19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 14 ARALIK 2007 CUMA 4 Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, şu anda ülkemizde en sevilmeyen yabancı devlet adamları listesinin üst sıralarında bulunuyor. Bu olgunun nedeni, Fransız Cumhurbaşkanı’nın Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşı olduğunu açıkça söylemesi, hatta bunu politikasının temel taşı haline getirmesi. Son olarak da, AB’nin 14 Aralık 2007 Brüksel Zirvesi nihai bildirisinin Türkiye ile ilgili paragrafında “katılım” ve “ortaklık” sözcüklerinin dahi yer almasına karşı çıktı Sarkozy. Bugün açıklanacak nihai bildiride, Balkan ülkelerinin üyeliğine bile güçlü biçimde vurgu yapılırken Türkiye’nin üyeliğinden söz edilmeyecek. Bu yüzden, Sarkozy ülkemizde hiç sevilmiyor ve kendisine kimi sıfatlar yakıştırılıyor. Bunlardan biri de, ima yoluyla söylenmiş bile olsa “ikiyüzlülük”. Sarkozy’nin çok sözüne güvenilir bir devlet adamı olduğunu söyleyemeyeceğiz. Nitekim Paris’e çadırı ile birlikte gelmiş olan ve otağını kentin ortasına konduran Libya Devlet Başkanı Muammer Kaddafi ile görüşmesinden sonra kamuoyuna yaptığı açıklamada, Sarkozy, kendisine yöneltilen eleştirilere karşılık, “Libya Devlet Başkanı ile insan hakları konusunu da görüştük ve bu konudaki endişelerimi kendisine ilettim” dedi. Kaddafi ise hemen ardından “Hayır, bu konu görüşülmedi” diyerek, Fransız Devlet Başkanı’nı yalanladı. ??? Doğrusu, bir devlet başkanı HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN nın halkına gerçekle bağdaşmayan beyanlarda bulunmuş olması, tam bir skandal. Bu olayı vurguladıktan sonra, belirtmek isterim ki, şahsen, Sarkozy’nin Türkiye’nin üyeliği karşısındaki tavrından dolayı, ona bu kadar kızmamızın nedenini anlamakta güçlük çekiyorum. Türkiye’yi AB’de eşit haklara sahip tam üye olarak görmek istemeyen sadece Sarkozy değil ki. Kuruluşun öbür patron ülkesi Almanya’nın başbakanı Angela Merkel de bu konudaki isteksizliğini çok açık bir şekilde dile getiriyor ve o da Ankara için “imtiyazlı” (ne sahtekâr bir sözcük) ortaklık statüsünü öneriyor. AB üyesi ülkelerin çoğunun kamuoyunun çoğunluğu da olaya böyle yaklaşıyor. Sarkozy’nin öbürlerinden tek farkı, kendisinin kamuoyunun önemli bölümünün de paylaştığı bu görüşünü açıklıkla, mert bir biçimde dile getirmiş olması. Bu yüzdendir ki, bir yazımda “Merci Monsieur le President” diyerek kendisine bizi boş yere oyalamayan açık sözlülüğünden dolayı teşekkür etmiştim. ??? İlk bakışta biraz şaşırtıcı da gelse, Türkiye’nin AB’ye öbür üyelerle eşit biçimde tam üye olmamasını, isteyen değilse, bile kabul eden liderlerin arasında, Türkiye Başbakanı Tayyip Sarkozy İkiyüzlü mü? Erdoğan da bulunmaktadır. Evet, Erdoğan’ın Brüksel’de imzaladığı 17 Aralık 2004 tarihli “Katılım Ortaklığı Belgesi”nin 23. maddesi kalıcı derogasyonları öngörmekte, AB’nin üç ayağından biri olan serbest dolaşımın Türkiye için belirsiz bir süre askıya alınabileceğini dile getirmektedir. Belirsiz bir süre için askıya almak deyimi, serbest dolaşımın hiçbir şekilde uygulanamayabileceği anlamını da taşımaktadır. Tayyip Erdoğan, bu koşulları kabul etmemesi ve bu metni imzalamaması konusunda uyarılmıştı. Ama bunlara kulak asmadı, belgeyi imzalayarak, özel statülü ortaklık konumunu kabul etti. Türkiye’ye karşı öne sürülen koşullar öylesine haksızdı ki, 17 Aralık zirvesinden sonra İsveç Başbakanı bile, “Biz de bu koşulları içimize sindiremedik, ama Türkiye direnmeyince, bize söyleyecek bir şey kalmadı” açıklamasını yaptı. Ne var ki, Tayyip Bey, bu durumu kendi kamuoyuna, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği yolunda atılmış başarılı bir adım, bir zafer olarak ilan etti. O mahut imzayı attığının ertesi günü de kendisi Ankara’da “büyük zaferinden!” dolayı havai fişeklerle karşılandı. Gerçekler böylesine net biçimde ortadayken, Sarkozy’ye kızmak pek anlamsız olmuyor mu? Selçuk Üniversitesi, soruşturmanın ardından sicil notunu da düşürmüş Filiz’i ‘sindirme’ girişimi yalnızlaştırılarak “susturulmak” istendiğini söyleyen Al“Kuran’da örtünme yoktur”, tay, üniversite yönetiminin, Fi“Türban mikrofaşizmin kay liz’in 2006 yılına ait sicil notunağıdır” sözleriyle gündeme ge nu da “Orta” seviyeye çektiğilen Selçuk Üniversitesi İlahiyat nin ortaya çıktığını söyledi. SiFakültesi İslam Felsefesi Ana Bi cil bozulmasının nedeni olarak lim Dalı Başkanı Öğretim Üye belge gösterilmediğini belirten si Doç. Dr. Şahin Filiz’e “izin Altay, “Doç. Dr. Filiz, Atatürk siz şehir dışına çıktığı” gerek ilke ve devrimlerine, Atatürk çesiyle disiplin soruşturması baş milliyetçiliğine ve hür düşünlatılmasının ardınce gücünü öne çıkadan, “Pekiyi” olan ran eğitim verme? “Türban sicil notununda bomiş. Oysa ki, ropörmikrofaşizmin zularak “Orta” setajlarında her zaviyesine düşürüldü kaynağıdır” diyen man dinin, ulusDoç. Dr. Şahin ğü ortaya çıktı. Ulus devlet karşıtı gerici devlet karşıtı gerici Filiz’in “Pekiyi” olan faaliyetlerini eleştirfaaliyetleri eleştirmemiştir. Filiz’in, öğsicil notu belge siyle tanınan Filiz’in renciler üzerinde gösterilmeden sicil notunun düşübaskı kurduğu gibi rülme gerekçesi ise “Orta”ya düşürüldü. komik bir iddiayla “Atatürk inkılapla Avukatı dava açacak. sicili bozuldu. 2007 rını ve ilkeleri doğsicilini de araştırarultusunda, Atatürk milliyetçi cağız. Belge gösterilmeli. Yapliğine uygun eğitim vermemek”. tıkları hukuka aykırı” dedi. Filiz’in avukatı Ali Altay yargıProfesörlüğü engelleniyor ya başvuracaklarını söyledi. Filiz’in İslamiyet’e ilişkin bilimAvukat Altay, Selçuk Üniversitesi yönetiminin, Filiz’e yöne sel saptamalarının yaygınlaşmalik “sindirme” amaçlı hukuksuz ması için çaba harcandığını beliryaptırımlarını sürdürdüğünü söy ten Altay, “2005’ten bugüne proledi. Filiz’in, televizyon kanal fesörlüğü engelleniyor. Profelarında “Mikrofaşizm” konulu sör olması için ihtiyacı olan 300 programlara katılması nedeniy puan. Filiz’in 800 puanı bulule açılan soruşturmalarla geri nuyor. Ancak, akademik terfi ciliğe karşı verdiği mücadelede alamıyor” diye konuştu. TARKAN TEMUR SAVCI, BAYTAP’A MÜEBBET İSTEDİ Umut davasında 3. kez sona doğru ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Gazetemiz yazarları Uğur Mumcu, Prof. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Muammer Aksoy ve Doç. Dr. Bahriye Üçok’un öldürülmesi eylemlerinin de aralarında bulunduğu olayları kapsayan umut davasında savcı esas hakkındaki görüşünü açıkladı. Savcı Salim Demirci, bir sanığın müebbet ağır hapsini, ikisi için 18 yıl 9 ay, 4 sanık için de 12.5 yıl hapis istedi. Yargıtay’ın ikinci kez bozma kararının ardından Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nde yeniden görülmeye başlanan davada, üçüncü karara yaklaşılıyor. Esas hakkındaki görüşünü açıklayan Savcı Salim Demirci, bozmadan önceki mütalaasının gerekçesini aynen tekrarladığını söyledi. Demirci, Ekrem Baytap’ın “Anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs’’ suçundan müebbet ağır hapis, Mehmet Ali Tekin ve Hasan Kılıç’ın, “Silahlı terör örgütünde özel göreve haiz yöneticilik yapmak’’ suçundan 12 yıl 6 aydan 18 yıl 9 aya kadar hapis, Abdulhamit Çelik, Fatih Aydın, Yusuf Karakuş ve Mehmet Aydın’ın ise örgüt üyeliğinden 6 yıl 3’er aydan 12 yıl 6’şar aya kadar hapisle cezalandırılmalarını istedi. Demirci, Hasan Kılıç, Ekrem Baytap, Mehmet Şahin, Fatih Aydın, Mehmet Ali Tekin ve Yusuf Karakuş’un, Eve Dönüş Yasası’ndan yararlanmak istemlerinin reddine karar verilmesini istedi. Mahkeme başkanı, sanıklar ve avukatlarına esas hakkındaki savunmalarını hazırlamaları için duruşmayı erteledi. asirmen?cumhuriyet.com.tr AÇIKLAMA Prof. Dr. Haydar Baş, vekili Avukat Oktay Doğan aracılığıyla gazetemizde 28 Kasım 2007 tarihinde yayımlanan ve Yaşar Miraç’ın kaleme aldığı “Gedikoğlu: Trabzon’un bütünlüğü bozuldu. Haydar Baş’ın yükselişi” yazısıyla ilgili açıklama gönderdi. Doğan’ın gönderdiği açıklama şöyle: “Yazıda, müvekkilimiz hakkında ileri sürülen ‘insanlardan para, altınlar, yüzükler toplama ve vaatlerinin yerine gelmediği Adıyaman’daki bir Kadiri şeyhinin mezarını Akçaabat’a getirdiği, bu sayede Kadiri tarikatının iki büyük temsilcisinden biri olduğu’ iddialarının tamamı gerçek dışıdır, iftiradır. Müvekkilimiz Prof. Dr. Haydar Baş’ın onlarca kitabı, Yeni Mesaj gazetesindeki yüzlerce makalesi, televizyon yayınlarında yaptığı yüzlerce konuşması, yurtiçi ve yurtdışındaki konferansları, sanayi ve ticari faaliyetleri ortadadır. Bu tür isnat ve iftiralar müvekkilimizin kamuoyunda yer ettiği haklı saygınlığını zedelemeye yöneliktir. Cumhuriyet gazetesindeki yayından sonra yazıda kendisiyle röportaj yapıldığı iddia edilen Haydar Kenan Gediklioğlu, yazıldığı şekilde sözler söylemediğini ifade etmiş, muhatap gazeteyi tekzip ettiğini söylemiştir. Yazı bu haliyle iftira niteliğine bürünmekte yayının maksatlı yapıldığını ortaya koymuştur.” CHP Milletvekillerinden Mektup… CHP İzmir Milletvekili Bülent Baratalı “Malatya Katliamı ve CHP Muhalefeti” yazım nedeniyle aradı. Ben Malatya katliamı konusunda Baykal’ın neden bir açıklama yapmadığını, neden bu konuda tutum almadığını sormuştum. Bülent Baratalı da bir grup CHP milletvekilinin bu konuda bir “araştırma önergesi” verdiklerini belirtti. CHP milletvekillerinin bu konudaki girişimini bilmiyordum. 34 CHP milletvekilinin imzasını taşıyan bu önerge, bir duyarlılığı dile getiriyor. Bülent Baratalı’ya teşekkür ediyor, metni yayımlıyorum: “Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı’na, “Ülkemiz son iki yılda toplumu derinden sarsan cinayetlere sahne olmuştur. 5 Şubat 2006 tarihinde Trabzon’da Rahip Santoro’nun öldürülmesiyle başlayıp 19 Ocak 2007’de Hrant Dink’in katledilmesi ve 18 Nisan 2007’de Malatya’da Zirve Yayınevi baskını ile devam eden süreç toplumda büyük bir infiale ve huzursuzluğa yol açmıştır. Her üç olay sonrasında da failler yakalanmış ve kısa bir süre içinde yargı önüne çıkarılmışlardır. Ancak gerek soruşturma sırasında, gerekse yargılama sürecinde ortaya çıkan gelişmeler, olayların arkasında yer alan sis perdesini aralamak bir yana, daha da karartma şüphelerine yol açmıştır. Rahip Santoro cinayeti davasında görgü tanığı olan Gülhan Kılıç’ın, Samsun’da Fransız Rahip Pierre Brunissen’in bıçaklanması olayında da görgü tanığı olması, İskenderun ve Adana’daki kiliselerde görülmesi, Yargıtay tarafından 18 yıl hapis cezası onaylanan O.A’nın babasını olaydan 3 gün önce ziyaret etmesi, olayda kullanılan tabancanın terör örgütleri tarafından kullanılıyor olması, cinayet üzerindeki soru işaretleri olarak durmaya devam etmektedir. ??? Malatya katliamıyla ilgili davanın dosyasından çıkan yeni bilgiler ise, katliamın planlama ve uygulama sürecinde yaşananların Hrant Dink cinayetiyle büyük benzerlikler taşıdığını ortaya koymuştur. Katliamın bir numaralı sanığı Emre Günaydın’ın ilk sorgusunu yapan yargıca, ‘Türkiye’yi bunlara teslim edemezdik’ ifadesi, Hrant Dink cinayeti sürecinde eski Trabzon TEM Şube Müdürü’nün söylediği öne sürülen ‘Bayrak yere düştü, onu Erhan ve Yasin kaldıracak’ sözü ve katil zanlısı O.S.’nin ‘Vatan toprağı kutsaldır, kaderine terk edilemez’ yazılı bayrak önündeki pozlarını hatırlatmaktadır. (…) Yasin Hayal’in akrabası Coşkun İğci polise verdiği ifadede, Hayal’in Dink’i öldüreceğini Jandarma İstihbarat görevlilerine söylediği belirtilmiş, halen tutuklu bulunan Erhan Tuncel’in de güvenlik birimleriyle muhbir olarak ilişki içinde olduğu ortaya çıkmıştı. Bu gelişmelerden sonra Dink’in avukatı Fethiye Çetin ‘cinayetin Emniyet ve Jandarma tarafından bilindiği ve bunların önleyici görevini yerine getirmediği’ iddiasında bulunmuştur. Malatya katliamı sanıklarının da katliamdan önceki 6 ayda savcı, polis ve askerlerin de aralarında bulunduğu çok sayıda kişi ile telefonla görüşmüş olması, 106 farklı cep telefonu kullanılması, azmettirenler ve telefonlarda adı geçenlerle ilgili bilgilere ihbarlar sonucu ulaşılması, müdahil avukatlar tarafından ‘Sanıkların çevresinin yapılanması ile ilgili ciddi araştırma yapılmamıştır’ iddiasını güçlendirmektedir. Dink cinayetinin işlendiği yerdeki kameranın sabah ile öğle arasındaki kayıtlarının kaybolduğu, savcının kayıtları istediği ama kayıtların bulunamadığı basına yansımıştı. Malatya olayında da Emre Günaydın’ın odasına yerleştirilen kamera kayıt sisteminin ses alma ve kendi hafızası dışında bir kaynağa kopyalanabilme özelliğinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Yani cinayetten sonraki on günlük sürede kayıt yapılamamıştır. Hrant Dink cinayetinde olduğu gibi Malatya katliamı sonrasında da emniyet ve jandarma mensupları hakkında görevlerini ihmal ve suçun önlenmesi sorumluluğunun yerine getirilmediği iddiası ile soruşturma yapılması istenmiştir. Her üç olayın bir diğer ortak noktası ise, öldürülenlerin etnik köken ve inanç bakımından farklı kültürlerden olmasıdır. Ayrıca yargılama sürecinde yaşanan gelişmeler ve öldürülenlerin avukatları tarafından yapılan açıklamalar, toplumda ‘Susurluk’ benzeri yeni bir yapılanma konusunda ciddi kuşkular yaratmaktadır. Uluslararası çevreler tarafından da yakından izlenen bu gelişmeler, toplumda devlete karşı bir güven bunalımına yol açmakta, hukukun üstünlüğüne dayanan, çoğulcu, demokratik ve laik Türkiye Cumhuriyeti kimliğini erozyona uğratmaktadır. Bütün bu gelişmeler ışığında yargı tarafından sonuca bağlanmış olan Rahip Santoro cinayeti dahil, Hrant Dink ve Malatya katliamının birbirleriyle bağlantılı bir şekilde geniş kapsamlı ele alınması, olaylarla ilgili hangi görevde olursa olsun resmi ya da sivil bütün adı geçenler üzerinde soruşturma yapılması, cinayetlerin bütün yönleriyle açığa çıkarılması, toplumda oluşan kuşkuların dağıtılması için elde edilen sonuçların kamuoyu tarafından paylaşılması ve benzeri olayların tekrarlanmaması için gerekli önlemlerin alınması amacıyla bir Meclis araştırması açılmasını arz ederiz. Saygılarımızla. Bülent Baratalı ve 33 CHP milletvekili… CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle