19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EKİM 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Referandum İçin Son Bir Uyarı... On birinci Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erdiği tarihten itibaren anayasanın 106’ncı maddesine göre TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanlığı görevini vekâleten yürütecek ve ortada başka bir anayasa emri olmadığı için, yorum yolu ile değişik 101’inci maddenin birinci fıkrasına göre 60 gün içinde cumhurbaşkanı seçiminin tamamlanması gerekecektir. PENCERE RTE Silkelenecek mi?.. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’a övgüler düzülüyor, hem dışardan, hem içerden methiyenin bini bir para... RTE’nin benim de alkışlayacağım bir yanı var; dalgalana dalgalana afili Kasımpaşa yürüyüşüne diyecek yok!.. Bu tür yürüyüş kabadayılara özgüdür... Gerçi ben bu havalı yürüyüşü tanıdığım hiçbir kabadayıda görmedim... Ne Kürt İdris’te.. Ne Sultan Demircan’da.. Ne Oflu İsmail’de.. Ne Dündar Kılıç’ta.. Yine de ‘Başbakan’ın yürüyüşüne bakan der ki: Heyt be, maşallah!.. Analar böyle yiğit doğurmamıştır... ? Ne var ki bizim Başbakanımızın yürüyüşüyle tutumu arasında tam bir zıtlık var... RTE dönemi, Türkiye’nin patronu ABD’ye karşı ürkek mi ürkek, korkak mı korkak, çekingen mi çekingen, pısırık mı pısırık, boynu eğik mi eğik olduğu bir süreci vurguluyor... Diyeceksiniz ki: Canım, ülke yönetimiyle kabadayılık arasında ne ilişki var?.. Elbette yok... Ama ülkenin ulusal çıkarları söz konusu olduğu zaman, bu kadar pısırık ve boynu eğik olan RTE’nin televizyon kameraları karşısındaki havalı kabadayı yürüyüşü de tam bir çelişki, zıtlık, paradoks manzarası oluşturuyor... ? Sözgelimi Amerika’nın Başkanı George Bush doğru dürüst yürüyor... Sonra ne oluyor?.. ABD karşısında AKP iktidarı sanki kul köle... Eloğlu Kuzey Irak’ı işgal ettikten sonra PKK’yi üstümüze salıyor; şehit, şehit, şehit... RTE sus pus.. Samit ve sakit.. Amerika, sözde Ermeni soykırımı üzerine yüzyıl sonra her nedense celalleniyor.. RTE dilini yutmuş.. Şöyle doğru dürüst sesi soluğu çıkmıyor, bir kesin tavır alamıyor.. Ama yürüyüşüne bakarsanız yiğit mi yiğit.. Yürüyüşünün afrası tafrası, havası kafasında, beyninde olsa çoluk çocuğunu yerleştirdiği Amerika’yı yeterince uyarabilirdi.. Ama pıssst... RTE’de iş yok!.. ? Şehit.. şehit.. şehit.. Sonunda toplum patladı.. Bakalım bu iş nereye varacak?.. RTE ne yapacak?.. Şehit Evlerinde Bayram ÖLÜLERİMİZ her bayramda evlerine dönmüş gibi olurlar. Öyle bir gündeki yokluklarının yol açtığı anımsayışlarla. Gidişlerinin üzerinden çok vakit geçmiş olduğu için belleklerimizden silinmeye başlamışlarsa, bayram günleri onları mutlaka anımsatacaktır. Artık olmayan nineler, dedeler, anneanneler, büyük babalar, analar babalar... “Nerde o eski bayramlar” diye başlayan anlatışların hepsinde onlar vardır. El öptürüşleri, mendil verişleriyle. elleğimizi zorladığımız, geçmişlerimizin derinliklerinde bir şeyler arayıp bulmaya çalıştığımız durumlarda bayramlardır yardımımıza koşan. Takvimlerin durak noktaları, üst üste yığılmış yılları hesaplamaya yarayan kilometre taşlarıdır bayramlar. Üstelik, yirmi otuz yıllık devirlerle bütün mevsimleri dolaştıkları için “kârlı bir bayramdı” ya da “sıcaktan kavrulmuştuk” gibi sözlerle zaman ölçümlerimizi kolaylaştırırlar. Yaşayıp gitmişlerin anılarla, anımsayışlarla aramıza dönüşleri onlar sayesindedir. Dikkat ederseniz, son günlerin yürek yakan şehitlik konuşmalarında da en çok sözü geçen zaman kavramı hep “bayram” oldu. “Bayram iznine gelecekti; bayramdan bir ay sonra terhis olacaktı; geçen bayram geldiğinde...” cıklı olan, bayram gibi aslında sevinç, iyilik, şenlik ve mutluluk demek olması gereken bir olayla kahredici kayıpların ve üzülüşlerin bir araya gelişidir. Bayram haftasında şehit olmak. Bunun şehit evlerine getirmiş olabileceği hüznü düşünmek bile ürkütücü ve isyan ettirici değil mi? Çocukluktan çıkalı ancak birkaç yıl olmuş aslan gibi delikanlıların birdenbire gidivermiş olması kolay katlanılabilecek bir acı olmasa gerek. İnsan, şu günlerde en çok o anaları düşünüyor. Onlar için hiçbir şey yapamayışın, daha doğrusu ne yapılsa o acının dinmiş olmayacağını bilmenin acziyle. Fazıl Hüsnü Dağlarca, savaş gününün sonunda “yorgun havalardan inen” bir geceyi anlatırken, “şahadetlerimizin üstüne, ağır ağır, karanlığı kara bir bayrak gibi örttük” der. Dünyanın en güzel bayraklarından birini ölüm kutularının üstüne sermek o fidan kayıplarının gerisindeki kapkara gerçeği örtmeye yetmiyor. Bu gerçek, Batı’nın kendi petrol hesapları için Ortadoğu’daki etnik ayrılıkları kullanma becerisinden ve bizlerin, yani bölge halklarının, o hesapları boşa çıkaracak insanca dayanışmayla akıllıca bütünleşmeyi beceremeyişimizden kaynaklanmakta. Ortak inancın hüzünlü bayramını yaşarken bunları düşünmeye başlamak, karşılıklı acıları dindirecek çareleri düşünmenin de başlangıcı olabilir belki. Nuri ALAN Emekli Danıştay Başkanı B TC A [email protected] Anayasası’nda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi’nin birinci görüşmesi 10 Ekim günü yapıldı ve teklifte yer alan üç madde kabul edildi. İkinci görüşme 16 Ekim günü yapılacak ve öyle anlaşılıyor ki, değişiklik teklifinin tümü kabul edilecek. Öncelikle belirtmek gerekir ki, teklifin anayasa değişikliği olarak verilmesi ve Genel Kurul’a bu isimle sunulması yanlış olmuştur. Teklifin amacı, 5678 sayılı Kanun’la anayasaya eklenen geçici 18’inci ve 19’uncu maddeleri ortadan kaldırmaktır. Bu kanun henüz halkoyundan geçerek maddeleri anayasa kuralları haline gelmediğinden bu maddeler için “anayasa değişikliği” yapılması söz konusu olamaz. Teklifin “Halkoyuna sunulan 5678 sayılı Kanun’da Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun” ismi ile TBMM’ye verilmesi gerekirdi. Öte yandan teklifin 21 Ekim tarihinden önce yürürlüğe gireceği, daha doğrusu Cumhurbaşkanı tarafından TBMM’ye geri gönderilmeyeceği gibi halkoyuna da sunulmayacağı peşin görüşü ile hazırlandığı anlaşılmaktadır. Acaba beklenen bu sonuç gerçekleşir mi? Birinci görüşmede maddeleri kabul edilen teklifte asıl tartışılması gereken ve önemli hukuki sonuçlar doğuracak olan husus, geçici 18’inci ve 19’uncu maddeler kaldırılırken “on birinci” Cumhurbaşkanı’nın hukuki durumu hakkında bir geçici madde düzenlenmemiş olmasıdır. Teklif bu haliyle kanunlaşır ve 5678 sayılı Kanun halk tarafından kabul edilirse, kanunun Resmi Gazete’de yayımlandığı gün on birinci Cumhurbaşkanı’nın görevi hukuken sona erecektir. Çünkü yürürlük gününden itibaren, 5678 sayılı Kanun’la değiştirilmesi öngörülen 101’nci maddeye göre cumhurbaşkanı ancak halk tarafından seçilerek göreve getirilebilecektir. Daha açık deyişle, bu tarihten itibaren cumhurbaşkanı sıfatını kazanmak ve bu sıfatla görev yapabilmek için halk tarafından seçilmiş olmak gerekecektir. Onbirinci Cumhurbaşkanı, 28 Ağustos 2007 günü yürürlükte olan anayasa kurallarına uygun olarak TBMM tarafından seçilmiş olmakla beraber halk tarafından seçilmemiş olduğu ve göreve devamını ve görev süre sini belirleyen bir geçici madde mevcut olmadığı için Cumhurbaşkanlığı’nı bırakmak zorunda kalacaktır. Değişik 102’nci maddedeki, yeni cumhurbaşkanı göreve başlayıncaya kadar görev süresi dolan cumhurbaşkanının görevine devamı sağlayan kural da, daha önce yazdığım iki makalede de açıkladığım gibi, halk tarafından seçilen ve beş yıllık görev süresi dolan cumhurbaşkanı ile ilgili olduğundan, bu nitelikleri taşımayan on birinci Cumhurbaşkanı için uygulanamaz. Birinci görüşmede çok sayıda milletvekili ve daha sonra televizyon, bu teklifi Sayın Abdullah Gül’ü kurtarma girişimi olarak nitelendirdiler. Oysa teklif şaşırtıcı hukuki sonuçlara gebe; düşünülen ve ulaşılmak istenen hedefi tam 180 derece tersine götürecek bir nitelik taşıyor. Bu teklif, işin başından itibaren cumhurbaşkanı seçimini yönetemeyen, yaptığı düzenleme ile hukuki karmaşa yaratan, sonra da bunu düzeltmek isterken daha büyük boyutta yeni bir sorunu gündeme getiren AKP’nin bu süreçteki en başarısız girişimi... İnsan bu sonucu düşününce, “AKP acaba sağ gösterip sol vurarak Sayın Gül’ün Cumhurbaşkanlığı görevine bir an önce son vermek mi istiyor” diye düşünmekten kendini alamıyor. Bu görüşü gündeme getirmeyen, daha doğrusu tartışmaktan kaçınan hukukçulara bir önerim var: Önce hukuk başlangıcı ve “statü hukuku”nu anlamak için idare hukuku kitaplarını yeniden okusunlar; bununla ilgili yargı kararlarını araştırsınlar; somut örnekler istiyorlarsa 1982 Anayasası’nın geçici maddelerini, hatta Sayın Özbudun ve arkadaşlarının hazırladığı taslaktaki geçici maddeleri ve gerekçelerini incelesinler. 1982 Anayasası’nın geçici maddelerinden birkaç örnek vermek gerekirse: Geçici 1’inci maddesi, halkoylaması tarihindeki Milli Güvenlik Konseyi Başkanı ve Devlet Başkanı’nın anayasanın halkoyu ile kabul edildiğinin ilanı ile birlikte cumhurbaşkanı sıfatını kazanarak yedi yıllık bir dönem için görev yapmasını; geçici 2’nci maddesi, TBMM göreve başladıktan sonra Milli Güvenlik Konseyi’nin altı yıllık bir süre için Cumhurbaşkanlığı Konseyi’ne dönüşmesini; geçici 7’nci maddesi, ilk milletvekili genel seçimi sonunda yeni Bakanlar Kurulu kuruluncaya kadar işbaşında olan Bakanlar Kurulu’nun görevine devam etmesini öngörüyor: Geçici 12’nci maddesi de Milli Güvenlik Konseyi döneminde yürürlüğe konulan veya değiştirilen yasalar uyarınca, Yargıtay’dan ve Danıştay’dan Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyeliğine; Devlet Başkanı tarafından Cumhuriyet Başsavcılığı’na, Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği’ne, Danıştay Başkanlığı’na, Başsavcılığına, Başkanvekilliklerine ve Daire Başkanlıklarına seçilmiş olanların seçildikleri dönem için bu görevlerine devam edeceklerini hükme bağlıyor. Bu maddelerin anayasaya konulmasına niçin gerek görüldü?.. 1982 Anayasası, yukarıda sayılan görevlerin ve kuralların hukuki durumlarını, özellikle göreve getirilme yöntemlerini farklı biçimde kurala bağladığı için, bunların yeni statülere geçişini sağlamak, böylece görevlerinin son bulmasını önlemek amacı ile bu geçici maddeler düzenlendi. Bu örnekleri yeterli bulmayanlar, AKP’nin isteği üzerine hazırlandığı ifade edilen anayasa taslağının geçici maddelerini ve bunların gerekçelerini okusunlar. Bu taslakta yer alan geçici maddelerin tamamına yakını, yapısı ve görevlendirme usulleri değiştirilen görev ve kurallarla ilgilidir; 1961 Anayasası’nın örnek olarak verilen geçici maddeleri gibi onların yeni statülere geçişini ve görevlerini sürdürmeleri amacına yöneliktir. Eğer TBMM’den gönderilen metin Cumhurbaşkanlığı’nda iyi bir hukuki incelemeden geçirilirse, kanunun eksik düzenleme nedeniyle Cumhurbaşkanı tarafından bir daha görüşülmek üzere TBMM’ye geri gönderilmesi gerekir. Bununla birlikte kanunun geri gönderilmesi ya da derhal yürürlüğe konulması sonucu değiştirmeyecek, 5678 sayılı Kanun’un geçici 18’inci ve 19’uncu maddeleriyle birlikte kabulü ile bu maddeler çıkarılarak kabul edilmesi, yukarıda belirttiğim nitelikte bir geçici maddeyi içermemesi nedeniyle aynı hukuki sonucu doğuracak. Her iki durumda da on birinci Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erecek. On birinci Cumhurbaşkanı’nın görevi sona erdiği tarihten itibaren anayasanın 106’ncı maddesine göre TBMM Başkanı, Cumhurbaşkanlığı görevini vekâleten yürütecek ve ortada başka bir anayasa emri olmadığı için, yorum yolu ile değişik 101’inci maddenin birinci fıkrasına göre 60 gün içinde cumhurbaşkanı seçiminin tamamlanması gerekecektir. Kanunun gereğini yerine getirme görev ve sorumluluğu başta Cumhurbaşkanı olmak üzere Yüksek Seçim Kurulu’na ve TBMM Başkanı’na aittir. CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle