19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
29 EKİM 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr Merkezi yönetim bütçesinde memurlara saat başına yüzde 5 artışla 90 YKr verilmesi öngörüldü 17 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Fazla mesaiye komik zam ? Memurların halen 85 YKr olan saat başı fazla çalışma ücreti, 1 Ocak 2008’den itibaren sadece 5 YKr zam görecek. ANKARA (AA) Devlet memurlarının fazla mesai ücretleri yeni yılda yüzde 5 oranında zamlanarak 90 yeni kuruşa yükselecek. Yurtiçi gündelikler ise yüzde 5 ile yüzde 7.9 arasında artacak. TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda bu hafta görüşülmeye başlanacak 2008 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Tasarısı’na göre, halen 85 YKr olan saat başı fazla çalışma ücreti, 1 Ocak 2008’den itibaren 90 YKr olarak uygulanacak. Bakanlıkların özel kalem müdürlüklerinde çalışan personele ve makam şoförlerine ayda 90 saati, genel müdürlüklerin merkez teşkilatlarında görevli şoförlere de ayda 60 saati aşmamak üzere 1.05 YTL yerine yeni yılda 1.10 YTL fazla mesai ücreti ödenecek. Her bir makam için aylık toplam 450 saati geçmemek kaydıyla kurul başkanı, genel müdür ve daha üst birim yöneticileri, strateji geliştirme başkanı, vali, general ve amiral rütbesini haiz olmak üzere Genelkurmay Başkanlarda, fazla mesai karşılığı izin kullanamayanlar da, ayda 90 saati aşmamak üzere yeni yılda 95 Yeni Kuruş yerine 1 YTL ek çalışma ücreti alacak. Bu tutar, Tapu ve Kadastro Genel Müdürlüğü taşra teşkilatında görevli personel için 90 YKr olacak. Devlet Meteoroloji İşleri Genel Müdürlüğü’nün taşra teşkilatında çalışan ve fiilen yaptıkları fazla mesai karşılığında kendilerine izin verilmesi mümkün olmayanlara da, her bir personel için ayda 60 saatle sınırlı olmak kaydıyla 85 YKr yerine 2008’de 90 YKr ek çalışma ücreti ödenecek. Açıköğretimde ek görev üstlenenlere de, öğrenci katkı paylarından ödenmek ve her bir personel için 60 saati aşmamak kaydıyla saat başına 1.7 YTL yerine 1.8 YTL ödeme yapılacak. Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı eğitim kurumlarının pansiyon ücretleri ise, yeni yılda yüzde 5.3 ile yüzde 5.9 arasında zamlanacak. Buna göre, pansiyon ücretleri yeni yılda, ilköğretim ve ortaöğretim okulları, Anadolu ve fen liseleri, mesleki ve teknik ortaöğretim kurumları ile mesleki ve teknik Anadolu liselerinde 75 YTL artacak. Cumhuriyet Yargısı Bugün 29 Ekim; Cumhuriyet’in kuruluş yıldönümüdür. Cumhuriyet, diğer önemli dönüşümlerle birlikte, hukukun da çağdaş bir nitelik kazanması anlamına gelir. Laiklik ilkesini temel alan Cumhuriyet, hukukun da dinin etkisinde kalmamasını esas alır. Anayasa Mahkemesi’nin son Başkanlık seçimi tartışmalarına da bu bağlamda bakılmalıdır. ??? Anayasa Mahkemesi, 1961 Anayasası’na, önceki on yıllık Demokrat Parti iktidarında yaşanan hukukun temel ilkelerinin zedelenmesine karşı “hukuk devletini egemen kılmak” amacıyla konuldu. Türkiye’nin sağcı iktidarı, 1961 Anayasası’nın getirdiği özgürlükçü ortamı ve kurumları kaldıramadı. Anayasa Mahkemesi, özellikle dini siyasete alet eden sağcıların hedef tahtası oldu. Mahkeme de özellikle askeri darbe dönemlerinde sergilediği tutumla, kendisini tartışmalı bir duruma taşıdı; tartışmalı olmaya devam ediyor. Mahkeme ilk ağır yarayı, 12 Mart 1971 sonrasında, Türkiye İşçi Partisi’ni (TİP) kapatmakla aldı. Çünkü, basında yer aldığına göre, o zamanki Mahkeme Başkanı, tam bir hukuk dışı davranışla, zamanın Başbakanı’nı telefonla arıyor ve: “Beyefendi, istediğiniz yapıldı” diye müjde veriyordu. Yargının iktidar gücüne teslimiyeti, 12 Eylül rejimiyle çok daha ileri boyutlara taşındı. Hukukun cuntacılarca ayaklar altına alındığı o karanlık yıllarda, Anayasa Mahkemesi, darbecilere bağlılıklarını sergiliyor; iyi dileklerini sunuyordu. Mahkeme bununla da kalmadı; yerleşim yeri sorununu da böyle çözdü. Askeri darbeciler DİSK’i kapatmışlar; DİSK’e bağlı Genelİş Sendikası’nın Çankaya son durakta bulunan ve yapımı tamamlanmakta olan genel merkez binasına el koymuşlardı. Mahkeme oraya taşındı; şimdilerde de orada çalışıyor. Ne yazık ki, yargının en tepesinde bulunanlar, bir işçi sendikasının genel merkezi olarak işçilerin parasıyla yapılan bir binayı askeri darbecilerin kendilerine vermesini içlerine sindirdiler. Aldılar ve oradan topluma adalet dağıtacaklarını sandılar! Daha sonra, 12 Eylül darbesinin doğrudan sonucu olan bir başbakanın, yaptırdığı yasa oyunları ile, hukuk eğitimi bile almamış ancak “Nakşibendi” olduğu açıklanan bir kişiyi önce vekil yaptılar; şimdi de başkan! Aslında son aylarda, Anayasa Mahkemesi, cumhurbaşkanı seçimiyle ilgili olarak Meclis’in toplanabilmesi için yeterli milletvekili sayısı konusunda verdiği karar ve daha sonra da referandum yasasında “son anda yapılan ve hemen tüm hukuk çevrelerinin bir hukuk garabeti” saydığı değişiklikleri iptal etmeyerek kendisini siyasal tartışmaların ortasına attı; kendi çöküşünü bir kez daha belgeledi. Başkan’ının seçimi süreci ise bu aşağıya doğru gidişi daha da hızlandırıyor; Mahkemenin ikiye bölündüğünü gösteriyor. Önemli bir nokta daha var; o da Başkan’ın seçimi için aynı yönde oy kullananların, Uyuşmazlık Mahkemesi Başkanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkan Vekilliği’ni de kendi aralarında paylaşmalarıdır. Bu durum toplumda, bu seçimde kişisel çıkarların etkili olduğu kanısını uyandırırsa, bunun ülkede hak ve hukuk kavramına verebileceği büyük zarar ya da yıkım hesaplanmış mıdır? Yargının en tepesinde bulunanların, daha doğrusu “hak dağıtanların”, on yıllardır toplumda hak ve adalet duygusunun yerle bir olduğu bir ortamda bunu yapmaya hakları var mıdır? ??? Cumhuriyet’in kuruluşundan çok değil iki yıl sonra, 5 Kasım 1925’te Ankara Hukuk Fakültesi’nin o zamanki adıyla Okulu’nun açılışında yaptığı konuşmada Mustafa Kemal Atatürk bakınız ne diyor: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluş günlerinde bu oluşu hukuk ilkelerine ve bilimsel görüşlere aykırı bulanların başında ünlü hukukçular vardı. Cumhuriyet ilan olunduktan sonra bile baş gösteren bir acıklı olayı uyanık gözlerinizde canlandırmak isterim: En ileri, en bayındır bir kentimizin hem bizim yurdumuzda hem Avrupa’da okuyup yetişmiş seçkin üyelerinden kurulu baro topluluğu, açıktan açığa halifeci olduğunu söyleyen birisini kendine başkan diye seçmiştir. ..bir yeni hukuk kuşağı yetiştirmek için bu okulu açıyoruz. Cumhuriyetin yapıcısı ve kollayıcısı olacak bu büyük kuruluşun açılmasında duyduğum mutluluğu hiçbir girişimimde duymadım.” Umarım, büyük çoğunluğu Hukuk Fakültesi kökenli olan Anayasa Mahkemesi’nin üyeleri, siyasetin rüzgârına kapılarak hukukun daha fazla ayaklar altına alınmasına olanak tanımazlar. Cumhuriyet Bayramı’nda toplumda yarattıkları hukukun sarsılacağı kaygısını onaran davranışlar sergiler; Anayasa Mahkemesi’ni de saygın bir noktaya çıkarırlar. [email protected] Fazla mesai ücretlerine yapılması planlanan yüzde 5’lik zam memurları hayal kırıklığına uğrattı. lığı, Milli Savunma Bakanlığı, Kuvvet Komutanlıkları ile Jandarma Genel Komutanlığı ve Sahil Güvenlik Komutanlığı’ndaki daire başkanı ve daha üst birim yöneticileri ile rektör ve il belediye başkanları ile çalışan personele de yine ayda 90 saatle sınırlı olmak üzere 1.10 YTL fazla çalışma ücreti verilecek. Kredi ve Yurtlar Kurumu ile üniversitelere bağlı yurt DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU LONDRA Başımız çok kalabalık olduğundan, belki pek farkında değiliz ama, bu arada Avrupa’da ilginç gelişmeler var. Irak savaşından sonra, “eski”“yeni” Avrupa ayrımıyla, anayasanın referandumlarda reddedilmesiyle, Polonya’nın AvrupaRusya ilişkilerine sürekli çomak sokmasıyla oluşan “tıkanıklık” açılmaya başladı. [email protected] http://erginyildizoglu.blogspot.com Bu Sırada Avrupa’da… (I) kandı. O zaman, bizim de aktardığımız gibi, ikili bir çözüm gündeme geldi. “İktidar Brüksel’den alınıp üye ülkelere veriliyor”, söylemiyle neoliberal reformları uygulama ve ilerletme görevi, AB ağır toplarına direnme şansı olmayan ulusal hükümetlere devredildi. Böylece ERT projesi uygulanacak ama AB süreci, Brüksel vatandaşlarının nefret nesnesi olmaktan kurtulacaktı. İkincisi, anayasanın içindekiler, referandum gerektirmeyen, hükümetlere tek tek kabul ettirilebilecek, mecliste oylanarak uygulamaya konulabilecek sıradan bir anlaşma biçiminde yeniden gündeme gelecekti. Ekim’in 18’inde Lizbon’da, AB üyesi ülkelerin liderleri tarafından son derecede karmaşık, her aşamada öteki anlaşmaların maddelerine gönderme yapan, ancak en “kaşarlanmış” EU bürokratlarının anlayacağı dilde hazırlanarak benimsenen anlaşmanın, anayasayı arka kapıdan içeri sokma görevini başardığı söylenebilir. O kadar ki, AB Anayasa taslağının başmimarı Valéry Giscard D’Estaing, gelişmeyi Le Monde’a değerlendirirken, “Alet çantasının içindeki aletler tümüyle aynı, yalnızca yerleri değişti; çanta da eski bir model kullanılarak üç gizli bölmeyle içindekini saklayacak biçimde yeniden dekore edildi” (26/10) diyecekti. Lizbon anlaşması, AB oy verme sistemini basitleştirerek, üyelerin nüfus büyüklüklerini yansıtacak biçimde düzenliyor. 20142017 arasında devreye girecek olan değişikliklere göre Bakanlar Konseyi’ndeki kararlar, üyelerin yüzde 55’i ve Birliğin toplam nüfusunun ‘Anayasa’ sorunu aşıldı Üye devletlerin ulusal yasaları karşısında bağlayıcı bir güce sahip, neoliberal ekonomi yönetimini yasalaştırmayı, birliği ekonomik ve siyasi yönde derinleştirmeyi ve hızlandırmayı amaçlayan anayasa, AB sürecinin en önemli eşiğiydi. 1983’te kurulduktan sonra tüm AB komisyonlarına egemen olan Avrupa Sanayicileri Yuvarlak Masası (ERT) AB sürecini ve anayasayı, neoliberal bir hegemonya projesi olarak yönetiyor, onaylanması için büyük çaba gösteriyordu. Ancak, 18 ülkeden 4.5 milyon işçi çalıştıran, yıllık 1.6 milyar Avro cirolu 42 dev şirketin temsilcilerinin oluşturduğu ERT’nin medya üzerindeki etkisi, toplumsal desteği, işçilerin, köylülerin, ulusal düzeyde çalışan küçük, orta ölçekli sanayici ve işadamlarının muhalefetini aşmaya yetmedi. 2005 yılında, anayasa, Fransa ve Hollanda referandumlarında reddedildi. Kamuoyu yoklamaları bu sonucun diğer ülkelerde de tekrarlanacağını gösterince süreç tı yüzde 65’ini temsil eden bir çoğunlukla kabul edilecek. Halen oybirliği prensibi uygulanan, göçmenlik ceza yasası gibi birçok önemli alanda, oyçokluğu uygulamasına geçiliyor. Avrupa Mahkemesi de büyük yetkiler elde ediyor. Ulusal veto haklarından vazgeçme karşılığında İngiltere ve İrlanda, bazı uygulamalardan muafiyet talep edebilecekler. Anlaşma, üye ülkelerin liderlerini temsil edecek bir Başkanlık kurumu ve halen dışişlerine bakan iki görevi birleştirerek bir dışişleri sorumlusu yaratıyor. Anlaşma Temel Haklar beratına da yasal bir güç kazandırıyor. Böylece The Economist’in deyimiyle Lizbon Anlaşması, hep birlikte aynı konularla uğraşacak, bir üçüz (Konsey Başkanı, Komisyon Başkanı ve dışişleri sorumlusu) doğurmuş, iddiaya göre karar sürecini karmaşıklaştırmış oluyor (25/10). Yine de, anayasa sorununun şimdi, büyük ölçüde aşılmış olduğu söylenebilir. Daha etkin bir AB Birlik süreci aksarken, AB’yi uluslararası gelişmeleri etkileme kapasitesinde de, Irak savaşından bu yana önemli tıkanıklıklar yaşanıyordu. AB, ABD yanlısı Doğu Avrupa ülkelerinin, Rumsfeld’in deyimiyle “yeni Avrupa’nın”, İtalya, İspanya’nın yanı sıra savaşı desteklemesiyle, tüm dünyanın gözünde, iktidarsız bir “merkez” konumuna düşmüştü. AB, bu süreci İspanya ve İtalya’da liderliklerin değişmesiyle büyük ölçüde aştı. Ancak, Polonya, hem anayasa sürecinde ulusal çıkar, hem de ABRusya ilişkilerindeki gelişmelerde Rusya düşmanlığı bağlamında, engeller koyarak, tarihsel Almanya düşmanlığını sürdürerek sorun çıkarıyordu. Polonya AB enerji tedariki politikalarında, Rusya karşıtı tavır sergileyerek, ABD’nin füze kalkanı ünitelerini topraklarına koymasına izin vererek, ABRusya ilişkilerini, yakınlaşma fırsatlarını adeta sabote ediyordu. Geçen hafta sonuçlanan Polonya genel seçimleri, Polonya sorununun da aşılmakta olduğunu gösteriyor. İktidardaki, muhafazakâr milliyetçi, Kazyinski ikizlerinin yönetiminde Hak ve Adalet Partisi karşısında seçimleri kazanan Sivil Platform partisi, hem iş çevrelerine hem de Avrupa projesine çok daha yakın. Le Monde ve The Economist, partinin lideri Donald Tusk’ın Rusya ile ilişkileri düzeltmeye öncelik vereceğini, AB sürecinde çok daha uyumlu bir tutum alacağını, Irak’tan çekilmek istediğini, füze kalkanı projesine çok sıcak bakmadığını aktarıyorlar. ABD yanlısı muhafazakâr The Daily Telegraph (İngiliz) ise, Tusk’ın, füze kalkanını engelleyerek ABDAB ortak savunma sürecine büyük zarar vermesinden korktuğunu yazıyordu. Avrupa’nın uluslararası etkinliğini arttırmaya yardımcı olacak bir diğer gelişme, Avrupa Uluslararası İlişkiler Konseyi’nin (ECRF) kurulmasıydı. Kuruluşu, Avrupa Birliği “derin diplomasi” kadrolarından, eski Finlandiya Başkanı, Kriz Yönetme İnisiyatifi’nin kurucusu, Güney Afrika Hakikat ve Barışma Komisyonu üyesi, eski BM Kosova temsilcisi ve daha birçok uluslararası barış sürecinde belirleyici düzeyde yer almış Martti Ahtisaari ve eski Almanya Dışişleri Bakanı Joschka Fischer’in imzaladıkları bir yazıyla Financial Times’da kamuoyuna duyurulan ECFR’nin amacı, Avrupa’nın uluslararası alanda daha etkin olmasını sağlamak. Berlin, Londra, Madrid, Paris, Roma, Varşova ve Sofya’da şubeleri olan ECFR’nin başına, İngiltere’nin AB yanlısı dış politika entelektüellerinden Mark Leonard getirildi. Londra’daki Avrupa Reformu Merkezi ve Dış Politika Merkezi kuruluşlarının başkanlığını yapmış olan Leonard’ı, benim de aktardığım, Why Europe Will Run the 21st Century (Neden 21. Yüzyılı Avrupa Yönetecek) kitabından tanıyoruz. ECFR’nin ilk girişimlerinden birinin Gallup kamuoyu araştırması şirketine, 52 ülkeden, 57 bin kişinin katıldığı bir araştırma yaptırarak, dünya vatandaşlarının; ABD gibi “etobur”, “sert güce” dayalı merkezlere değil, AB gibi “otobur”, “yumuşak güce” dayalı merkezlere daha olumlu baktığını sergilemesi de çok anlamlıydı. Mark Leonard kitabında AB tarzı liderliğin dünyada giderek daha çok kabul gördüğünü savunurken, Ahtisaari ve Fischer de yazılarında, “Angela Merkel’in iklim değişikliği alanındaki liderliği, Prodi’nin Lübnan’ı stabilize etme çabaları, Brown’ın yoksul ülkelerin borçlarının tasfiyesi inisiyatifi, Sarkozy’nin İran’a karşı güçlü demeçleri” daha etkin bir dış politika liderliğinin şekillenmekte olduğuna işaret ediyorlardı. Leonard’ın kitabında da, AB; çok merkezli, ama eşgüdümlü ve çok esnek, bu anlamda rakipleri tarafından etkisizleştirilmesi çok güç bir iktidar yapısı, hegemonya bloku olarak tanımlanıyor. TGDF: KDV indiriminde geç bile kalındı Ekonomi Servisi Türkiye Gıda ve İçecek Sanayii Dernekleri Federasyonu (TGDF) Başkanı Şemsi Kopuz, gıda ürünlerinde yapılan KDV indirimlerinin erken değil, aksine çok geç kalınmış bir uygulama olduğunu belirtti. Kopuz, “Eğer hükümetimiz KDV indirimini bu sene mayıs ayında yapmamış olsa idi, yaşanan kuraklığın etkisiyle artan hammadde fiyatları, gıda fiyatlarını çok daha yukarıya çekecekti” dedi. Kopuz, yaptığı yazılı açıklamada, Devlet Bakanı Mehmet Şimşek’in gıda ürünlerinde yapılan KDV indirimlerinin erken olduğuna yönelik açıklamalarına tepki gösterdi. Gıda ürünlerinde yapılan KDV indirimlerinin erken değil, aksine çok geç kalınmış bir uygulama olduğunu vurgulayan Kopuz, 10 milyondan fazla kişinin açlık sınırı altında yaşadığı Türkiye’de açlık ve yetersiz beslenmenin yarattığı acıların ortada olduğunu ifade etti. Kopuz, devletin Türkiye’nin en ücra köşesine kadar yeterli ve güvenli gıdayı ulaştırmakla yükümlü olduğunu vurgulayarak, “Gıda sektöründe yüksek oranda var Şemsi olan kayıt dışı ile savaşKopuz manın bir yolu da gıda üzerinde olan vergi yüklerini azaltmaktır” diye konuştu. CUMHURİYET 17 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle