23 Aralık 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 EKİM 2007 PAZAR CUMHURİYET SAYFA DİZİ Mağrib’in umutsuz ülkesi Cezayir son 10 yıldan bu yana İslamcı radikalizm tehdidi ile karşı karşıya 9 Dinci kuşatma ve iç savaşların ülkesi BAHADIR SELİM DİLEK Soğuk savaş döneminin Soyvet yayılmacılığına karşı “Yeşil kuşak” projesi ve 11 Eylül saldırılarının ardından “radikal İslam” tehdidine karşı “Büyük Ortadoğu Projesi” ve “siyasal İslam” uygulamaya konurken hedefteki ülkelerden birisi de Cezayir’di. Cezayir’de son yaşanan gelişmeler dikkate alındığında çelişki gibi görünse de ülke, Fransız’ın laik etkisi ile ülkenin tarihi köklerinden gelen İslamcı geleneği arasında sıkışmış durumda... Cezayir’in ılımlı İslam bağlamında dinselleştirilmesi bakımından kırılma noktasını İkinci Dünya Savaşı sonrası dönem oluşturdu. Ülkede Selefi inancına sahip radikal bir tabanın bulunması İslamlaştırma sürecini kolaylaştırdı. İkinci Dünya Savaşı sonrası Fransızların yerel kültürü yok etme çabası, “İslama karşı bir saldırı” olarak algılandı. Böylece, Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi, İslam kavramı üzerine oturtuldu. Bu durum gelecek yıllarda, ülkenin dinselleştirilmesinde de önemli bir unsur olarak kullanıldı. Cezayir’in küresel anlamda “ılımlı İslam ülkesi” durumuna getirilmesi arayışlarını daha iyi anlayabilmek için ülkenin yakın tarihine kısaca bir göz atmakta yarar var. Başkenti: Cezayir Yüzölçümü: 2.381.740 km 2 Nüfusu: 32.1 milyon İslamcı gelenek... 16. yüzyılda Osmanlı eyaleti olan Cezayir bu konumunu 1830 yılına kadar sürdürdü. Ülke, aslında 7. yüzyılda İslam ordularının gelmesiyle İslamiyeti kabul etmişti. Yani ülkedeki İslami kökler, 7. yüzyıla kadar uzanıyordu. 1830 yılının temmuz ayında Fransızlar, “büyük Fransız imparatorluğunu” kurmak için Cezayir’i işgal etti. Önemli bir Hıristiyanlaştırma süreci başladı. Beyaz Rahipler Cemiyeti kuruldu. İşgale karşı ilk bağımsızlık mücadelesi, Emir Abdülkadir tarafından başlatıldı. Mücadele, Hıristiyanlaştırmaya karşı tepkiyi öne çıkardığı için, İslami yaklaşım pekişti, güçlendi. Bu durum, 20. yüzyıl içindeki siyasi İslama yönelimin de temelini oluşturacaktı. Türk kurtuluş mücadelesinin ulusal kimliğinin Cezayir’de kendisini göstermemesi, ulus yerine İslam kavramının öne çıkması, ülkeyi yıllar sonra ılımlı İslam ile radikal İslam arasında bir tercihe zorlayacak zemini de hazırlayacaktı. Emir Abdülkadir işgalcilere karşı tam 14 yıl mücadele etti. Ancak 23 Aralık 1947’de Fransızlar tarafindan tutuklanmaktan kurtulamadı. Sonraki yıllarda da işgale karşı ayaklanmalar ve bağımsızlık mücadeleleri oldu. Fransızlar, bütün ayaklanmaları şiddetle bastırdılar. Şiddet, İslami birlikteliğin de güçlenmesini beraberinde getirdi. Bağımsızlık mücadelesinin ikinci bölümü ise 1954 yılında başladı. Bu kez önderliğini ise Milli Kurtuluş Cephesi yapıyordu. Milli Kurtuluş Cephesi aslında Cemiyeti Ulema’nın öncülüğünde oluşturulmuştu ve İslami geleneklere sıkı sıkıya bağlıydı. Cephe, 1954 yılının kasım ayında yayımladığı ilk bildirisinde hedefini şöyle açıklamıştı: “Cezayir’i Fransız işgalinden kurtarmak ve Cezayir toprakları üzerinde İslami esaslara göre şekillenecek ve yaşayacak bir bağımsız devlet kurmak.” Müslüman Kardeşler devrede 1975’ ten sonra ise çoğunluğu gençlerden oluşan yeni bir İslami hareketlilik başladı. 1970 yılında kapatılan İslamcı örgüt ElKıyam’ın yorumları benimsendi. Bu İslami hareketlilik aslında ABD’nin Mısır’daki Cemal Abdülnasır yönetimine karşı desteklediği Müslüman Kardeşler akımının Cezayir’e yansımasından başka bir şey değildi. ABD’nin desteği de hızla sürmekteydi. Bu yeni oluşum, Washington yönetiminin desteği ile 1978’den sonra kitleselleşmeye başladı. Toplum, bugün Türkiye’de “mahalle baskısı” olarak nitelendirilen biçimde baskı altına alınmıştı ve dönüştürülüyordu. İslamcı yapılar ülkede “namus bekçiliğine” soyunduğu gibi, “aktif tebliğ” yolu ise kitleselleşmeyi hızlandırıyorlardı. Asıl çalışma alanı ise üniversitelerdi. Üniversiteler solcu öğrenciler ile İslamcıların çatışma alanı olmuştu. çatışmalarda çok sayıda insan yaşamını yitirdi. Ayaklanmanın önde gelenleri tutuklandı. Bunun ardından yaklaşık 80 bin kişinin katıldığı bir protesto eylemi yapıldı. ABD destekli İslamcı hareket giderek büyüyordu. Ülkenin laik yapısı tehdit altına girdi. Hükümet İslamcı liderlerden Abbasî Medenî, Şeyh Abdullatif Sultanî ve Şeyh Ahmed Sahnun’u tutukladı. Şeyh Sahnun ve Şeyh Sultanî zaten daha önce de Bin Badis’in Ulemalar Birliği’nde faaliyet gösteriyordu. Yani bu isimler radikal İslamın önde gelen isimleriydi. Dünyada ve yakın coğrafyada gözler Cezayir üzerine çevrildi. Ülke, ABD’nin destek verdiği İslamcı rejim değişikliğine zorlanıyordu. Üç yıl sonra 5 Ekim 1988’de ikinci ve büyük bir İslamcı kalkışma daha yaşandı. İlginçtir ki, Washington yönetimi bu ayaklanmaları “özgürlük talebi” olarak gündeminde tutuyordu. Bu ayaklanma bir hafta sürdü. önemli vaatlerde bulunarak ayaklanmayı durdurabildi. İslamcıların işine gelecek şekilde çok partili yaşama geçildi. Hükümet vaatleri doğrultusunda yeni bir anayasa metni hazırladı. Bu metin 23 Subat 1989’da halkoyuna sunuldu. Cezayir’in yeni anayasası ülkenin sosyalist niteliğini ortadan kaldırıyordu. Ve daha önemlisi İslamı devletin resmi dini olarak kabul ediyordu. Anayasa, demokrasi anlamında ise birden fazla siyasi partinin kurulmasına olanak tanıyordu. Yani ABD’nin kurguladığı “İslamlaştırma” sistemi çalışmış, Cezayir’de başarıya ulaşmıştı. Anayasanın kabul edilmesine kesin gözüyle bakılıyordu. Çünkü, zaman içinde sosyalist hükümetin sosyal ve ekonomik konulardaki başarısız uygulamaları, İslamcıların elini güçlendirmişti. Üstelik bu süreç içinde toplum da büyük ölçüde İslamcılık bağlamında dinselleştirilmiş ve dönüştürülmüştü. Beklenen oldu. Yeni anayasa büyük bir çoğunlukla “evet” oyu aldı. Bu dönemde, Türkiye’de toplumun ve devletin bu kadar hızlı dinselleştirilmesine kimse olanak tanımadığı için “Cezayirleşme” kavramı sadece entelektüel çevrelerde dikkat çekici bir konu başlığı olarak tartışılmıştı. Anayasanın kabulünden sonra yeni siyasi partiler kuruldu ve 12 Haziran 1990’da ilk çok partili yerel seçimler yapıldı. Ancak seçime giden süreçte çok ciddi sıkıntılar yaşandı. Seçimlerde ise beklenen oldu. İslami Kurtuluş Cephesi (FIS) oyların yüzde 55’ini alarak birçok yerde yerel seçimleri kazandı. Yerel seçimlerin üzerinden geçen bir buçuk yılın ardından bu kez ülke genel seçime gitti. 26 Aralık 1991’de ilk çok partili genel seçimlerin birinci turu yapıldı. Yine beklenen gerçekleşti ve FIS büyük başarı kazandı. Yüzde 50’nin üzerinde oy aldı. FIS, örgütlü fakat apolitik ve genellikle Suudi Arabistan kökenli Rabıtatu’lAlemin’in politikaları doğrultusunda faaliyet gösteren ve şekilci cemaat yapılarını aşan bir oluşuma sahipti. FlS’in karar mekanizması değişik çalışmalardan gelen kişilerle oluşturulmuş bir danışma organına dayanıyordu. Sovyetler Birliği’ni çöküşe götüren süreçte oyunun kurallarını yazan ABD’li stratejistler büyük memnunluk içinde ellerini ovuşturmaktaydı. Kurguladıkları sistem başarı üstüne başarı kazanıyordu. Ancak görünürde, FIS ve ülkedeki İslamcılar ABD ve ABD emperyalizmine sert biçimde karşıydılar. Ancak Batı basını olayı “Cezayir’de aşırı dincilerin zaferi, Cezayir İranlılaşıyor mu? Kuran FLN’yi yenilgiye uğrattı” başlıkları ile duyurdu. Ayaklanmalar başlıyor... ABD’nin İslamcılara verdiği bu destek, birçok ayaklanma ile de kendisini gösterdi. Soğuk savaş döneminin bitmesine yakın bu ayaklanmalar şiddetini daha da artırmaya başladı. İslamcılar 1982 yılında, rejimi tehdit eder duruma gelmişlerdi. Yaşanan İslamlaştırma süreci Hükümet bu ayaklanmayı bastıramadı. Dünya dengeleri değişmiş. Sovyetler Birliği çöküşün eşiğine gelmişti. ABD’nin Kuzey Afrika’daki İslamcı tohumları yeşermiş ve büyük ağaçlar haline gelmişti. Sosyalist hükümet bazı ABDSSCB rekabeti Milli Kurtuluş Cephesi 1958’de geçici bir hükümet oluşturdu. Dört yıl sonra 5 Temmuz 1962’de de bağımsızlık ilan edildi. İşte bu tarihten sonra Cezayir’deki İslamcı harekette kırılmalar başladı. Bağımsızlık mücadelesinde ulusal motifler yerine İslamcı yaklaşımlar ön planda olsa da bağımsızlık sonrası Milli Kurtuluş Cephesi içinde tasfiyeler başladı. İslamcılar yönetimden uzaklaştırıldı. Laik yapı öne çıkarıldı. Önce Ferhad Abbas, ardından 1963’te Ahmed bin Bella cumhurbaşkanı oldu. Ahmed bin Bella, 19 Haziran 1965’te bir darbe ile devrildi. Soğuk savaşın bütün sıcaklığı sürdüğü dönemde Sovyetler Birliği, Kuzey Afrika’nın bu önemli ülkesinde etkisini göstermeye başlamıştı. Komşusu Fas’ın ABD ile stratejik ilişki içinde olması, Moskova yönetimini harekete geçirmiş, sol bir darbe ile Cezayir’in yönetimine sosyalistler getirilmişti. İktidara Albay Huvari Bumedyen geçti. Bumedyen aslında, Bin Bella’yı iktidara getiren süreçte de önemli roller üstlenmişti. İran ile Irak arasındaki savaşta arabuluculuk görevi üstlendi. Ülkesindeki petrolü ulusallaştırdı, yabancı üsleri kapattı. Bu dönemde laiklik öne çıktı, İslamcı yapı değiştirilmeye başlandı. Bu dönemde geniş bir toplumsal dönüşüm başlatıldı. Ancak İslami çevrelerde önemli bir direniş söz konusu oldu. Bumedyen 1978’de yaşamını yitirince yerine yine bir sosyalist olan Sazeli bin Cedid seçildi. Bu durum soğuk savaş koşulları içinde Washington yönetiminin tepkisini de beraberinde getirdi. Ünlü yeşil kuşak projesinin araçları harekete geçirildi. Cezayir’deki İslamcılar desteklendi. Sol iktidara karşı İslamcı eğilimlerin güçlenmesi sağlandı. O dönemde henüz ılımlı İslam kavramı uluslararası ilişkiler literatürüne girmediği için, destek verilen İslamcı yapı, “özgürlük savaşçıları” olarak tanımlanıyordu. Aslında, ABD kendi eliyle radikal İslam anlayışını şekillendiriyordu. Bu da bir süre sonra 21. yüzyılda ılımlı İslam için gerekçe oluşturacaktı. FIS’in başarısı Fransa’yı tedirgin etti FIS’in başarısı, ülkeyle “tarihi bağları ve stratejik çıkarları” olduğunu ileri süren Fransa’da tedirginlik yarattı. Bu tedirginlik Cezayir’in laik yapısını korumak isteyen silahlı kuvvetleri tarafından da paylaşılıyordu. Ordu, İslamcı sistemin ülkenin bütününe egemen olmaması için harekete geçti ve 16 Ocak 1992’de yani seçimlerin ikinci turunun yapılmasına beş gün kala hükümet darbesi yaptı. Seçimlerin ikinci turu iptal edildi. FIS Genel Başkanı Abbasî Medenî basta olmak üzere FIS önde gelen yetkilileri tutuklandı. Yönetim mart ayında, FIS’i tamamen kapattığını açıkladı. Operasyon, daha önce yerel seçimi kazanmış olan FIS yetkililerini de kapsayacak şekilde genişletildi. General Halid Nezzar, Yüksek Devlet Konseyi’ni kurdu. Bu konseyin başkanlığına 29 yıldır Fas’ta sürgün olarak yaşayan Muhammed Budiyaf getirildi. Budiyaf 29 Haziran 1992’de Lembarek Binmaraf adında küçük rütbeli bir subay tarafından öldürüldü. Korkulan oldu ve iç savaş çıktı. İki yıl içinde 200 bin kişi yaşamını yitirdi. Binmaraf’ın İslami Cephe içinde yer aldığı ortaya çıktı. Budiyaf ’ın ardından Yüksek Devlet Konseyi başkanlığına Ali Kafi getirildi. Ancak, İslamlaştırma süreci içinde dönüştürülen, dinselleştirilen toplumdan gelen baskılar nedeniyle İslamcı yapılar ile diyalog süreci oluşturuldu. Bu yüzden ordu sertlik yanlısı hükümeti 11 Nisan 1994 tarihinde istifaya zorladı. Yerine ılımlı bir hükümet kuruldu. Ancak laik yönetimle İslamcı kesim arasında uzlaşma sağlanamadı. 1996’da hazırlanan yeni anayasa halkoyuna sunuldu. Yüzde 86 “evet” oyu çıktı. 5 Haziran 1997’de parlamento seçimleri yapıldı. Laik Cezayir Ulusal Demokratik Birlik Partisi seçimlerde ipi göğüsledi. 15 Nisan 1999’da da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapıldı. Abdülaziz Buteflika seçimi kazandı. İstikrarsızlığa sürükleniyor Ülke son 10 yıldan bu yana İslamcı radikalizm tehdidi ile karşı karşıya. Yani, ABD’ye göre ılımlı İslamın panzehir olduğu radikal İslam, şimdi bütün dehşetini Cezayir’de gösteriyor. Sadece 2007 yılı içinde saldırılarda yaşamını yitirenlerin sayısı iki yüzü geçti. Cezayir bağlamında, radikal İslam ile ılımlı İslama zemin mi hazırlanıyor sorusu da gündemde. Üstelik Buteflika’da tehdidin asıl kaynağının farkında... Uluslararası terörün ülkesine de sıçradığını söyleyen Cezayir Cumhurbaşkanı’nın şu sözleri aslında gelişmeleri tamamen açıklıyor: “Bunlar yabancı güçlerin, yabancı başkentlerin ve liderlerin çıkarına yapılıyor. Bunu bir tecavüz, Cezayir halkına ve egemenliğine karşı bir saldırı olarak görüyoruz. Bu yüzden şimdi sınır tanımayan bu olaylara karşı mücadelede her zamankinden daha kararlıyız.” YARIN: Atatürk’ü örnek alan liderin ülkesi: Tunus... Kuzey Afrika’da laikliğin kalesi... CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle