24 Mayıs 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
3 KASIM 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Dışarıdan Bakış Kuşatılmış, sivil işgal altına alınmış bir ülke dışarıdan nasıl görünür acaba? Geçen günlerde yaşanmış bir olayı Prof. Dr. Sina Akşin anlattı. Ona aktaran da tanınmış bir bilim insanı: İstanbul’da bir iş yemeği. Yemeğe, Amerikalı bir işadamı da davetli. Soruyorlar Amerikalı işadamına, “Irak’ta ne işiniz var sizin” diye. Hiç düşünmeden yanıtlıyor: “Biz, ulusal çıkarlarımız gereği oradayız.” Verilen karşılık, ister istemez bir başka soruyu getiriyor peşinden: “İyi de, biz Türklere diyorsunuz ki, ‘Ulus devletin zamanı geçti. Vazgeçin bu sevdadan’. Ama kendi ulusal çıkarlarınız söz konusu olunca, onları koruyup kollamayı çok iyi biliyorsunuz. Bu bir çelişki sayılmaz mı?” Amerikalı işadamı hiç çekinmiyor, “Siz millet değilsiniz ki” deyiveriyor. Karşısındakilerin kaşlarının çatıldığını görünce de ekliyor: “Bankalarını yabancılara satan bir toplum, milletten sayılmaz!” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Sömürge İstemi DTP’nin son kongre bildirgesi, yıllardır alttan alta sürdürülen bir tasarımın tam anlamıyla su yüzüne çıkarıldığını gösteriyor. Ne diyor bildirge örneğin? “Ortadoğu’da yaşanmakta olan fiili durumlar da göz önünde bulundurularak devletleşmenin, hele hele ulus temelinde devletleşmenin halklara demokrasi ve özgürlük getirmediği”ni söylüyor. Dikkat ediniz! Vurgu yalnızca Türkiye’ye yönelik değil, Ortadoğu’yu da kapsıyor ve DTP, “devlet” değil, esnek, yerele dayalı yapılar öneriyor... Tıpkı petrol nedeniyle Ortadoğu’da kendisine karşı çıkabilecek güç ya da iradeye sahip devlet görmek istemeyen ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi’nde önerdiği gibi. Tıpkı AKP’nin, Soros destekli TESEV ile birlikte hazırladığı ve Askerlerimiz şehit olmuş, 8 asker kaçırılmış... Birkaç göstermelik adım ve uzun, ama çok uzun bir bekleyişten sonra Recep Tayyip Erdoğan, dört gözle beklediği Bush görüşmesi için ABD’ye gidiyor. İşçi Partisi Başkanı Doğu Perinçek, Aydınlık dergisinin son sayısındaki yazısında, genel fotoğrafın tümünün algılanabilmesi için Erdoğan’ın ABD gezisi öncesi olup bitenleri bir kez daha anımsatmakta yarar görmüş: “ademi merkeziyetçi” eski Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer eliyle 2003 yılında gündeme getirdiği “kamu yönetimi reformu tasarı”sında olduğu gibi... DTP’nin bildirgesindeki ifadelerle “az devlet, çok toplum”cu, “az yasak, çok özgürlük”çü bir yapı nasıl olacak? Şöyle olacak: Ekonomide: Küresel piyasanın tüm isterlerine sonuna kadar açık, uluslararası sermayeye sınır tanımayan... İç siyasette: Yerel güç ve çıkar odaklarına bağımlı, dinsel ya da etnik anlamda cemaatçi... Coğrafi anlamda bütünlükçü değil parçalı. Büyük değil küçük, dolayısıyla güçsüz, kendi başına karar verme yetisi bulunmayan... Dış siyasette: Irak’ın ABD tarafından işgalinden sonra bu ülkenin kuzeyinde oluşturulan mandacı aşiret yönetimi gibi güdümlü... Bir nokta daha: DTP bildirgesinde, “demokratik özerklik” adına 2025 tane kurulabileceğinden “bölge meclisleri”nden söz ediliyor. Bu öneri de AKP’nin Avrupa Birliği istedi diye çıkardığı Bölge Kalkınma Ajansları Yasası ile tümüyle örtüşüyor. AB uyumlu o yasa da Türkiye’yi 26 ayrı bölgeye ayırıyordu. DTP bildirgesinden, Türkiye’nin bölünmesinin de ötesinde tek bir anlam çıkarılabilir: “Yalnızca Kürt kökenlilerin yoğunlukla yaşadığı bölgeler değil, tüm Türkiye manda olsun!” DTP ve AKP... Biri etnik temel, diğeri din üzerinden yaptığı siyaset ile aynı hedefe kilitlendiler: Türkiye’yi sömürge yapmak! Belleğimde Kalan İnönü “İlk bakışta yaşlanmış görünüyor. Yüzünün hatları daha da incelmiş sanki. Biraz daha frajil, her şeye biraz daha uzaktan ve tepeden bakan bir havası var. Fakat bilim adamlığından gelen ‘dalgın bilgelere’ mahsus o aldatıcı sükunetin altında müthiş canlılığıyla insanı çarpıyor. Hayatta hiç ‘dalmayan’, hiç ‘atlamayan’ ve gerçekte etrafında olup biten her şeyi an an kaydeden insanlara mahsus tuhaf gizemi île dikkat çekiyor. İnönü’yü tanımak, onu ne kadar az tanıdığınızı anlamanıza yardımcı oluyor sadece...” Bu satırları, Erdal İnönü ile “Anılar ve Düşünceler” kitabının ilk cildi için yaptığım söyleşinin girişine yazmışım. Çok şeye hâlâ hayret eden; yaşama, sonu gelmeyen bir “öğrenme ve keşif” şeklinde bakan birinin naifliği içinde aktardığı 416 sayfalık anılarını, notlardan değil “hafızasında kalanlarla yazdığını” anlatmış... “Yazarlığında da fızikçiliğini kullanıyor Erdal İnönü!” demişim “Anılar ve Düşünceleri” tanıtırken: “Birbirine çok uzak ‘zaman’ ve ‘mekân’ları sık sık çakıştırıp üst üste getiriyor... Yazarken olduğu gibi konuşurken de, her şeyi fizikçi terazisi ile ölçüyor. Olaylar ve meselelerin sınırını önceden çiziyor. Muhatabının iradesine asla kendini bırakmıyor. Sizi yönlendirmeye kalkmıyor. Ama yönlendirilmeye de müsaade etmiyor..” Erdal İnönü ile bu ilk söyleşimizi, Bebek sırtlarında muhteşem Boğaz manzaralı evinde yapmıştık... Sosyal demokrasinin ‘aydınlık yüzü’... Onu daha önce, 80’li yıllarda Milano’da katıldığı bir “Enternasyonal Sosyalist” toplantısında tanımıştım... Toplantıda kendisiyle ilk kez karşı karşıya gelen bir İtalyan delege Mario Zagari, Erdal İnönü için şu tanımı yapmıştı: “Türk sosyal demokrasisinin aydınlık yüzü!” Bu kısa tanım, İnönü’yü belki de en iyi özetleyen ifadelerden biriydi. Erdal Bey bulunduğu ve girdiği her ortamda insana çünkü hemen, anında, “aydınlık” ve “ferahlık” duygusu veren biriydi. Her şart ve durumda muhataplarına sezdirdiği zekâsı, bilgisi, görgüsü, duruşu, birikimi, inceliği ve durmuş oturmuşluğuyla kendisiyle hiç karşılaşmamış, hiç tanışmamış insanlara bile “aydınlık” ilham ederdi... Şimdi geri dönüp düşündüğümde Erdal Bey’le karşılaştığım mekânların dahi hep “aydınlık” olduğunu fark ediyorum; festivaller, sergiler, konserler, operalar... Yıllar içinde onunla sonra, başka hiçbir siyaset adamıyla karşı karşıya gelmediğim kültür mekânlarında yollarımız çakıştı. Ayaküstü hep rastlaştık, sıcak ve sevecen bir biçimde selamlaştık ve sohbet ettik... İnönü ile ikinci ve son söyleşimizi 1998 yılında kaleme aldığı “Anılar ve Düşünceler” kitabının devamı için yaptık. Aklımda kalan Erdal Bey’i bire bir yansıttığını düşündüğüm için o röportajın giriş bölümünü olduğu gibi aktarıyorum: Bedel “ Abdullah Gül, ‘terör meselesini çözmek için’ yaptığı görüşmelere PKK’nin yasal kanadı olan DTP yönetimini çağırmaktadır. Açıktır ki, ABD’nin PKK’yi yasallaştırma planı içinde hareket ediyorlar. Tayyip Erdoğan, cuma günü 24 TV haber kanalındaki açıklamalarında ‘Silah bıraksınlar, gelsinler Meclis’e girsinler’ diyerek, Mehmetçiği öldürenleri Meclis’e davet etmektedir. Zaten Meclis’te bir PKK grubu oluşturulmuştur. Şimdi de bu grubun büyütülmesi aşamasına geçilmiştir. Tayyip Erdoğan, askeri harekât konusunda ‘Bedeli neyse öderiz’ diyerek, halkımıza karşı ABD’nin psikolojik savaşını yürütmektedir.” Bedel bir yana, birileri epeydir diyet ödüyor. Hiç ardı arkası kesilmeyen diyeti... Milyonerler Artarken... TÜRMOB’un yeni hazırladığı “Vergi Raporu 2007” başlıklı incelemesinden iki sonuç: Türkiye’de Eylül 2005 tarihinde 12 bin olan milyoner sayısı Aralık 2005’te 13 bine, Haziran 2006’da 16 bine çıkmış, 2006 sonunda milyoner sayımız 17 bine çıkmış... Yine Türkiye’de, işçi ücretinin yüzde 40’ı daha ele geçmeden vergi olarak alıkonur iken; çalışmayan, üretmeyen ve sermayesini Hazine bonolarına yatıran ve 2006 yılında 391 bin 820 Yeni Türk Lirası Hazine bonosu faiz geliri elde eden birinden hiçbir vergi alınmıyormuş... Böyle böyle “adalet” ve “kalkınma” sağlanmış oluyor ve dolayısıyla yüzde 47 ile yola devam ediliyor... ‘Boncuk Politikası’ Prof. Dr. MAHİR AYDIN İstanbul Üniversitesi “Ortadoğu” deyimi, Greenwich eksenli bir tanımlama. Kimin doğusu? İngiliz sömürgeciliğinin! Oysa bu topraklar, dünya merkezidir. Dinler ve uygarlıklar tarihi de, bunun kanıtı. Ve bu bölge, iki büyük işgal gördü: Haçlı ve Moğol. Arı konduğu çiçekten polen toplarken, meyvenin oluşumunu da sağlar. Haçlı Seferleri, Hıristiyanlığın “çıkar uğruna” kullanıldığını kanıtladı. Steven Runciman, olağanüstü eserini şöyle bitirir: “Bu kutsal savaş, Tanrı adına oynanan uzun bir oyundur ve bu da, Kutsal Ruh’a karşı işlenen bir günah.” Moğol işgali ise, Anadolu’daki çok parçalı “beylik” lüksüne son verdi. Ve Türk birliği bilincine, yine farkında olmadan yardım etti. Üçüncü işgal, bugünlerde yaşanıyor. Aslında ABD, bunu çaresizlikten yapıyor. Onu bu duruma düşüren de, Sovyetler. Şimdi iç kalesine çekilmiş, “Putin zekâsı” ile gelişmeleri izliyor. Başkan Bush zorda. Uygarlık tarihinin Rönesansını, Reformunu, din savaşlarını yok sayıp, engizisyon yargıcı gibi, yıldızlardan mesaj alıyor... Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nin kurucusu Mazhar Osman, dünya çapındaki övüncümüz. Ve İstanbul Valisi Fahrettin Kerim’in, yakın arkadaşı. Bir gün Mazhar Osman’a; “Fahrettin Kerim İstanbul’a vali oldu” derler. O gayet sakin, şunları sıralar: Olur! Yakında milletvekili de olur. Sonra bakan ve başbakan da. Dahası cumhurbaşkanı bile olur. En sonunda “Tanrı oldum” der, bana getirirler. Bush, dev şirketlerin buyruğunu uygulamak zorunda. Doğrusu, ondan çok memnunlar. Geçenlerde açıkladılar: “En çok parayı, George W. Bush döneminde kazandık.” Aydınlanma Dönemi’nin anahtar sözcüğü “akıl”dı. 300 yıl sonra, akıldan saptırılmak isteniyor. Ülkemizde birçok televizyon kanalı da, aynı amaca çalışıyor. Sırlar, gizemler, mucizeler... Anlayan için söylemek gerekirse: “Bu yaratanın da gücüne gider.” Çünkü insanı, öteki canlılardan farklı olarak, akıllı yaratmış. Modern çağda yüklenen, bu “akılsızlaştırma politikası”, insanları ya deli yapar ya köle. Ülke olarak bugün geldiğimiz noktada, politikacıların payı, aşamalı olarak çok büyük. Tanzimat’tan beri, kendini Avrupa’ya beğendirmeye çalışan politika ve politikacılar çıkardık. O anlayış, imparatorluğu Sevr’e götürmüştü. Atatürk’ten sonrakiler de, bizi bugüne getirdi. Konuya farklı bir örnekle yaklaşalım: 1924’te 1 dolar, 1.68 TL’dir. 23 yıl sonra (1947) 1.81 TL, 10 yıl sonra (1957) 2.82 TL, 3 yıl sonra (1960) 5.06 TL ve 1 yıl sonra (1961) 9.05 TL. Bugün ise, milyon kez küçüldü. Gün, “ağlama günü” değil. Çözüm üretmeli ve acısa da uygulamalı. Son Ortadoğu işgalinin, hiç değilse böyle bir yararı olsun. Ama neden her şeyi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nden bekliyoruz? Eğer yurt savunmasında sıra, silahlı kuvvetlere gelmişse, öteki tüm kurumlar “bitmiş” demektir... Atatürk’ün üç büyük özelliği; komutanlık, devlet adamlığı ve politikadır. Bugün Türkiye Cumhuriyeti, dimdik ve sapasağlam ayaktadır. Erdemli komutanlarımız da var, donanımlı devlet adamlarımız da. Eksik olan, politika. Kurtuluş Savaşı’ndan bir ayrıntı: Büyük Taarruz’dan sonrasını tarih kitapları, “Artık her şey tamam” biçiminde anlatır. Oysa, 2 Eylül20 Kasım 1922 arasında, İngiltere ile tam bir “politik savaş” yaşanacaktır. “Atatürk gerçeği”, Türkiye’de yaşamanın tartışmasız koşuludur. Ve Batı sömürgeciliğinin önündeki en büyük engel. Onların gözünde Kurtuluş Savaşımız, “filin ayağına batan diken” olmuştu. Bugün onu çıkarmaya çalışıyorlar. Türkiye gerçeğini, bire bir yaşayan bizler, herkesten daha çok bilmek zorundayız. Norveç özdeyişi, “Konuya bir de Atatürk gibi bakalım” der. Onlar, binlerce kilometre uzaktan bu erdeme ulaşmışsa, bize böyle düşünebilmek, “yağmurun toprağa düşmesi” kadar doğal gelir. İşte, konuya Atatürk gibi bakınca, çıkan sonuç: “Söz konusu vatan ise, gerisi ayrıntıdır.” Öyleyse, yapabileceklerimizi uygulamaya başlayalım: 1) Bizi, 55 yıldır “ileri karakol” yapan ve hiçbir yarar sağlamayan NATO’dan, hemen çıkmak. 2) Bizi, Osmanlı kapitülasyonları gibi sömüren ve politik açılımımızı engelleyen AB ile tüm bağları, koşulsuzca kesmek. 3) Bizi, “bir parmak bal” gibi kandıran ve astarı yüzünden pahalı, Habur ve İncirlik’i, yorumsuzca kapatmak. Sözün özü, eski deyişle “ehemmi, mühimme tercih etmek”. Yoksa Fırat boyunda, mayın patlamasıyla ayağı kopan Mehmetçiğin vebalini, Halife Ömer olsa, taşıyamaz... Ondan sonrasında ne mi olur? Dayatılan senaryolar “küresel” olmaktan çıkar ve “boncuk”lar. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve ‘kaybettiğimiz öz’... “ ‘Psikoloji hocanız Kevser Hanım çok güzelmiş. Neresi güzeldi? Yüzü mü, bacakları mı? Anılarınızı okurken bunları öğrenemiyoruz...’ Kocaman bir kahkaha atıyor İnönü. Kâh mahcup, kâh muzip: ‘Yüzü güzeldi tabii’ demekle yetiniyor... Erdal İnönü ile konuşmak hem zor, hem keyifli. Zor, çünkü mahremiyetine, mahrem olana girmenize izin vermiyor. İç dünyasını açmıyor. Cevap almak için çok uğraşıyorsunuz. Ama bir o kadar da keyifli İnönü ile konuşmak. Çünkü kendisine, yaptığı işe ve hayata özen göstermiş bir insanla karşı karşıya olduğunuzu hep hissediyorsunuz. Hoşgörüsüz ya da kibirli bir tepkiyle asla karşılaşmıyorsunuz. Siyasi sınıfımızın iktidar düşkünü, yoz temsilcilerinden o kadar farklı ki; bugünün gözüyle baktığınızda sanki başka bir ülke, başka bir dünyadan geldiğini düşünüyorsunuz. Bu niteliklerini gerçekte, ‘Cumhuriyet’in özü ve kökeninde olan bir hayat anlayışı ve dünya görüşünden almış olduğunu nerdeyse unutuyorsunuz...’’ Erdal Bey, ruhunu gerçekten de tümüyle “Cumhuriyetin özü ve kökeninde bulan bir yaşam tarzı ve anlayışının” ürünüydü. Röportajı yaptığımız ‘98 Haziran’ında bana artık nerdeyse unuttuğumuz bir başka ülkede kalmış gibi görünen o “İnönü duruşu”; 2007 Türkiye’sinden bakıldığında tümüyle başka bir gezegen... Bir Erdal Bey’i düşünün; bir de iktidar ve muhalefetiyle günümüz siyaset esnafını! Yarın, türünün son örneği olan bir “Cumhuriyet beyefendisini” uğurluyoruz. Bıraktığı boşluk bu yüzden çok büyük. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com nilgun?cumhuriyet.com.tr HARBİ SEMİH POROY BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 3 Kasım www.mumtazarikan.com Bizim Gençliğimizde Buraları Yemyeşildi TEMA Ormanlarımız Yanıyor. Seyirci Kalmayın. Fidan Dikim Hattı: (0 212) 284 80 00 www.tema.org.tr 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Ölümcül hastalık salgı 1 nı. 2/ Yurdu 2 muzda kurul 3 muş yirmi bir köy enstitü 4 sünden biri... 5 Bir şeyin doğ 6 ru olduğunu 7 belirtmek için yapılan işaret. 8 3/ Radyum 9 elementinin 1 2 3 4 5 6 7 8 9 simgesi... Kuzey Amerika Kızılderili 1 S A T L I C A N R A K U N lerinin inandıkları do 2 İ Y E ğaüstü güç. 4/ İfade. 3 S A R P I N R E Z AM İ R F 5/ Kıvırcık bir saç bi 4 T K A F E çimi... Avukatların 5 O N A T Z O R bağlı olduğu meslek 6 L İ R İ K OR İ B İ kuruluşu. 6/ İlgi eki... 7 İ K İ “Ben Musa’yım sen 8 K A M U T A Y Y firavun / İkrarsız şey 9 P A R A K E T E tanı / Üçüncü ölmem bu hain/Pir Sultan ölür dirilir”. 7/ Koleraya neden olan mikrop... Kurnaz, açıkgöz. 8/ Boğaz mukozasının şişmesi... Osmiyum elementinin simgesi. 9/ Rütbesiz asker... Halk dilinde balık yavrusuna verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ İnce softan yapılmış hafif ve dar bir üstlük. 2/ Karakter... Eskiden daha çok denizcilerin ve tulumbacıların giydiği hafif bir ayakkabı. 3/ Radon elementinin simgesi... Utanç duyma... Tunus’un plaka imi. 4/ Gölleri inceleyen bilim dalı. 5/ Başlıca, temel niteliğinde olan... Doğu Anadolu’da bir göl. 6/ Özellikle didaktik şiirleriyle tanınmış XVII. yüzyıl divan şairi... Hangi şey. 7/ İstanbul’un eski adlarından biri. 8/ Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın... Değerli bir akvaryum balığı. 9/ Genellikle neşeli ve serbest yapılı, ruh durumlarını yansıtan ya da bir şiiri yorumlayan müzik parçası. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle