19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
8 EKİM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr ATO’nun ‘Yatırım Açığı Raporu’na göre son 10 yılda kişi başına yatırım sadece 77 Avro arttırılabildi 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Gelir arttı, yatırım yine yok ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Ankara Ticaret Odası’nın (ATO) hazırladığı raporda, Türkiye’de kişi başına yatırımın son 10 yıldır yerinde saydığı ifade edilerek “1997 yılında kişi başına 1374 Avro yatırım yapan Türkiye, 2006 yılında 1451 Avro yatırım yapabildi’’ denildi. ATO’nun Avrupa Birliği İstatistik Ofisi’nin (Eurostat) Ulusal Hesaplar Veri Tabanı Satınalma Gücü Paritesi hesaplarını kullanarak hazırladığı “Yatırım Açığı Raporu’’na göre, son 10 yılda kişi başına gelir yüzde 32.7 büyürken kişi başına yatırım sadece yüzde 5.6 büyüdü. Son yıllarda yaşanan ithalata dayalı büyüme modeli yatırımların istenilen seviyede gerçekleşmesini engel Kırılma Noktaları Türkiye AB ilişkileri, giderek değişik bir niteliğe bürünüyor. AB, artık, Türkiye’nin çağdaşlaşmasını, “tam üyeliğin asıl sorunu” olarak algılamaya başlıyor. Genişlemeden Sorumlu Komiser Olli Rehn, son günlerde daha da artan oranda ve sıklıkta olmak üzere bu konuyu vurguluyor. ABAKP ilişkilerinde büyük kırılmalar yaşanmaya başlıyor. Anımsanacağı gibi Rehn’in açıklamaları şu aşamaları izliyor. Rehn, önce birkaç kez, “türban konusunda AİHM kararlarına uyulması gerektiğini” belirtti. Daha sonra, bu görüşe yeni ve önemli bir boyut getirdi. Yeni anayasanın Kopenhag Ölçütleri’ne uygun olması gerektiğinin altını çizdi. Türban konusunda AİHM, anayasa konusunda da Kopenhag’ın esas alınması gerektiğinin özenle ve ısrarla vurgulanması, aslında, laikliğin demokrasinin temeli olduğu gerçeğine dayanıyor. AB Sözcüsü, çağdaşlaşma ile demokratikleşmenin birlikte yürütülmesi gereken süreçler olarak alınmasının kaçınılmazlığını; “olmazsa olmaz” sayılması gerektiğini ve TürkiyeAB ilişkilerinin temelini oluşturduğunu, AKP iktidarına anlatmaya uğraşıyor. Türkiye kamuoyu, AKP’yi, “ülkeyi AB üyeliğine taşıyacak siyasal güç” olarak 2002’de bağrına bastı. AKP de zaman zaman yalpalamakla ve gereksiz ödünler vermekle birlikte bu beklentileri büyük ölçüde karşıladı, denilebilir. Ne zamana kadar? AİHM’nin yaklaşık iki yıl önce 10 Kasım 2005’te aldığı Leyla Şahin kararına kadar. Kararın hukuk dayanağı daha da önemlidir. Türkiye’nin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne dayanan karar, Şahin’in türbanla devamını yasaklayan üniversite yönetimini haklı buluyordu. Bu tarih, AKP’nin AB yaklaşımında kesin bir dönüm noktasıdır. AKP, bu tarihte, türbanı üniversitelerde AB ya da aynı anlama gelmek üzere AİHM “eliyle” serbest bıraktıramayacağının ayırdına vardı; uyandı. Bu tarihte, AKP’nin Türkiye’yi AB üyeliğine taşımadaki zihinsel ipleri koptu. Son iki yılın durağanlığının seçimlerden sonra yerini, yeniden hızlı bir ABAKP yakınlaşmasına bırakacağı umuluyordu. Ancak Rehn’in önce AİHM kararlarını sonra da Kopenhag Ölçütleri’ni temel koşul saymasıyla AKP’nin AB havasını yeniden bulutlar kaplıyor. Tam bu sırada AKP’nin, Ilımlı İslam ideolojisinden kaynaklanan yeni bir “ayıbı” daha ortaya çıktı. Ülkemizi AİHM’de yıllarca başarı ile temsil eden Rıza Türmen’in, görev süresi iki yıl daha uzatılabilecekken, AKP, Mahkeme’nin “türban konusundaki kararlarına imza attığı için” onun görevini sürdürmesini istemedi. AB, AKP hükümetinin AİHM için gösterdiği yargıç adaylarını “yetersiz” bulduğunu açıkladı. Gerçekte bu aday gösterme ve reddedilme süreci, AKP’nin olanak bulduğu her noktada nasıl kadrolaştığını da kanıtlıyor. AİHM’de, AKP kadrolaşması sert bir duvara çarpmıştır; cumhurbaşkanının değişmesinden sonra Türkiye’de böyle bir engel kalmıyor. Olli Rehn son günlerde yeni bir açıklama daha yaptı ve “kadınerkek eşitliğinin” Avrupa’nın “değerlerinin temel unsuru” sayıldığını açıkladı; Rehn’e göre eşitlik, AB’de “kilit ilkedir”. AKPAB ilişkilerinde kırılma noktalarından birinin “bilimsel yaklaşım” olacağına kesin gözüyle bakılabilir. Son Avrupa Konseyi raporunda “yaradılış kuramı” “türlerin doğal eleme yoluyla evrim geçirdiğinin reddedilmesi” olarak tanımlanıyor. Rapor, yaradılış kuramını, “bilimsel kazanımların özüne saldırı” olarak algılıyor ve Türkiye’de yayımlanan yaradılış kuramını reddeden bir kitabın Fransa’da yasaklandığını anımsatıyor. Geç de olsa AB, AKP’nin insanların başının yalnız dışını değil, içini de sarıp sarmalamaya çalıştığının farkına varıyor. AKP, AB karşısında 1995’ten bu yana isteksiz âşıkları oynuyor. AB de artık gerçek AKP’yi tanıyor, uyarıyor ve anlamıyor! Karşılıklı uyumsuzluk var; bu doğaldır. Çünkü, ülkeler arasında farklılık derecesi ne olursa olsun, AB topluluklarında laiklik, insanın özgürleşmesinin temelidir. AKP ve bu partiyi, Türkiye’yi AB üyesi yapacak diye destekleyenler, yıllardır, büyük uyumsuzluğu anlamak istemiyor. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği, laikliğe dayalı demokratikleşmeye ve çağdaşlaşmaya bağlıdır ve bu “değerler” AKP’nin gerçek niteliğiyle uyuşmuyor. TürkiyeAB ilişkilerinin giderek su yüzüne çıkan gerçek sorunu budur. [email protected] Kişi başına gelir yüzde 33’e yakın arttı, ancak ithalata dayalı büyüme nedeniyle işsizliğe çözüm olacak olan yatırımlarda yaprak kıpırdamadı. ledi. 2002 ve 2003 yıllarındaki büyümeye rağmen kişi başına yatırım değişmedi. 2006 sonunda 10 yıl öncesine göre sadece 77 Avro artışla 1451 Avro olarak gerçekleşti. ? Kişi başına 1451 Avro yatırım yapabilen Türkiye, bu oranla AB’ye üye olan 27 ülkenin yer aldığı sıralamada en sonuncu oldu. Türkiye’de özel sektör yatırımlarının milli gelir içindeki payının en yüksek olduğu dönem de yüzde 20.7 ile 1997 yılı oldu. Kamu yatırımları da son 10 yılda önemini kaybetti. ? Avrupa’nın en kötüsü Buna karşın aynı dönemde AB’de kişi başına gelir yüzde 32, kişi başına yatırım ise yüzde 54 arttı. Diğer bir ifadeyle AB ile Türkiye arasındaki “geliryatırım makası’’ daha da açıldı. AB’de 4 bin 858 Avro olan kişi ba şına ortalama yatırım Türkiye’nin 3.3 katına ulaştı. Böylece Türkiye, Avrupa Birliği’ne üye 27 ülkeyle karşılaştırıldığında, kişi başına yatırımda sonuncu oldu. AB’de en fazla yatırım ortalamasına sahip Lüksemburg kişi başına 12 bin Avro ile Türkiye’den 8.3 kat daha fazla yatırım yaptı. AB’de milli gelirden yatırımların aldığı pay artarken Türkiye’de yatırımlar milli gelirden en yüksek payı yüzde 26.4 ile 1997 yılında aldı ve bu oran 2006 yılında yüzde 21’e düştü. ‘Yatırımsız istihdam yaratılmaz’ ATO Başkanı Sinan Aygün de raporu “Kişi başına yatırımını 10 yılda sadece 77 Avro artırabilen bir Türkiye, Avrupa takımının yedek kulübesinde oturmaya mahkum dur. Türkiye, sağlıksız büyüyor. Türkiye yatırım yaparak değil, ithalat yaparak büyüyor. Kişi başına ithalat artarken kişi başına yatırım yerinde sayıyor. Hormonlu büyüme dediğimiz budur’’ diye yorumladı. Bir ülkenin gücünün, yatırım ve üretim kapasitesiyle ölçüldüğünü ifade eden Aygün, yatırım ve üretim kapasitesinin, ülkelerin küresel ekonomideki yerini tayin edeceğini, ancak Türkiye’nin mevcut yatırım kapasitesiyle Avrupa içinde yer bulamayacağını belirtti. Aygün yatırımlar artmadığı sürece Türkiye’nin gerçek büyümeyi yakalayamayacağını ve istihdam yaratamayacağını kaydetti. Türkiye, geçen yıl 54 bin tonluk ihracatla ABD’nin ardından 2. sıraya yerleşti Napolyon artık Türk kirazı ? Dünya kiraz üretimi ve ihracatında başı çeken ülkelerden biri olan Türkiye’de yılda yaklaşık 250 bin ton kiraz üretiliyor. KONYA (AA) Dünyanın en kaliteli kirazının yetiştiği Türkiye, geçen yıl 54 bin tonluk ihracatla ABD’nin ardından 2. sıraya yerleşti. Artık, Napolyon olarak da bilinen “Ziraat 900’’ cinsi kiraza dünyada “Türk kirazı’’ denilmeye başlandı. Türkiye’de, yılda yaklaşık 250 bin ton kiraz üretiliyor. Geçen yıl bu kirazın 54 bin tonu ihraç edildi. Türkiye, coğrafi özellikleri, güneşlenme süresi gibi iklim şartları nedeniyle dünyanın en kaliteli kirazını üreten ülke durumunda. Türkiye’de pek çok yerde kiraz üretilirken, özellikle Konya’nın Ereğli, Hadim ve Akşehir ilçeleri, ihracata giden kirazın büyük bölümünü karşılıyor. 4 bin yıllık Bozcaada şarapları tehlikede MEHMET ÇELEN En kaliteli kirazlar Bu 3 ilçe arasında en fazla üretim yapan Ereğli, Türkiye’nin beyaz kiraz üretiminin tamamına yakınını karşılarken, Türkiye’deki en kaliteli Napolyon (Ziraat 900kırmızı) kirazı ise Hadim ilçesinde üretiliyor. Konya Tarım İl Müdürlüğü’nde görevli, Hadim başta olmak üzere Konyalı kiraz üreticisi ve çiftçi kuruluşlarına danışmanlık yapan Ziraat Mühendisi Abdurrahman Ayan, Türkiye’de Napolyon olarak da bilnen Ziraat 900 cinsi kiraza dünyada Türk kirazı denilmeye başlandığını söyledi. ÇANAKKALE Hükümetin şarap satışlarında kayıt dışı ekonominin önüne geçilmesi amacıyla bandrol sistemi getirmesi, ayrıca ek vergi yükü koyması, şarap tüketimini düşürüyor. Gelişmeler, şaraplık üzüm yetiştiricilerini de zora sokuyor. Çanakkale’nin İntepe beldesi ve Bayramiç ilçesinin yanı sıra şaraplık üzüm yetiştiriciliğinde 4 bin yıllık geçmişi olan Bozcaada’da da üzüm üreticileri bağcılığı bırakma aşamasına geldi. Ek vergi yüzünden satışların düşmesi nedeniyle üzüm alımlarında bu yıl daralmaya gidildiğini belirten Ataol Şarapçılık şirketinin yöneticisi Osman Ataol, “Bu yıl mümkün olduğunca rekolte alımlarda kapasitemizi düşürdük, gelecek yıl alımları dahi durdurabiliriz. Ek vergi yükünden dolayı satışlar, üretimin yüzde 10’u seviyelerine kadar indi. Piyasada 2530 YTL ’ye satılan şaraptan da şişe başına 3 YTL vergi alınıyor, 2.5 YTL ’den sattığınız şaraptan da aynı vergi alınıyor” diye konuştu. Ataol, bağcılığın ve şarap üretiminin azalmasının adadan kaçışları hızlandıracağına dikkat çekti. DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Rusya anayasası üst üste iki kezden fazla devlet başkanı olmaya izin vermiyor. Bu nedenle, “ikinci dönemi gelecek yılın başında biten Putin’den sonra iktidara kim gelecek” sorusu büyük ilgi konusuydu. Bu sorunun cevabı nihayet açıklığa kavuştu. Putin’den sonra iktidara yine Putin gelecek… Yüzde elliden fazlasının, anayasa ne derse desin, Putin’in devlet başkanı olmaya devam etmesini isteyen (Wall Street Journal, 02/10) Rusya halkı için belli ki sorun yok. Ama Batı ve Rusya’daki Batı yanlısı liberal entelijensiyayla, Soros tipi sivil toplum örgütlerine göre demokrasi elden gidiyor. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com yümenin yüzde 6.5 civarında olması bekleniyor. Halen, Rusya’nın nüfusu yılda ortalama yüzde 0.5 oranında gerilediğine göre karşımızda Çin’inkiyle kıyaslanabilecek düzeyde bir üretkenlik ve büyüme performansı olduğunu söyleyebiliriz. 1.2 trilyon dolarlık GSMH ile dünyada 9. sıraya oturan Rusya, Putin döneminde tüm kamu borçlarını ödedi, bugün 400 milyar dolarla dünyada üçüncü büyük döviz rezervine sahip. Dış ticaret fazlası GSMH’nin yüzde 5’ine ulaşan Rusya, enerji ihracatından elde ettiği gelirlerin bir kısmıyla, 150 milyar dolarlık, bakanlıkların ve bürokratların kullanımına, dolayısıyla yolsuzluklara tümüyle kapalı bir döviz istikrar fonu oluşturmuş. Putin iktidara geldiğinden bu yana Rusya’da borsa yüzde 400 prim yaptığından, enerji sektörü dışında yabancı sermaye girişi teşvik edildiğinden, yabancı yatırımcılar da hoşnut. Diğer taraftan, Putin yönetimi 1990’larda talan edilen doğal kaynakların özellikle stratejik açıdan önemli enerji ve gazın denetimini geri aldı. Kaynakları ziyan ederek yeni bir orta sınıfın yükselmesinin önünü tıkayan oligarkları ve Mafya kapitalizmini büyük ölçüde tasfiye etti, ya da vergi denetimi altına aldı. Rusya’nın diğer enerji ihracatçısı ülkelerden farklı olarak gelirlerini çarçur etmeyerek, diğer madenler gibi ihracat kalemlerinin güçlendirilmesinde kullanarak yarattığı yeni kaynaklar, eğitim ve sağlık sistemlerinin restorasyonuna, büyük kentlerin yeni orta sınıfının büyümesine büyük katkıda bulundu. Kaletski, Rusya proletaryasının 1989’dan bu yana ilk kez SSCB dönemindeki refah düzeyini yeniden yakalamaya başladığını yazıyor. Bunlara, Putin’in, merkezi devleti güçlendirmesini, savunma sanayiini, yeni füze sistemlerini dünyanın en büyük konvansiyonel bombasını üretebilecek düzeyde restore etmesini; sağlık, eğitim, vergi toplama vb. gibi kurumlardaki iyileşmeleri ekleyince, ulusal ve uluslararası düzeyde saygınlığı ve etkisi artan devlet bürokrasisinin de Putin’i desteklemesinin nedenleri anlaşılabilir. Tenesse Üniversitesi’nden ve Pentagon’dan Küresel Jeopolitik Uzmanı Thomas Barnett (Pentagon’un yeni Haritası) “Peki bu gelişmeler Batı açısından korkutucu bir oluşum mu?” diye sorduktan sonra, “Aslında bunlar, bugünün dünyasında ayakta kalabilmek için standart paket” diye cevap veriyor (Howard News Service 05/10). Putin’den Sonra.. Yine Putin Batı’ya söyleyecek pek fazla bir söz kalmıyor. Zeytinyağında ithalat tartışması HİCRAN ÖZDAMAR ABD hoşnut değil Ama yine de Putin’in bu planının, ABD medyasına bakılırsa, ABD dış politika çevrelerinde düş kırıklığı, yönetimde de, Le Monde’un da dikkat çektiği gibi, ‘’iktidarın Kremlin’de yoğunlaşmasının endişe yarattığı’’ görülüyor. Ne ki, Putin’in en az iki nedenden dolayı iktidarda kalmaya devam etmekten başka bir seçeneğinin olmadığı da söylenebilir. 1990’ların kaos yıllarından sonra, Rusya’nın uluslararası gücünün, askerisınai kompleksinin, Nasıl olacak? Putin’in zekâsı, manevra kabiliyeti ve beklenmedik çıkışları bilinen şeyler. Ama bu kez iktidarda kalmak için bulduğu formül neredeyse mükemmel. Hem Rusya’nın yasalarına uygun; hem de halkın eğilimlerine. Dolayısıyla, aslında Batı’da kimseye söyleyecek bir şey kalmıyor. Genel beklenti Putin’in, 2012 yılına kadar Gazprom gibi güçlü bir kurumun başına geçeceği, sonra yeniden devlet başkanı olacağı yolundaydı. Putin’in bulduğu formül hem iktidarda kalmasını sağlıyor hem de daha demokratik. Geçen hafta pazartesi günü, Birleşik Rusya Partisi’nin genel kongresinde açıklandığı gibi, Putin önce adını bu partinin 2 Aralık seçimlerindeki listesinin başına koyacak. Böylece bağımsız kamuoyu araştırması şirketi Levada’nın saptadığı gibi, liberallerin en etkin olduğu Moskova’da bile kamuoyu desteği yüzde 60’ın üstünde olan Putin’in katkısıyla bu partinin seçim zaferi, hatta Duma’da (meclis) anayasa değişikliği yapmak için gerekli 2/3 çoğunluğu elde etmesi garanti edilecek. Ondan sonra, gelecek yılın başında, Putin’in deyimiyle, “modern, becerikli ve rahat çalışabileceği” bir devlet başkanı seçilirse, o da başbakan olmayı kabul edecek. Bu noktadan sonra iki olasılık var. Ya bir dönem sonra, 2012 yılı geldiğinde Putin yeniden devlet başkanı seçilecek. Ya da Putin başbakan iken anayasa değiştirilerek, başbakanın yetkileri arttırılacak. Böylece, Rusya daha dengeli, siyasi parti sistemi daha güçlenmiş, daha demokratik bir rejime doğru evrilmeye devam edecek. Hem Rusya halkının çoğunluğunun istediği oluyor, hem de Steet Journal, Putin’in, otoriter yönetimi canlandırdığını ve “dünyanın bir zamanlar Rusya’da demokrasinin geleceğine ilişkin umutlarını yıktığını” ileri sürüyordu. Pek tabii ki, İngiltere’de muhafazakâr The Times’ın ekonomik yorumcularından Anatol Kaletski’nin, dalga geçtiği gibi, “eğer Putin; iktidarı, George Soros, Gary Kasparov ve Alan Greeenspan’dan oluşan bir üçlüye bırakarak bir manastıra çekilseydi, Rusya’da liberal kapitalizmin geleceği çok daha parlak” olabilirdi. Putin’in, bir geçiş dönemini düzenlemeden ayrılması halinde, arkasından, Kaletski’nin deyimiyle “demokrasiyi ilerletmek için değil de Rusya’nın zenginliklerini paylaşmak Rusya Devlet Başkanı Viladimir Putin’in iktidarda kalmak için bulguğu formül hem Rusya’nın yasalarına hem de halkın eğilimlerine uygun. İZMİR Üretici kooperatifleri, ihracatçıların zeytinyağı ithal etmek için Dış Ticaret Müsteşarlığı’na başvurmasının yerli üretime zarar vereceğini vurgularken; ihracatçılar ise ithalatı, zeytinyağını AB dışındaki piyasalara satmak amacıyla yapmak istediklerini savunuyor. Tariş Zeytin ve Zeytinyağı Birliği Başkanı Cahit Çetin’in yaptığı ithalat uyarılarına, küçük ölçekli kooperatif temsilcileri de katıldı. İzmir’deki Gödence Köyü Tarımsal Kalkınma Kooperatifi Yönetim Kurulu Başkanı Çağatay Özcan Kokulu, “Üreticiler, çok ciddi bir yükün altındadır. Zeytinyağı sektörünün üretim yapan gövdesi mutlaka korunmalıdır” dedi. Ege Zeytin ve Zeytinyağı İhracatçıları Birliği Yönetim Kurulu Başkanı Ali Nedim Güreli ise pazar paylarını kaybetmemek için zeytinyağı ithal etmek istediklerini söylemişti. ekonomisinin yeniden canlanması Putin’in Devlet Başkanlığı’yla yakından bağlantılı. Bu nedenle Putin’in halk arasında popülaritesi hâlâ yüzde 7080 arasında seyrediyor. İkincisi, Carnegie Moskova Merkezi’nin çıkardığı Pro ve Kontra dergisinin editörü Masha Lipman’ın Cumartesi günü Washington Post’ta dikkat çektiği gibi, Putin’in elinde o kadar büyük, anayasal yetkileri çok aşan bir güç birikti ki, bunu henüz kimseye devretmesi olanaklı değil. Putin’in, bir geçiş sürecini inşa etmesi ve denetlemesi için zamana gereksinimi var. Yoksa ülke yönetilemez hale gelebilir. Yine de, New York Times’ın başyazısı, salı günü “Putin’in bu sinik kararını yeniden gözden geçireceğini umut ediyoruz” derken, Wall için başlayacak rekabetin” yaratacağı kargaşa içinde ABD kolaylıkla olaya müdahil olarak yönlendirebilir, hem Rusya gibi bir güçten kurtulur, hem de kaynaklarına ulaşabilirdi. Putin neden bu kadar popüler? Neden Putin, dünyada Chavez dahil hiçbir liderin sahip olmadığı düzeyde bir popülariteye sahip? Bunun arkasında, Batı medyasının ve Rusya’daki neoliberal çevrelerin iddia ettiği gibi medyayı yakından denetlemesi mi var? Kaletski’nin aktardığı ekonomik veriler gerçekten çok çarpıcı. Putin iktidara geldiğinden bu yana Rusya yılda ortalama yüzde 6’lık bir hızla büyüyor. 2007 2008’de de bü CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle