Öteki başvuran, okur yazar değilmiş, bir inek resmi çiziktirivermiş. İşin tuhaf tarafı, ihtiyar heyeti üyeleri de okur yazar değilmiş. İnek yazısını bir şeye benzetememişler. Ötekinde ‘Dört ayak bir baş görünüyor, ineğe daha çok benziyor’ diye resmi yapanı seçmişler.” Son Çar... Moskova’ya ilk kez ‘92 kışında gittim. Valizimi otele bıraktığım gibi, kâğıt gibi botlarla ilk heves dışarı fırlamışım... Bembeyaz karlar altında o sokak senin bu sokak benim bir süre dolaştıktan sonra, ayaklarımı hissetmez oldum. Moskova kışını hesap!amamışım. Önüme çıkan ilk kiliseye daldım. Kiliseye girerken gördüğüm manzara yürekler acısıydı. “Perestroyka” ile perişanlaşan Ruslar, kapıda uzuun kuyruklar oluşturmuş; gelen geçenden sadaka istiyordu... Dinden medet umduklarından mı, benim gibi ısınmak için mi bilinmez.... İçersi kalabalıktı. Beni anında tespit ettiler! Bir sorunum olduğunu anlamışlardı. Ayağımda ki o küçük, gülünç botları büyük ihtimalle görmüşlerdi... Etrafımda hızla bir insan çemberi oluştu. Neye uğradığımı anlamadan kargatulumba alıp beni mihrabın arkasındaki bölmeye götürdüler. Biri hemen yanıma elektrikli bir radyatör getirdi. Bir başkası, ağzımı açmama fırsat dahi bırakmadan, büyük bir otoriteyle botlarımı çıkardı ve ayaklarımı ovmaya başladı. Orta yaşlı bir adam da kendi ayağındaki beyaz kalın yün çorapları çıkarıp bana uzattı.... “Yok çok rica ederim. Teşekkür ederim, kalsın” falan demeye teşebbüs etsem de, söylediklerime kulak asan olmadı. Hiç tanımadığım bir adamın çoraplarını ayağıma geçiriverdiler! Adonis Çukurova Genç İşadamları Derneği’nin kuruluşunun 15. yıldönümü töreninden izlenimleri Adana Temsilcimiz Çetin Yiğenoğlu anlattı: “AKP’li Adana Anakent Belediye Başkanı Aytaç Durak açılış konuşmasında yerel ve yerinden yönetim politikalarının yararını öyle bir anlattı ki, ‘üniter devlet karşıtı’ olduğunu söylemese bile konukların bu yönde düşünmelerini sağladı. Durak’ın ardından mikrofona gelen Adana Valisi İlhan Atış ise sözlerinin başında çok güzel bir ‘hukukun üstünlüğünün egemen olduğu laik demokratik Cumhuriyet’ vurgusu yaptı. Ancak, hemen sonra, Adana’nın geleceğinin çok parlak olduğunu anlatırken istemeden de olsa farklı noktalara göndermelerde bulundu... Konukları, şimdiden Adana’da yatırım yapmaya, bağ, bahçe, arsa almaya çağıran Atış’ın, temiz duygularla Adana’nın geleceğini ballandıra ballandıra betimlerken az önce ABD’li bir şirketin yemeğine katıldığından, Adana’da ‘Adonis’ adında mahalle kuracaklarından söz etmesi de, yine bazı konuklar tarafından piyasa ekonomisinin, ABD’nin ve BOP’un dolaylı da olsa propagandası gibi değerlendirildi...” “Adonis nedir?” derseniz. Bir mitoloji kahramanı. Onun genç yaşta hüzünlü ölümünü simgelemek amacıyla Doğu Akdeniz ile Ortadoğu’nun belirli bölgelerinde kışın son günlerinde açan kısa ömürlü çiçeğe de “Adonis” deniyormuş. Son Hâkimler ve Savcılar Yasası’ndan da anlıyoruz ki, AKP iktidarı sayesinde “hukukun üstünlüğünün egemen olduğu laik demokratik Cumhuriyet” sizlere ömür olmak üzere... Stratejik ortağı da, mezara adonisler serpiştirmek için sabırsızlanıyordu zaten... Recep Tayyip Erdoğan, geçen perşembe Türkİş Genel Kurulu’ndaydı. “Bugün Ankara’da işçi dostu bir hükümet var. İşçinin arasından gelen bir başbakan var. Bugün Ankara’da çalışanların sorunlarını dert edinmiş bakanlar var” dedi, dahası “örgütlenme özgürlüğünün önündeki engellerin kaldırılmasını hedefliyoruz” da dedi. Oysa Erdoğan’dan az önce İşçi dostunun dostları Türkİş Genel Başkanı Salih Kılıç açış konuşması yapmış ve demişti ki: “Sayın Başbakan 4 yıl önceki genel kurulumuzda bu kürsüden sendikalara örgütlenme çağrısında bulunmuştu. Bu çağrıyla birlikte örgütlenme çalışması yapan sendikalarımız ve işçilerimiz ağır bedeller ödedi. En temel insan haklarından biri olan örgütlenme hakkını kullandıkları gerekçesiyle binlerce işçi işten atılmıştır. 20032007 yıllarında Türkİş üyesi sendikalarca yapılan örgütlenme faaliyetleri sonucunda yalnızca sendikalara üye oldukla rı için 2025 binden fazla işçimiz işten atılmıştır.” Ve aynı Türkİş Genel Kurulu’nda, konfederasyonun iktidardan bağımsız hareket etmesini isteyenlere karşı AKP’li olanlarla AKP’den korkanlar ortak liste çıkardı. Seçimi kazanırlarsa, 2025 bin işçinin kapı önüne konulmasına göz yummuş “işçinin arasından gelen işçi dostları”ndan umar bekleyecekler... ‘Büyük Rusya!’ Kiliseden ayrılırken çat pat İngilizce konuşan bir kadına son kez teşekkür ederken, “geleceği nasıl gördüklerini” sordum... Bana “Rusya büyük ülkedir!” yanıtını verdi, süpermarket raflarının bomboş olduğu o unutulmaz Moskova kışındaki kadın: “Biz büyük bir ülkeyiz. Ve öyle kalacağız. Bu zorluklar gelip geçer!” Sefaletin içinde gösterilen hesapsız bir cömertlik... Ve son derecede otoriter bir özgüvenle karışık sonsuz gurur ve de azamet.... Aldığım ilk “Rusya dersi!” bu oldu. Rusya denince aklıma, bu olay ve o ayaküstü sohbet gelir. Putin’in son zaferi karşısında, bir film sahnesi gibi beynime çakılan bu “Rusya dersini” düşündüm. Mevlana ve Yunus’ta İnsan Sevgisi / Hoşgörü İ. GÜRŞEN KAFKAS Mevlana’nın bilim, kültür, sosyal bilimler ve iletişimdeki misyonu, ona evrensel kişiliği ile dünya çapında önem kazandırmıştır. Bu nedenle 800. doğum yılında UNESCO tarafından “Dünya Mevlana Yılı” ilan edilmiştir. Bu karar Mevlana’nın yerel bir değer değil, büyük bir düşünce adamı ve ozan olarak dünyaya mal olduğunun gerçeğidir. “Gönül ve ruh adamı” Mevlana, seçkin ve felsefi düşünceleriyle âlemi güneş gibi aydınlatabilmişti. Mesnevisinde, “Klasik Doğu edebiyatını şiir türünde öykülerle anlatmış”. Tasavvufi düşüncelerini de, altı ciltlik birbirine eklediği öykülerle topluma ulaştırmıştı. “Fih Mafih”, “Ne varsa içimdedir” anlamındaki, arkadaşlarınca not edilip derlenen eserini katıldığı toplantılardaki söyleşilerde anlatmıştır. Mevlana, mesnevisini Konya / Meram’da gezerken, yürürken, otururken ve sema ederken söylemiş; yardımcısı, yazmanı Hüsamettin Çelebi de kaleme almıştı. Aynı ölçüde ikişer mısralık şiirler; beyitlerle yazılan nazım türleriydi. Uzun anlatımlardaki öykülerini uyak kolaylığı için mesnevi türünde yazmayı tercih etmişti. Mevlana, İslam dinini şiir, sanat, dans, müzik birlikteliğiyle yorumlamıştı. Akıl, düşünce ve inanç özgürlüğüne olağanüstü yer vermişti. “Bütün insanları, dini, dili, rengi, düşüncesi, sınıfı, rütbesi ne olursa olsun saygıya ve sevgiye çağırmıştı.” Onun bu çabası evrensel boyuttur. “Ne olursan ol, yeter ki gel!..” 13. yy’da Anadolu halkı toplumsal yaşayışta çok ilerideyken, Avrupa ortaçağ karanlığıyla boğuşuyordu ve geriydi. Mevlana, söylemlerinde etik değerleri ve bilinci, üretici bir toplumun oluşmasını ve emeği yüceltiyordu. Onun bu gelişkin düzeyi Anadolu’da etnik birliği sağlıyordu. Mevlana’da asıl tema aşktı, sevgiydi. O, insanların görünüşüyle değil iç âlemleriyle ilgiliydi. Ruhsal olgunluk ve etik yücelme onun hedefiydi. 13. yy’da halkın sıkıntılarını ve dönemin olaylarını şiirleriyle yansıtan “sevgi ustası” Yunus da şiirlerinde, yalın diliyle sanatı, yaşadığı çağı ve halkını kendine özgü anlatımıyla işliyordu. Medrese biliminden sıyrılıp halk kültüründen gelen bilime, çokluktan tanrısal birliğe ulaşıyordu. Çağın kargaşasından bunalan halkına “direnme şiiriyle” yol gösteriyordu. Şiirlerinde her konuda gerçek bir anlatımı, halkın yaşam kesitlerinden alarak yazdı. O, din ve mezhep ayrılıklarını aşarak “yetmiş iki millete bir göz ile” bakmış, şeriatın katı ve bağışlanmaz tutumunu yermişti. İnsanları birleştirecek büyük bir sevgi bağını işlediği şiirlerinde, halkın içindeki sürekli barış özlemini yansıttı. Onun “sevgi barış hoşgörü” temalı şiirleri çağının sınırlarını aştı, bugünlere kadar ulaştı. Yaşamın halka bağlı temleri, kaynağını halk müziğinden alan coşkun lirizmi ile Anadolu’ya yayan Yunus Emre, özlemleri sanatla tanıtıp yansıtarak çevresiyle birleştirmişti. Şiirlerinde duyguları erişilmez bir hayale ortak oluyordu. Yaşamın değişen kanadına, şiirlerindeki düşünceleriyle sevgi ve hoşgörü tohumu ekiyordu. İnsanlığın çöküşüne ve yükselişine duygularıyla tanık oluyor, iyiliğin ve güzelliğin toplumun üstüne güneş gibi doğacağına inanıyordu. 13. yy’ın her iki duygu ustası da “sevgi ve hoşgörüde” buluşuyorlardı. Onlara göre, dünyada insanlara kalan en önemli mirasın sevgi olduğudur. 800 yıldır değişmeyen insan sevgisi, ne yazık ki, son yıllarda kayıp ruhlarla gölgeleniyor, silinip kayboluyor. Mevlana, toplumsal sorunların çözüm düşünürüydü. Mevlana ve Yunus, insanlığın saklı yüzlerini aydınlığa, barışa, kardeşliğe taşımaya çalışmışlardı. Biri düşünceleriyle, diğeri şiirlerindeki anlatımlarıyla... Onlar, şiirleriyle ruhlara hayat veriyorlardı. Anadolu ve Konya ovasına gözleri dalan bu iki ünlü sevgi ustası, toprağın bereketini yüreklerindeki sıcaklıkta buluyorlar, “Ot, kökü üzerine biter” diye düşünüyorlardı. Sevgi ustaları, düşünmeyi öğreniyor ve öğretiyorlardı. Onlar, insanların çilesini gidermek için düşünüyor, şiirleriyle dillendiriyor ve sorunlar yığınına çözüm için ateşi kucaklıyorlardı. “Canında bir can var / o canı ara / Neyi arıyorsan / O’sun sen” diyen Mevlana; “İlim ilim bilmektir, / ilim kendin bilmektir, / Sen kendini bilmezsin, / ya nice okumaktır” dizeleriyle Yunus insanlara yol göstermişlerdir. “Sevgide güneş gibi ol, / Dostlukta ve kardeşlikte akarsu gibi ol, / Tevazuda toprak gibi ol, / Öfkede ölü gibi ol, / Her ne olursan ol, / ya olduğun gibi görün, / ya da göründüğün gibi ol.” Mevlana’nın unutulmaz yol gösterici bu dizelerine, Yunus da şöyle der: “Az söz erin yüküdür, / Çok söz hayvan yüküdür, / Bilene bir söz yeter, / Sende cevher var ise”. 21. yy’ın bilgi ve bilişim çağı olduğu gerçeğinde Mevlana’nın ve Yunus’un 13. yy’da yol gösterici haykırışları olan “İnsan sevgisi / barış / hoşgörü” temleri sözde kaldı. Ülkemizde terör belası baş ağrıtıyor. Gözü dönmüş sömürgeci ülkeler az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkelerin ocağını eşiyor, ateşi lavlıyor, kışkırtıyor ve savaş naraları atıyorlar. Barış, kardeşlik, anlayış ve hoşgörü sözde kaldı. Atatürk’ün; “Yurtta barış, dünyada barış” özdeyişindeki umut tükendi, umutsuzluğa döndü. Çocuklarımıza gözyaşı ve umutsuz kötü miraslar yerine Mevlana’nın / Yunus’un sevgi, hoşgörü ve anlayışını bırakabilmeliyiz... KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve ‘egemen demokrasi’ modeli Seçimleri izleyen Avrupa Konseyi delegasyonu şefi Luc Van Der Bande, “Görevdeki bir devlet başkanının, parti lideri şapkasıyla parlamenter seçimlere katılması... görülmemiş şey!” demiş. Demokrasilerde örneği yokmuş... Rusların da umruydu? Batı demokrasilerinin kuralları (yani “hukuk devleti”!), Rus halkının kafasındaki son tasa... Tam tersine. Bilakis. Akıl sır erdiremedikleri Batı demokrasilerinin “kalıplaşmış” kurallarını, “sürekli istikrarsızlıkla” özdeşleştiriyor Ruslar. Batı’nın içişlerine karışması, güçlü Rus devletinin altının oyulması, ayrılıkçılık akımlarının teşvik edilmesi, “dış mihraklardan beslenen” sivil toplum örgütlerinin hiyanetiyle özdeşleştiriyorlar.... Bunun karşılığında, ulusun “babası” gibi görünen “güçlü bir liderin”; devletin zirvesinde eski KGB ajanlarından oluşan bir “iktidar kliği” oluşturmasına, “muhalefetin” kirli savaş yöntemleriyle ezilip geçilmesine, yargının siyasileşmesine, güçler ayrılığı ilkesinin yok edilmesine, “anayasal yurttaşlık hakları” altındaki güvencelerin mum gibi erimesine razılar. Yeter ki kendilerine “Büyük Rusya!” vaat eden “güçlü bir lider”, “güçlü bir devlet” ve “güçlü bir istikrar” olsun. Batı demokrasilerinden farklı olarak Ruslar buna “egemen demokrasi” adını takmışlar. Egemen demokraside, “egemen yurttaş” yok. “Egemen güçler”, “egemen devlet” ve “egemen şef” var. “Egemen demokrasi”; “şeklen” demokrasi olan, piyasa düzeninin geçerli olduğu “otoriter bir rejimi” ifade ediyor. Rejimin “kuralları”; ulusu kurtarmak ve dış düşmandan korumak misyonuna soyunan “egemen şefin” iradesinde belirleniyor... Vazgeçilmez bir kıstas var: “Kurtarıcılık”! Avrupa Konseyi delegasyonu başkanı Luc Der Bande HoIlandalı mıdır nedir... “Kural” diye çıkmış, kafa ütülüyor. İlahi! Alan razı, satan razı. Mangalda kül bırakmayan bu “kuralcı söylemler” altında, “reel politiğin” dik âlâsını izleyen Avrupa’nın “Rusya bakışı” da gelecek yazıya! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com nilgun?cumhuriyet.com.tr BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 8 Aralık www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Halk dilinde 1 ocak ayına verilen ad. 2/ Bir etkinli 2 ğin geçici olarak durdurulduğu sü 3 re... Kadın erkek 4 birlikte oynanan 5 bir halkoyunu. 3/ Pembe renkli sa 6 rap... Mezopotam 7 ya’da kurulmuş en 8 büyük Sümer kentlerinden biri. 9 4/ Teknelerdeki hamuru 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kazımaya yarayan araç... 1 İ MAM İ L İ K Lütesyum elementinin 2 Ş E R E M E T O simgesi. 5/ Tarihöncesine 3 A S A R M İ N K dayanan efsane... Resim 4 R E Ş A D İ Y E ya da fotoğrafta duruş. 6/ U S A R E “Hayır” anlamında kulla 5 İ N İ T AM T O L nılan söz... Madagaskar’da 6 L Y A K N İ yaşayan bir cins maymun. 7 İ P 7/ Kastamonu ilinde ünlü 8 K A N A Ğ A N Z bir mağara. 8/ Savrulmak 9 Y A N I K A R A için hazırlanan dövülmüş ekin yığını... Çıplak vücut resmi. 9/ İç Anadolu’nun bazı yörelerinde alçıtaşı ve jips içeren oluşuklara verilen ad... Bir yaşında keçi yavrusu. T.C. GEYVE ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİ’NDEN ESAS NO: 2006/78 Davacı İ. Kaya Atay vekili tarafından, davalılar Hazine, Bağlarbaşı Köy Muhtarlığı, Geyve Belediye Başkanlığı aleyhlerine mahkememize açılan Tescil davasının açık yargılamasında, verilen ara kararı gereğince; Dava konusu Geyve ilçesi, Bağlarbaşı köyü, Şerbetçiler mevkii, 37 pafta, 1708 parsel sayılı, Atay Petrol isimli Akaryakıt istasyonunun arka tarafında, kuzeyinde Kısmen Sakarya nehri, kısmen 1646 ve 1643 parsel sayılı taşınmazların birleştiği yer, Güneyinde Sakarya nehri, Doğusunda Sakarya nehri, Batısında 1708, 1647 ve 1646 parsel sayılı taşınmazlar ile çevrili, Sakarya nehri ile İstasyon arasında kalan taşınmazın davacı adına tescili talep edilmiştir. Taşınmaz üzerinde hak iddiasında bulunanların, ellerindeki zilyetlik belgeleri ile birlikte 3 ay içersinde mahkememiz dosyasına başvurmaları hususu ilan olunur. (Basın: 65713) Hoş Geldin DENİZ 7 Aralık 2007 Ali Rıza, Sevgi, Hüseyin, Özgür Bayrak YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Halk dilinde ekim ayına verilen ad. 2/ Bir tuzla ürününün satıldığı bölgeler... Erzurum’un bir ilçesi. 3/ Koşuk... “Söz, lakırdı” anlamında argo sözcük. 4/ Ermenistan’ın başkenti. 5/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Sac üstünde pişen yufkayı çevirmeye yarayan tahta araç. 6/ Dünya... Bir ilimiz. 7/ “ elinden dolu içmiş deliyim / Üstü kan köpüklü meşe seliyim” (Pir Sultan Abdal)... Kümes. 8/ Boya ve badana yapmakta kullanılan silindir biçimli fırça... Kayınbirader. 9/ Japon mafyasına verilen ad... “Bir garip ölmüş diyeler / günden sonra duyalar / Soğuk su ile yuyalar / Şöyle garip bencileyin” (Yunus Emre). CUMHURİYET 16 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle