18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
28 ARALIK 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Suriye’nin tarihi kenti Rakka’daki ‘Abdulselam el Uceyli Roman Festivali’ne katılan Türk yazarlar, etkinlik çerçevesinde Arap ülkelerinden gelen gazetecilerle Şam’da bir araya gelerek fikir alışverişinde bulundular. Türk ve Arap edebiyatçılar ‘Abdulselam el Uceyli Roman Festivali’ kapsamında Suriye’de bir araya geldi Edebiyatın ortak kaygısı insan OSMAN ŞAHİN Geçen ay içerisinde Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan, Osman Şahin, Fatih Atilla, Bereket Kar, Zeynep Aliye ve Meltem Arıkan’dan oluşan Türk yazarlar heyeti, Suriye’nin tarihi kenti Rakka’da düzenlenen “Abdulselam el Uceyli Roman Festivali”ne katıldık. Çeşitli Arap ülkelerinden, Irak’tan, Mısır’dan, Libya’dan, Ürdün’den, Cezayir’den, Fas’tan gelen öykücü, romancı ve eleştirmenlerle tanıştık. Sıcak dostluklar gelişti, ağırlamalar oldu. Üç gün Rakka’da, dört gün Şam’da özel konuk olarak ağırlanıp ilgi gördük. Biz Türk yazarların, yazınımız üstüne yaptığımız, birbirinden farklı sunumlar geniş ilgi gördü. İlginç sorularla karşılaştık. Yıllar önce ölen, Suriye’nin ünlü roman yazarı Abdulselam el Uceyli’nin evinde, biz Türk yazarlara verilen ziyafete, üç yüz bin nüfuslu Rakkas kenti valisi ile garnizon komutanı da katıldılar. Rakka, Fırat kenarında tarihi bir kent. Harun Reşit’in yazlık sarayının Rakka’da olduğu söyleniyor. Doğudan batıya yedi saat süren bir otobüs yolculuğundan sonra Şam’ın “Tower Oteli”ne iniyoruz. Aynı gün saat on birde biz Türk yazarlar heyetini Suriye Devlet Başkanı Yardımcısı Dr. Necah el Attar makamında kabul ediyor. Sayın Necah el Attar, çok şık zarif bir hanımefendi. Bizleri inceliği, konuşmasıyla etkiledi. Suriye Devlet Televizyonu ile El Baas gazetesi muhabirleri önünde bizlerle sohbet etti. Ve biz Türk yazarlar heyetine, “Değişimleri her zaman kalemler yapar. Edebiyatçılar insani kaygılar taşırlar. Çünkü edebiyatçının konusu insandır. Fikir cephesi soylu bir cephedir. Kalemin, günümüz gerçekliğinin işlenmesindeki payını ve yaşamın yüzünü değiştirebileceğine derinden inandığını” söyledikten sonra, “Gelin iki ülke yazarları, kalemlerimizi ülkelerimizin onurlanması için kullanalım!” dedi. Dr. Necah el Attar, “İki dost ve komşu ülke arasında gelişen ekonomik ve siyasi ilişkilerin gün geçtikçe büyüdüğünü, her iki ülke arasında olması gereken düzeyde olduğunu; karşılıklı çeviri faaliyetleriyle, bu işbirliğinin tamamlamasının büyük önem kazandığını, iki ülke edebiyatının karşılıklı olarak bir an önce çevrilmesi gerektiğini, Arap Yazarlar Birliği ile Türkiye Edebiyatçılar Derneği arasındaki ilişkilerin daha da pekiştirilmesinin” önemini vurguladı. Edebiyatçılar Derneği Başkanı Gökhan Cengizhan da “İki ülke edebiyatçıları arasındaki karşılıklı ziyaretler çerçevesinde genişletilen işbirliğinin, somut bir olguyla, Arap Yazarlar Birliği ile Türkiye Edebiyatçılar Derneği arasında imzalanan işbirliği protokolüyle de değer kazandığını” söyledi. Aynı gün öğleden sonra Arap ülkeleri Gazeteciler Birliği Başkanlığı tarafından kabul edildik. Karşılıklı sunumlar, konuşmalar yapıldı. Arap Gazeteciler Birliği Başkanı, yaptığı konuşmada emperyalizmin Ortadoğu halkları üstündeki kanlı emellerinden bahsetti. Dünya kültürlerinin beşiği Şam ve 50 yıllık talihsizliği Ş Suriye Devlet Başkan Yardımcısı Necah el Attar Türk yazarlarla Şam’da buluştu. Soldan sağa: Bereket Kar, Gökhan Cengizhan, Zeynep Aliye, Necah el Attar, Meltem Arıkan, Fatih Atila, Osman Şahin. ‘Hakevati’yi kahvede dinledik “Binbir Gece Ma“Seni daha önce de dinlemiş miydim dimeşk saları”nın son temsilcisi Hakevati’yi, Şam’ın El Nevfara da Ebu Sadi’nin havayı biçerek en eski kahvelerinden Anlattığı cenk menkibeleri El Nevfara da (fıskiyeKılıç kalkan çocukluğum li kahve) görüp dinleAnter bin Şeddan’dan Zaloğlu Rüstem’e dik. “Hake” hikâye; Biz nasıl da benzeriz birbirimize” “Vati” anlatıcı, Hakevati “hikâye anlatan” Gökhan Cengizhan demek oluyor. Hakevati’nin asıl adı Raşit Abo Sadi. Belinde çiçek desenli mavi ku cını kitabın sayfaları arasına ayraç gişağı, şalvarı, zıbını, beyaz şalı, kırmı bi sokarak “Hayır, ben uydurmadım. zı fesiyle, kenarları oymalı, yüksek bir Burada böyle yazıyor. Kitap yanıltahta oturmuş, ince bakır tel gözlükle maz!” diyor. Fıskiyeli Kahve, tarihi bir yapının rini burnunun üstüne düşürmüş, bir elinde kara kaplı kitabı, diğer elinde içinde yer alıyor. Kahveyi yaşlı bir Suuzun kılıcı, her gün “Fıskiyeli Kah riyeli yönetiyor. Ak sakallı insan resimve”de insanlara hikâyeler anlatıyor. leri, eski bakır demlikler, mızraklı, kıKahve halkı hem onu dinliyor, hem lıçlı süvari desenleri, tüllere bürünmüş nargile, çay, mırra içiyor. Hakevati’nin sürme gözlü dansözler, ahşap işlemesesi, yüzyılların sesi, soluğu oluyor. li yarım ay şeklinde motifler asılmış duKonuşanlar, gürültü yapanlar olursa, kı varlara. Dinleyenler arasında genç kızlıcını masaya vurarak onları uyarıyor. lar, hanımlar, yerliyabancı insanlar “...şair diyor ki, gün gelecek, aslan var. Kahve, ününü biraz da Hakevati’den lar, kaplanlar açlıktan ölecekler. Ba alıyor. O, hikâyesini anlatırken garsonrış gelecek. Kuzular, oğlaklar çimen lardan biri tepsiyle para topluyor. İsteler üstünde korkusuzca uyuyacaklar. yen veriyor, istemeyen vermiyor. GönAslanlar, kaplanlar diken üstünde lünden ne koparsa. Toplanan Hakevayatacaklar. Kapılar vurulacak, ka ti’ye veriliyor sonra. Abo Sadi, her gün farklı hikâyeler anpılar açılacak ve açılan kapılardan dünyaya barış ve sükunet gelecek...” latıyor. Toplumun vicdanına sesleniyor. Dinleyenlerden gülüşenler, karışan Çevirmen Bereket Kar’a göre, yıllar lar oluyor. “Hey Sadi, dün hikâyenin önce Suriye’de, Irak’ta, Ürdün’de, orası öyle değildi. Bugün orasını sen Şam’da, Bağdat’ta Halep’te her kahuydurdun” diyenlere Abo Sadi, kılı vede birer Hakevati varmış. Gelirleri Raşit Abo Said. olmadığı için bu geleneği bırakmak zorunda kalmışlar. Şimdilerde Arap âleminde Hakevati geleneğini tek Abo Sadi sürdürüyor... “İstanbul’a davet etsek, hikâyelerinizi ora kahvelerinde de anlatır mısınız” diye soruyoruz. Hakevati, “Seve seve gelir, anlatırım” diyor. “Sekiz ayrı sesi seslendiren, ‘Hayali Zül’, yani ‘Karanlıkta Hayal’ dediğimiz Karagöz’le Hacivat’ı oynatan bir oğlum var. Bu mesleğini şimdi Ürdün’de sürdürüyor” diyor. Başarılar dileyerek ayrılıyoruz... am deyince, Paris’teki Louvre Müzesi müdürünün sözleri gelir aklıma: “Dünyada herkesin iki doğum yeri vardır; biri kişinin kendi doğduğu yer, diğeri de Şam’dır. Çünkü Şam, bütün dünya kültürlerinin beşiğidir.” Ne var ki, son yarım yüzyılda Şam dünyanın talihsiz şehirlerinden biri olmuştur. Arapİsrail savaşı, Filistin Kurtuluş Örgütü’nü bahane ederek İsrail’in Lübnan’a saldırmasıyla, bir milyondan fazla Arap göçmen, yerini yurdunu terk ederek Şam’ın kenar mahallelerinde soluğu almış. Yıllar sonra ortalık biraz durulunca, bir milyon göçmen Lübnan’a dönmüş. Bu kez de ABD ile İngiliz emperyalizmi Irak’a saldırmış. Böylece Irak’tan bir buçuk milyon Arap, yerini yurdunu terk ederek Şam’ın varoşlarına sığınmışlar. Şam’ın nüfusu sığınmacılarla birlikte beş milyonu buluyor. Iraklı göçmenler tam bir sefalet içindeler. “Bir ulus, bir halk ancak bu kadar aşağılanabilir” diye haykıracağım geliyor. İkinci Dünya Savaşı’nda, Hollanda da Nazi zulmünden kaçarak çatı katına sığınan 1314 yaşındaki Yahudi kızı Anne Frank’ı herkes bilir. Batılılar, Anne Frank’ın Hatıra Defteri’nin tiyatrosunu, filmini yaptılar. Kitap pek çok yabancı dile çevrildi. Anne Frank üstünden duygu sömürüsü yaptılar. Peki Irak, Suriye ve Filistin de yaşayan milyonlarca Anne Frank’lara ne demeli? EMEVİ CAMİİ Şam’ı gezerken İslam dünyasının en eski ve en büyük camisi Emevi Camii’ni görüyoruz. İnanılmaz büyüklükte bir cami. İstanbul camileri kubbeleriyle ünlü. Emevi Camii’nin taş mimarisine diye cek söz yok. Emevi Camii’nde Hz. Hüseyin’in başının gömüldüğü türbe ile ilk hava şehitlerimizin türbeleri bulunuyor. Camide kadınlarla erkekler birlikte namaz kılıyorlar. Ayrıca Abdülhamit’in yaptırdığı Hamidiye Kapalı Çarşısı, bizim Beyazıt’taki kapalı çarşıya çok benziyor. Suriye halkı çok cana yakın bir halk. Genç kızların gözlerine aşırı sürme çektikleri gözümüzden kaçmıyor. Kadın erkek, kahvelerde çay, kahve ve nargile içiyorlar. Halk, Türk olduğumuzu anlayınca gülerek ve ellerimizi sıkarak “Şükran, şükran!” diyor. Haçlı ordularına karşı duran Selahaddin Eyyübi, halk tarafından çok seviliyor. Selahaddin Eyyübi, haçlı emperyalizmine karşı duruşun bir simgesi gibi. Başında savaş tolgası, elinde kılıcı, at üstünde, görkemli bir heykeli var. Suriyeli ressam, çevirmen arkadaşımız Abdülkadir tarihi bir anısını anlatıyor bize: “Rahmetli dedem anlatırdı. Fransızlar Suriye’yi işgal edince, işgal komutanı general, at üstünde peşinde bandosu ve askerleriyle Selahaddin Eyyübi heykelinin önüne geliyor. Halkı topluyor çevresine. General, at üstünden, kılıcını Selahaddin Eyyübi’nin heykeline doğru kaldırarak: Ey Selahaddin Eyyübi, dokuz yüz yıl sonra gene geldik diye bağırıyor.” Emperyalizm tarihsel belleğini asla unutmuyor. Dokuz yüzyıl, bin yıl önceki davaların peşinde koşuyor. Birden aklıma, dört yıl önce Irak’ın işgali sırasında İngilizlerin Basra’yı işgalinde, “Seksen yıl sonra gene geldik” diyerek tümen bandosuyla şenlik yaptıkları geliyor. Bir de bizim ikinci cumhuriyetçilerin, Lozan’dan söz edilince, “Ezberinizi bozun, ezberinizi” dedikleri geliyor aklıma. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle