22 Kasım 2024 Cuma English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 EKİM 2007 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ARADA BİR Prof. Dr. TÜRKKAYA ATAÖV Referandum Çıkmaz Bir Sokaktır... Umut etmek istiyoruz ki, 22 Temmuz seçimleri sonucunda oluşturulan parlamento, referandum sevdasından vazgeçecektir. Çünkü ülkemiz için bu referandum, çıkmaz bir sokaktır. PENCERE İslamcılıkla Emperyalizm Arasında... “Ekonomi” adı verilen akıl ermez marifet üzerine çoğu profesör medyada bir dolu mürekkep harcıyor; ama, hali pürmelalimizi bir “girişimcisanayiciüretici” işadamımız özetleyip vurgulayıverdi... Zorlu Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ahmet Nazif Zorlu ne dedi: “ (Türkiye’deki) yüksek faiz dünyanın neresinde görülmüş?.. Dolar getirisi yüzde 35 olan bir cennetten kim çıkar?..” (Milliyet, 3 Ekim 2007) Söylenecek laf bu noktada bitiyor... ? Türkiye’nin bugünkü hali için bu köşede bir sözcük kullanılıyor: Folluk!.. Ekonomide dışarıya ve rantiyeye çalışıyoruz.. İki marifetimiz var: Yüksek faiz.. Aşırı borçlanma.. Ama ne medyanın eleştirisi yükseliyor... Ne de halkın sesi çıkıyor... Dincilik kavgası ile etnikçi terör politikayı kafakola almış... Türkiye soyuluyormuş... Kime ne?.. “Dinci Müslümanlar” ile “laik Müslümanlar” arasındaki kavga bu iktidara koltuğu kolayca sağladı; dönüp de soyguna bakan yok... ? Amerika, komünizmi güneyden kuşatmak için tüm Asya’da dinciliği pompalamıştı; Sovyetler yıkıldıktan sonra, ABD İslamcılarla karşı karşıya kaldı... Kimi İslamcı ülke ılımlı (Amerikancı), kimi İslamcı ülke radikal (antiamerikan) oldu... ABD Türkiye’ye ılımlı İslam modelini öngördü, bunun için gerekli operasyonu tezgâhladı... Amacına erişebilecek mi?.. Erişebilse bile, muradına nail olabilecek mi?.. ? Atatürk’ün kurduğu laik Türkiye Cumhuriyeti bugün iki arada bir derededir; emperyalizm ile İslamcılık (dincilik) arasında kalmıştır... Ancak emperyalizmin (daha somut deyişle Amerika’nın) Türkiye’de tutumu, dinciliği ve etnikçiliği desteklemesi bakımından, tarihsel bir içerik taşıyor... Oyun çok açık ve düpedüz oynanıyor... Emperyalizmin güdümündeki Türkiye’nin siyasal iktidarı, İslam devleti pahasına, parçalanmaya göz kırpmaktadır. ? Demek ki ekonomide iki marifetimiz var: 1/ Yüksek faiz 2/ Aşırı borçlanma.. Politikada iki marifetimiz var: 1/ İslamcılaşma.. 2/ Bölünme.. Ancak ekonominin önemi siyasadaki tehlikenin yanında solda sıfır kalır.. ? Peki, muhalefet nerede?.. Muhalefet tehlikenin farkında değil mi?.. Nedir bu bilinçsizlik?.. Bu uyuşukluk? Bu edilginlik?.. Bu pısırıklık?.. Ana muhalefetin durumu yürekler acısı... İşe ana muhalefetten başlamak gerek... Dünya haritasında emperyalizm ile dincilik arasına sıkışmış bir ülke halkına neyin ne olduğunu anlatabilecek bir görev heyecanını duymayan ve iradeyi gösteremeyen muhalefet zaten muhalefetten sayılmaz... ABD’de Din Bağnazlığı Yeryüzünde büyük dinsel bağnazlık merkezlerinden iki önde geleni ABD ve İsrail’dir. İkisinin de durumu bölgemizdeki konumlarından ötürü bizi yakından ilgilendirir. Ancak, bu yazıda yalnız Amerika’nın sözünü edelim. ABD’nin kuruluşundan bu yana, Massachusettes başta olmak üzere, “Yeni İngiltere” denen kuzeydoğu bölgesi ve “Yeryüzünde Tanrısal toplumu kuruyoruz” diyen Mormonların yoğunlaştığı Utah ilk eksenlerdendi. N. Hawthorne’un “Kızıl Harf” romanı ilk bağnazlıkların yazına yansımış güçlü örneğidir. Ama ülke o kuruluş yıllarından günümüze genişledi, büyüdü. Bir ucu ötekine benzemeyebilir ama din bağnazlığı bu kez başkente ve karar vericilerin beyinlerine, oradan da uluslararası sahneye taşındı. Bu arada, tekelci sermayeyle ve ABD silahlı kuvvetleriyle bağlar kurdu, ABD’nin küre egemenliği atılımları dinsel bağnazlık desteğine de kavuştu. Bugün, Amerika’da milyonlarca kişi İsa’nın yeryüzüne ikinci kez geleceğine ve (Evangelist mezhebi başta olmak üzere) yalnız Hıristiyan köktendinciliğine inananları çekip cennete götüreceğine, geri kalanların (yani, bizler gibilerinin) bir anda yok olup gideceklerine inanıyorlar. İsa gerçekten yaşadı mı, kaç İsa vardı, Nasira’da mı yoksa Yemen’de mi doğdu, Hıristiyanlığı örgütleyip yayan Peter hangi yanlış yorumların ve yalanların farkına varıp da sustu oturdu, Muhammed’in işittiği İsa çarmıha gerildiği söylenen miydi, yoksa milattan 400 yıl önce Yemen çevresinde yaşamış başka bir İsa mı? Bunları tartışan Batı (bu arada, Amerikan) tarihçilerinin yazdıklarını okudum. Birkaç dilden, İncil’i de. Hiçbir Hıristiyanı aşağılamak gibi bir amacım olamaz. Avrupa’daki din savaşlarının değil ama içinde İsa’nın ağır bastığı Rönesans resminin ve Bach ile benzerlerinin yarattığı müziğin de hayranıyım. Katolik kardinalleri gizlice alaya alan Roma’daki Sistine Kilisesi duvar süslemelerinin de. Ancak, anlatı ve içerik yönlerinden İncil’in başarılı bir ürün olmadığı kanısındayım. Öte yandan, Hıristiyan köktendincilere göre, tüm gerçeklerin işaretleri İncil’in içindedir. İslamcılar da Hinducular da kendi kitapları için aynını söylerler. Oysa, gerçek bilimdedir. Bilim dolaylı anlatmaz, dokundurmakla yetinmez, gizyazı kullanmaz; doğruyu açıkça söyler: 2X2=4, su 100 derecede kaynar gibi. M. Kemal Atatürk’ün dediği gibi, “Gerçek yol gösterici bilimdir”, usa dayalı Kemalist düşüncenin şaşmaz aydınlığıdır. O aydınlıktan RTE ne denli uzaksa, ABD köktendinciliği de uzaktır. Bu sonuncular kıyılara saldıran kasırgaları, ölümcül tsunamileri, kutuplarda buzların erimesini “kıyamet”in işaretleri olarak alıyorlar. Onlara kalırsa, sellerin, yaygın hastalıkların, kıtlıkların, yer sarsıntılarının, gök cisimlerinin yeryüzüne çarpmalarının, hatta geçmişte MoğolTatar akımlarının ve Türklerin Avrupa’da ortaya çıkışlarının “kıyamet” işaretleri olarak Hıristiyan din kaynaklarında bilgileri vardır(!). Kimi Avrupa ülkelerinde tahtta oturanlar ailece “ruh çağırıp” geleceğe ilişkin öğütler alma peşindeler. Amerika’da ise elma tatlısı ya da hamburger bugün ne denli Amerikansa, aşırı din de ülke insanının içine o oranda işlemiştir. Ülkenin kuzeyinde doğmuş olan Cumhuriyetçi Parti güneyi de kendine katarak oranın dinsel bağnazlığını da Beyaz Saray’a taşımıştır. Bu yayılışın karşısında Demokrat Parti de susup köşeye büzülmüştür. Dinci sağ petrol avında tekelci sermaye ile el eledir. Din yobazlarına göre, iklimi yapan da Tanrı’dır, Hıristiyanlık din kitapları inananlara “dünya zenginliklerini kullanın” diye buyurduğuna göre, ABD’nin Ortadoğu’da ve başka yerlerde yaptıkları bu buyruğu yerine getirmektir; o kadar! Tanrı alınlarına “Muhteşem Yazgı” yazılmış olan seçilmiş Amerikan kullarını kuşkusuz yüzüstü bırakmayacaktır. 2004 başkanlık seçimlerinden sonra ABD’nde da yeni bir harita dağıtıldı. Bu bir delinin değil, aşırı din çevrelerinin ürünüydü. Bush’a oy vermeyen kimi kuzey birlikteş devletleri Kanada’yı dahil etmişti. Bush’u destekleyenlerden yeni bir devlet kurmuştu. Adı da (sıkı durun!) şu: “İsa Toprağı.” Bunları izleyince AKP ile bağlantılar daha iyi anlaşılır. M. İskender ÖZTURANLI A KP iktidarı, 22 Temmuz seçiminden önce cumhurbaşkanını seçememiştir. Bu üzüntü ve kırgınlık içinde Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararı üzerinden bir gün bile geçmeden Başbakan Tayyip Erdoğan kürsüye çıkmış, “kararın demokrasiye sıkılan bir kurşun” olduğunu söyledikten sonra, bundan böyle cumhurbaşkanının 5+5 formülüyle halk tarafından seçileceğini, bunun için de yasa tasarısı hazırlanmakta olduğunu muştulamıştır. Ve birkaç gün içinde hazırlanan paket, TBMM’ye sunularak, Anavatan Partisi’nin desteğiyle 367’nin üstünde oy aldığı için yasalaşmıştır. Bu konuda Anayasa Mahkemesi’ne açılan davanın reddedilmesi üzerine cumhurbaşkanı değişiklik paketini halkoylamasına götürmüştür. Yüksek Seçim Kurulu referandumun 21 Ekim 2007 tarihinde yapılmasına karar vermiştir. Süreç işlemeye başlamıştır. AKP tarafından getirilen ve referanduma sunulacak olan sistem ne başkanlık, ne yarı başkanlık, ne de parlamenter sistemdir. Bir ucube yaratılmak istenmiştir. Bunun da mucidi Erdoğan’dır. Öncelikle söyleyelim ki Erdoğan, Cumhuriyetin kazanımlarını, laik demokratik düşünceyi ve hukuk devleti ilkelerini önemsemiş ve demokrasinin uzlaşma yolunu benimsemiş olsaydı, cumhurbaşkanını seçmek hiç de zor olmazdı. Daha sonra ise cumhurbaşkanı seçiminin kilitlenmiş olduğunu söyleyerek bambaşka bir sistem ortaya atmıştır. Bunun kararını da tek başına kendisi vermiş, bu suretle tek adamlık sevdasında olduğunu tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Başbakanımız, temel yasaların ve anayasanın nasıl çıkarılacağını ve değiştirileceğini ne yazık ki bilmemektedir. Dünyanın her yerinde temel yasalar ve anayasalar birkaç gün içinde ve ivedilikle çıkarılmaz. Çalışmalar yıllarca sürer. Toplumun değişik kesimlerinin görüşleri alınır. Bir anlaşma ve uyuşma sonucunda yasa haline gelir. Ayrıca yapılan değişiklikle Cumhuriyetin ve anayasanın sistemi değiştirilmek istenmiştir. Oysa sistem değişikliği ayakkabı değiştirir gibi kolayca yapılamaz. Bunun için de zamana ve tartışmaya gereksinim vardır. Bu nedenle de getirilen sistem, demokrasiye olduğu kadar, hukukun temel ilkelerine de aykırıdır. AKP iktidarı, seçimlerden sonra yeni ve sivil bir anayasa çıkarma hazırlığı içine girmiştir. Taslak da ortaya çıkmıştır... Ama bu taslağın önce partilere, demokratik kitle örgütlerine ve çeşitli kuruluşlara gönderilerek görüş alınacağı ve bir uyuşma sonucunda yasa haline dönüştürüleceği açıklanmıştır. Ne var ki referanduma götürülen değişiklik, böyle bir işleme tabi tutulmamış, üçbeş gün içinde anayasal sistem değiştirilmiştir. Bu bir çelişki değil midir? Bilindiği gibi bugüne değin dünya yüzünde üç sistem uygulama alanına getirilmiştir: “Başkanlık sistemi, yarı başkanlık sistemi ve parlamenter sistem.” Uluslar, toplumsal yapılarına göre bu sistemlerden herhangi birini benimsemişlerdir. Bu yüzden ABD başkanlık sistemini, Fransa yarı başkanlık sistemini, Kara Avrupası devletleri ise parlamenter sistemi seçmişlerdir. Her ülke kendi toplumsal gerçeğine ve yapısına göre bir sistem uygulamaktadır. Türkiye, öteden beri parlamenter sistemi uygulayan bir ülkedir. 1924, 1961 ve 1982 anayasaları hep bu sistemi öngörmüştür. Ne var ki bir darbe sonucunda çıkarılan 1982 Anayasası, bu sistemin bazı değerlerini tersine çevirmiştir. Yürütmeyi güçlendirmek sözde nedeniyle cumhurbaşkanına parlamenter sistemin kolay kolay benimsemeyeceği yetkiler vermiştir. Bunların arasında Anayasa Mahkemesi üyelerini, Yargıtay ve Da nıştay organlarını, YÖK üyelerini ve üniversite rektörlerini atamaya kadar bir yığın hak ve yetki vardır. Bugün için yapacağımız tek şey, öteden beri uyguladığımız ve alıştığımız parlamenter sistemden ayrılmadan, 1982 Anayasası’nın aksak ve yanlış yanlarını düzeltmek olmalıdır. Yeni çıkarılacak anayasada bunlara değer verilmelidir. Anayasamıza göre cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Sorumsuz bir kişiye bu kadar yetki verilmesi 1982 Anayasası’nın getirdiği anlamsız bir düzenlemedir. Yarı başkanlık modelinin başkanlık sistemiyle uzaktan yakından bir ilişkisi de yoktur. Bu sistem, devlet başkanlarına “oldukça üstünlük tanıyan parlamenter bir sistemdir”. Ancak klasik parlamenter sistemden ayrılan özellikleri vardır. Yasama ve yürütme işleri sert çizgilerle birbirinden ayrılmış, devlet başkanına çok büyük yetkiler vermiş, parlamento karşısında yürütme organını güçlü duruma getirmiştir. Çağımızda tek kişiye bel bağlayan ve tüm sorunların çözümünü tek kişiden ve çevresindeki birkaç kişiden bekleyen toplumlar, mutluluktan ve esenlikten yoksun kalmışlardır. Umut etmek istiyoruz ki, 22 Temmuz seçimleri sonucunda oluşturulan parlamento, referandum sevdasından vazgeçecektir. Çünkü ülkemiz için bu referandum, çıkmaz bir sokaktır. Hele başkanlık sistemi, toplumsal gerçeklerimize uygun değil, en aykırı bir sistemdir. Ayrıca bu referandum, düşünceyi karıştıracak, anayasal sistemi bozacak ve ülkeyi içinden çıkılmaz bir duruma getirecektir. Şimdi Ne Yapılmalıdır?.. M. Selim OKÇAY A rtık ileriye bakılmalıdır. Sorun masaya yatırılmalı, iyice analiz edilmeli, problem tam olarak ortaya konulmalıdır. Buna göre de çözümler üretilmelidir. Sorun iyice tespit edilir, tam olarak değerlendirilirse çözümler üretmek kolaylaşır. Bunu yaparken vazgeçilemeyen önemli noktalar sabit olarak bırakılmalı, bunların etrafında çözüme götürecek yollar, usuller belirlenmelidir. Bir Batılı ülkede, artık atasözü olarak yer eden bir konuyu çözemeyerek çözümünün olanaksız olduğunu düşünen kimseye “Hayır, çözüm bulabilirsin, iyi düşün, Mustafa Kemal gibi düşün” diyerek cesaret veren anlayışı biz de kendimize prensip edinmeliyiz. Çözümün olmadığını düşünmek bizleri felakete götürür ve Atatürk’e layık evlatlar olmaktan çıkarız. Vazgeçilemeyen sabit noktalardan en önemlisi laikliği korumaktır. Bundan taviz düşünülmemelidir. Laiklik ilkesini biraz sulandırarak çözüm üretmek çözümsüzlüktür ve kabul edilemez. Çok önemli bir değerlendirmeyi kamuoyu ile paylaşmak istiyorum. Gazete sütunları arasında kalan bir haber, kanaatimce çok çok önemli idi; gözden kaçtığını zannediyorum. Dikkat edilirse, AKP iktidarının hazırlamakta olduğu anayasa taslağını kendi milletvekilleri ile akademisyenler bir araya gelerek tartıştılar. Buradan sızan haberlere göre, Atatürk ilkelerini yıpratmaya yönelik anlayışa bazı AKP’li milletvekillerinin karşı çıktıkları görüldü. Bakmayın AKP’nin 340 milletvekiline sahip olduğuna; bunların bir kısmı aşırı bir düşünceye sahip değildir. AKP rüzgârının estiğini gören, bazı kendilerine göre akıllı kişiler, bu rüzgârdan yararlanmak için hemen AKP’li göründüler ve oradan bir yerlere uzanmaya çalıştılar. Yoksa bunların hâlâ Atatürk aşkı ile yandıkları adımız gibi bellidir. Bunların hepsi tarikat tezgâhından geçen kişiler de değillerdir. Şu anda tarikat hâkim, ama hâlâ tam olarak kontrollerine aldıklarını zannetmiyorum. Bundan istifade edilmelidir. Gerek hazırlanan anayasanın ve gerekse diğer uygulamaların neresinin, ne kadar Atatürk ilkelerini çiğnediğini inandırıcı bir şekilde ortaya koyabilirsek bu gruptan destek göreceğimize inanıyorum. Karşı taraf dış ve iç güçlerden yararlanmaktadır. Biz de yararlanmalıyız; biz de dış ve iç güçlere yönelmeliyiz. Karşı tarafın bu yöndeki gücünü kırmaya çalışırken yeni olanaklara uzanmalıyız. Tıpkı Kurtuluş Savaşı’ndaki gibi bir yandan İngilizlerin kontrolündeki İstanbul’dan kaynakları kendimize çekerken Sovyetler’den de dış destek sağlayarak bu başarıya nasıl ulaşılmışsa, benzeri geliştirilecek yöntemlerle muvaffakiyete gidebiliriz. Bunun için ABD, Batılı ülkeler yanında Rusya, Çin ve Doğu Bloku ülkeleri ile sıcak temaslar yapılmalıdır. Bu iş CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’a düşmektedir. Sayın Baykal, çarığı ayağına geçirecek ve dolaşacaktır. Batı’ya, “Siz ne yapıyorsunuz, İslamın ılımlısı ne demek, hiç İslamiyet bununla kalır mı, adım adım Türkiye Cumhuriyeti’ni şeriata sürüklüyorsunuz, şeriatın namlularının size döneceğini düşünemiyor musunuz? Batı ve TC’nin demokrasisini yıkmak mı istiyorsunuz, siz şu andaki yöneticilere bakmayınız, şeriat gelmez demelerine inanmayınız, şeriatın onları da ezip geçeceğinden emin olunuz, laik TC’nin yıkılmasını nasıl alkışlayabilirsiniz, siz deli misiniz” diyeceksiniz. Kendi gücünüz yetmiyorsa kendi gücümüze güç katarak başarılı olacağız. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle