18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 ARALIK 2007 ÇARŞAMBA 4 İSTANBUL HABERLER Basın meslek örgütleri ‘yıpranma hakkı’ için destek arayışlarını sürdürüyorlar GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Gazeteciler eylemde Haber Merkezi Basın meslek kuruluşları AKP hükümetinin Sosyal Sigortalar Yasası ile gazetecilerin yıpranma hakkının kaldırılmasına karşı bugün bir protesto eylemi yapacak. Haklarının gasp edilmek istendiğini belirten gazeteciler bugün saat 10.00’da Taksim’de buluşacak. Birçok sendika ve sivil toplum örgütünün de destek vereceği eylemde gazeteciler Taksim’den Galatasaray Lisesi önüne kadar yürüyecekler. Hükümeti protesto eden pankartlarla yürüyecek olan gazeteciler, çeşitli sloganlarla AKP hükümetinin hak gaspına tepki gösterecek. ‘Yıpranma imtiyaz değil’ ? TGS Genel Başkanı İpekçi başkanlığındaki basın meslek kuruluşlarının temsilcileri, DSP milletvekili İçli’yi ziyaret ederek destek istediler. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı Ercan İpekçi başkanlığındaki basın meslek kuruluşlarının temsilcileri, DSP Eskişehir Milletvekili Tayfun İçli’yi ziyaret ederek, hükümetin yeni Sosyal Güvenlik Reformu ile kaldırmak istediği “gazetecilerin fiili hizmet süresinin”, olduğu gibi bırakılması konusunda destek istediler. İçli, “parlamentoda gazetecilerin sesi olmaya devam edeceklerini” bildirdi. TGS Başkanı İpekçi, değişikliğe ilişkin tasarıda, 30 yıldır uygulanan gazetecilerin yıpranma hakkının kaldırılmasının öngörüldüğünü anlatırken, “yıpranma tazminatının bir imtiyaz, ayrıcalık olmadığını, prim karşılığında yapılan bir uygulama” olduğunu vurguya devam edeceğiz. Şüpheniz olmasın” diyerek seslendi. ‘Adalete Tecavüz’ Başlığı Oktay Ekşi’nin cumartesi günkü ilginç yazısından aldım. Ekşi, yazısına “İKTİDARDAKİ partinin adına bakarsanız ‘Adalet’ kavramının bu parti için çok önemli olduğuna hükmetmeniz gerekir. ...parti programına da bakarsanız, ‘Yargıç tarafsızlığı ve yargı bağımsızlığını tam olarak sağlamayı ve yargıç güvencelerini korumayı’ taahhüt ettiklerini görürsünüz. Tıpkı ‘herkesin iktidarı’ olmayı vaat edip de hemen unutuvermeleri gibi adalet konusunda da taahhütlerini unuttular. Pardon unutmak bir yana, Meclis’e verdirdikleri bir yasa önerisiyle tam tersini yapmaya kararlı olduklarını ortaya koydular” saptamalarıyla başlıyor; “Başbakan’ın her fırsatta dile getirdiği ‘yargıyı tarafsızlaştırma’ vaadini, ‘yargıyı AKP’lileştirerek’ gerçekleştirmiş (!) olacaklar” dedikten sonra, bunun nasıl gerçekleştirildiğini, Anayasa Mahkemesi’nin AKP hükümetinin aracı haline geldiğini anlatıp, “Hukuk dünyamız da ‘yargı bağımsızlığını’ mahveden bu cinayeti seyrediyor” saptamalarıyla bitiriyor. Yazılarını her gün, mutlaka okuduğum Ekşi’ye haksızlık etmek istemem ama, AKP’nin yaptıklarında şaşılacak bir şey yok! Süreç doğasına uygun bir biçimde seyrini izliyor; durdurulmadığı sürece de izlemeye devam edecek! Başbakan’a rapor TGS Genel Başkanı İpekçi’nin başkanlığındaki basın meslek örgütlerinin temsilcileri hazırladıkları raporu da dün Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a TBMM kulisinde verdi. Parlamento Muhabirleri Derneği Başkanı Hıdır Göktaş ise raporun sunulması sırasında, basın mensuplarının yıpranma haklarının elinden alınmasıyla ilgili Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanun Tasarısı’nda bir düzenleme olduğunu hatırlatarak “Bu konuda meslek örgütlerinin raporunu size takdim etmek istiyoruz. Raporun ekinde de kameramanların çalışma koşullarına ilişkin yapılmış bir araştırmanın sonuçları bulunuyor. Konu hakkında bilginiz olduğunu ve ilgilendiğinizi biliyoruz” dedi. Başbakan Erdoğan ise raporu Başbakanlık Sözcüsü Akif Beki’ye verdi. Ercan İpekçi, Tayfun İçli’ye gazatecilein hakkının korunması için destek istedi. ladı. Basın sektöründe çalışan yaklaşık ra hukuk sisteminin yasalar enkazı15 bin gazeteci için Sosyal Güvenlik Ku na dönüştüğünü’’ vurgularken, sosyal rumu’na her ay 1 milyon YTL fazla öde güvenlik tasarısının basın çalışanlarının me yapıldığına dikkat çeken İpekçi, ta kazanılmış haklarının kaldırılmasına yösarının yasalaşması halinde Sosyal Gü nelik düzenlemeler içerdiğini kaydetti. venlik Kurumu’nun bu kaynaktan mah İçli, düzenlemenin yasalaşmaması için ellerinden geleni yapacaklarını söylerrum kalacağını anımsattı. DSP Eskişehir Milletvekili İçli de ken, basın meslek örgütü temsilcilerine “AKP’nin iktidara gelmesinden son “Parlamentoda gazetecilerin sesi olma Parti gibi parti Bugün, birçok yazarın, AKP’nin uygulamaları karşısında, düş kırıklığına uğramalarının, kandırıldıklarını düşünerek sinirlenmelerinin arkasında, sanırım “dün”, AKP’nin “Parti gibi parti” olduğunu görememiş ya da görmek istememiş olmaları yatıyor. Biraz ağır kaçabilir ama, ülkede siyasi parti tarifine uyan tek yapılanma AKP’dir. Bunun dört nedeni var: Birincisi AKP , yaygın taban örgütleri olan, hem kadro hem de kitle partisidir. İkincisi, etrafı çok çeşitli, toplumun dokularına nüfuz eden yaygın, derin sivil toplum örgütleriyle, çevre ağlarıyla çevrilidir. Üçüncüsü, AKP salt yerel (ülke çapında, ülke dinamiklerinden kaynaklanan) değil aynı zamanda uluslararası boyutu olan bir siyasikültürel dalganın (siyasal İslam) parçasıdır. Nihayet dördüncüsü, AKP özgün bir kültüre, toplumsal projeye, buna bağlı olarak uzun erimli “sadakatlere” sahiptir. Bu nedenlerle AKP, daha ilk kez seçimlere girmeye hazırlanırken, AKP’nin toplumsal projeye ve sosyal tabana sahip bir parti olduğunu, bu projeye, sosyal tabana, mutlaka bir ölçüde “sadakat” göstermek zorunda kalacağını, AKP yönetimi altında toplumun, bu sosyal projenin ve tabanın arzuları yönünde giderek dönüşeceğini savunmuştuk. Son seçimlerden önce yine bunları tekrarladık; ek olarak, seçimlerden sonra AKP’nin ilk dönemine göre çok daha hızlı, kendine güvenli ve artık “yol arkadaşlarının” isteklerine, eleştirilerine fazla önem vermeden davranmasını beklediğimizi söylemiş, bu momentumu kırmanın önemini vurgulamıştık. AKP’nin “Parti gibi parti” olduğunu, gerçek bir siyasi iktidarı gerçekten arzuladığını, tarihte benzer süreçleri çözümleyen Gramsci gibi düşünürlerin yapıtlarından, Mısır gibi ülkelerin Müslüman Kardeşler gibi yapılanmalarının deneylerinden de elimizden geldiğince yararlanmaya çalıştığımız için zamanında görebildik. Ne yazık ki, öngörülerimiz gerçekleşiyor. Her çarpıcı, vahşi, insanlık dışı siyasi cinayetten sonra “Artık bunu devlet içinden birileri yapmaz, bunun devlet içindeki güçlerle ilişkisi olamaz, olmamalı” diye bir yargıya varıyorum. Malatya cinayetini Kudüs’te bir seminer izlerken cep telefonuma gelen mesajla öğrenmiştim. Sarsılmıştım. Üç insan sırf Hıristiyan oldukları için boğazları kesilerek öldürülmüştü. Bu ne biçim bir vahşetti. Bunu devlet içinden birileri yapmamıştır, yapamaz diye düşündüm. Her zamanki gibi yanıldım. Benim boş iyimserliğim gerçeklere toslamıştı. Ortaya çıkan bilgi ve belgeler, geçmişte bildiklerimizden farklı olmayan adreslere işaret ediyordu. Bu kez yine cinayetin devlet içindeki bazı güçlerle ilişkisi olduğuna ilişkin bağlantılarla karşı karşıya kaldık. Bilgiler tanıdık ve çarpıcı. Ne yazık ki, Türkiye devlet içindeki tortuyu, siyasi cinayet işleme birikimini temizleyemiyordu. Bu kez ortaya çıkan bilgiler de çok tanıdık ve Malatya Cinayetinden Çıkan Bilgiler… çok korkutucu. ??? Cumhuriyet gazetesinde Malatya katliamıyla ilgili ortaya çıkan bilgiler 7. sayfanın manşetindeydi. Hilal Köse’nin haberinin hemen altında ise Tan Matbaası baskınının haberi yer alıyordu. Serteller’in çıkardığı Tan gazetesi sırf muhalif fikirleri nedeniyle basılmış, matbaası tahrip edilmiş, bir daha yayın yapamayacak hale getirilmişti. O baskını da devlete egemen olan güç düzenlemişti. CHP’nin tek parti iktidarının son yıllarında gerçekleşen ve basın özgürlüğünü tarihin derinliklerine gömen bu saldırının düzenleyicileri de hiçbir zaman yakalanıp hesap vermediler. Birçoğu daha sonra ülkemizin etkin yerlerine geldiler. ??? Malatya cinayetinde ortaya çıkan bilgiler bir kez daha gösterdi ki, ülkemizin önünde çok ciddi bir devlet sorunu bulunuyor. Devlet içinde hesap sorulamayan, üzerine gidilemeyen güçler etkinliklerini sürdürüyorlar. Bu güçler, Türkiye’nin demokratikleşmesini, çoksesli, çok renkli, çoğulcu bir ülke haline gelmesini engellemek amacıyla, her yola başvurabiliyorlar. Tabii bu yollara başvuranlar, bunu herhalde kendi başlarına yapmıyorlar. Devletin üst kademelerinden kendilerini koruyup kollayacak güçlere güveniyorlar, onlardan teminat alıyorlar. ??? Hrant Dink cinayeti ve Malatya katliamı AKP hükümeti zamanında gerçekleşti. Bu nedenle bu cinayetlerin arkasındaki karanlık ilişkileri ortaya çıkarmak birinci derecede onların görevidir. Bu cinayetleri önce engellemeleri gerekiyordu, yapamadılar, ya da yapmadılar. Engelleyemedikleri bu cinayetlerin arkasındaki zinciri ortaya çıkarmak da onların boynunun borcu olmasına rağmen bu konuda da güven verici bir tutum göstermediler. Örneğin Hrant Dink cinayetinde İstanbul Emniyeti’ndeki ve Emniyet İstihbarat Daire Başkanlığı’ndaki sorumlulardan hiçbir hesap sorulmadığı gibi, bu mevkilerdeki sorumlular hâlâ yetkili koltuklarında oturmaya devam ediyorlar. Devlet içindeki cinayet şebekelerinin temizlenmesi tamamen devleti yöneten iradenin tutumuna bağlıdır. “Nereye kadar giderse gitsin” diye çok laflar ediliyor, ancak sonra soruşturmalar bir yere kadar gidiyor ve sonra ipin ucu kayboluyor. ??? Malatya cinayetindeki manzara da diğerlerinden değişik değil. Korkutucu, üzücü ve isyan ettirici bir tab loyla yüz yüzeyiz. İstense ve cesaret gösterilse bu cinayetler aydınlanır. Ama bunu yapabilmek için devletin çürümüş noktalarına ciddi operasyonlar yapmak gerekir. Bunu kim ne zaman yapacak? Örneğin Batı Gladyo’yu ortaya çıkardı ve temizledi. Belki başka yeni örgütlenmeler ortaya çıkmıştır. Ama Türkiye’nin ne Gladyosu bulundu, ne de hesap soruldu. Belki de bir şey yapmamışlardır bizim hüsnü kuruntumuzdur söz konusu olan. Ben Türkiye’nin Gladyosu’nu hep merak ediyorum. Siz etmiyor musunuz? ??? Malatya’da ortaya çıkan bilgiler, aslında devletin içinde temizlik isteyen güçlerin olduğunu da gösteriyor. Bu bilgileri ortaya çıkarıp kamuoyuyla paylaşan devlet görevlileri de bir mesaj veriyorlar. “Temizleyelim bu devleti” diyorlar. Gerçekten artık devleti temizleyelim, ülkemizi temizleyelim.. ‘İki taktik’ DEMİRTAŞ AP’DE KONUŞTU ‘İktidar PKK ile masaya otursun’ ERDİNÇ UTKU sözleri unutarak silaha sarıldığını” kaydetti. BRÜKSEL DTP Genel Başkanı Nurettin Demirtaş, Avrupa Parlamentosu’nda (AP) düzenlenen konferansta yaptığı konuşmada Avrupa Birliği’nin (AB) ve AKP’nin Kürt sorununa yaklaşımını sert bir dille eleştirdi. “Önce sorun doğru tanımlanmalıdır. Biz bunu terör sorunu olarak tanımlamıyoruz” diyen Demirtaş, çözüm için anayasadaki Türklük vurgusunun kaldırılmasını ve hükümetin PKK ile masaya oturması gerektiğini savundu. Demirtaş, Avrupa Birliği Türkiye Yurttaş Komisyonu’nun organizasyonuyla gerçekleştirilen “AB, Türkiye ve Kürtler” konferansının 2. gününde bir konuşma yaptı. ‘Linç kampanyası’ Partisinden birçok yöneticinin tutuklandığını ve milletvekillerinin ölüm tehditleri aldığını iddia eden DTP Genel Başkanı, “Aşırı Türk milliyetçiliğini teşvik eden bir Başbakan var Türkiye’de. Bu linç kampanyası AKP’den bağımsız gelişmemiştir” diye konuştu. Demirtaş, “öngördükleri çözümün, devletin sınırlarını zorlamadığını ‘demokratik özerklik’ olarak tanımladıkları önerilerinin merkezi hükümetle yerel yönetim arasında ara kademe olarak bölge meclisini içerdiğini” kaydetti. Anayasada Türklüğe vurgu yapan tekçi referansların kaldırılması halinde Kürt sorununun hemen çözüleceğine inandıklarını kaydeden Demirtaş, “Silahsızlanma, çatışmasızlık falan deniliyor. Bütün bunları ya gidersin PKK ile konuşur yaparsın, ki hükümet böyle bir irade göstermiyor ya da bu demokratikleşmeyi sağlarsın, zaten bu sorun da ortadan kalkar.Bu konuda siyasi bir irade, iradeli bir duruş göremiyoruz” dedi. Sorular üzerine Demirtaş, “Kürtler arasında ayrı bir devlet kurulmasını savunan olabileceğini” belirterek “Biz felsefi olarak da devlete karşıyız. Biz özgürlük istiyoruz. İleride devletlere ihtiyaç kalmayacak. AB’ye bakın” şeklinde konuştu. Ne yazık ki bu süreç işlemeye devam edecek! Gelin, gerçek iktidarı ele geçirmeye gerçekten niyetli bir başka, kadrosuyla, kitlesiyle, toplumsal projesiyle gerçek bir siyasi partinin, Rus Sosyal Demokrat Partisi’nin lideri Lenin’in Rus Sosyal Demokrasisinin İki Taktiği (1905) kitabından yararlanalım. Kitabı, kendi özgün tarihsel koşullarından soyutlayarak, o tarihsel koşullara, söz konusu partinin öznel koşullarına, sınıf karakterine ilişkin tartışmaları ayıklayarak, Gramsci’nin tezleriyle birlikte okursak karşımıza, iktidarı ele geçirmeye ilişkin şu tipik model çıkar: Bir tarafta, “aşağıdan yukarı” etkisini genişleterek, güçlenerek, toplumun dokusunu moleküler düzeyde dönüştürerek yükselen bir siyasi/toplumsal hareket. Diğer tarafta, onun etkisiyle Meclis’e girmiş, hükümet düzeyine ulaşmış bir siyasi parti. Bu parti, karşıt güçler, yanına çektiği entelektüeller, kültür endüstrisinin seçkinleri arasında bir paniğe yol açmadan, adım adım hayata geçirdiği yasal, bürokratik dönüşümlerle, “yukarıdan aşağı” doğru devleti ele geçirerek bu hareketle birleşir ve süreci tamamlar. Benzer bir süreci (tarihsel sınıfsal ve “sosyal projeye” ilişkin farkları unutmadan), Mussolini hükümetinin faşizme geçiş sürecinde de görebiliyoruz. Mussolini de, bir dizi yasayla devleti yavaş yavaş dönüştürür, ama sosyalist lider Giacome Matteotti’nin öldürülmesine kadar faşist devlete geçilmez. Geçiş son bir yasal düzenlemeyle gerçekleşir. İsterseniz, felsefeci George Santayana’nın şu ünlü sözüyle bitirelim: “Tarihten ders almayanlar, onu tekrar etmeye mahkumdurlar.” Ve sonuçlarına da katlanmaya... [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com ‘AB de dayatmacı’ Demirtaş, “AB’nin Kürt sorununun çözümü için projelerle ilgilenmek yerine, kendilerine PKK’yi terörist ilan edecek misin, yoksa etmeyecek misin şeklinde baskı yaptığını” söyledi. ABD’nin 11 Eylül saldırılarının ardından tüm dünyaya “Ya bizdensin, ya düşmanımsın” yaklaşımını dayattığını ve AB’nin de bunu benimsediğini öne süren Demirtaş, “Dayatmaktan vazgeçin ” dedi. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a da tepki gösteren Demirtaş, “AB’nin kendilerinden AKP’yi desteklemelerini istediğini, ancak Kürt halkının seçimlerde şans verdiği AKP’nin seçimden sonra verdiği Simavi ödülleri sahiplerini buldu İstanbul Haber Servisi Türkiye Gazeteciler Cemiyeti (TGC) tarafından bu yıl 31’incisi düzenlenen “Sedat Simavi Ödülleri”ni kazananlar belli oldu. Seçici kurul, “Gazetecilik Ödülü”ne Vatan Gazetesi’nde yayımlanan “Mitingden en çarpıcı kare” başlıklı fotoğrafıyla Burak Kara layık görürken, Anadolu Ajansı’ndan (AA) foto muhabiri Gürsel Eser’i de “En büyük ihanet” başlıklı fotoğrafı nedeniyle bu dalda övgüye değer gördü. ‘’Radyo Ödülü’’, BBC Türkçe Yayınlar Bölümü Programı “Arka Bahçe (Latin Amerika Belgeseli)’’ adlı radyo programıyla Emre Azizlerli’ye verilirken, Lalifer Balibeyoğlu da TRT’de yayınlanan “80 Yılda Devri Alem Radyo Yolculuğu” adlı programıyla övgüye değer bulundu. “Televizyon Ödülü” de TRT’de yayımlanan “Özü Türk Karaylar” isimli programıyla Neşe Sarısoy Karatay’a verildi. “Edebiyat Ödülü”nü de “Kaç Kişiyiz Kendimizde” adlı şiir kitabıyla Ahmet Oktay’a verilirken “Sosyal Bilimler Ödülü” ise Dr. Bilal N. Şimşir’e “Kürtçülük: 17871923” adlı eseri nedeniyle verildi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle