19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 EKİM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA SÖYLEŞİ leyla.tavsanoglu?cumhuriyet.com.tr 9 KKTC Başbakanı ‘TSK’ye düşman diyen, Kıbrıs Türkünü de düşman ilan etmiş olur’ dedi Soyer’den Rumlara sert çıkış SÖYLEŞİ LEYLA TAVŞANOĞLU İşadamı kurtarıldı ? İstanbul Haber Servisi İsviçre’de peynir fabrikası kurmak için internet aracılığıyla ortak arayan işadamı Anton Dominic Stadler, iş için geldiği İstanbul’da ortak olarak anlaştığı kişiler tarafından kaçırıldı. Silivri’de bir villada tutulan ve ailesinden 50 bin Avro fidye istenen işadamı, polisin düzenlediği operasyonla kurtarıldı. Operasyonda Metin K., Ayhan Y. ve bir süre önce ayrıldığı eşi Özlem D., gözaltına alındı. Asayiş Şube Müdürlüğü’ndeki işlemleri tamamlanan işadamı Stadler ile Türkiye’ye gelen eşi Ida Stadler dün THY’ye ait uçakla İsviçre’ye gitti. Vali hastaneye kaldırıldı ? MANİSA (AA) Yaklaşık iki yıl önce, Manisa’da göreve başlamasından bir ay sonra bypass ameliyatı geçiren Manisa Valisi Refit Arslan Öztürk, Manisa Aydınlar Ocağı’nın Akpınar mesire yerinde verdiği iftar yemeğinde fenalaştı. Vali Öztürk, Celal Bayar Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesine kaldırıldı. Acil serviste ilk müdahalesi yapılan Vali Öztürk, daha sonra kalp merkezi ünitesine götürüldü. Bu sırada Öztürk’ün şuurunun yerinde olduğu, eşiyle kısa süre sohbet ettiği gözlendi. Önce hapis sonra tazminat ? BURSA (AA) Bursa’nın İznik ilçesinde, 4 yıl önce yaralı olarak bulduğu ve işyerine bıraktığı Cemil Kıran adlı kişinin 3 gün sonra ölmesi üzerine cinayetle suçlanarak 20 yıl hapis cezasına çarptırılan Fatih Sultan Gürsel, 2 yıl hapis yattıktan sonra Yargıtay’ın kararı bozmasının ardından serbest kaldı. Gürsel, açtığı tazminat davasında, 29 bin 269 YTL tazminat kazandı. Yaralı bir insana yardım etmenin bedelini çok ağır şekilde ödediğini söyleyen Gürsel, “Bana bu kararı veren savcı ve beni suçlayan o zamanın Emniyet Müdürü ve Başkomiserine tazminat davası açmak istiyorum’’ diye konuştu. KKTC Başbakanlığı’ndayım. Başbakan Ferdi Sabit Soyer’le konuşuyoruz. Buradaki muhalefetin Cumhuriyet Meclisi oturumlarını boykot etmesine çok kızıyor. Hele UBP lideri Tahsin Ertuğruloğlu’na ateş püskürüyor. Bir de Rum tarafının ve Rum lider Tassos Papadopulos’un Kıbrıs’a çözüm vaadiyle ortaya çıkmalarından sonra müzakereleri tıkamaları yüzünden aldatılmışlık duygusu içinde olduğu seziliyor. Hele Papadopulos’un, “Türk askeri işgalcidir ve bizim en büyük düşmanımızdır” sözleri üzerine patlıyor: “Türk askerine düşman diyen, Kıbrıs Türkü’nü de düşman ilan etmiştir, inancındayım.” Kıbrıs’ta çözüm arayışları sürerken Tassos Papadopulos’un, son derece hasmanenin ötesinde bir tavırla Türk askerini işgalci ve düşman ilan etmesini nasıl karşıladınız? SOYER Ben buna belli başlıklar halinde yaklaştım. Şimdi de öyle yapıyorum. Güney Kıbrıs, adada çözüm olmadan AB’ye tek yanlı üye olmuştur. Öte yandan sorunlar ne olursa olsun hukuken Türkiye AB’yle tam üyelik müzakerelerine oturmuş bir ülkedir. Bir kere, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Türkiye’nin düşman ilan edilmesi her şeyden önce AB ilkelerine aykırıdır. Çünkü tam üye olan bir ülke, tam üye olma hedefiyle hareket eden ve kendinin de onay verdiği bir ülkeyi düşman ilan edemez. Ben bu durumun AB tarafından da sorgulanması gerektiğine inanırım. Bu bakımdan bu ilkesel konuya, AB ilkelerine aykırı, daima dar milliyetçi ve ötekini mahkum etmeye çalışan zihniyet AB’li olamaz. Bu zihniyet bizim ve Türkiye’nin olduğu kadar AB’nin de sorunudur. İkinci olarak da şunun altını çizmek istiyorum. Türkiye’ye düşman ülke, Türk ordusuna düşman ülke ordusu muamelesi yaparak, garanti ve ittifak anlaşmalarıyla, kuruluş anlaşmalarıyla oluşmuş olan bu cumhuriyetin “Cumhurbaşkanı” bu sözlerle kendi varlığını inkâr etmektedir. Çünkü Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurulmasında onayı olan Kıbrıs’ın garantörü bir ülkedir. Kıbrıs’ın anayasasına göre onlar ne kadar inkâr etse de Türk bayrağı, Papadopulos’un Kıbrıs bayrağının yanına çektiği Yunan bayrağı kadar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin resmi bayraklarından birisidir. TSK de 1960 garanti ve ittifak anlaşmalarına göre adada İngiliz üsleri, Yunan askeri kadar anayasal olarak meşruiyet taşımaktadır. 15 Temmuz 1974’te yapılan darbeden sonra ise TSK adaya, kendisinin fiilen cumhurbaşkanlığı yaptığı cumhuriyetin yasal statüsünü korumak için gelmiştir. TSK o zaman adaya gelmemiş olsaydı bugün Tassos Papadopulos Kıbrıs Cumhurbaşkanı (Rum Yönetimi) değil, Yunanistan’da belki bir avukat ya da memur olurdu. Onun için bir adamın bütün bunları düşünerek konuşması lazımdır. Bir de Bay Papadopulos’un Türkiye ve TSK’yi düşman ilan etmesi, Kıbrıs Türkü’nü de düşman ilan etmesi demektir. Bunu da çok iyi kavraması gerektiği inancındayım. Dünya yanlışları görüyor Bu zihniyeti taşıyan Rumlarla nasıl bir çözüme varılabilir? Bu zihniyet sahipleri her zaman hem kendi uluslarına hem komşu uluslara felaketler yaratmışlardır. Bizim de bu zihniyete karşı demokratik, sağduyulu, halkların dostluğunu, eşitliğini dikkate alan siyasetler geliştirmemiz lazımdır. Bizim ona aynı biçimde davranmamız, bizim de demokratik, insani ve pek çok değerlerimizden uzaklaşmamıza neden olur. O bakımdan biz kararlılıkla kendi eşitliğimizi ve dünya siyasetinde önemli bir yer alan çö züm irademizi ısrarla savunacağız. Bu yanlış siyasetin insanlığa, Kıbrıs’a, bölgeye, TürkYunan ilişkilerine ve AB’ye ne kadar zarar verdiğini gösterip Rum halkının bunu görmesi ve kendi içlerinde yeni bir demokratik sinerji üretilmesine katkı sağlamamız gerekir. Son zamanlardaki başarılar, dünyanın da bu yanlışı görmeye başladığının bir kanıtı gibi görünüyor. Uç noktaya ulaştılar Bu başarılara somut örnekler verebilir misiniz? Örneğin Kıbrıs Rum Yönetimi Sözcüsü Vassilis Palmas, “Ben AİHM kararlarını uygulamayacağım” dedi. Artık bu noktaya geldiler. Çünkü dünyanın bütün değerleriyle çatışma noktasındadırlar. Geçmişte hem Türkiye’nin hem bizim ne kadar tepkimiz olsa dahi, gerek Türkiye’de gerekse bu memlekette benim de eleştirdiğim yönetimler dahil olmak üzere hiçbir zaman, “Biz AİHM kararlarını uygulamayacağız ve bunlara uymayacağız” biçiminde bir açıklama yapmamışlardır. Bu çerçevede bu durum bu devletin ve bu devleti yönetenlerin ne kadar uç noktaya ulaştıklarını gösteren bir hadisedir. Yani Kıbrıs Rum Yönetimi açıkça uluslararası hukuka uymayacağını mı dünyaya ilan ediyor? Evet. Yaptıkları budur. “Biz uluslararası hukuku savunuyoruz” diyorlar. Kıbrıs Türk tarafı ve Türkiye’yi uluslararası hukuka aykırı davranmakla suçluyorlar. Bugün cumhurbaşkanımızla, Türkiye’yle, hükümetimizin izlediği siyasetle boş kalan bir alana, yani Avrupa İnsan Hakları ve AİHM alanına uluslararası hukuku gerçekten benimsemiş insanlar ve ülkeler olarak bir giriş yaptığımız ve bu mal konularında büyük ölçüde ortaya çıkan yeni süreçleri koyduğumuz için gerçekten uluslararası hukuka aykırı davrananın Güney Kıbrıs’taki bu gaspçı idare olduğu gözler önüne serildi. Bakın, 1964 BM Güvenlik Konseyi kararına göre Güney Kıbrıs’taki bu yönetim yasal olabilir ama meşru değildir. Çünkü Kıbrıs Türk halkı Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kurucu ortağıdır. Ama Kıbrıs Türkü’nün ulusal, siyasi, hukuki varlığı o cumhuriyetten dışlanmıştır. Dolayısıyla Güney’deki bu idare uluslararası meşruiyetle de çelişmektedir. Sonuçta yüzündeki maske düşmüştür. Değişmeyen tek şey... Siz 1963 olaylarından sonra 4 Mart 1964’te BM Barış Gücü’nün (UNFICYP) Kıbrıs’a gönderilebilmesi için 4 Mart 1964’te BM tarafından Makarios Hükümeti’yle imzalanan ve o tarihten sonra Rum Yönetimi’ni Kıbrıs’ın yasal hükümeti kabul eden anlaşmadan mı söz ediyorsunuz? Evet o anlaşmadan söz ediyorum. BM Barış Gücü askeri adada 1964’ten beri bulunmaktadır. Oysa bu Rumlar öylesine güçlü bir propaganda yapmışlardır ki bütün dünyaya sanki BM Barış Gücü askerleri 1974’te Türk askerleri adaya geldikten sonra gönderildi gibi bir hava yaratmışlar ve insanları da buna inandırmışlardır. Özetle söylemek gerekirse Rumlar bütün dünyaya Kıbrıs sorunu 1974’le başladı gibi takdim ediyor. 1964’ten beri Vietnam’da kaç tane savaş oldu, bitti. Kamboçya’da savaş bitti. Araplar İsrail’le savaştı. O da bitti. Sovyetler Birliği ve Varşova Paktı çöktü. Yeniden düzenlenen dünyada Avrupa, AET’den AB’ye doğru bir evrim geçirdi. Bu dünyadan Elvis Presley, Marilyn Monroe geçip gitti. Ama değişmeyen tek bir şey kaldı. O da 4 Mart 1964 tarihli BM Güvenlik Konseyi kararı. Zorunluluk ilkesine uyularak Kıbrıs’ta çözüm oluncaya kadar devlet ilişkisi de vam etsin diye kabul edilen bu yönetim ve 1475 sayılı BM Güvenlik Konseyi kararıyla da desteklendiği şekilde Kıbrıs sorununa çözüm planı olarak ortaya konulan Annan Planı, buna tam destek veren AB var. Ama bu çözüm planını Güney Kıbrıs reddettiğine göre ve Güney Kıbrıs Yönetimi, “Ben yasalım” deyip 1964 kararına dayandığı sürece bunun meşruluğu nerede kalıyor? Bırakın hukuku, siyaseti, bu en azından uluslararası insani vicdana ve demokratik değerlerin ve kültürün toplamına aykırıdır. Bunlara aykırı olan bir yönetim ve yapının hiçbir zaman kendisini idame ettiremeyeceği inancındayım. Dolayısıyla bu yapının ısrarlı bir biçimde bütün uluslararası platformlarda sorgulanması gerekmektedir. Bir de Rumların baskılarına rağmen KKTC Yüksek Mahkeme Başkanı Metin Hakkı’nın AİHM uzman yargıçlığına seçilmesi olgusu da var. Bu nasıl başarıldı? kanı) çalışmaları sayesinde oldu. Biz 24 Nisan siyasetini sürdürdüğümüz sürece, bunu reddeden, bugün Türkiye’yi düşman olarak niteleyen, her zaman Kıbrıs sorununu ayakta tutan düşmanlıkları yeniden yaratıp bunları besleyerek kendini var etmeye çalışan o yönetimin uluslararası açmazını getirecektir. Bu yapı 21. yüzyılın bütün değerlerine yabancıdır. Biz onun tahriklerine kapılmamalıyız. Bizim için esas olan nokta şudur: Kıbrıs’ta iki toplumun, iki halkın siyasi eşitliğine, bir ortaklık idaresine dayalı bir çözüm, Türkiye’nin Kıbrıs’taki garantörlüğünün devamıdır. En önemli bir nokta daha üç ülkenin Türkiye,Yunanistan ve Kıbrıs’ın ilişkilerinin gelişmesi, Doğu Akdeniz ve Ege’nin topyekun AB genişleme sürecinin içine girmesidir. Bu ları siyasi bazı sonuçlara ulaşabilmek için esnetmek ya da istismar etmek gibi yapay tartışmalar özden uzaklaştırmaktadır. Ben her zaman Kıbrıslı Türk’tüm, bundan sonra da Kıbrıslı Türk olarak devam edeceğim. Ama sadece Kıbrıslı Türk’üm demek, genelde Kıbrıs’ta birtakım çevreler tarafından yadsınan bir kavram oldu. “Ben Kıbrıslı Türk’üm” deyip eşitlik temelinde çözüm istediğiniz için sadece Türk olma hasletini ya da ulusal ve demokratik değerlerinizi reddeden, bunlar Kıbrıslı kimliğiyle kendilerini kaybetmek isteyen insanlardır, yaklaşımıyla çözüm arayışlarına karşı çıkan, korkularla bunu reddetmeye çalışan bir siyasi tavırdır. Buna tepki olarak da öfkeyle Kıbrıslılığı ön plana çıkaran bir kısım söylem ve anlatımlar oldu. Bunlar kafa karışıklığına ve tarafların pozisyonlarına göre kendileri kabul ettirmek için öne çıkarttıkları değerler toplamına geldi. Ben geceleri Türkçe rüya görürüm. Çünkü Kıbrıslı Türk’üm. Ben aşk türkülerini de Türkçe söylerim. Ağıt yaktığımda da yine Türkçe konuşurum. Bu coğrafyada Kıbrıslı Türk olmanın getirdiği bir başka özellik vardır. Bu da bizim genel olarak zenginliğimizdir. Yeterince kan aktı Bu sözünü ettiğiniz özellik nedir? Ben Kıbrıslı Türk olarak kendime sahip çıkarken Kıbrıslı Rum olarak da ötekini dışlamadan ve öteki yapmadan ona kendime duyduğum saygı kadar bir değer veririm. Aynı coğrafyada eşitlik temelinde bir değeri paylaşıp artık bu Kıbrıs’ın toprağına ne Kıbrıslı Türk ne Kıbrıslı Rum ne Türk ne de bir Yunan gencinin kanı akmalıdır. Bu toprakta yeterince insan kanı akmıştır. Ve yeterince de karşılıklı olarak kin ve nefret türküleri söylenmiştir. Biz kaybettik. Yani birbirimize karşı kazanacağız diye ekonomik ve bütün öteki kaynaklarımızı tükettik. Bize silahları satanlar, Ortadoğu coğrafyasını şekillendirmeye çalışanlar, aramızdaki çatışma nedeniyle bir dönem Kıbrıslı Rumlara, bir dönem Kıbrıslı Türklere, bir dönem Yunanlılara gülücükler dağıtarak kendi statükolarını sürdürdüler. O zaman biz evrensel, kendi ulusal değerlerimizi dikkate alan yeni bir aklı üretmek zorundayız. Ben, bu zeminde gidelim, diyorum. Biraz da iç siyasetten sormak istiyorum. Burada muhalefet partileri aylardır Meclis oturumlarını boykot ediyor. Dolayısıyla son zamanlarda erken seçimden söz edilmeye başlandı. Bir de anayasa değişikliği yapılacağı haberleri var. Yakında bir erken seçim ufukta görünüyor mu? Sizinle açık konuşmak istiyorum. DP’yle kurduğumuz koalisyon hükümeti çeşitli nedenlerden sona erdi. Daha sonra o partilerin içinde doğan tartışmalardan oluşan ÖRP Hareketi’yle CTP bir koalisyon hükümeti kurdu. Bu koalisyon hükümetinin kurulmasıyla birlikte inanılmaz tepkiler doğdu. O sırada Türkiye’deki iç siyasi tartışmaları da bu taraflar büyük ölçüde istismar etti. “Türkiye’deki Erdoğan Hükümeti Kıbrıs’ta aşırı taviz vermek için şaibeli ve tavizci parti olan CTP ile, kendine bağlı, güdümlü kurulan ÖRP’ye bir koalisyon hükümeti kurdurdu” dediler. O sırada yok müftü, yok imam gibi söylentiler de çıkardılar. Meclisi boykot yanlış AKP Hükümeti’nin ÖRP’yi kurdurduğu ve hatta Şaban Dişli’nin bu işin içinde olduğu haberleri epeyce dallanıp budaklanmıştı… Bunlar doğru değildi. Bu Türkiye’nin içinde olan siyasi bir tartışmaya Kıbrıs’ta bulunan bir çelişkinin taşınmasıydı. Tayyip Erdoğan Hükümeti haksızca bu işe taraf yapılmıştır. Üstelik AKP’nin muhalifleri ne yazık ki bu konuda haksız bir biçimde bu meselenin bir başka açıdan tarafı haline getirilmiştir. Oysa bu buradaki partilerin içindeki bir çelişkinin ortaya çıkardığı bir olgu ve sonuçtu. Bu bağlamda da bu muhalefet partileri benim hiç benimsemeyeceğim bir tarzda, “Biz Meclis’i boykot edeceğiz” dediler. Aslında yaptıkları boykot da değil. Buna boykot denmezse ne denir? Meclis genel kurulu ve komitelerin oturumlarına katılmıyorlar. Ama milletvekili olarak Meclis’ten, devletten ve bütün ilişkilerden yararlanıyorlar. Devlet törenlerine katılıyorlar. Şikâyet ettikleri partinin lideri Başbakan Yardımcısı ve Dışişleri Bakanı oldu. Onunla birlikte protokolde bulunuyorlar. Onunla birlikte devletin bütün törenlerine katılıyorlar. Ama o parti var, diye de Meclis’e girmiyorlar. Bize getirilen teklif şu: Bizim Meclis’e girmemiz için o partiyi hükümetten atacaksınız ve yeni bir hükümet kuracaksınız. Biz ancak o zaman Meclis’e gireriz. P O R T R E FERDİ SABİT SOYER Lefkoşa, 1952 doğumlu. Orta ve lise öğrenimini Lefkoşa’da yaptı. Yükseköğrenimine ara vererek uzun yıllar sendikacılıkla uğraştı. 1985 ve 1993 seçimlerinde Cumhuriyetçi Türk Partisi’nden (CTP) Gazi Magosa milletvekili seçildi. 199395 arası KKTC’nin Tarım Doğal Kaynaklar ve Enerji Bakanı oldu. 1998 ve 2005 seçimlerinde de Gazi Magosa’dan milletvekili seçildi. O zamanki CTP lideri ve KKTC Başbakanı Mehmet Ali Talat Cumhurbaşkanı seçilince Başbakan oldu. Son olarak BM kararları var. Bunun yanı sıra sizin de söylediğiniz gibi Yüksek Mahkeme Başkanımız Sayın Metin Hakkı’nın ve Gönül Erönen’in 7 yargıçtan ikisi olarak AİHM’de benimsenmesi çok önemlidir. Bütün bunlar Rumların inanılmaz baskılarına rağmen gerçekleştirildi. Rumlar açmaza düşecek Bir de iki İtalyan parlamenterin KKTC pasaportu almaları ve Suriye’nin de KKTC’yi tanıma noktasına gelmesi yolundaki gelişmeler var. Bunları da anlatır mısınız? Avrupa’da ve bütün dünyada başta Cumhurbaşkanımızın, benim ve Dışişleri Bakanımızın (Turgay Avcı ÖRP Başbölgenin Ortadoğu, Balkanlar, Kafkasya, Orta Asya ve Uzakdoğu itibarıyla baktığınızda da bir barış, işbirliği ve büyük bir ekonomik çekim alanına döndürülmesi gerekmektedir. Bu, üç ülkenin halklarına da demokratik ve ekonomik zenginlikleri getirecek bir süreçtir. Ben insanım, yurtseverim, diyenlerin buna dört elle sarılmaları gerektiğini düşünüyorum. Annan Planı süreciyle birlikte bundan bir yıl öncesine kadar Kıbrıs Türk halkında Kıbrıslılık kimliği ön plana çıkmasına karşın, bugün baktığımda yeniden Kıbrıs Türk kimliği gittikçe güçlenmiş görünüyor. Buna yol açan neden nedir? Biz her zaman Kıbrıslı Türk kimliğine sımsıkı sarıldık. Burada bazı kavram SağlıkSen’in anketi ? ANKARA (ANKA) Türk SağlıkSen, Türkiye genelinde 3 bin 107 sağlık personeline, çalışma koşullarıyla ilgili anket yaptı. Anket sonuçlarına göre güvenlikçilerden sonra en çok sağlıkçılar nöbet tutuyor. Sağlık çalışanlarının neredeyse yarısı nöbet tutuyor, üçte biri fazla mesai yapıyor. Fazla mesai yapanların yüzde 60.2’si karşılığında ücret alamıyor. Nöbet tutanlarda ise bu oran yüzde 12.8. Uzman doktorların yüzde 79.9’u nöbet tutarken, yüzde 73’ü fazla mesailerinin karşılığını alamıyor. ‘UBP saygıyı unutmamalı’ İyi ama bu durum sürgit böyle mi devam edecek? Yasal olarak bunları Meclis’ten atabilirdik. Asla da böyle bir yola girmedik. Bunları halkın vicdanına bıraktık. Oysa onlar başkanı Gazi Magosa Belediye Başkanı olan Belediyeler Birliği’nden tüm CTP’li belediye başkanlarını iki dakikada karar alıp yönetimden attılar. Buna rağmen biz hiçbir zaman bu tahriklere kapılmadık. Sonuçta bu sorunu çözmek yine bize kaldı. Onlara bir teklif götürdük. Bizde 1975’ten beri el sürülmemiş bir Meclis içtüzüğü var. Meclis’in verimli çalışabilmesi için değiştirilmesi gerekiyor. Siyasi partiler yasasının kesinlikle değiştirilmesi lazım. Her siyasi parti seçim kampanyasında harcayacağı sınırlı paranın ülkede bulunan milletvekili sayısının belli bir oranına kadar düzenlenmesini kabul etmelidir. 1985 Anayasası’nın bugünkü koşullara göre değiştirilmesi gerekiyor. 1999’da da bir anayasa değişikliği gündeme gelmemiş miydi? Biz o zaman muhalefetteydik. Hükümette UBP vardı. Anayasa değişikliği konusunda anlaşmaya varıldı. Komisyonlar kuruldu. Ama sonradan ne olduysa oldu. Ben, “Herhalde bu işin içinde gulyabaniler var” diyorum. Bir yerlerde bir şeyler oldu ve o iş bitti. Bu sefer biz bu kadar çoğunlukla hükümete gelince ilk defa Meclis Başkanımızın çağırısı üzerine üç partinin lideri anayasa değişikliği, seçim tarihi ve referandum yasası için bir araya geldik. Orada muhalefet liderlerine, “Siz Meclis’e girin. Anayasa Komisyonu kuralım. Anayasa değişikliği ve başkanlık sistemi dahil her şeyi orada ele alalım. Daha sonra da 21 Aralık’ta toplanıp nasıl bir yol izleyeceğimize karar verelim” dedim. Üç parti lideri bununla ilgili olarak kararını vermek üzere 28 Eylül Perşembe günü toplanma kararını aldı. Biz bunu kamuoyuna açıkladık. Ben bu konuda parti meclisinden yetki aldım. Ama bildiğim kadarıyla o toplantı UBP lideri Tahsin Ertuğruloğlu’nun ani olarak Ankara’ya gitmesi yüzünden yapılamadı. Öyle değil mi? Ne yazık ki öyle. Ben perşembe günü toplantıya giderken muhatabım olan ana muhalefet partisi genel başkanının hiç haber vermeden Ankara’ya gittiğini öğrendim. Eğer insanlar anayasadan, seçimden söz ediyorsa saygıyı da unutmamaları gerektiği kanısındayım. Sözle bugüne kadar yapılan aldatmalar, en son perşembe günkü hadiseyle benim beynime mıh gibi çakılmıştır. Artık bir garanti görmeden de adım atmam. CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle