27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 4 EYLÜL 2006 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Türkİş 54 Yaşında Türkİş’in öncülüğünde sendikacılığımız Türk siyasal yaşamına yön verebilir ve işçinin siyasette ağırlığını kanıtlayabilir. Türkİş kayıt dışında kölelik koşullarında çalıştırılan yaklaşık 5 milyon işçinin örgütlenmesine ağırlık vererek bunları saran yoksulluk zincirlerini kırabilir ve sendikaların yeniden üye kazanarak güçlenmesini sağlayabilir. Yoğun eğitim çabaları ile işyerlerinde endüstriyel demokrasi kavramını üyelerine ve işverenlere kabul ettirerek işyerlerinde işçilerin yönetime katılmasına katkıda bulunabilir. Aldatmacanın Vebali AFGANİSTAN’A yollanan Türk kuvvetinin Ankara’ca istenen bölgeye, yani kuzeyde Türkiye’ye sempati besleyen Özbeklerin bulunduğu yörelere konuşlandırılmasına izin verilmediğini, bu kuvvetin NATO Komutanlığı’na bağlandığını ve o ülkede görev yapmış bir büyükelçinin belirttiği gibi NATO’nun Taliban’la neredeyse düpedüz savaş durumuna girdiğini unutmamak gerekiyor. Çeşitli NATO devletlerinin askerlerine ilişkin olarak oralardan zaman zaman gelen zayiat haberleri de bu son durumu doğrulamakta. Çok şükür, Türk askerinin kaybı şimdilik yok. Ama, Ankara’daki iktidar bu tehlikeli durumu henüz kendi halkına açıklamış değil. Aynı iktidar, Lübnan’a gönderilecek askerin uymak zorunda olduğu çatışma kuralları konusunda da kendi halkına doğru bilgi veriyor sayılmaz. Örneğin, ‘‘Askerimiz Hizbullah’ı silahsızlandırma işine karışmayacak’’ denilmekte. Oysa Birleşmiş Milletler’ce açıklanan kurallar öyle demiyor. İnançlı, inatçı ve İslamcı bir direniş örgütünü silahtan arındırmak, ister istemez çatışmaya yol açacağına ve Lübnan’daki BM Barış Gücü bir Fransız ya da İtalyan generalinin komutasında olacağına göre, o komutan kuvvet kullanma emri verince bizim asker ‘‘Sayım suyum yok, biz bu iş için gelmedik’’ mi diyecek? Askeri böylesine aşağılatıcı durumlara sokmaya kimin hakkı olabilir? ‘‘Silahsızlandırma istenirse askeri geri çekeriz’’ diyen bir iktidara kim inanır? öyle bir konuyu Güneydoğu’dan yedi yeni şehidin haberi gelirken, Kerkük petrol kuyularının özel Kürt kuvvetlerinin korumasına bırakıldığı bildirilirken ve sınırın güneyinde artık Irak bayrağının değil, Kürdistan devleti bayrağının dalgalanacağı ilan edilirken tartışmak bile başlı başına üzücü oluyor. Türkiye, bu kadar hiçe sayılabilen bir ülke durumuna düşürülmeli miydi? ‘‘Eski topraklarımızda olup bitenlere seyirci kalamayız’’ palavrası böyle küçülüşleri ne ölçüde telafi eder? Hele Cemal Paşa idamlarının acısını bir türlü unutamayan ve karmaşık nüfusunda ‘‘soykırım’’ anlatılarıyla büyümüş hatırı sayılır bir Ermeni unsur barındıran Lübnan’da? çıkça bilinmesi gereken gerçek şudur: Kayıtlı seçmenin ancak dörtte birinin oyuyla işbaşına geçmiş olan bu iktidar, ikinci Irak Savaşı başlarken ABD ile yarattığı soğukluğu gidermek uğruna tehlikeli bir siyasal kumar oynuyor. Ancak, kumarın dış siyaset açısından istenen sonucu sağlayabileceği çok şüpheli. Müttefikinin ve genel olarak bütün Batı’nın gözündeki saygınlığını başka açılardan da yitirmiş bir Türkiye’nin böylesine tartışmalı bir jestle kazanabileceği saygınlık çok sınırlı kalacak ve daha fazlası istenecektir. İçteki kayıp da sadece ilk genel seçimde mutlaka yitirilecek olan oylardan ibaret kalmaz. Kumar halka yanlış bilgi verilerek ve genç canların yaşamı üzerinden oynandığı için vebalı büyük olur ve hesabı herhalde Yüce Divan’da sorulur. Yrd. Doç. Dr. Engin ÜNSAL Maltepe Üniversitesi Hukuk Fak. Öğretim Üyesi II. B A Dünya Savaşı’nın sona ermesinden sonra başlayan soğuk savaş dönemi Türk sendikacılığının yazgısını da belirledi. Savaşın galiplerinden Amerika bu yeni dönemde üstünlük elde edebilmek için Rusya’ya karşı bazı ileri karakollar kurmak zorunluluğunu yaşama geçirmeyi düşündü. Bunun için hazırladığı Marshall Planı’nı devreye soktu ve Türkiye ile Yunanistan’ı bu planın uygulama alanı yaptı. Yüzeysel olarak Marshall Planı’na göre bu iki ülkeye kalkınmaları için ekonomik yardım (Aid for Industrial DevelopmentAID) yapılacak ama özde bu iki ülkede komünizm tehlikesine karşı gerekli önlemler alınacak, kamuoyu bu tehlikeye karşı bilinçlendirilecekti. Özellikle işçiler ve sendikalar nokta hedef olarak seçilmişti. Türkiye’de sendikalaşma olgusu son derece cılızdı ve başta tekstil sektöründe olmak üzere yöresel sendikalar ve sendika birlikleri vardı. Türkiye’ye gönderilen AID uzmanları sendikacılarla yakın temas kurdular ve onlara üst düzey örgüt kurmasının önemini anlatarak kendilerine maddi açıdan büyük yardımlar yapacaklarına inandırdılar ve onları yönlendirdiler. AID’nin özendirmesi ile 67 Nisan 1952’de Bursa’da toplanan bazı sendika yöneticileri bir konfederasyon kurulması konusunda karar aldılar. AID temsilcileri arasında bulunan bazı emekli Amerikalı sendikacıların katkısı ile hazırlanan bir tüzük 31 Temmuz 1952’de Ankara Valiliği’ne verilerek Türkiye İşçi Sendikaları kurulmuş oldu. Kısa adı ile Türk İş olarak bilinen bu kuruluş ilk genel kurulunu 67 Eylül 1952’de İzmir’de yaptı. Türkİş bugün 54 yaşındadır. rı esası üzerine oturtulmuştu. ‘‘Politikayı başkaları yapsın, siz sadece üyelerinize biraz daha tereyağı sağlayın’’ denilmiştir kendilerine. Ekmek ve tereyağı sendikacılığı denen bu model, bugün bile sendikacılığımızı yönlendirmektedir. Siyaset yapan sendikaların bunu mutlaka sol yelpazede yapacağını ve bunun da bir gün Amerikan karşıtlığına dönüşeceğinin bilincindeydi AID uzmanları. Türkiye bugün, ülke çıkarlarına aykırı öğretinin bedelini oldukça ağır bir biçimde ödemektedir. Siyasal iktidara yaranmak Zaman gösterdi ki siyasetten uzak duran sendikacılık etkili ve egemen olamadığı bir ortamda alınan politik kararların çemberi içinde kalmaktadır ve bu kararlar hiçbir zaman işçi sınıfının çıkarları ile örtüşmemektedir. Amerikan modelinin etkisinde kalan ve bunu günümüzde de sürdürerek çemberini kıramayan sendikalarımız, büyük bir çoğunlukla, üyelerinin ve de işçilerin politik olarak eğitilmesinden korkmaktadır. Hemen hemen tümü, siyasal iktidara ortak olmayı düşünmek yerine, siyasal iktidara yaranmak ve ondan beslenmek politikasını izlemektedir. Bunun çok başarılı bir örneğini AKP iktidarı ve Hakİş Konfederasyonu arasındaki yakınlaşma sergilemektedir. kayıtlı üye sayısını 1.939.259 olarak vermektedir. Bu büyük bir aldatmacadır. Türkİş’in 2003 tarihinde yayımladığı Örgütlenme El Kitabı’na göre ülkemizde bağıtlanan toplu iş sözleşmesi kapsamındaki işçi sayısı 2002 yılına göre kamuda 557.945, özelde 304.792 olmak üzere 862.737 kişi görünmektedir. 2004 ve 2005 yıllarında (toplusözleşmelerin iki yıl süreli bağıtlandığını varsayıyoruz) 22.201 işyerinde 5.456 toplu iş sözleşmesi bağıtlanmış ve bu sözleşmeler 912.645 işçiyi kapsamıştır (İşveren Dergisi Haziran 2006. s. 80). 912.645 sayısını ülkemizde sendika üyesi işçilerin gerçeğe en yakın sayısı olarak kabul edebiliriz. Türkİş’in üye sayısı ise en iyimser yaklaşımla 500600 bin arasındadır. Görünen o ki Türk sendikacılığı toplam 12 milyon işçinin ancak yüzde 8’ini örgütleyebilmiştir ve bu nedenle güçsüzdür, etkisizdir ve dibe vurmuş konumdadır. Türkİş 20. Genel Kurulu’nu Aralık 2007’de toplayacaktır. Türk sendikacılığının amiral gemisi olarak Türkİş’e bu genel kurulda ve öncesinde tarihi görevler düşmektedir. Türkİş her şeyden önce Kara Avrupası sendikacılık modelini benimsemeli ve mutlaka üyelerinin siyasal eğitimine öncelik ve ağırlık vermelidir. İşçiler yönetime katılmalı Türkİş’in öncülüğünde sendikacılığımız Türk siyasal yaşamına yön verebilir ve işçinin siyasette ağırlığını kanıtlayabilir. Türkİş kayıt dışında kölelik koşullarında çalıştırılan yaklaşık 5 milyon işçinin örgütlenmesine ağırlık vererek bunları saran yoksulluk zincirlerini kırabilir ve sendikaların yeniden üye kazanarak güçlenmesini sağlayabilir. Yoğun eğitim çabaları ile işyerlerinde endüstriyel demokrasi kavramını üyelerine ve işverenlere kabul ettirerek işyerlerinde işçilerin yönetime katılmasına katkıda bulunabilir. Ülkemizde bir milyon insanın açlık, 15 milyon insanın yoksulluk sınırında bulunduğu yetkili kurumca açıklandı. Yoksulluğun kader olmadığını sendikalar topluma kanıtlamak zorundadır. Bunun için demeç vermek, bazı cılız gösteriler yapmak yetmez ve etki etmez. Hükümetin bu konudaki duyarsızlığını şair Eşref bir başka hükümet için yazdığı yergide (hiciv) dile getirmiştir: Eyleme beyhude ey biçare feryadü figan / Âh’ı mazlumu hükümet musıki zanneyliyor (Ey çaresiz boş yere feryad etme, mazlumun ah’ını hükümet müzik zannediyor). Durum bugün için de geçerlidir. Türkİş 54 yaşında, artık olgun sayılır ve bunun gereğini yerine getirerek Türk işçisinin ve halkın geleceğinde söz sahibi olmalıdır. Yeni liderlik örneği Bu gelişmeler işçi sınıfı ve ülke yararına sonuçlar verecek gelişmeler değildir. Sendikalarımızın çoğunluğunun özümsediği bu temelde yanlış olan model nedeni ile sendikacılığımız etkisiz, üyesine yararsız ve demokrasinin yozlaşmasından sorumlu konuma gelmiştir. Türk sendikaları ve özellikle Türkİş, ülkemizde geçimini emeği ile sağlayan 25 milyon işçinin ve demokrasinin geleceği için yeni bir yapılanma, yeni bir sendikacılık anlayışı ve yeni liderlik örneği sergilemelidir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, iş sözleşmesine dayalı olarak çalışan yaklaşık 12 milyon işçinin ancak 8.057.212’sinin SSK kapsamına alınabildiğini (başka deyişle yaklaşık 5 milyon işçinin kaçak olarak, hiçbir güvencesi olmadan kayıt dışında çalıştırıldığını) bildirmekte ve Türkİş’e Amerikan modeli sendikacılık Daha sonra, Türkİş’in bugün içinde oturduğu binanın finansmanını da sağlayan AID, 3500 dolayında yerel ve ulusal düzeyde sendika yöneticisini Amerikan modeli sendikacılık anlayışı konusunda eğitmek için iki haftaüç ay arasında değişen sürelerde Amerika’ya gönderdi ve eğitimlerinin sonunda hepsine birer gösterişli diploma verdi. Amerika’da eğitilen sendikacılara verilen eğitim, sendikaların politika dışında kalmala ??? TÜMA Y HOTEL BİTEZ YALISI / BODRUM Milletçe Gözümüz Aydın Macide TANIR Devlet Sanatçısı G YÜZME HAVUZU, DENİZE 60 METRE, BİLARDO, MASA TENİSİ, LANGIRT, DART GAME, ODALARDA KLİMA, MİNİ BAR, FÖN, TV SABAH VE AKŞAM AÇIK BÜFE 5 ÇAYI VE KURABİYE 06 YAŞ ÇOCUK FREE 712 YAŞ ÇOCUK 25 YTL TAM PANSİYON KİŞİ BAŞI 50 YTL 0 252 363 79 30 www.tumayhotel.com elen haberlere göre Mehmetçik Lübnan’a gidiyor ama savaşmayacak, el âlemin ülkesinde Türk kanı akmayacakmış. Orada beş yıldızlı bir otel hazırlanıyormuş. Sabah, öğle, akşam yemekleri dahil, odalarda duş, klima, hatta saunası da varmış. O otele gidip tam pansiyon yerleşecekler ve orada uzaktan kumandalı barışı sağlayacaklar, savaşa katılmayacaklarmış. Ben bu habere inandım ve de çok sevindim. Niye inandın derseniz; gene haber alındığına göre, o yaşta oğulları olan tüm AKP milletvekilleri, Lübnan’a gideceklerin listesinin başına tek tek oğullarının isimlerini yazdıracaklarmış. Başta Sn. Başbakan, bizzat oğlunu savaşa göndermek için ta Amerika’dan getirtecekmiş. Ama “Mehmetçik’in sadece beş yıldızlı otelde oturmaya gideceği kararı üzerine, oğlum Amerika’da da beş yıldızlı otelde oturuyor. Aynı tarz otel için çocuk niye yorulsun” diye düşünmüş ve bu nedenle vazgeçmiş. Yoksa, Lübnan’a gitmemek ihanettir, cümlesindeki ihaneti kos koca başbakan, hem söyler hem de oğlunu göndermez miydi? Ben AKP milletvekili olsam, gelecek seçimde gene seçilmek, menfaatlarımı kaybetmemek için, yoksulları, aç insanları, başka ülkede yok uğruna, anaların evlatlarının şehit olmalarını düşünemem doğrusu... Bana ne!!! Ben aldığım avuç dolusu maaşıma ve ek gelirlere, parasız seyahatlerime, dünyanın neresinde hangi en başarılı doktorların bulunduğu hastane var ise oraya gitmek, ölünceye kadar kan bağı olan hısımlarıma da aynı imkânları ödeyen TBMM varken menfaatlarıma bakarım. Benim çocuğum değil ya! Ölürse ölsün der, Sn. Başbakanımın tüm düşüncelerine önümü ilikler, hazır ol vaziyetinde derim ki: evet efendim, siz haklısınız. Vatanın bir değil, bütün evlatları sizin düşüncelerinize feda olsun. Biz onları vatanımızı korumaları için doğurduk. Siz ve AKP milletvekilleri, seçimleri kazansınlar, Amerika’ya boşuna gitmediğinizi anlasınlar, düşünsünler, sizler hep başımızda olun, hedeflediğimiz şeriat yasaları gelsin, bu ülke seksen dört yıl geriye gitsin diye doğurduk. Yalnız dikkat! Şeriat gelirse eller kesilecek!.. Benden söylemesi. CUMHURİYET OKURLARINDAN BODRUM ÖREN’DETATİLİN KEYFİNİ ÇIKARMAYAN KALMASIN Müzik Dünyasında Emeğe Saygı... İkbal KAYNAR ‘‘Bekle kar altında kalan buğday tanesi Yine onun sularıyla yeşereceksin Gözyaşların çare değil ağlama büyü Başını dik tutabilirsen boy vereceksin’’ İbrahim Karaca kanlıkla açıklayabiliriz. Oysa bu konuda daha da ileri gidenler var: Okuduğu şarkıların altına bestecinin ve söz yazarlarının adlarının yerine kendi adlarını yazanlara ne demeli?.. Bu ne haksızlık, bu ne emeğe saygısızlık? Aynı davranış size yapılsa üzülmez misiniz, incinmez misiniz? Bunun şöyle bir açıklaması olabilir. Birincisi: Bu davranışla parçanın sahibine telif ücreti ödemezler (parçanın bestecisinin, söz yazarının veya vârislerinin ortaya çıkmadığı sürece), ikincisi: Kim bilir nasıl bir emekle yaratılmış olan parçayı kendilerine mal ederler, yani gerçek bir hırsızlık yapmış olurlar. Böylelikle de emeğe saygısızlıklarını belgelemiş olurlar. Zaman zaman bu türlü davranışları emeğe en çok saygı göstermesi gereken, kendilerini aydın, ilerici, solcu hatta devrimci gibi sıfatlarla tanımlayan sanatçılar da yapmakta... İnsan hayretten hayrete düşüyor. Ve inanın bu türlü uygulamalar müzik piyasasında azalmıyor, artıyor. Sevgili Tuncer Necmioğlu’nun 50. sanat yılı nedeniyle düzenlenen geceyi televizyondan izlerken çelişik durumlar yaşadım. Özveriyle hazırlanmış geceyi duygulanarak izlerken sahneye çıkan Deniz Baykal’ın sanatçılara övgü dolu konuşmasının yanı sıra bir şeyleri göz ardı ettiğini gördüm ve üzüldüm. Yavuz Bingöl’ün albümünde yer alan, sözleri İbrahim Karaca’ya, besteci Mehmet Gümüş’e ait olan ‘Buğday Tanesi’ adlı şarkının sözlerini okudu, ama söz yazarının adını belirtmedi. Daha sonra şarkıyı okuması için Yavuz Bingöl’ü sahneye davet etti. Şarkının bestecisinin ve söz yazarının adlarını Yavuz Bingöl’ün söylemesini bekledim, ama o da belirtmedi. Daha öyle örnekler var ki say say bitmez. Sanat dünyasında iyi bir yer edinmiş ve yeterince medyatik olan bazı yorumcular, bu konuda bana daha dikkatsizlermiş gibi geliyor. Sorulmasa söyledikleri şarkının bestecisi, söz yazarı falan geçiştirip gidecekler sanki kendilerinin gibi. Oysa üretenlerin adını üstüne basa basa söyleseler, daha yücelirler sevenlerinin gözünde, gönlünde. Onları onore etmek, onlara yol açmak, kısacası güzellikleri çoğaltmak ne çok yakışır bizlere, sevdaları çoğaltmak ve büyütmek gibi. Aklıma Edip Cansever’in ‘Yerçekimli Karanfil’ şiirinin son dizeleri geldi. ‘‘Görüyorsun ya bir sevdayı büyütüyoruz seninle / Sana değiniyorum, sana ısınıyorum bu o değil / Bak nasıl beyaza keser gibisine yedi renk / Birleşiyoruz sessizce.’’ Salt müzik alanında değil, sanatın her alanında güzellikler paylaşıldığı, çoğaltıldığı takdirde daha güçlü olunacağı bir gerçek. Öyle ki, telif yasaları, korsan CD, korsan yayın, sanatçıların sosyal güvenceleri gibi sorunlar da bu gerçeğin ışığında daha kolay baş edilecek ‘Buğday Tanesi’ndeki sözler gibi: ‘‘Korku kâr eylemez bir kez yola düşene Sen bir aşkın içindesin yaşayacaksın Her yanını börtü böcek sarsa ne çıkar Toprağa sıkı sarıl baş edeceksin’’ TAM PANSİYON 30 YTL N DENİZE 50 METRE, ODALARDA KLİMA, TV, SAÇ KURUTMA MAKİNESİ SABAH KAHVALTISI VE AKŞAM YEMEĞİ AÇIK BÜFE (06 yaş ücretsiz, 712 yaş % 50 indirimli) Tel: (0 252) 532 28 44 43 (0 505) 489 11 29 (0 532) 650 68 68 www.oteldenizyildizi.com KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN İFLASA İLİŞKİN İLAN DOSYA NO: 200614 İflas MÜFLİSİN ADI.SOYADI VE ADRESİ: KA MEDİKAL PAZARLAMA LTD.ŞTİ. KadıköyBostancı Mah. Mehmet Şevki Paşa Cad.Yılmazlar İş Merkezi No. 20/8 İstanbul Ticaret Sicil Memurluğu’nun 465759413341 sicil sayısında kayıtlı yukarıda adı, soyadı ve adresi yazılı şirketin Kadıköy 2. Asliye Ticaret Mahkemesi’nin 200521 esas sayılı dosyasından 24.08.2006 günü saat 15.00’ten itibaren iflasına karar verilmiştir. İ.İ.K. 166. maddesi gereğince keyfiyet tebliğ ve ilan olunur. 29.08.2006 Basın: 43233 e zaman güzel bir şarkı, melodi kulağıma gelse, söylenenin kim olduğunun yanı sıra şarkının söz yazarını ve bestecisini merak ederim hemen. Çünkü benim için icra eden kadar o şarkıya güzellik katan söz yazarı ve besteci de önemlidir. Bu üçlünün uyumu, birlikte kaynaşması o şarkıyı güzelleştirir, belki de ölümsüzleştirir. Fakat ülkemizde nedense şarkıyı söyleyen kişidir önemli olan. Herkes onların adını bilir. Parçanın gerçek yaratıcıları olan bestecisini ve söz yazarını hemen hiç kimse merak etmez; adlarını anmaz. Çoğu kez o şarkıyı beğenip dillerinden düşürmeyen kişiler hatta şarkıcılar bile, beğendikleri, söyledikleri şarkıların gerçek sahiplerinden habersizdirler. Bazı sanatçılar ise söyledikleri şarkının söz yazarını, bestecisini bilseler bile, konserlerinde, bu önemli bilgileri söylemezler. Dahası bazı sanatçıların profesyonel olarak çıkardıkları kasetlerde, CD’lerde bile parçanın bestecisinin ve söz yazarının adını bulmak mümkün değildir. Bu ne büyük bir haksızlık, nasıl bir saygısızlık, ne biçim bir kadirbilmezlik... Bu kadarla kalsa gene iyi. Belki olayı basit bir unut CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle