22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 8 EKİM 2007 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Milli İrade mi, Dini İrade mi? Türkiye; bugün de milli iradeyi bilinç temelinden inanç temeline kaydırmayı hedeflemiş, bu nedenle seçimlerde “parti programı”nı değil, “din” ve “dindar Cumhurbaşkanı” seçeneğini oylatmış kararlı bir direnişin kuşatması altındadır. Bu direnişin kökleri, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na kadar geri gider. Daha Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlarında en büyük korkuları, yeni devlete “Cumhuriyetçi” bir biçim verilmesi olmuştur. Masadaki B.k DENKTAŞ, Leyla Tavşanoğlu’yla konuşurken, Türk askerine “işgalci düşman” diyen güneydeki Rum Cumhuriyeti’nin başkanına ateş püskürmüş ve “Papadopulos bu b.ku yemekle bizim askeri işgalci yapmış olmaz” demiş. Askerin Kıbrıs’taki “işgal”e son verip gitmesi Papadopulos’un müzakere masasına oturmak için ileri sürdüğü en önemli ve belki de tek koşul. Peki, onu masaya oturmaya çağıran, başkaları oturtsun diye çırpınan, Brüksel’lere, Washington’lara koşup yalvar yakar olan kim? Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni şimdi yöneten Mehmet Ali Talat Papadopulos’la görüşüp anlaşmaya öylesine teşne ki, neredeyse bu koşula da “evet” deyip koşacak o b.klu masaya. Gelgelelim, Ankara’nın, Kıbrıs konusunda eğer kaldıysa, “devlet politikası” buna engel. Daha doğrusu, asker 1974’ten beri iyice kritikleşen stratejik nedenlerle karşı çıkmakta buna. alat’ın Papadopulos’la uzlaşarak onun koluna girip AB’li olabilmek için ödün vermekte nerelere kadar gerileyebileceğini kestirmek çok zor. Şimdiden, başında bulunduğu devletin adını ağzına almayıp Annan Planı’ndaki gibi sadece “Kıbrıs Türk Devleti” demekte beis görmüyor. Ona göre, “çözüm şemsiyesi” altında ortaya çıkacak durum KKTC’nin bugünkü halinden “daha ileri” olacakmış. “Ya egemenlik?” diye soracak olursanız, öyle bir derdi yok. Denktaş’ın deyimiyle “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir vilayeti” olarak da olsa AB’ye girsin yeter. Zaten, Denktaş’ın en güçlü yanı olan “ilkelilik” onun pek sevdiği bir tutum değil. AKP’yi yönetenler gibi o da “kırmızı çizgi” sözünden hoşlanmıyor: Amerikalıların insanları kandırmaya 30 milyon dolar harcadıklarını resmen itiraf ettikleri o meşum referandumda kendi yurttaşlarının yüzde 65’ine “Yes be annem!” dedirten Talat, “Kırmızı çizgi Amerikalıların sizlere ihraç ettiği bir jargondur” diyor. ayın Gül yeni sıfatıyla Lefkoşa’ya gittiğinde “Kıbrıs’ta iki halk, iki demokrasi, iki devlet vardır” demekle Ankara’nın “iki devletli çözüm” tezini açıkça benimsemiş oluyor mu? Daha önemlisi, Erdoğan hükümeti bu terimden ne anlamaktadır? Lefkoşa’daki Talat, Ankara’nın politikasına katılıyormuşçasına “siyasal eşitliğe dayalı çözüm”den söz ederken neyi kastetmektedir? Görünürde eşit iki eyaletli bir federasyonmuş gibi gözüken, ama aslında merkez organlarında Rumların ağır bastığı ve Türklerin “korunmalı azınlık” durumuna düşürüldüğü bir Kıbrıs devleti mi? Türkiye Cumhuriyeti, gerçekleri görmeye yanaşmayan ve güneydekilerle ne pahasına olursa olsun uzlaşmak için can atan bir siyasal kadroya Kıbrıs’ın kaderini teslim etmeyi ve dolayısıyla kendi güvenliğini tehlikeye atmayı göze alabilir mi? Üstelik, Kıbrıs’taki Türk halkının gerçeği artık gördüğü ve kendi güvenliğinin de AB’li yalancıların değil, Ankara’nın güvencesine bağlı olduğunu son üç yılın acı deneyimleriyle anlamaya başladığı bir dönemde? mumtazsoysal@gmail.com İbrahim TÜRKEŞ HukukçuFelsefeci enel seçimle bu süreci başlatan Cumhurbaşkanı seçiminin iktidar açısından bir intikam seçimine dönüştürüldüğü, bütün kanıtları ile ortaya çıkmıştır. İlginçtir ki, “10 Kasım törenlerine içimiz kan ağlayarak katılıyoruz” diyen ve uzun süredir ortada görünmeyen bir zamanların ünlü Kayseri Belediye Başkanı, Cumhurbaşkanı seçiminde birdenbire Meclis’in ön safında arzı endam etmiştir. Gene, iktidar yanlısı gazetelerde yayımlanan ilanlar ve yazılarla Cumhurbaşkanı değil, sanki “halife” seçilmişçesine bir hava yaratılmış, Cumhurbaşkanına uygulamalarında Cumhuriyeti kuran Atatürk ve onun kurucu ilkelerinin değil, “Hz. Muhammed’in merhameti, Hz. Ebubekir’in doğruluğu, Hz. Ömer’in adaleti, Hz. Ali’nin kuvveti”nin ışık tutması dilenmiştir. (Zaman1. 9. 2007) G T Laiklikten intikam Bu, bütün istismarların üzerinden yapıldığı “din”in, onu siyaset, ticaret ve menfaat aracı olarak kullanılmasını engelleyen ve gerçek yerine oturtan “laiklik”ten intikamdır. Bu, dergâha yatsı namazından sonra girip sabah namazında çıktığı önceki Meclis Başkanı tarafından gözyaşları içinde anlatılan Özal’ın şahsında özlemi duyulan hilafetin, onu bir gecede ortadan kaldıran Atatürk’ten intikamdır. Bu, “imamhatip” formasyonu içinde oluşmuş bir “görüş tarzı”nın “Atatürk Rönesansı” ile oluşan tarihi iklime tam bir bağlılık içinde oluşmuş “aydınlanmacı” görüş tarzından intikamıdır. Geçen seçimlerin sonucu ve özeti budur. Bu sonuca götüren yol ve yöntem, dağıtılan kömürde, şekerde, pirinçte, çokuluslu şirkette vs. değil, tarih sürecine bu iktidar tarafından yüklenmek istenen “anlam” ve “amaç”ta aranmalıdır. Devletten bezmiş, düzenden yılmış yoksul, işsiz, eğitimsiz varoşluyla, kentte yaşamasına karşın bir türlü kentlileşememiş, “kırsal”la “kentsel” arasında kararsız kalmış kentli seç S menin tercihi, belki bir ton kömüre, bir çuval şekere saptırılmış, böylece milli irade çarpıtılmış olabilir. Ancak, milli iradeyi çarpıtan asıl neden bu değildir. Asıl neden, Türk toplumunun adım adım ve sistematik bir şekilde bir “bilinç” toplumu olmaktan çıkarılıp, “inanç” toplumuna dönüştürülmüş olmasıdır. Tarih sürecine sağ iktidarlar tarafından bu amaç doğrultusunda yüklenen anlamdadır. Türkiye Cumhuriyeti bugün, Atatürk’ün “olamaz” dediği “şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar” ülkesi olmuştur. Seçim sonuçlarına ilişkin tahmini neredeyse “net” olarak gerçekleşen Sayın Tarhan Erdem’in “Halk Köşkten Ne Bekliyor” sorusu ve buna bağlı yan sorulara dayalı olarak yaptığı yeni araştırma sonuçlarına göre, Cumhurbaşkanında temel özellik olarak “Cumhuriyet değerlerine bağlı olma”yı görmek isteyenlerin oranı, yüzde 28’dir (Reha Muhtar, Vatan, 29. 6. 2007). Türkiye’de halkın yüzde 72’si, Cumhurbaşkanının “Cumhuriyet değerleri”ne bağlı olmasını gerekli görmemektedir. İşte son 50 yılda “laik Cumhuriyet” abidesine atılan yontuk, çentik ve çiziklerle Türkiye’nin getirildiği nokta budur. Toplum, son 50 yıl içinde “milletin değerleri” denilerek, “Cumhuriyetin değerleri”nden adım adım uzaklaştırılmıştır. Akıllı ve akılcı davranışlar yerini ağırlıklı olarak “ritus davranışları”na (dinsel davranışlara) bırakmış, belediyelerden bakanlıklara kadar merkezi ve yerel yönetimlerin her kademesine dinsel davranış ve merasimler egemen olmuştur. Elbette inançsız bir toplum yoktur. Ancak, bir toplumda inanç, bir kez bilinci köreltmişse, o toplumda milli irade, çoğunluk tercihi, kolayca saptırılma tehlikesiyle karşı karşıyadır. Bu nedenle, kısa süren “Türk Rönesansı” dönemi(19231945) ayrık tutulursa, tarihe ve topluma bin yıllık şeriat geleneği içinde oluşmuş bir mercek ardından bakılan bu toplumda, milli iradenin “bilinç” temeline değil, “inanç” temeline dayalı olarak gerçekleştiğini söylemek, tarihsel ve sosyo lojik koşullara uygun bir kabuldür. Türkiye; bugün de milli iradeyi bilinç temelinden inanç temeline kaydırmayı hedeflemiş, bu nedenle seçimlerde “parti programı”nı değil, “din” ve “dindar Cumhurbaşkanı” seçeneğini oylatmış kararlı bir direnişin kuşatması altındadır. Bu direnişin kökleri, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na kadar geri gider. Daha Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın başlarında en büyük korkuları, yeni devlete “Cumhuriyetçi” bir biçim verilmesi olmuştur. Bu yüzden Atatürk Nutuk’ta “Ulusal savaşa birlikte başladığımız yolculardan bazıları, sonu Cumhuriyete ve Cumhuriyet yasalarına varacak bu yolda, düşünce ve ruh yeteneklerinin kavrama sınırı bittikçe, bana karşı direnişe geçtiler” der. Bugünkü direniş, işte o direniştir. CUMHURİYET’TEN OKURLARA İBRAHİM YILDIZ Adım Adım İlerliyorlar... AKP’nin yüzde 47’lik oyla iktidar olmasından sonra ülkemizde yaşananları okurlarımıza her gün aktarıyoruz. Yaşananlar, dinci rejimin temellerinin atıldığının göstergesidir.. Ilımlı İslam modeli Batı’nın, başta ABD’nin dayatmasıyla yeşermeye başladı. “İran olmadı, Malezya verelim” mantığı, Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu laik demokratik Türkiye Cumhuriyeti’nin temeline dinamit koymaktadır. Son günlerde yaşanılan dinci gelişmelere yönelik örnekleri sıralarsak sayfalar yetmez. Kamu kurumlarında yemekhanelerin kapatılması, iftar saatinde işlerin durması, bu yöndeki dayatmaların iktidardan alınan güçle yapıldığını ortaya koyuyor.. Üstelik ders kitaplarında yapılan içerik değişiklikleri, Atatürk ve arkadaşlarının başarıları yerine Osmanlı’nın övülmesi, bir art niyetin de göstergesidir.. Tüm bu örnekler karşısında, başta üniversite rektörlerinin kaygılarını dile getirmeleri, ne yazık ki yine iktidar partisini rahatsız ediyor. “Cemaat kültürünün önü açılıyor” diyen bilim ve hukuk adamlarının söylemleri, bilindiği gibi medyada yeterince yer almıyor.. Türbanlı, kara çarşaflı, cüppeli, şalvarlı kılık kıyafetle dolaşanların sayısının her geçen gün artması, bırakın küçük kentleri, büyük kentlerin bile İran ya da Suudi Arabistan görünümüne büründüğü izlenimini veriyor.. Dışarıdan bakıldığında Türkiye için ilginç tespitleri de okuyoruz. İtalyan Modern Tarih Profesörü Roberto de Mattei, Başbakan Erdoğan’ın gerçek hedefinin Avrupa Birliği olmadığını, İslam devleti olduğunu öne sürüyor.. 22 Temmuz seçimleri sonrası ülkemizde yaşananları Cumhuriyet okurları yakından izliyor. Manşetlerimiz dinci rejime gidişin kaygılarını ortaya koyuyor.. İş dünyası, üniversiteler, askerler, barolar, muhalefet partileri ve meslek odaları, laikliğin tehlikede olduğunu dile getirmektedir.. Buna karşın Başbakan ve bakanlar, verdikleri demeçlerle gerginliğin daha da tırmanmasından yana tavır koyuyorlar. Laiklik karşıtı gelişmelerin yanı sıra her gün gelen şehit haberleri de AKP iktidarının PKK terörü karşısında somut girişimde bulunmadığını ortaya koymaktadır.. İyi haftalar... Soldan dönme ulemalar Hiç kuşku yoktur ki, bugünkü iktidarın tarih sürecine yüklediği bu anlam doğrultusunda amaç, Çankaya’daki “Atatürk kimliği” ve “aidiyeti”ni sona erdirmek, Çankaya’da Atatük’le özdeşleşmiş “tarihsel duruş”a son vermektir. Atatürk’ü bir “ilke” olarak Çankaya’dan alıp törensel bir “simge” olarak “mozole”ye hasretmektir. Bununla da yetinilmeyeceği, Atatürk’ün yalnız Çankaya’dan değil, anayasadan da sınır dışı edileceği, soldan dönme ulemalara açıklatılmaktadır. Terakki Perver Cumhuriyet Fırkası ile ayağa kalkan ve “Lailk devlet istemiyoruz, devletin dini İslamdır” diyen milli irade de aynen böyle şahlanmıştı. “Millet istiyor” sloganının ardında yatan gerçeğin, aslında milletin istediği değil, önce millete benimsetilen, sonra dönüp “bakın millet böyle istiyor” diyen dinsel bir “riyakârlık” ve “istismarcılık” olduğunu gören Atatürk, buna “dur” demişti. O zaman nasıl güçleri yetmediyse, yüzde 47 değil 97 de olsalar, şimdi de buna güçleri yetmeyecektir. Matematikte 2, 1’den daima büyükse de tarihte bu her zaman böyle değildir. Tarihte gücü doğuran “sayı” değil, “fikir”dir. Cumhuriyet bilincinin “öz”ü, ulusal vicdanın sesi olmuş, alanları bu bilinçle doldurmuş yurttaşlar, sandıkta azınlıkta kalmış da olsalar, bu gerçeği görmüş, tarihin “diyalektik yürüyüşü”nü kavramışlardır. Kavrayamayanlar, “holding basını”nda yuvalanmış “arpalık kumruları” ile devletten aldığı doktorayı devlet düşmanlarına ve özel sektöre pazarlamaktan öte geçemeyen “rüsum ulemaları” ve bir de soldan dönme yeni “vitrin erbabı”dır. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle