27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
4 EYLÜL 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ ekonomi?cumhuriyet.com.tr IMF başekonomisti Rajan, giderayak küreselleşmeyi eleştirdi: Yabancı sermayeyi az kullanan ülkeler daha hızlı büyüyor 13 ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK ‘Sıcak parayla büyüme olmaz’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Dünya Bankası’nın ünlü başekonomisti Joseph Stiglitz’in küreselleşmeyi eleştirdiği 1990’lı yıllardaki çarpıcı çıkışından sonra, önceki hafta görev süresini uzatmayacağı açıklanan IMF’nin mevcut başekonomisti Raghuram Rajan da, yaptığı kritik konuşma ile küreselleşmenin motoru ‘‘sıcak para’’nın iddia edilen faydaları sağlamadığını ortaya koydu. Rajan’ın diğer iki önemli iktisatçı Prasad ve Subramanian ile birlikte yaptıkları bir çalışmadan esinlenen konuşması, yabancı sermaye ve büyüme arasındaki ilişkiyi mercek altına alıyor. Bu çalışmadaki bulgular sermaye hareketlerinin serbest bırakılmasını savunan IMF ve Savaş Tutsaklığı Türkiye, İkinci Dünya Savaşı sonrasının 1990’lara uzanan Soğuk Savaş yıllarında ‘‘sınır ülkesi’’ olmanın ağırlığını taşımak zorunda kaldı. Siyasal, ekonomik ve toplumsal yaşam, bu savaşın olumsuz ve yıkıcı etkileriyle biçimlendi. Hak ve özgürlüklerin sınırları buna göre çizildi; insan hakları sınırlı kaldı; demokrasinin sol ayağının oluşması engellendi; sendikal haklar yok sayıldı. Barış koşullarında ekonomik gelişme için kullanılabilecek kaynaklar savunmaya ayrıldı. Sovyetler Birliği’nin kan dökülmeden kendi kendine çözülmesiyle, Soğuk Savaş dönemi sona erdi. Bu kez ‘‘küresel’’ bir dünya kuruluyordu. Ancak, Soğuk Savaş yıllarının uluslararası barışı sağlaması gereken kurumlarının başında gelen Birleşmiş Milletler, ‘‘küreselleşemedi’’. Dünya barışının altyapısının oluşturulması amacıyla, azgelişmiş/gelişmekte olan ülkelerde, işsizliğe ve yoksulluğa çözüm üretilmedi; küresel programlar uygulanmadı. Küreselleşmenin getirisi yine zengin ülkelere gitti; yoksullar daha da yoksullaştı. Küresel kaynak paylaşımı kavgası, özellikle de enerji konusu, savaş kavramını farklı bir düzleme taşıdı; bu kez, terör küreselleşti. 12 Eylül faşizan rejiminin etkisiyle terörle uğraşmak zorunda kalan Türkiye, şimdi de, Soğuk Savaş yıllarında olduğu gibi, ‘‘savaş ortamının sınırında’’ bulunuyor; bunun olumsuzluklarını yaşıyor. ??? Ortadoğu’da, radikal İslamın kimi kez sivillere yönelik bir içerikle terör özelliği taşıyan, bazen de ABD ve İsrail’e karşı ‘‘direniş’’ niteliğine bürünen silahlı eylemleri, iç içe geçmiş bulunuyor. Ek olarak radikal İslamın, yasal ya da silahsız siyaset boyutunun da güçlendiği görülüyor. Son Lübnan olayı, büyük Ortadoğu oyununun çok duyarlı bir çatışma odağıdır. Taraflardan birinin arkasında İran, diğerinin yanında da ABD vardır. Bir taraf terör artı direniş özelliği taşıyan savaş yöntemini uyguluyor, diğer taraf ise silah gücü üstünlüğüne dayalı geleneksel yaklaşımı izliyor. Bu çok değişik bir savaş ortamına ‘‘barış gücü’’ adıyla da olsa asker gönderilmesi, hiçbir biçimde, barışa hizmet etmez. Etse etse Türkiye toplumunu daha fazla savaş tutsağı yapar; toplumsal akıl soğukkanlılığını daha çok kaybeder. Gerçekte, içinden geçilmekte olan süreç, savaş tutsaklığının birikimli yıkımının izlerini taşıyor. Her gün Irak’ta yaşanan yıkım gözler önüne serilirken, 1 Mart 2003 tarihinde tezkerenin reddedilmesi eleştiriliyor. Oysa, ret kararı veren TBMM çok olumlu bir tutumla ülkenin savaş ortamına daha fazla sürüklenmesini önlemeyi başarmış, bu toplumu ve sevenlerini sevindirmişti. Bunca deneyime, iletişimin her gün evlere getirdiği savaş görüntülerine karşın, Türkiye, Lübnan’a asker göndermek istiyor. Ancak burada çok önemli bir nokta var; Türkiye yönetimi, kendi içinde ‘‘kavga ederek’’, ‘‘barış gücüne’’ katkı yapmaya çalışıyor. Toplumun yaşadığı ve giderek ağırlaşan ‘‘diğer’’ bölünmüşlükler bir tarafa, bu konuda bile devletin en tepesi, ikiye ayrılmış bulunuyor. Tek başına bu olgu bile, asker gönderilmemesi için yeterli bir nedendir. Toplum yıllardır, şu ya da bu biçimde, savaş ortamında yaşıyor. Savaş ortamı ya da tutsaklığı, yalnız, insanı vurmakla ve ekonomik kaynakları tüketmekle kalmıyor, toplumun sağlıklı düşünmesini engelliyor; asıl zararını toplumsal akla veriyor; toplumsal yıkıma dönüşüyor. Engellenmesi gereken budur. [email protected] ? Dünya Bankası’nın eski başekonomisti Stiglitz’den sonra, şimdi de IMF’nin, görevine devam etmeyeceği açıklanan başekonomisti Rajan, IMF ezberlerini bozarak küreselleşmeyi ciddi biçimde eleştirdi. Rajan, IMF ile birlikte AKP hükümetinin de ezberini bozarak “Sıcak para büyüme getirmez” dedi. AKP hükümetinin görüşlerini çürütüyor. Rajan’ın konuşmasından ve ortak çalışmasından alınan bulgular şöyle: ? 19702004 döneminde gelişmekte olan ülkelere ait veriler karşılaştırıldığında iddiaların tam tersine, doğrudan yatırımlar hariç daha az yabancı sermaye kullanan ülkelerin daha hızlı büyüdüğü ortaya çıkıyor. ? Yüksek yatırım yapan ülkeler daha hızlı büyüyor. Ancak yüksek yatırım yapan ülkelerden iç tasarrufları diğerlerinden fazla olanlar (cari açıkları diğerlerinden az olanlar veya cari fazla verenler) çok daha hızlı büyümüşler. Bu, Türkiye’de hükümetin sık sık dile getirdiği gibi, cari açığı yüksek olan ülkelerin (yani iç tasarrufları negatif olanların) daha hızlı büyümediğini ortaya koyuyor. ? Bulgular, yatırımları artarken cari açığını düşük tutabilen ya da cari işlemler fazlası veren gelişmekte olan ekonomilerin çok daha hızlı büyüdüğünü gösteriyor. Sanayileşmiş ekonomilerde ise durumun tam tersi olduğu, yani gelişmiş ekonomilerde cari açığı yüksek olan ülkelerin daha hızlı büyüdüğü ortaya çıktı. ? Rajan, gelişmiş ülke ile gelişmekte olan ülkeler arasındaki farkı ‘‘hazmetme kapasitesi’’ ile açıklıyor. Rajan’a göre, ‘‘gelişmekte olan ülke ekonomilerine hazmedebileceklerinden daha fazla sermaye girmesi, ya bu sermayenin etkin olarak kullanılamamasına ya da kesintisiz büyümeyi engellemesine’’ yol açıyor. ? Bulgular, ‘‘Hizmetler sektörüyle büyüyeceğiz’’ diyenlerin aksine, gelişmekte olan ekonomilerde ke sintisiz büyümenin lokomotifinin ‘‘imalat sanayinin gelişmesi’’ olduğunu gösteriyor. ?Bir diğer tespit de yabancı sermayeye aşırı yaslanan gelişmekte olan ekonomilerde yerli paranın değerlenmeye daha açık olduğu. Bu ekonomilerde yerli paranın aşırı değerlenmesiyle ortaya çıkan rekabet baskısı, lokomotif sektör olan imalat sanayiinin gelişmesini engelliyor. ? 19702005 döneminde cari açığı daha düşük, tasarrufları daha yüksek olan ülkeler daha hızlı büyüyor, çünkü kendi tasarruflarına dayanan ekonomiler, yabancı sermayeye aşırı yaslanmıyor. Bu durumda da yerli paranın aşırı değerlenmesinin imalat sanayisini ve dış dengeyi tahrip edici etkisi yaşanmıyor. SICAK PARA ‘BEREKETİ’ Bu yıl IFA’ya 8. kez katılan Beko, yeni ürünleriyle fuara damgasını vurdu Rantiyeye AKP desteği ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Mayıs ve haziran aylarında döviz kurlarında ve faiz oranlarındaki artışla, hisse senedi fiyatlarındaki düşüş yüzünden önemli bir zararla karşılaşan sıcak para ağustosta dolar bazında yüzde 2.85.8’lik getiri sağladı. Yaşanan dalgalanmaya karşın sıcak paranın son bir yıllık kazancı ise yüzde 14’le yüzde 23 oranları arasında gerçekleşti. YTL cinsinden araçların getirileriyle döviz kurlarındaki değişim dikkate alınarak yapılan hesaplamaya göre, AKP hükümetinin politikaları, sıcak paraya birçok ülkede altı aybir yılda zor kazanabileceği bir getiriyi ağustos ayında bir aylık sürede sundu. Yapılan hesaplamalara göre, temmuz ayı sonundaki 1.4811 YTL ’lik kurdan ? Mayıs ve YTL ’ye haziranda dönüştürülerek bir ay borsadaki düşüş vadeli YTL yüzünden mevduatta tutulan önemli bir sıcak para, mevduat faizinden alınan zararla yüzde 15 oranındaki karşılaşan sıcak stopaj da düşüldükten para, ağustosta sonra, ağustos dolar bazında sonundaki 1.4478 yüzde 2.8YTL ’lik kurdan 1.040 5.8’lik getiri dolara yükseldi. Böylece bir aylık sağladı. mevduat yüzde 4 getiri sağladı. Borsada 1000 dolar ağustos sonunda 1.058 dolara yükseldi. Ağustosta yüzde 5.8 gibi oldukça yüksek bir kazanç sağlayan sıcak para bu yılın ilk sekiz aylık döneminde zarar ederken son bir yılda ise yüzde 23.4 getiri sağladı. Sıcak paranın ikinci sırada tercih ettiği Hazine iç borçlanma kâğıtları ise ağustosta yüzde 2.8 ile yüzde 4.1 oranları arasında getiri sağladı. YTL ’ye dönüştürüldükten sonra gecelik repoda tutulan sıcak paranın dolar bazında ağustos ayındaki kazancı da yüzde 3.6 oldu. Bu yılın ilk sekiz ayında repoda değerlendirilen sıcak para yüzde 11.3, son bir yılda ise yüzde 15.4 oranında dolar bazında getiri sağladı. Beko yeni pazarlara göz dikti ? Eyüboğlu, Beko’nun Avrupa pazarına odaklandığını belirterek ekim ayında Rusya’daki yeni fabrikanın da faaliyete geçmesinden sonra yeni coğrafyalara doğru atılımlarını sürdüreceklerini açıkladı. BERLİN (AA) Beko Elektronik AŞ Genel Müdürü Yağız Eyüboğlu, ürünlerine ekstralar koyarak müşteriler için farklılıklar yaratmaya çalıştıklarını söyledi. Eyüboğlu, Beko’nun ve bu şirketin satın aldığı Alman Grundig şirketinin ürünlerinin sergilendiği Berlin’deki Uluslararası Elektronik Fuarında (IFA) yenilikçi ürünlerini tanıttı. Eyüboğlu, Grundig markasıyla piyasaya sürülen küçük cep televizyonlarının gelecekte Beko markasıyla da üretileceğini ifade etti. Eyüboğlu, 8. kez katıldıkları fuarda Beko ve Grundig olarak toplam 2 bin 600 metrekarelik bir stantta yeni ürünler sergilediklerini ifade etti. Eyüboğlu, sektördeki trendlere uygun olarak cirolarının yüzde 1 ila 1. 5’lik kısmını ArGe harcamalarına ayırdıklarını bildirdi. Eyüboğlu, Türkiye’de yaklaşık 5.2 milyon televizyon ürettiklerini ve bu ürünlerin 4 milyondan fazlasının yurtdışına, bu rakamın yüzde 97’sinin de Avrupa’ya ihraç edildiğini ifade etti. Eyüboğlu ayrıca, Beko Elektronik’in 2006 yılı için yaklaşık 1.8 milyar dolar ciro he Beko Elektronik AŞ Genel Müdürü Eyüboğlu, markalı ürünlere yaptıkları yatırımın artacağını söyledi. deflediğini, kasım ayında faaliyete geçecek olan ve üretim kapasitesi 750 bin adet olan Rusya’daki yeni bir fabrikayla da 2007 yılı için 70 milyon Avro ciro ve yüzde 5’lik pazar pa yı hedeflediklerini kaydetti. Eyüboğlu, satışların daha çok markalı satışlara yönlendiğinin görüldüğünü, kendi cirolarının yüzde 52’sinin de markalı satışlardan sağlandığını kaydetti. Sabancı Holding ve Güler Sabancı Almanya’nın ekonomi gazetesi Borsen Zeitung’da Enerjiye 10 yılda 4 milyar dolar yatıracak Ekonomi Servisi Almanya’nın önemli ekonomi yayınlarından Borsen Zeitung tam sayfaya yakın olarak yayımladığı haberde, Sabancı Holding’in büyüme projelerini okuyucularına duyurdu. Bernd Weber tarafından yapılan haberde, Güler Sabancı hakkında, ‘‘Türkiye’nin gayri safi milli hasılasının önemli bir kısmını elde eden bir imparatorluğun başında oturmak, bu ? "Sabancı imparatorluğunda büyümenin sonu yok” başlığıyla verilen haberde, topluluk için yeni projelerin çekmecede hazır olduğu belirtildi. ülkede Batı Avrupa’da olduğundan daha olağandışıdır’’ denildi. Haberde Sabancı Holding’in, operatif şirketleriyle, birçok yatırımcının çekirdek işe konsantre olunması yönündeki taleplerine karşın farklı bir odaklanma içinde olduğu belirtildi. Haberde Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, holding hisselerinin başka borsalara kaydı düşünülmese de, bazı şirketlerin ileriki yıllarda bunu yapabileceğini, Temsa ve Technosa gibi şirketlerinin bunların arasında olabileceğini bildirdi. Sabancı Holding Üst Yöneticisi (CEO) Ahmet Dördüncü’ye göre Sabancı, önümüzdeki on yıl içerisinde grubun enerji piyasasındaki tüketimle ölçülen payını yüzde 2’den yüzde 10’a çıkarmak için 4 milyar dolarlık bir yatırım gerçekleştirecek. İstanbul Evleri’ni Hazinedaroğlu yapacak ? Ekonomi Servisi Han Yapı Gayrimenkul, ‘‘İsthanbul Evleri’’nin inşası için Hazinedaroğlu İnşaat ile anlaştı. Han Yapı Gayrimenkulden yapılan açıklamaya göre, Hazinedaroğlu İnşaat, İsthanbul Evlerini 18 ayda tamamlayacak. Han Yapı Gayrimenkul Yönetim Kurulu Başkanı Oğuz Satıcı, Han Yapı’nın 29 Ağustos’ta 1. kuruluş yılını tamamladığını kısa bir süre içinde pek çok başarıya imza attıklarını söyledi. Hazinedaroğlu İnşaat Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İlhan S. Ergelen de, İsthanbul Evlerinde yer alan 560 daireyi 18 ayda tamamlayacaklarını açıkladı. D Ü N YA Beyrut’a bir an evvel giderek gereken riskleri de üstlenmeliymişiz. Böylece Ortadoğu’nun haritası yeniden çizilirken biz de kendi payımızı alabilirmişiz. Yoksa stratejik bir fırsat kaçarmış. Ortadoğu boş tarla değil! Bu harita çizme hayali yüzünden, beş yılda dereler gibi kan aktı, daha da akacak. Bu kanlı pazardan nemalanma hevesinin sergilediği ahlaki çöküntü bir yana, ortada çok büyük bir hesap hatası da var. İhtiras ve korku egemen olunca, insan aklı tatile çıkar. Ama biz yine deneyelim. Bir devletin dış politika kapasitesini, arkasındaki ekonomik güç ve kamuoyu desteği belirler. Bunlara, o devletin ‘‘aklının’’ dayandığı yönetici ‘‘seçkinlerin’’ ortak davranma kapasitesini de ekleyebiliriz. Bu ölçütlerle baktığımızda, ABD devletinin Ortadoğu politikası, tam anlamıyla Titanik’e benziyor; sizin bir an önce Lübnan’a gitme çabanız da, Titanik’in güvertesinde şezlong kapma telaşına... EKONOMİSİNE BAKIŞ / E R G İ N Y I L D I Z O Ğ L U L O N D R A mesi) ev piyasasında oluşturduğu köpüğün desteklediği tüketim harcamaları vardı. Şimdi FED bu likiditeyi çekmeye çalışırken köpük sönüyor. Ev fiyatları düşerken satılamayan ev stoku (aşırı üretim!), son 11 yılın en yüksek düzeyine ulaştı (Gundzik, PINR, 31/08). Öyleyse, ev kredisi veren mali kurumların riskleri çoğalırken buna bağlı olarak banka sisteminde kırılganlık artıyor, artmaya da devam edecek. Gelir dağılımındaki bozulmanın etkilerini, dar gelirlilerin gittiği mağaza zincirlerinin satışlarında da görüyoruz. Son verilere göre, Wall Mart, Target, Cosco ve Family Dollar’ın satışları, bir geçen yıla göre sırasıyla, yüzde 2.7, yüzde 2.8, yüzde 5, yüzde 4 ve yüzde 3.8 gerilemiş (age). Yüksek petrol fiyatları, doların değer kaybı bu mağazalarda fiyatları yükselterek yoksulluğu daha da ağırlaştırıyor. Daha önce işaret ettiğimiz gibi, bu kez, FED’in 2001’de olduğu gibi likidite genişlemesiyle talebi canlandırma şansı da yok. ABD ekonomisindeki resesyonun dünya ekonomisini de peşinden sürükleyeceği neredeyse kesin. Böyle bir ortamda, mali piyasalar kırılganlaşır, sermaye kendine korunak ararken dış ticaret açığı ve dış borçları yüksek ülkelerin kaynak bulması çok zorlaşacak. Türkiye bu ülkelerin başında geliyor. Bu iklimde, dış politikada fırtınalı denizlere açılmak akıl kârı değil. Belli ki, ya emperyal Türkiye rüyaları görenlerin dünyadan haberleri yok ya da başka yükümlülüklerinden, kişisel hesaplarından dolayı, umurlarında değil... (Çarşamba devam ediyor.) Daha işin başındayken Gerçekten de, Bush yönetimi daha imparatorluk projesinin başında. Ama ABD’nin kapasiteleri, imparatorlukların son dönemlerini anımsatıyor. Birincisi: Gelir dağılımı verileri, ABD’de toplumsal mutabakatın ekonomik zemininin geçen 20 yılda belirgin bir biçimde aşındığını, aşınmaya da devam ettiğini gösteriyor. Örneğin Prof. Krugman’a göre, 19802004 arasında, ABD’de işçilerin reel ücretleri yüzde 1 düşerken, nüfusun en zengin yüzde 1’inin gelirleri yüzde 135 artmış; sosyal güvenlik sisteminde, özel likle 1997’den bu yana hızlanan aşınma da bu kutuplaşmanın çok daha derin ve hissedilir olmasına neden oluyor (New York Times, 18/06 ve 01/09). Özel emeklilik sistemi de tam anlamıyla kriz içinde (Malcom Gladwell, The New Yorker 28/09). Bush döneminde, bütçe fazlası açığa dönüşürken en üst gelir dilimlerine yönelik vergi indirimleri kutuplaşmayı daha da derinleştirdi. Diğer taraftan, Afganistan ve Irak savaşları, ABD halkına yeni vergi yükleri getirirken geçen hafta yayımlanan bir araştırma, silah ve petrol şirketlerinin genel müdürlerinin gelirlerinin rekor düzeyde arttığını gösteriyor. Institute for Policy Studies ve United for Fair Economy adlı kuruluşların, gelirlerinin yüzde 10’undan fazlasını savunma kontratlarından gelen en büyük 100 firmanın genel müdürleri arasında yaptığı araştırma, savunma sanayiinde en üst düzey 34 müdürün 11 Eylül’den bu yana elde ettikleri toplam gelirin bir milyar dolara ulaştığını saptamış. Savunma sektörü genel müdürlerinin ortalama yıllık geliri 11 Eylül öncesi üç yılda 3.6 milyon dolardan 20022005 döneminde 7.2 milyon dolara yükselmiş. 2005 yılında en üst 15 petrol şirketi müdürünün maaşları yüzde 50 artarak ortalama yıllık 32.7 milyon dalara ulaşmış. Daha genel bir bakışla, ABD’de genel müdürlerin ortalama maaşları, 1990’ların başında ortalama işçi ücretinin 107 katıyken 2005 yılında 441 katına yükselmiş (Inter Press Service, 31/08/06). Bu kutuplaşma, Bush hükümetinin Ortadoğu projesinin arkasındaki toplumsal mutabakata da yansıyor. En son üç bü Titanik Güvertesinde Şezlong Kapmaca I Bank of St. Louis için hazırladığı rapora göre, ABD iflas noktasında; ancak yabancı sermaye girişi (stratejik rakiplerinden gelen E.Y.) sayesinde ayakta kalabiliyor (Temmuz/Ağustos, 2006). Kotlikoff, Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER) için, Hazine Bakanlığı’nın önceki çalışmasını güncelleştirmek amacıyla yapılan bir araştırmanın sonuçlarını aktararak, federal hükümetin, gelecekteki yükümlülükleri ve gelirleri arasındaki mali açığın bu günkü değeri itibarıyla 65.9 trilyon dolara ulaştığına, verili politikalarla bunun karşılanmasının olanaksızlığına işaret ediyor. Bunlara ABD’nin, enerjide dışa bağımlılığının artmakta, araştırmageliştirme harcamalarında, uluslararası klasmanda yerini kaybetmekte olduğunu (Bernasek, The New York Times, 03/09) da ekleyebiliriz. Daha da kötüleşecek... yük kamuoyu araştırmasının bulgularına göre, ABD halkının yüzde 60’ı, Irak’tan dolayı, ABD toprağında bir terörist saldırı olasılığının arttığına inanıyor, üçte ikisi savaşa karşı olduğunu söylüyor (Christian Science Monitor, 02/09). İkincisi: Katerina kasırgası, ABD’nin yetersizliklerini gözler önüne sermişti. Geçen haftalarda yaşanan bir seri ilginç olay, yayımlanan çalışma, ABD’de altyapının hızla çürümekte olduğunu ortaya koydu. Örneğin, Alaska’da bir petrol boru hattı bakımsızlıktan kapatılmak zorunda kaldı. Los Angeles’ta donanım yetersizliğinden dolayı hava trafiğinde önemli aksamalar yaşandı. Maryland’daki Ulusal Güvenlik Ajansı’nın (NSA) elektrik yetersizliği sorunu yaşadığı bildiriliyor. Stratejik ve Uluslararası Çalışmalar Merkezi’nin bir araştırmasın göre, ülkede altyapı endişe verecek bir hızda aşınmakta. Amerikan Altyapı Mühendisleri Birliği’nin hesaplarına göre, gerekli yenilenmenin yapılabilmesi için gelecek beş yılda 1.6 trilyon dolar yeni kaynak gerekli (Newshouse News Service). Üçüncüsü: ABD kutuplaşmayı yumuşatacak, bu gereksinimleri karşılayacak, aynı zamanda büyük emperyal projesini sürdürecek kaynaklardan yoksun! Hatta, Prof. Kotlikoff’un, Federal Reserve Gelişmeler, ABD ekonomisinin resesyona girmek üzere olduğunu, dolayısıyla önümüzdeki dönemde, bu sorunları aşma şansının olmadığını gösteriyor. ABD’de sanayi üretimi yavaşlamaya başladı (Wall Street Journal, 02/09). Son işsizlik verileri, henüz genelde bir gerileme göstermezken daha yakından bir bakış, yeni işlerin daha çok en düşük ücret dilimlerinde yoğunlaştığını gösteriyor (Rubini, 01/09). Geçen ekonomik ‘‘toparlanma’’ döneminde düzelmeyen gelir dağılımının daha da bozulacağını söyleyebiliriz. Ekonomik toparlanmanın temelinde, FED politikalarının (likidite genişle CUMHURİYET 13 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle