29 Mayıs 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 5 EKİM 2007 CUMA 4 HABERLER DÜNYADA BUGÜN ALİ SİRMEN Gül’ün, AKPM’deki konuşmasında eski partisinin siyasi görüşlerini savunması tartışma yarattı İdiokrasi Demokrasi Değil Mollakrasi Getirir Yunanca demos (halk) ve krasi (iktidar) sözcüklerinden olan demokrasi kendi tanımını içinde taşır. Halk iktidarının ne denli gerçek bir halk iktidarı, ne denli egemen sınıfların yönetimi olduğu tartışmasını bir yana bırakalım. Ama demokrasi yine tartışma götüren, çoğunluğun ortak aklı bulacakları varsayımına dayanır. Halk adına konuştuklarını söyleyenler yararına iktidarlarını kaybetmiş olanlar, önceleri bu “güruhun” hiçbir şeyi yönetemeyeceğini, işleri yüzüne gözüne bulaştıracağını düşünerek, yeni dönemi küçümsemişlerdi. Göremedikleri yeni egemenlerin ardında, üretici ve yaratıcı bir burjuva sınıfının varlığıydı. Yine de halk iktidarı adı verilen bu yeni yönetimler tehlikenin farkındaydılar. Bu yüzdendir ki, geniş kitleleri eğitmek, bilginin yaygınlaşmasını, bilimin önünün açılmasını sağlamak için çaba harcadılar. Büyük Fransız Devrimi, yalnız kişileri değil, bilgiyi de özgürleştirirken, bilimin de önünü açıyordu. Ondalıklı sistem gibi uygulamaları Fransız Devrimi’ne borçlu olduğumuzu kaç kişi bilir acaba? Ama demokrasilerin, kapitalist üretim ilişkilerinin yanı sıra geniş bir milli eğitim seferberliğine dayandığı ve böylelikle, aydınlanmış vatandaşı oluşturduğu düşüncesi konusunda kimsenin tereddüdü yoktur. Arkasında, üretici bir burjuva sınıfının bulunmadığı Türk Cumhuriyet Devrimi’nde, bu etken çok daha büyük bir önem kazanmış bulunmaktadır. ??? Türk demokrasisinin temel taşı Cumhuriyetin en önemli eseri olan laik milli eğitimdi. Milli eğitim, kapitalist sistemin henüz gelişmediği ortamda aydınlanmış vatandaşı yaratacaktı. Köy Enstitülerini de bu çerçeve içinde irdelemek gerek. Tevhidi Tedrisat’ın (Eğitim Birliği) 22., Köy Enstitüleri uygulamasının 6. yılında girdiğimiz, bir türlü çoğulcu olmayı beceremeyen, ama, teksesli çok partililiğine bakarak, demokrasi sandığımız dönemde, milli eğitimin kalitesi düşmeye, laik niteliği oradan buradan darbeler almaya, tarım toplumunun kültürü yeniden yüceltilmeye başlanınca, yönelinmek istenen demokrasinin yerini, ikinci sınıf bir toplum olmayı içine sindiren ortanın altındaki adamların egemenliği demek olan “mediokrasi” aldı. Mediokrasi sürekliliği mümkün olmayan bir rejimdir; ya güç bir dönüşle yeniden aydınlanmanın yoluna girilecektir ya da kaymayı sürdürerek idiokrasiye doğru iniş devam edecektir. Mediokrasiden idiokrasiye aşağı doğru kayış, başlangıçta yavaş da olsa ivme kazanarak hızlanır. Aklın bütün gereklerini yadsıyan, tartışmanın yerine tabuları yerleştiren, sebep sonuç ilişkisini bir yana bırakan, dolayısıyla “bişiiy olmaz abiii” yi düşünce amentüsü haline getiren toplumlar, idiokrasinin bütün belirtilerini sergilerler. ??? Tartışmanın yerine tabunun yerleştirildiği, din faktörünün kişinin Tanrı ile arasındaki ilişki olmaktan çıkarıldığı, getirilip, siyasetin ve kamu yaşamının göbeğine oturtulduğu bir ortamda, Türkiye’nin hâlâ bir Malezya veya İran olup olmayacağının, sebep sonuç ilişkisi bir yana atılarak, tartışılması da, hele hele bu tartışmada, ülkenin kökü Cumhuriyetten önceye dayanan köklü eğitim kurumlarının mürekkebini yalayanların da, “bişiiy olmaz abiii” takımının amigoluğuna soyunmaları artık egemen düzenin idiokrasi olduğunun kanıtıdır. “Malezya olur muyuz?” tartışmasının özünde, oradakine benzer koşullar bizde de bir araya gelirse, benzer sonuçlar doğurur mu? anlamını taşıdığını cumartesi günkü yazımda belirttiğim için yeniden bu konunun üzerinde durmayacağım. Cumartesi günkü Cumhuriyet’in birinci sayfasında Atatürk Havalimanı uçak pistinde namaza duranların fotoğrafına baktıysanız, Türkiye’de de, Malezya’daki gibi özgür tartışmanın yerini tabuların aldığı ve demokratik rejime karşı saldırının yoğunlaştığını kuşkuya yer bırakmayacak biçimde görmüşsünüzdür. Böyle bir ortamda, demokrasiye özgürlüklere karşı tabu kalkanı ardına sığınılarak sürdürülen saldırı karşısında umursamaz bir biçimde hâlâ “bişşiyy olmaz abii” diyerek, demokrasiyi savunduklarını söyleyenlerin oluşturduğu idiokrasi bize demokrasiyi değil, olsa olsa mollakrasiyi getirecektir. Demokrasilerin karşı karşıya bulundukları en büyük tehlike idiokrasi ahmaklığından doğanıdır. AKP’nin Cumhurbaşkanı gibi ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi’nde (AKPM) yaptığı ve türban konusunu da temel hak ve özgürlükler bağlamında gündeme taşıdığı konuşmasında, Türkiye Cumhuriyeti’nin Cumhurbaşkanı gibi değil, AKP’nin görüşlerini savunan bir politikacı gibi kendi fikirlerini ortaya koydu. Gül’ün önceki gün Strasbourg’da yaptığı konuşma, Çankaya Köşkü’ne çıkarken ettiği “tarafsızlık” yeminine de aykırı bir tutum içinde olduğunu gösterdi. Gül’ün konuşmasında dile getirdiği, “Bugün küresel ölçekte yaşanan sorunların başında, uluslararası toplumun kültürel ve dini fay hatları üzerinde derinleşen ? Gül’ün, önceki gün Strasbourg’da yaptığı konuşma, Çankaya Köşkü’ne çıkarken ettiği “tarafsızlık” yeminine aykırı bir tutum içinde olduğunu gösterdi. Türban konusunu, devlet yaklaşımının tersine bireysel hak ve özgürlükler temelinde savunan Gül’ün, “İnanıyorum ki ılımlıların aşırı uçlar kadar cesur ve cüretkâr olmalarının zamanı gelmiştir” yönündeki sözleri de “ABD’nin ılımlı İslam” projesini akıllara getirdi. şekilde kutuplaşması gelmektedir. Her iki taraftaki radikal unsurlar farklılıkları sorumsuzca istismar etmektedir. İnanıyorum ki ılımlıların aşırı uçlar kadar cesur ve cüretkâr olmalarının zamanı gelmiştir” yönündeki sözleri “ABD’nin ılımlı İslam” projesini akıllara getirdi. Gül’ün, AKP’nin türban konusundaki siyasi görüşlerini yansıtan, “Türkiye’nin gerçekleridir. Örtünme ya da örtünmeme zorlaması olamaz. Aileler içinde başı açık ya da kapalı olanlar var. Aralarında herhangi bir tartışma yok. Üniversitelerde sıkıntı var. Temel hak ve özgürlüklerin evrensel nitelikte olması gerekiyor. Bu konunun çok tartışılmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü giderek kronikleştiğini görüyoruz. Çatışma, çözümü zorlaştırıyor” yönündeki sözleri de tartışma yarattı. Çünkü Gül’ün, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Leyla Şahin isimli bir öğrencinin daha önce türbanı nedeniyle üniversiteye gidemediğini gerekçe gösterip açtığı davada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne bildirmiş olduğu devlet yaklaşımını ortaya koyması gerekiyordu. Ancak Gül, bunu yapmak yerine, partisinin siyasi programındaki görüşleri Avrupalı parlamenterlere anlattı. Zamanlama da problemli Konuşmasının yanı sıra Gül’ün Strasbourg’a gidiş zamanlaması da tartışma yarattı. Avrupa Konseyi’nin AİHM yargıçlarını seçmekle görevli alt komisyonu, Gül’ün ziyaretinden bir gün önce, AKP’nin aday gösterdiği yargıçları reddetmişti. Her ne kadar yargıç adaylarının yetersizliği gerekçe olarak gösterilse de, diplomasi kulislerinde Avrupa Konseyi’nin, AKP’nin daha önce türban nedeniyle aldığı karara ilişkin AİHM’ye yönelik eleştirileri nedeniyle siyasi tavır gösterdiği konuşuluyordu. Gül’ün, böyle bir siyasi yaklaşım içine giren Avrupa Konseyi’nde konuşma yapma ısrarı ise soru işaretlerini beraberinde getirdi. En azından böylesine sıkıntılı bir süreçte danışmanlarının Gül’ü Strasbourg’a gitmemesi yönünde uyarması gerekiyordu. Ancak Gül, yine de özellikle laiklik konusunda partisinin görüşlerini anlatmayı tercih etti. asirmen?cumhuriyet.com.tr Kilis’in Suriye’ye sınır kapısı Öncüpınar’da sınırı kapatıp iftara giden devlet görevlilerinin neden böyle davrandığı üzerine söylenecek çok şey bulunuyor. Nitekim iki gündür gazeteler ve TV’ler bu konuyu önemseyen haberler yaptılar. AKP’nin son seçimlerde aldığı yüzde 47 oyun bazı devlet görevlilerini, “dini vecibeleri”, kamu görevinin önüne geçiren bir tutum içine girmelerine yol açtığı söylenebilir. Yani iktidarda dindar bir parti olduğuna göre devlet görevlisi de dini kimliğini ön plana çıkaran işler yapabileceğine inanıyor. Hatta bunun kendisi için bir yükselme imkânı olabileceğini de hesaplıyor olabilir. Bu kadarını anlayabiliyoruz. Ancak bence sınırda iftar sırasında kapı kapamanın bundan da öte anlamları bulunuyor. Devlet görevlisiyle yurttaş arasındaki ilişkide, zaten devlet görevlisi kendisini yurttaşın hizmetinde değil, onun amiri gibi görüyor. Bu anlayış AKP iktidarının çok daha Sınır Kapısında İftar ve Kurallar… ötesinde bir devlet anlayışı olarak hayatın bütün alanlarında karşımıza çıkıyor. Galata’da, bizim mahallenin çöp kamyonu Galata’ya çıkan sokaklardan birisine akşam iş dönüşü saatte ters yoldan giriyor ve bütün trafiğin altüst olmasına yol açıyordu. Kimsenin çöp kamyonunun kuralları çiğneyip yetkisini aştığını düşündüğü yoktu. Çöp kamyonu şoförü bile olsa o bir devlet görevlisiydi ve kuralları ihlal edebilirdi. ??? Aynı şekilde sınırdaki devlet görevlisi de istediği zaman çalışmayı kesme yetkisini kendisinde görebiliyordu. Zaten “Neden işinizi bırakıp gittiniz” dediğimizde şaşırıp kaldılar. “Dünyanın neresinde iftar zamanı çalışılır” diyorlar, “Zamanında yola çıksaydınız” sözleriyle asıl suçun bizde olduğunu düşünüyorlardı. Buradaki sorun “dini kimlik” gösterisinin çok daha ötesinde bir sorun. Bir ülke hukuk devleti mi, değil mi? Örneğin Almanya’da ya da gelişmiş bir başka ülkede bir devlet memurunun aklına hiçbir zaman görev yerini bırakıp başka bir etkinlik yapmak gelmez. Hukuk devleti demek, kural demektir. Hukuk devleti olmamaksa kuralsızlık ya da güçlü olanın dediğini yaptırması demektir. Gümrük memuru, sınıra gelen yurttaştan daha güçlüdür. O nedenle gümrük memurunun, polis memurunun dediği olur. Biz sınıra geldiğimizde bizim önümüzde bir otomobil duruyordu. İçindeki yurttaş bizi görünce başına gelenleri anlattı. Onun işleminin bittiği an akşam ezanı okunmuştu. Bunun üzerine memurlar, “Senin iş iftardan sonraya kaldı” diyerek onu orada bırakmışlardı. Yurttaşın yapabileceği bir şey yoktu. Fazla söylenirse başına dertler gelebilirdi. İçinden söylenmiş, ama dışarıya bir şey söyleyememişti. Üstelik o da onlar gibi oruçluydu. ??? Biz sınıra gelince bu durumla karşılaştık ve tabii ki tepki gösterdik. Çünkü onlar görev yerlerini bırakıp gitmişlerdi. Üstelik biz bu nedenle uçağı kaçırabilirdik. Biz gazeteciler de oradaki görevlilerden daha etkiliydik. Sinirlendik ve bir an önce işimizi yapmalarını istedik. Biraz gecikmeli de olsa yaptırdık da… Hukuk devleti olmayan yerde kuvvetli olanın borusu ötüyordu. Halbuki doğal olan bizim de, yurttaşın da işinin yapılmasıydı. Polisin ve gümrük memurlarının görevlerinin başında olmalarıydı. Burada olayın bir başka boyutu ise yurttaş devlet ilişkisinde düğümleniyor. Demokratik devletlerde devlet yurttaşın hizmetindedir. Birey devlet ilişkisinde bireyin hakkı ön plandadır. Demokratik olmayan, otoriter devlet anlayışı ise devleti ve yetkililerini öne çıkarır. Tabii bu kaçınılmaz olarak devlet görevlisini de yurttaşın önünde gören bir uygulamayı beraberinde getirir. Geçenlerde bir devlet yetkilisi konuşmasında, “Bireyin hakkını ön plana çıkararak devletin etkinliğini kırmak istiyorlar” diyordu. Doğrudur, gelişmiş demokratik ülkelerde devletin müdahale ettiği alanlar sınırlı hale gelir ve bireyin hak ve özgürlükleri teminat altına alınır. “Hak ve özgürlükler kanunla sınırlanır” sözcükleri gelişmiş demokrasilerde daha az, geri ülkelerde daha çok kullanılır. ??? Sınırdaki devlet görevlisinin iftar sırasında sınırı kapatması ciddi bir durumdur. Arkasında ise çok daha derin bir kültürel sorun yatıyor… CUMHURİYET 04 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle