27 Aralık 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 19 ARALIK 2007 ÇARŞAMBA 4 HABERLER Atina, Oniki Ada’da paramiliter güçler oluşturarak silahlanmayı dünyadan saklama çabasında GLOBALPOLİTİKÜLTÜR ERGİN YILDIZOĞLU Silahlanmaya ‘sivil’ perde ? ‘Sivil halkın ülke savunmasına katkısı’ gerekçesi altında adalardaki sivil yurttaşlarını silah altına alan Yunanistan, bu yolla NATO’ya kayıtlı askeri gücünün artmadığı tezine de yasal kılıf uyduruyor. BAHADIR SELİM DİLEK Fazıl Say Çok Rahatsız Etti… Fazıl Say’ın, “Türkiye rüyalarımız kısmen öldü… Azınlıkta kaldık. İleride Türkiye’den ayrılabilirim” sözleri, ardından, “Ortaçağ karanlığı, bütün aydınlarımız gibi beni de kaygılandırıyor. Eğer günün birinde karanlık güçler cumhuriyetimize ve ulusal değerlere hayat hakkı tanımazsa, onlara teslim olacak değiliz” açıklaması, hükümeti, siyasal İslamın sözcülerini ve liberal entelijansiyayı çok rahatsız etti. ANKARA Genelkurmay Başkanlığı’nın Yunanistan’ın Ege adalarını silahlandırmasına gösterdiği tepki, Atina yönetiminin Oniki Ada’daki sivil halkı paramiliter güç olarak Türkiye’ye karşı kullanma çabalarını da gündeme getirdi. Yunanistan, 6 Nisan 2005 tarihinde parlamentosuna sunduğu ve daha sonra da yasalaştırdığı kanun çerçevesinde Oniki Ada’da “yüksek düzeyde hazırlıklı ihtiyat kuvveti” oluşturdu. Edinilen bilgilere göre, sivil ada halkının paramiliter güç olarak Yunan ordusunda hizmet etmesi anlamına gelen yüksek düzeyde hazırlıklı ihtiyat kuvveti, ilk aşamada Kalimnos Adası’nda uygulamaya geçirildi. Yasada, “Bu pilot uygulamada sınır bölgelerinde yaşayan sivil halkın, mümkün olduğu ölçüde ülke savunmasına katkısı öngörülmektedir” denildi. Yunanistan’ın Ege adalarındaki halkı paramiliter güç olarak kullanma politikasına ilişkin uygulamaları şöyle: ?Bu pilot uygulama kapsamında, yük sek düzeyde hazırlıklı ihtiyat kuvvetlerine 2005’te 1100 kişi, 2006’da ise 2 bin 200 kişi alındı. 2007 yılı başından itibaren bu sayı kara ordusunun gereksinimlerine göre kademeli biçimde arttırıldı. Ancak paramiliter gücün üst limiti 30 bin kişi ile sınırlandırıldı. ? Yüksek düzeyde hazırlıklı ihtiyat kuvvetine sadece gönüllü sivillerin 3 yıllık sözleşme ile katılımı öngörüldü. Bu sürenin sözleşmede belirtilen yaş sınırlamasına göre uzatılması karara bağlandı. ? Yüksek düzeyde hazırlıklı ihtiyat kuv vetler pilot uygulaması, önce bir yıllığına Oniki Ada, Sisam, Sakız, Midilli’de uygulanmaya başladı. Söz konusu paramiliter güçler ve bu güçlerin silahları, Yunanistan’ın NATO’da kayıtlı birlikleri kapsamında sayılmayacağı için “Adaları silahlandırmıyoruz” tezini savunabilmelerinin önü açıldı. Öte yandan Genelkurmay Başkanlığı’nın yaptığı bu açıklamanın, Atina yönetiminin, Rusya’dan 2 milyar dolarlık silah almak için anlaşma yapmasının hemen ardından gelmesi dikkat çekti. ‘Kamusal aydın’ görmeye alışık değiller Say’ın, “gerçekliğe” sanatıyla değil de doğrudan bir demeçle müdahaleyi seçmiş olması da önemli. Çünkü, böylece Say, bir alanda kendini kanıtladıktan sonra, bu konumunu toplumsal bir soruna müdahale etmekte kullanarak bir “kamusal aydın” işlevi üstlenmiş oluyor. İlk önce “ayrılabilirim” sözleriyle şok etkisi yaratarak, “sorunu” bir anda toplumun gündemine koyduktan sonra, ikinci demecinde teslim olmayacağını açıklayarak bir tavır öneriyor, böylece bu işlevine sadık kalmaya niyetli olduğunu ilan ediyor. Siyasal İslamla, küreselleşmeci, neoliberal hegemonya arasındaki “sembiyoz” (birbirinden beslenme) ilişkisi üzerinde oluşan “statükonun” uygulayıcılarıyla, kalemlerini onların hizmetine vermiş liberal entelijansiya açısından, uluslararası alanda saygın, ama “statüko”nun hizmetinde olmayan bir sanatçı/aydının varlığı tatsız, alışık olmadıkları bir durum. Hemen paniğe kapıldılar; bir cevap verme yarışı başladı. Cevapların, “sanatçıdır, duygusaldır” gibi yavanlıkları, korkaklık suçlamalarını, hatta “seni davet etmediler de ondan” gibisinden bayağılıkları, “ötekileştirmeye hakkı var mı” gibi sözde “sofistike” (çok sevdikleri bir deyim) kurnazlıkları aşamaması bizi şaşırtmadı. Liberal entelijansiyanın, soruna “tarafsız” bir noktadan bakabilen, çok “sofistike” bir gözlemci taklidi yapması da gerçekten komikti. Sığlık, bu kesimin en temel özelliğidir! Ama geçmiş olsun! Say’ın dokunduğu konunun can alıcı önemi, sözlerinin yol açtığı panikle, üzerine yazılan metrelerce sütunla, histeri krizlerini anımsatan karalama çabalarıyla çoktan kanıtlandı... Türk ve Müslüman bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. SünniHanefi mezhebindendi atalarım. Yani ben bir çoğunluk mensubu olarak doğdum ve büyüdüm. Ben de ülkemizdeki milyonlardan birisiydim aslında. Benim kimliğim çoğunluğun kimliğiydi, bu nedenle sıradan bir tarafı vardı. Büyüdüğüm mahallede Romanlar, Arap Aleviler, Türkmen Aleviler çoktu. Mahallemizin muhtarı Romandı. Muhtar Ramiz’in oğlu Bahattin de ilkokuldan sınıf arkadaşımdı. “Öteki” benim hep yakınımdaydı. Tarsus’ta özellikle Araplar şehrin önemli bir kısmını oluşturuyordu. Daha çok ova köylerinde toplanan Araplar, çevremizde Arapça konuşurlardı. Her Tarsuslunun Arapçaya kulak aşinalığı olduğu söylenebilir. ??? Alevi Araplarla Sünni Türkler evlenmezdi. Alevi Türklerle Sünni Türkler de evlenmezdi. Örneğin Sünni Halepli bir Arap’la, Tarsuslu bir Sünni Türk’ün evlenmesinin önünde bir engel yokken, yanı başımızdaki komşumuz Türkmen Türk ve Müslüman Olmak... Alevisinin kızıyla, oğluyla evlenmek mümkün değildi. Gönül bu, bazen bir Sünni kızı bir Alevi oğlana, bir Alevi kızı bir Sünni oğlana varmak istediğinde kıyametler kopardı. Aileler isyan ederdi. 1968’li yıllarda devrimci dalganın yarattığı ortam içinde bu tür engeller bir ölçüde aşıldı. Devrimciler, gelenekleri reddederek mezhep ayrılığını dinlemediler, gönüllerinin istediğini yapabildiler. ??? Devrimci dalga durulunca, toplumun muhafazakâr ölçüleri yeniden yerine oturdu. Yeniden “Türk, MüslümanSünni” olmak belirleyici bir kimlik olarak karşımıza çıktı. Tabii bu kimlik, “Kürtler”, “İslamcılar”, “Aleviler”, “Ermeniler” gibi yeniden karşılarına çıkan “öteki”lerle birlikte tekrar bir şekillenme içine girdi. Bütün bu kimlik talepleri karşısında kendisini yeniden tanımlamaya çalışırken, karşısındakini de nasıl tanımlayacağını düşünmeye başladı. ??? Geçenlerde Avrupa Birliği Bölgeler Komitesi Başkanı ve aynı zamanda Fransa’nın Dunkerque kenti belediye başkanı Michel Delebarre İstanbul’daydı. İBB Başkanı Kadir Topbaş’ın konuğu olarak geldiği İstanbul’a hayranlığını ifade eden bir konuşma yaptı. Fransız İhtilali’nin ünlü ismi Jean Jacques Rousseau’nun babasının İstanbul’da oturması onun şaşırtmıştı, bizi de gururlandırmıştı. Lale soğanının anavatanının İstanbul olması da bizim övünç kaynağımızdı. Bu arada ben Kadir Topbaş’a Fransız İhtilali’nin ünlü şairi Andre Chenier’nin doğduğu evin hâlâ Galata’da bulunduğunu söylediğimde Fransız belediye başkanının uğradığı şaşkınlık bizi daha da mutlu etti. ??? Sonuç olarak biz Türkler tarihe baktığımızda ülkemizde yaşamış ünlü insanlarla övünüyorduk. Bu övündüğümüz insanların hangi milletten ve hangi dinden olduğunun da bir önemi yoktu. Bu topraklar ünlü insanlar yetiştirmişse bununla övünmek iyi bir şeydi. Tabii, tarihin derinliklerinden kalmış ünlü insanlarla övünmesini bildiğimiz gibi, tarihi hatalarımızı eleştirmesini de bilebilmeliyiz. Türklerin ve Müslümanların kendi tarihlerine daha nesnel bir gözle bakabilmesini savunmalıyız. ??? Tarih yalnızca başarıların tarihi değildir. Aynı zamanda yenilgilerin de tarihidir, hataların da tarihi. Bu her millet ve her din için doğrudur. Gelişmiş insanlar ve gelişmiş uluslar kendi geçmişlerini de sağlıklı şekilde eleştirebilirler. Hatalarını ve sevaplarını geri ülkelere göre daha nesnel değerlendirebilirler. “Türk ve Müslüman” olmak bizim özgür irademizle seçtiğimiz bir kimlik değil. Ama bu bizi yaratan kültür ve çevrenin adı. Kendi geçmişimiz. Bununla ne övünmek ne de yerinmek gerekmiyor. Bu kimlik bizim kimliğimiz. Bizi belirleyen kimliğimiz. Ona kendimiz bir şey katabilirsek, onunla övünmeliyiz. Örneğin, bir Türk bilim alanında, edebiyat alanında, kültür alanında, spor alanında bir başarı kazanırsa bundan mutlu oluruz. Başarısızlıklar da bizi üzer. Ancak doğumdan elde ettiğimiz bu kimliklerle sınırlı kalmak ve yalnızca bunları bir övünç vesilesi saymak yeterli değildir. İşte burada milliyetçiliğin açmazı gündeme gelir. Türk olmak ötekinden ne üstünlüktür, ne de aşağı olmak. Müslüman olmak da öyle. Bu kimliklere fazla anlam yüklemek ve farklı olanı bu kimlik üzerinden dışlamak, milliyetçiliğin, dinciliğin temel zaafıdır. ??? Gelişmiş insan, kendisinden farklı olanı anlamaya çalışan ve onunla daha renkli ve güzel bir hayat kuracağına inanan insandır… Toplumlar da öyle… Ortaçağ karanlığı üzerine bir not Ben de bu vesileyle, Say’ın “ortaçağ karanlığı” saptamasıyla ilgili bir not düşmek istiyorum. Karşımızdaki, ne yazık ki “ortaçağ karanlığı” değil. Siyasal İslamdan ayrılarak liberalizme doğu yola çıktıktan sonra, yeni yaşamın etkileriyle olacak, aniden frenleri patlayan bir yazarın iddia ettiği gibi “yerleşik burjuva kültürüne yönelik bir köylü tepkisi” hiç değil. Karşımızdaki karanlık, “burjuva kültürünün” bölgeye, zamana, etkisi altında olduğu uluslararası hegemonya ilişkilerine bağlı olarak şekillenen, “çağdaş” biçimlerine ait. Karanlık olmasıysa öncelikle, özgür, eleştirel düşünceyi, bireysel özgürlükleri de hedef alan bir “biyopolitiği” (beden dış görünüşe, cinsel yaşama ilişkin denetleme rejimini) amaçlamasından kaynaklanıyor. Siyasal İslamın, karşımıza, bu konjonktürde, “ılımlı/liberal eğilim” maskesiyle çıkması bizi yanıltmasın. Bu “hareketin” hedefi, devlet düzeyinde, aile ile devlet arasında kalan toplumsal alanda hızlanan dönüşümlerin gösterdiği gibi, ülkenin “yaşam dünyasını”, kendi “hakikat rejimini” (bir “hakikat rejimi”, ileri sürülen önermelerin anlamlı olup olmadıklarına karar veren süreçleri, kabul edilebilir dili, simgeleri, akıl yürütme ve sonuç yaratma tarzlarını saptayarak belirler) egemen kılacak biçimde yeniden düzenlemektir. Bu, “ılımlı” olduğu, sivil toplumla bağdaştığı (daha şimdiden sivil toplumu yok etmeye başlamış olsa da…) iddia edilen siyasal İslamın projesi, küresel kapitalizmle, uluslararası malisermayenin ülkedeki ekonomik, ABD ve AB’nin bölgedeki jeopolitik projeleriyle tam anlamıyla uyum halinde. Dahası bu hareket, yaygın toplumsal örgütlenmelere, kitle tabanına, hızla genişleyen ve devlete nüfuz eden kadro kapasitesine sahip. Bu hareketle birlikte toplumda egemen olmaya başlayan “hakikat rejimi” ulusdevleti yerine “ümmet” kavramını koyamaya çalışarak emperyalizmin, tarihsel gelişme anlayışını (evrim teorisini vb.) yadsıyarak da kapitalizmin eleştirisine giden yolları kapatıyor. Bu açıdan salt aydınların, sanatçıların, akademik çevrelerin yaşam tarzları, etkinlik alanları açısından bir tehlike oluşturmakla kalmıyor, aynı zamanda, emekçi sınıfların kendilerini savunma reflekslerinin düşünsel, sendikaları da ele geçirmeye başlayarak kurumsal temellerini yıkıyor. İşte, bu nedenlerle, karşımızda, bir ekonomik, siyasi sömürgeleştirilme sürecini “yükselen hegemon” fantezileriyle gizlemeye çalışan, bu sürecin kırıntılarıyla beslenen, özgürlükler üzerindeki etkileri, örgütlenme derinliği açısından da, faşizm, nazizm, falanjizm gibi akımları anımsatan çağdaş bir karanlık var! Fazıl Say bu alanda yerleşmeye başlayan rehaveti bir anda havaya uçurdu, bir “kamusal aydın” işlevini yerine getirdi. Umarız başkaları da vardır… erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com 5. YIL Hablemitoğlu mezarı başında anıldı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara’daki evinin önünde, 18 Aralık 2002’de uğradığı silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Ankara Üniversitesi (AÜ) öğretim üyesi Doç. Dr. Necip Hablemitoğlu, ölümünün 5. yılında, yakınları ve sevenleri tarafından Karşıyaka Mezarlığı’ndaki gömütü başında anıldı. Törene, Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu, kızları Kanije ve Uyvar Hablemitoğlu, babası Adem Hablemitoğlu, kızkardeşleri Emel Küçükdoğan ve Efşer Koçakoğlu, yeğenleri Bilge Küçükdoğan, İdil Belgin Küçükdoğan, AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi öğretim üyesi Prof. Dr. Alpaslan Işıklı, AÜ Ziraat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cemal Taluğ, Tıp Kurumu Genel Sekreteri Dr. Ali Rıza Üçer, yayıncı Hayri Bildik, yazar Mahiye Morgül, gazeteci yazar Mete Akyol, TRT Haber Sunucusu Zafer Kiraz, Tüm Öğretim Üyeleri Derneği Genel Sekreteri Suay Karaman ile Hablemitoğlu’nun çok sayıda öğrencisi katıldı. Törende konuşan Hablemitoğlu’nun eşi Şengül Hablemitoğlu, eşinin bu ülkenin aydınlanması ve refahı için çok çalıştığını ancak onu susturmak istediklerini belirtti. Prof. Dr. Alpaslan Işıklı da, Hablemitoğlu’nun düşüncelerinin gençlerle birlikte yaşayacağını vurguladı. Işıklı, “Bugün ülkemizde yaşadığımız süreç düşünüldüğünde, onun niçin öldürüldüğünü bir kez daha anlıyoruz” dedi. C HP KOCAELİ Sirmen, il başkanı adaylığını düşünüyor AHMET KURT İZMİT Kocaeli’de ilçe kongrelerini tamamlayan CHP’nin 13 Ocak’taki il kongresi öncesinde sürpriz gelişme yaşandı. Eski Kocaeli milletvekili ve Büyükşehir Belediyesi Başkanı Sefa Sirmen, il başkanlığına aday olabileceğini açıkladı. Kongrelerin tamamlanmasının ardından yeniden ilçe başkanı seçilen partililerin kendisine il başkanlığı teklifini getir diğini anlatan Sirmen, üzerinde büyük baskı olduğunu söyledi. Teklifi ciddi olarak düşündüğünü vurgulayan Sirmen, “Ama adaylığımı açıklamadan önce görüşmem gereken bazı kişiler var. Önce eski milletvekilimiz ve büyüğümüz sayın Ömer Türkçakal ile görüştüm. İl Başkanı Necat Çakır ile görüşeceğim. Partimizin genel sekreteri ile de görüşüp, kararımı öyle vereceğim” dedi. CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle