18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 2 ARALIK 2007 PAZAR 14 Cici Aliye Kantar: “RTE’nin karısı türbanlı öğrenciyi teselli etmiş. İki bezli kızların iki bezli cici annesi!” Ya ğ m u r E k i m Zafer Üskül, dinci baskı görmemiş... “Yedi Kocalı Hürmüz de koca görmemişti!” TÜRKİYE’NİN sara nöbeti geçirdiğini söylüyor Hilmi Kayıhan: “Sara nöbeti geçiriyor olmalıyız. Altımızdan çekilen döşekten haberimiz yok. Üçlü çetenin çevirmesi altındayız. Mikrobu bedenimize şırınga eden de, tanıyı koyan, ilacı veren de hep o bildik üçlü çete. Nasıl bu denli saf olabiliriz; sağlığımızın as başkanı olabilir mi sömürgen mikrobun eş başkanlarından birisi olduğunu övünerek söyleyen bu adam? Emin ellerde değiliz; kümesin güvenliğini tilkiye bırakmış tavuklar kadar tedirginiz; yılanla yatar gibi, bal kovanına ayıyı bekçi tutmuş arılar gibi tedirginiz. Tedirginliğimiz hiç bu kadar büyük olmamıştı. Hastalığı şırınga eden de, tanıyı koyan, ilacını veren de onlar; emperyalist alçaklar. Bayanlar ve baylar! Toplumun dili ve kulağı televizyon ve gazetelerdir; sorunlarımızı onların yayınlarıyla anlatırız. Belki de yüzde 90’dan fazlası o çetelerin emrine girdi; gün PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Sara nöbeti boyu lokman ruhu üflüyorlar. Sancılanan yerimizi işaretle anlatmak zorundayız artık; ne bir konuşan dilimiz kaldı ne de duyan kulaklarımız. Bir adım ötesi baygınlık. Kovanımız eşekarılarının vızıltısı altında, tilkilerin işgali altında kümesimiz. Ulan diye bağırıyorum kendi kendime, ulan! Tavuktan da mı kötüyüz; kümese girmiş tilkiyi çığlıklarıyla kovalayan, yılanı ibikleriyle paramparça eden tavuktan? Hasta baygın düşmemişse, dili dönüyor ve ağrıyan yerini işaret edebiliyorsa mutlaka bir çaresi bulunur. Baygın düşmek üzereyiz; sara nöbeti geçiriyor, çırpınıyoruz! Sanmayın ki; seçip başınıza geçirdiğiniz adamlar sağlığınızın başkanı, onlar bizi hasta edip yatağa düşürenlerin eş Umut (1) başkanı... Ateşler içinde kıvranıyoruz, boncuk boncuk kan damlıyor alnımızdan ve bir sağa ve bir sola dönerek sayıklıyoruz. Atatürk’e dönelim yüzümüzü; çıkış yolu orası. Başka çıkış yolumuz yok. Sayıklıyoruz; kan ter içinde, ateşler içinde sayıklıyoruz. Sancılar içinde kıvranıyoruz; musalla taşı etrafında toplanmaya, cenaze namazımızı kılmaya hazırlanıyorlar. İşte tam bu an huruca kalkmanın vaktidir. Daha ölmedik, ölmeden mezara koymaya çalışıyorlar. Tabutun kapağını kaldırsak hafiften, beyaz kefenleri sıyırıp atsak, çıkarıp başımızı şöyle ucundan bir göstersek, kaçacak delik arar onlar. Hadi! Hadi! Görev başına! Toplumun doktorları sayılan öncüler; görev başına! Bıçak boğazımıza dayandı; boğazımızla bıçak arası bir düdük mesafesi kadar. Atatürk’e dönelim yüzümüzü, çıkış yolumuz orası; başka çıkış yolumuz yok!” AKP’nin kadrolaşma harekâtı bizi endişelendiriyor; ‘siyasal İslam’ önceleri kafalarımızda soyut bir ‘kavram’ idi, bugün ise günlük yaşamımızı doğrudan etkileyen somut bir gerçek. Birçoğumuz ‘siyasal İslam’ dendiğinde hep İran, Suudi Arabistan gibi İslam şeriatı ile yönetilen ülkeleri aklına getirir, ülkemize toz kondurmazdı. Oysa ‘siyasal İslam’ her ülkede farklı uygulanıyor, İslamın toplumlar üzerindeki kültürel etkisi ve siyasal egemenliği Suudi Arabistan’dan Malezya’ya birçok ülkede farklı görüntüler ve renklerde ortaya çıkıyordu. AKP iktidarında tanık olduğumuz gelişmeler ‘siyasal İslam’ın Türkiye’de kendine özgü koşullarda, kendine özgü yöntemlerle hayata geçirilebileceğini gösterdi. Aydınlanma Devrimi’ni 84 yıl önce gerçekleştirmiş, geniş laikcumhuriyetçi kitle ve kesimlere sahip, 61 yıllık parlamenterdemokratik geleneği olan bir ülkede siyasal ve toplumsal düzenin dinselleştirilmesinde ülke koşullarına uygun, uzun erimli bir strateji izlenmesi doğaldı. Dinselleştirmenin/dincileştirmenin ilk tohumları imamhatip okulları ve Kuran kursları açılarak devlet eliyle atıldı. Maarif Vekâleti 1924 yılında 29 imamhatip mektebi açmıştı. Zamanın Başbakanı İsmet İnönü bu okulların gereğini Mayıs 1925’te yaptığı bir konuşmada şöyle açıklamıştı: “Tevhidi Tedrisat’ın bazılarınca yanlış anlaşılıp kabul gördüğünü gördük, bu işin müteşebbisleriyle takip edenlerinin elbette tek nazarda dinsizlik ithamına maruz kalacakları tabii idi. On sene sonra bütün dünya ve şimdi bize itiraz edenler, muarız olanlar, yahut tuttuğumuz yoldan din namına endişe edenler göreceklerdir ki; Müslümanlığın asıl temiz, en saf, en hakiki şekli bizde tecelli eylemiştir.” Ne var ki 1930’ların başına kadar varlıklarını devam ettiren bu okullar, rağbet görmemeleri nedeniyle gitgide azaldılar ve 193132’de tümüyle kapandılar. Sonrasını Cumhuriyet Halk Partisi’nin tek parti iktidarında son Milli Eğitim Bakanı olan Tahsin Banguoğlu’nun ağzından dinleyelim: “Aslında imamhatip mekteplerinin kapatılması bir kanunsuzluk olmuştur. İmamhatip kurslarını 1924 tarihli Tevhidi Tedrisat Kanunu’nun emredici hükmüne dayanarak açacaktık. İhtiyaç o kadar acildi ki ilk sınıf mezunlarına da bir ehliyet verip onları imam yapmayı düşündük. (…) Uzun bir kapalı rejim devri sonunda dini eğitim sahasında meydana gelen bu ilk gelişme o devir tarihimizde bir ilk revizyondu. Bu çok dikenli yolda benim bir hizmetim olabildiyse Allah kabul etsin.” (TBMM’deki konuşması, 3 Ocak 1949) 14 Mayıs 1950 seçimlerinde işbaşına gelen Demokrat Parti iktidarının ilk işlerinden biri imamhatip okullarını açmak oldu. Milli Eğitim Bakanlığı Müdürler Komisyonu’nun 13 Ekim 1950 tarihli kararı ile imamhatip okulları 19511952 öğretim yılında eğitime başladı. Öğrenciler için ilkokula dayalı dört yıllık bir öğrenim öngörülüyordu. İlk İHO İstanbul, Ankara, Konya, Adana, Isparta, Kayseri ve Kahramanmaraş’ta açılmıştı. Bu okullar ilk devre mezunlarını 19541955 yılında verdi, ikinci devrede ise okul süresi üç yıla indirildi. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Tevfik İleri, imamhatip okullarına ilişkin olarak 3 Ocak 1951 tarihli gazetemize verdiği demeçte şunları söyleyecekti: “İmam hatip okullarının açılması zaruretine inanıyoruz. Çünkü Türk milletine hitap edecek olgun, kültürlü hatip ve imamların yetişmesini arzu ediyoruz.” İmam hatip okullarına her yıl onlarcası katıldı, 1970’lerde ise büyük bir patlama yaşandı. Popülist siyasetleri, kendilerini iktidara götürecek başlıca yol olarak gören düzen partileri, Türkiye’de büyük bir imamhatip ordusu yarattılar. Bu siyasetlerinde Amerika Birleşik Devletleri’nin o dönemde Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturmaya çalıştırdığı Yeşil Kuşak projesinin de önemli payının olduğunu göz ardı etmemek gerekiyor. Amerikancı 12 Mart 1971 askeri darbesi ise popülist siyasetlere elverişli bir zemin hazırladı. Ferit Melen Hükümeti döneminde, 22 Mayıs 1972 tarihli bir kararname ile imamhatip okulları ortaokuldan sonra dört yıl eğitim veren bir meslek okulu statüsüne getirildi, 1973 yılında da bu okullara imamhatip lisesi adı verildi. O dönemde İHL mezunları fark sınavı vermeden yalnızca edebiyat fakültelerine devam edebiliyorlardı. 1974 yılında Bülent Ecevit’in başbakanlığında kurulan Cumhuriyet Halk PartisiMilli Selamet Partisi Hükümeti döneminde imamhatip liselerinin orta kısımları yeniden açıldı, 29 yeni İHL eğitime başlayarak toplam İHL sayısı böylece 101’e yükseldi. Bu dönemdeki Milli Eğitim Bakanı’nın CHP’li Mustafa Üstündağ olduğunu anımsatalım. Konuyu sürdüreceğiz, umudun başladığı yere kadar... eposta: [email protected] Özal’ın papağanı animatör olmuş. Sahibinden başka ne öğrenecekti ki! Sofra Necati Yıldırım: “Abdullah Gül, Köşk’te ‘fikir sofrası’ düzenlemiş! Peki, ‘zikir sofrası’ ne zaman!” Pazarcı M. Alpaslan Yeher: “Pazarlama okulu açılıyormuş. İki öğretim görevlisi adayım var; adı bende saklı.” SESSİZ SEDASIZ (!) Düzeni bozanların elleri kesile! CAMİ duvarına hangi ayetin asılacağı, hangi ayetin asılmayacağı konusundaki tartışmalara Ilgın Alkaç küçük bir katkıda bulunmak istiyor. Ulema takımının ilgisine ve bilgisine sunulur: “İstanbul’da bir cami girişine asılan ve içerisinde ‘Ey iman edenler! Yahudileri ve Hıristiyanları dost edinmeyin’ ifadeleri yer alan Maide Suresi’nin 51. ayetliyle ilgili tartışmalar devam ederken kimileri; her ayetin bu şekilde camilere asılmaması gerektiğini belirterek, neredeyse ayet metnini cami girişindeki tahtaya asan imamı suçlu ilan etmeye kalkıyorlar. Neymiş efendim, ayet metinleri Namahrem Işık İşgüden: “RTE, GWB’la konuşmalarının mahrem olduğunu söylemişti. Namahrem ise kendisinden kaçılması gereken erkek anlamına geliyor. Takdir ulemanın!” yorumlarıyla birlikte sunulmalıymış. Sanki bu millet okuduğunu anlayamayacak kadar cahil de; birilerinin illaki yorum yapması gerekiyor! İş yoruma kaldıktan sonra, siyahı beyaz; beyazı siyah yapabilen yorumcuların insafına kaldık demektir. Örneğin yorumcular ‘Bu dünyada düzeni bozmaya kalkanların cezası sağ el, sol ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut bulundukları yerde öldürülmeleridir’ diyen ayete bir yorum getirebilirlerse eğer, okuduğunu anlayamıyor olarak kabul edilen halkımız bu ayette ne dendiğini anlayabilmiş olacak. Bekliyoruz!” behicak?yahoo.com.tr ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK Dubai Kuleleri davasında ‘bilim’i dışlama oyunları... İstanbul Büyükşehir Belediyesi yönetiminin Dubai Kuleleri’ne sağladığı “imar ayrıcalığı”nı şehirciliğe “aykırı” bulan bilirkişilere “itiraz” etmesi, aslında haber bile yapılmaz… Başka ne beklenebilir ki? Ancak, “belediyenin de danışmanı olduklarından tarafsız kalamazlar” gerekçesi, “sürmanşet”lik değil mi? Bu “bahane” karşısında “Madem fikirlerine karşısınız; neden danışman yaptınız?” diye sorulup; “Demek ki kendi uzmanlarınızı bile dinlemiyorsunuz” denildiğini sanıyorsanız, yanılıyorsunuz... Çünkü 7. İdare Mahkemesi, 31 Ekim 2007 tarihli kararında “davalı” belediyenin imar usulsüzlüğünü kanıtlayan bilirkişi raporunu, bu itiraz üzerine “geçersiz” kılmış! Nedeni de bu danışmanlığın “kuşku” yaratması… bunlar için; “Hayır, bu ana bilim dalı başkanları bilmiyorlar; sağladığımız imar hakkı bilime uygundur..” diyemiyorlar. Kamuoyuna karşı tek savunmaları; “Bize para lazım; arsayı bu imar olanağıyla satmalıyız…” Mahkemeye karşı tek söyleyebildikleri de “bilirkişiler şehircilik çalışmalarımızın ‘sözleşmeli danışman’ları olduklarından ‘taraf’lılar…” Oysa, şu “beğenmedikleri” raporlarını bu konumlarına rağmen hazırlamaları bile ne denli “tarafsız” bilirkişilik yaptıklarının en açık kanıtı… Bilim insanlı kimliklerini değil de “konum”larını gözetselerdi, “işveren” belediyecileri eleştirmek yerine “kayıran” bir rapor yazamazlar mıydı? Dervişin “fikri” neyse “zikri” de o işte… Kaldı ki Prof.Dr. Şengezer ile Prof.Dr. Dinçer “belediyeüniversite işbirliği”ni sağlamak için, üstelik “belediyenin üniversiteye çağrısı” üzerine metropoliten planlamaya katılmışlar. Buna teşekkür edileceğine, “Bizim elemanlarımız bilirkişi olamazlar” denilmesinin nasıl bir “kamu yöneticisi etiği” olduğunu da; aynı zamanda “meslektaş”ları olan mimar Kadir Topbaş’ın açıklaması gerekmiyor mu?.. Hele hele, bilirkişi oldukları zaman ve hatta arazi keşfi sırasında bile güven duyulup itiraz edilmezken, raporları “okundu”ktan sonra “güvenmiyoruz” denmesi nasıl tanımlanabilir? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com Bilirkişilerin “suç”u! Hukukta “bilirkişi”lik, yargılamanın “bilgi”ye dayanmasını sağlar. Hâkimlerin uzman olma HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Resmi ve özel kuruluş 1 larda idari, 2 ekonomik, po 3 litik otoritenin ortak kullanı 4 mı. 2/ “Ha 5 zanbel” de de 6 nilen ve kökü 7 hekimlikte kullanılan otsu 8 bir bitki... Kü 9 çük kulaklı koyun ya da keçi. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Trabzon yöresinde do 1 F İ R F İ R İ E kunan ve daha çok 2 U F O M U C U R peştamal olarak kulla 3 Ş A K L A B A N nılan bir tür dokuma... 4 Y F İ L İ Z P Tabaka. 4/ İhsan Ok5 A B O N E E D E tay Anar’ın bir roma6 O R O E T E R nı... Bir nota. 5/ Bol, T A T N A çok... Acınma, yerin 7 Ö Z me. 6/ Bir renk... Pa 8 K U L İ S İ Y E K O K A saklı, kılıksız. 7/ De 9 E K İ P miryolu... “Şebek” de denilen bir maymun. 8/ Cennet bahçesi... İnleme, inilti. 9/ At, sahibi gibi hasta” örneğinde olduğu gibi, tersinden de aynı şekilde okunan tümceye verilen ad. SOLDAN SAĞA: dıkları konularda “bilen”lerin görüşlerini alarak karar vermeleri kadar “adil” ve “güvenilir” ne olabilir ki?.. Ne var ki Dubai Kuleleri uğruna böylesine değerli bir “ulusal hukuk erdemi”miz yıpratılıyor… Büyükşehir kurmayları, başta Boğaziçi’nin silueti ve bölgenin altyapı dengeleri olmak üzere, kentin yaşamsal değerlerini çiğneyen “imar kıyağı” için hukuk ve bilimin işbirliğini yıpratmaktan çekinmiyorlar... Peki bilirkişiler ne dediler ki belediye böylesi akıl almaz bir gerekçeyle kendini savunmaya çalışıyor? YTÜ’nün birikimli öğretim üyelerinden Prof.Dr. Zekiye Yenen, Şehircilik Ana Bilim Dalı Başkanı; Prof.Dr. Betül Şengezer, Bölge Planlama Bilim Dalı Başkanı; Doç.Dr. İclal Dinçer de Kentsel Yenileme ve Koruma Bilim Dalı Başkanı olarak, özetle demişler ki; “Yapılaşma yoğunluğunu iki misli arttırdığı halde altyapıda ve ulaşım sisteminde bunu karşılayacak önlemleri öngörmeyen imar planı değişikliği yasalara, şehircilik ilkelerine ve kamu yararına aykırıdır.” Belediye kurmayları ise bütün “Davacı”nın üyeleri! Bilirkişilere “itiraz” gerekçesinde, “davacı Mimarlar Odası’na üye olmaları” ve hatta “odanın etkinliklerine katılmaları” da var! Hani şu “pes artık” sözü ne anlama geliyorsa, tam yeri olmalı... Acaba bu “absürd”lük için de; “kardeşim, her uzman, yasa gereği meslek odasına üye olmak zorunda; her akademisyen de mesleki etkinliklerde konuşmacı olur...” diyecek biri yok mu? Dahası yine “mimar Kadir Topbaş”ın da, davacı Mimarlar Odası’na üye olduğu, 2005’teki Dünya Mimarlık Kongresi’nde düzenleme kurulunda bile yer aldığı nasıl unutabilir? Sözün kısası, Dubai Kuleleri’nin ayrıcalıklı imar koşullarına karşı açılan davada, hukuk, belki de ilk kez böylesine “akıl, mantık, izan ve saygı sınırlarını aşan savlar”la karşı karşıya… Üstelik ne vatan, ne millet ne de İstanbul için; sadece ve sadece “rant uğruna”... ekinci?cumhuriyet.com.tr (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 2 Aralık www.mumtazarikan.com YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Tavlada “bir” sayısı... “Bir ölmüş diyeler/Üç günden sonra duyalar” (Yunus Emre). 2/ Tümceyi oluşturan birimlerden her biri... Akdeniz Bölgesi’nde bir akarsu. 3/ Belirti, iz... Romatizma ağrısı. 4/ “Dullar” anlamında eski sözcük... Bir nota. 5/ Sodyum elementinin simgesi... Kemiklerin yuvarlak ucu. 6/ Dolma yapmak için hazırlanan karışım... “Şahika ”: Oyuncumuz. 7/ Birdenbire ortaya çıkan ruhsal darbe... MuğlaMarmaris karayolunda, çok güzel bir panoramaya sahip dağ geçidi. 8/ Aruz ölçüsünde kısa okunması gereken bir heceyi kalıba uydurmak için uzatma... Telefon sözü. 9/ Keçi kılından hayvan çulu, yem torbası gibi şeyler dokuyan kimse... Kötü, fena. CUMHURİYET 14 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle