18 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 23 KASIM 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Atatürk, Eğitim ve Öğretmenlerimiz Dr. Handan DİKER Yeditepe Üniversitesi Öğretim Üyesi ‘Silahla olduğu gibi kafayla da savaşım zorunda olan ulusumuzun birincisinde gösterdiği üstünlüğü ikincisinde de göstereceğinden hiç kuşkum yoktur. Ulusumuzun temiz yaradılışı nice yeteneklerle doludur. Ancak bu doğadan gelen yetenekleri geliştirecek yordamlarla donatılmış vatandaşlar gereklidir. Bu görev sizlere (öğretmenlere) düşüyor. ’ M.Kemal Atatürk zümleneceği sorusunun yanıtı aranırken onun ancak ‘ulusal eğitimle mümkün olacağı’ şeklinde bir çözüm bulunduğunu görmekteyiz. Ulus devlet yapılanması içinde, eğitimin de ulusal eğitim şeklinde olması son derecede doğaldır. Mustafa Kemal tüm yaşamı boyunca edindiği deneyimlerden esinlenerek eğitim sistemimizdeki noksanlıkları ve aksamaları görmüş ve doğru saptamalarda bulunmuştur. Ulusumuzun gerileme nedeni olarak, geçmişte izlenen eğitim sistemindeki aksaklıklar olduğunu ifade etmiştir. 1921 yılında Ankara’da toplanan maarif kongresinde şöyle demiştir: “Şimdiye kadar izlenen eğitim ve terbiye yöntemlerinin ulusumuzun gerileme tarihinde en önemli bir etken olduğu kanaatindeyim.” Bu önemli bir saptamadır. Onun amacı Türk ulusunu, akılcı ve bilimsel bir düşünce yapısına ve eğitim sistemine kavuşturmaktır. Çünkü somut verilere dayalı, açık seçik kavramlarla yola çıkan, her türlü gelişmelere açık ve aklı kendisine çıkış noktası olarak alan bir düşünce sistemi Mustafa Kemal’in düşünce yapısı ile örtüşmektedir... Mustafa Kemal, Türkiye Cumhuriyeti Devleti için yepyeni bir eğitim sistemi ve felsefesi saptamıştır. O birçok konuşmasında eğitimcilere seslenerek onların neler yapmaları gerektiğini söylemiştir. Çalışkanlık onun için bir temel görevdir. 1927 yılında öğretmenlere seslenirken şöyle diyordu: “İlk işimiz milleti çalışkan yapmaktır.” Türk milli eğitim sisteminin temel nitelikleri içinde, akılcılık, hümanizm, çağdaşlık ve laiklik sayılabilir. Ona göre eğitimin başlıca iki temel niteliği olmalıdır. Bir konuşmasında bu nitelikleri şöyle açıklıyor: “Eğitim işlerinde kesinlikle zafere ulaşmak gerekir. Bir ulusun gerçek kurtuluşu ancak bu yolla olur. Bu zaferin sağlanması için hepimizin tek can ve tek düşünce olarak özlü bir program üzerinde çalışması gerekir. Bence bu programın özlü noktaları ikidir. 1 Sosyal hayatımızın gereksinmesine uygun olması, 2Yüzyılın gereklerine uyması.” Mustafa Kemal Atatürk her şeyden önce bir eğitimcidir. Bilimsel düşünceye, eğitime ve eğitimcilere önem ve değer veren bir kişiliktir. Toplumun her alanındaki gelişmelerde, çağdaş ve nitelikli bir devlet olabilmek için temel koşulun eğitimcilerde olduğunu görmüş ve bunu birçok konuşmasında dile getirmiştir. Ancak Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ileriye taşıyacak olan gençlerin birikimi, potansiyeli ve düşünceleri de önemlidir. Onun 1936 yılında gençlere yönelik olarak yaptığı bir konuşmaya dikkatinizi çekmek isterim. Zekâ mı? Çalışkanlık mı? Bu sorunun yanıtı Mustafa Kemal’in sözlerindedir. Bu sözler ki Türkiye’yi ileriye, çağdaşlığa taşıyacak gençlere bir öğüttür adeta: “Türkiye Cumhuriyeti’nin özellikle bugünkü gençliğine ve yetişmekte olan çocuklarına hitabediyorum: Batı senden, Türkten çok geriydi. Anlamda, düşüncede, tarihte bu böyleydi. Eğer bugün Batı nihayet teknikte bir yükselme gösteriyorsa ey Türk çocuğu, o kabahat da senin değil, senden evvelkilerin affolunmaz ihmalinin bir sonucudur. Şunu da söyleyeyim ki, çok zekisin! Malum, fakat zekânı unut. Daima, çalışkan ol.” PENCERE Kürtlerin Çilesi Daha Dolmadı... Kürt yakınıyor: Abi, Kürt yokmuş; Türk Doğu Anadolu’nun karları üzerinde dolaşırken ayak sesleri kartkurt ediyormuş; Kürt lafı oradan çıkmış... Şu sıralarda çok laflıyoruz Kürtler üstüne, öfkeler de habire bileniyor... Türk eleştiriliyor: Kürt’e Kürt dedirtmediniz... Doğrudur... Ama Türk denen garibe bir sorsanız: Ulan kerata!.. Neden koskoca bir Osmanlı tarihi boyunca Türk’e Türk dedirtmedin?.. Ne yanıt verebilir?.. ? Sorunun yanıtı basittir, saydamdır, bilimseldir; ancak kim okur, kim dinler!.. Emperyalizmin fişteklediği azgelişmiş toplumda yaşayan yoksulları birbirine düşürmek kimin işine yarıyor?.. Ümmetin millet olması süreci önce Fransa’da çok değil iki yüz yıl önce gündeme girdi; 1789 şunun şurasında dün gibi... Türkiye’de Milli Kurtuluş Savaşı’ndan önceki durum neydi?.. Harbiye’de bile Türk’e Türk denemiyordu... Oysa ‘milliyetçilik’ Yunan’ın, Rum’un, Bulgar’ın, Ermeni’nin çoktan kanına girdiğinden Osmanlı İmparatorluğu’nun çatlama ve dağılma süreci başlamıştı... Türkler Türkiye Cumhuriyeti’yle Türklüklerini keşfettiler; o kıyamette ümmetçi Kürt aşiretleri için ne yapabilirlerdi?.. Ya Araplar?.. Araplar bugün bile Arap değiller; yoksa Irak’ta Sünni ve Şii diye ikiye ayrılırlar mıydı?.. ? Olaylara tarihsel ve bilimsel açıdan bakamayan azgelişmiş toplumlar birbirlerinin boğazına sarılmaya hazırdırlar; anasının gözü emperyalist de fırsatı kaçırır mı; bu ilkellikten yararlanır... Amerika şimdi Türkler ve Kürtlerle bölgede oynuyor... İkisi de ABD’nin elinin altında... ? Geçen gün bir dostum: PKK mi, dedi, onun işi bitti... Deme!.. Kullanıldı, kullanılıyor, ama, işlevinin sonu geliyor... BOP kapsamında “Ilımlı İslam”ın siyasal haritası Amerika’nın marifetiyle nasıl çizilecek?.. Erbabına ya da satılmışlara sormalı... Emperyalizm işini bilir... ? Bir de bu kıyamet üstüne yeni gırgırımız ne?.. DTP kapatılsın mı, kapatılmasın mı?.. Tartışmanın dibi yok.. Üç şeyi ne kadar karıştırsan yetmezmiş... İlk ikisini söyleyeyim: İskambil kâğıdı.. Ve salata.. Üçüncüyü de değiştirerek ekleyeyim: Demokrasi!.. Başbakan RTE sözüm ona DTP’nin kapatılmasına olumlu bakmıyormuş... Öyleyse yetki tam elindeyken neden ilgili yasaları değiştirip savcı ve yargıçları zahmetten kurtarmıyor?.. ? Yazıyı noktalarken Türklerin bir marifetlerini daha anımsatayım; Kürtçenin hali malum, ama ya Türkçeye ne demeli?.. Türkler evlerinde konuşulan anadillerini bir tarih boyu devlette yasaklamadılar mı!.. Osmanlıcayı hangi sıradan Türk anlayabilirdi?.. Baklalar DEYİM, Baykal’ın bir konuşmasıyla gündeme geldi. CHP Genel Başkanı baklalı deyimi Başbakan’ın şu sözleri üzerine kullanmıştı: “Öncelikli hedefimiz, sınır/ötesi harekât yapmak değil, silahları bıraktırmaktır... Bunlar ya silahı bırakacak ve dağları değil şehri tercih edip siyasi platformda gerekli yarışı sürdürecekler, ya da bugünkü durumlarını tercih edecekler.” Baykal, haklı olarak, “Başbakan ağzındaki baklayı çıkarsın, PKK’yle uzlaşıp ateşkes anlaşması yaparak af çıkarmak istiyor” diyor ve asıl yapılması gerekenin askeri yollardan terörün kökünü kazımak olduğunu vurguluyordu. Haklıydı; ama buna bir de sonrası için partisinin nasıl bir Güneydoğu planı öngördüğünü söyleseydi, daha da haklı olurdu. eri gelmişken belirtmek gerekir ki, ağzında bakla dolaştırıp sonra yaptıklarıyla ortaya çıkarmak Başbakan’ın başlangıçtan beri uyguladığı bir taktiktir. Bu açıdan bakınca, ettiği bu sözlerin Bush’la görüşmenin ardından zihninde oluşmuş bir gizli niyetten kaynaklandığını söylemek yanlış olmaz. Beyaz Ev’deki buluşmada şöyle bir konuşma olmuştur herhalde: Erdoğan: “PKK terörü canımızı sıkıyor; halkımız galeyan halinde. Kamuoyunu tatmin etmek ve bu arada ABD’ye karşı duyulan tepkiyi yatıştırmak için sınır/ötesinde bir şeyler yapmak zorundayız, müsaadenizle.” Bush: “Haklı olabilirsiniz; yalnız, harekâtın çok sınırlı ve kısa süreli olması, oradaki yönetimlerle aramızı bozmaması gerekir. Ama asıl istediğimiz, dolaylı biçimde de olsa PKK’yle anlaşarak karşılıklı ateşkes ilan etmeniz ve terör konusunda kapsamlı bir affa giderek dağdakilerin aşağı inmesini, dıştakilerin içeriye girmesini, içtekilerin de dışa çıkmasını sağlamanızdır.” Başbakan, herhalde bu görüşmeden esinlenerek konuşmaktadır. u böyle esinlenilmiş siyasal taktiklerin ilk örneği olmayacak. En belirgin örnek, Kıbrıs konusundaki Annan Planı’yla yaşanmıştı. 2004’ün Erdoğan’ı, önündeki iktidar yolu henüz açılmış durumdayken bile katıldığı ilk Davos’ta, birkaç gün önceki Milli Güvenlik Kurulu’yla da benimsenmiş devlet politikasıyla çelişen yeni bir “plan” için Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri’ne söz vermişti. Annan Planı böyle oluşturuldu. Başbakan, ağzındaki baklayı çok sonra çıkarıp Kıbrıs sorununu kökünden çözeceğini söylediği bu Plan’ı eleştirenleri “münafık” ilan edecek kadar pervasızlaşmıştı. “Baklayı ağzından çıkarma” deyimi, aslında, dilin ucuna gelip de uzun süre sabredilerek söylenmeyen öfke sözleri için kullanılır. Başkalarıyla uzlaşıp kendi halkından saklı tutulan niyetlerin açığa vurulması için değil. Onun adı, “ihanetin itirafı” olur. İnşallah, o aşamaya gelmemişizdir. G B Y azi Mustafa Kemal çağdaş bir devlet tasarımlarken ve bu düşüncesini yaşama geçirirken en önemli nitelik olarak eğitim ve eğitmenler konusuna değinmiştir. Çünkü azgelişmiş ülkelerin en temel eksiği eğitim eksikliğidir. Ülkedeki okuryazar oranının düşüklüğüdür. Onun eğitime verdiği önem şu sözlerindedir: “En önemli, en esaslı nokta eğitim sorunudur. Eğitimdir ki bir ulusu ya özgür, bağımsız, şanlı yüce bir toplum halinde yaşatır ya da bir ulusu tutsak ve sefillik içinde bırakır. Efendiler! Eğitim sözü yalnız olarak kullanıldığı zaman herkes kendince bir amaca ve kavrama yönelir. Açıklamaya girişilirse, eğitimin hedefleri, amaçları çeşitlenir. Söz gelimi din eğitimi, ulusal eğitim, uluslararası eğitim... Bütün bu eğitimlerin hedef ve amaçları başka başkadır. Ben burada yalnız yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni kuşağa vereceği eğitimin, ulusal eğitim olduğunu kesinlikle belirttikten sonra ötekilerin üzerinde durmayacağım.” Gerçekten de eğitim sorununun nasıl çö Öğretmen Yalnız, Umarsız, Kimsesiz... Erdal ATICI Y [email protected] arın 24 Kasım Öğretmenler Günü; devletin bütün kademelerinde kutlamalar yapılacak, öğretmenler hakkında övücü sözler söylenecek, devlet büyükleri ellerinde çiçeklerle emekli öğretmenleri ziyaret edip, kame ralar önünde öğretmenleri ne kadar çok sevdiklerini anlatacaklar, şiirler, marşlar, türküler söylenecek, yılın 364 günü yalnız, kimsesiz, umarsız bırakılan öğretmen bir kez daha yere göğe sığdırılamayacak. Ne yazık ki, tören biter bitmez öğretmen ler yine kalabalık sınıfların buz gibi soğuk duvarları arasında sorunlarıyla baş başa bırakılacak. Haksız olarak atanmış, eğitimciden çok din adamına benzeyen üstleriyle ve onların eğitim anlayışlarıyla çatışıp duracak. Ülkemizde öğretmenler uzunca bir süredir sorunlarıyla baş başa bırakıldı. Aldığı maaş in sanca yaşamasına yetmediği için kredi borç batağına saplandı. İkinci, üçüncü iş peşinde yaşam kavgası sürdürüyor... Doya doya gezmeyi, yemeyi, içmeyi, çoktandır unuttu öğretmen, dağ başlarında, uzak kasabalarda, büyük kentlerin varoşlarında yaşamla ölüm arasında gidip geliyor... Öğretmenlerin büyük bölümünün evi yok, para biriktiremiyor, üstüne başına alıp giyemiyor, sinemadan, tiyatrodan, sanat etkinliklerinden uzak... Kitap okuyamıyor, düzenli bir gazeteyi, bir meslek dergisini okuyamıyor. Öğretmeni öğretmen yapacak, ışıklandıracak bütün etkinliklerden uzak... Bakanlığın, kendisine sormadan yönetmelikleri, yasaları, programları değiştirmesi, haksız atamaları nedeniyle mesleğinden iyice soğumuş, kendi çocuğuna bile mesleğini tavsiye edemiyor... Değişik fakültelerden öğretmen alınmasından dolayı eğitimle ilgili konularda anlayış birlikteliğini sağlayamıyor ve soruyor: “Siz tıp fakülteleri mezunlarının dışından doktor, hukuk fakültesi dışından savcı, hâkim alındığını duydunuz mu? Ama öğretmen her fakülteden alındı.” Öğretmen gelişen teknolojiyi takip edemiyor, bilgisayar alabilmesi, kullanabilmesi olanaklı değil... Öğretmenlerin sorunları, dertleri bunlarla da bitmiyor, esas sorun yukarıdan dayatılan “Ilımlı İslam Modeli Eğitimi”. Öğretmen son yıllarda kendi sorununu derdini bir kenara bıraktı, Cumhuriyetin kaygısına düştü. Okullar tarikatlar tarafından kuşatılmış durumda, kuzuları kapmaya gelmiş kurtlara karşı çobanın verdiği savaşımı, tarikatlara karşı veriyor öğretmen... Öğretmen “Yaratılış Atlası”nın dağıtıldığı okulunda, evrimleşmeyi anlatmaya çalışıyor. Şeriat pompalanan bir toplumda, laikliği, özgürlüğü, özgür düşünceyi savunmaya çalışıyor... Küçücük kız çocuklarının başlarının türbanla örtüldüğü bir ülkede kadın erkek eşitliğini anlatıyor... Aptes suyunun her derde deva olarak ders kitaplarına alındığı bir ülkede bilimin üstünlüğünü anlatıyor... Sokaklarında, televizyonlarında şiddetin kol gezdiği bir ülkede barışı, kardeşliği, saygıyı, sevgiyi vermeye çalışıyor öğretmen... Hiç bıkmadan, usanmadan yöneticilerinin çoğunun inanmadığı Milli Eğitim Temel Kanunu’nda belirtilen “Atatürk devrim ve ilkelerine bağlı” öğrenciler yetiştirmeye çalışıyor... Öğretmenin sınıf içinde ve dışında sorunu çok; ama en önemlisi, Cumhuriyete karşı saldırılar... CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle