19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
16 EYLÜL 2006 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Türkiye’nin açtığı çığır ve tepkiler... B atı’da ‘‘Kadınların Devrimi’’ne, özellikle kadınerkek eşitliği gerçeğine, gecikerek de olsa Türkiye de katılır. Bu, Batı’daki ‘‘Aydınlanma’’nın akılcı ve laik devriminin, sonunda Türkiye’ye ulaşmasının bir sonucudur. Söz konusu uyanışı yaşayan, bütün Müslüman dünyada tek ülke de bizimki; bununla anılıyoruz. Ne var ki Türkiye’de, yarım yüzyılı aşan bir süredir, laik devrime karşı güçler, başta İslamcılar, kadınerkek eşitliğine de direniyorlar. ‘‘Kadın sorunu’’nun çözümünü yokuşa sürüyorlar. Konuya, ana çizgileriyle bakacağız. KISITLAMALAR SONA ERİYOR Cumhuriyet devrimi, kadınların da eseridir İlginçtir, İttihat ve Terakki iktidarının 1917’de çıkardığı Aile Kararnamesi, evlenmede ve boşanmada, kadınlar için haksızlıkları biraz olsun törpülüyordu, ne var ki, o iktidar değişip de yerine tutucu bir yönetim geçince, ilk yaptığı bu yasayı kaldırmak olmuştur (1919). Böylece, kadınlar için radikal ve kalıcı bir çığırı, belli ki en başta laik bir rejim açacaktı. Nitekim, bu çığırı Cumhuriyet başlatır. Emperyalizme verilmiş ulusal bir kurtuluşun arkasından, bağımsız, laik ve demokratik bir rejim kurulunca, yalnız kadınlar için değil, yepyeni bir toplum yaratmanın yolu açılır ve profesör Bülent Tanör’ün deyişiyle ‘‘KurtuluşKuruluş’’ diyalektiği içinde yürüyen bütün bu süreç boyunca, kadınlar sahnededir. Cumhuriyet devrimi, kadınların da eseridir. İlk devrimci vuruş da ‘‘siyasal alanda’’ olur. Gerçekten, ulusal egemenlik ve bağımsızlıkla (19181922) donanmış olan siyasal devrim, ikinci aşamada (19221924) şunları yapar: Saltanatı kaldırır, cumhuriyeti ilan eder ve halifeliğe son verir. 3 Mart 1924 tarihinde, Meclis’e, birbiriyle ilgili üç yasa tasarısının biri de mektepmedrese ikiliğini ortadan kaldırarak, ‘‘öğretim birliği’’ (tevhidi tedrisat) ilkesini getirmek istiyor. Bu gerçekleşir ve böylece, eğitim sisteminin laikleşmesiyle beraber, kadınlara erkeklerle eşit eğitim olanakları verilmiş oluyordu. Bu eğitim, ‘‘ulusal’’ da olacaktır... 1925 yılında çıkarılan Kıyafet Yasası da belki erkeklerden çok kadınlar için önemli idi: Çünkü kadının dinsel ideoloji nedeniyle uymak zorunda olduğu ‘‘örtünme’’, yani peçe ve çarşaf gibi zorunluluğu ortadan kalkıyordu. Kadınların yaşamında yapılan devrim Kadınların siyasal hakları ? T Kadınlara siyasal haklarını tanıma konusunda dünyada başlamış bir hareket de vardı; Avrupa’da, Fransa ile İtalya bir yana, özellikle İngiltere ve Kuzey ülkelerinin kadınları bu hakkı elde etmişlerdi. Batılı toplumlarda kadınlarla ilgili hukuksal ilkeler kabul edildi Medeni Yasa’nın yarattığı devrim Böylece, Osmanlı düzeninde kadının hukuksal statüsünü belirleyen ve kadını aşağı bir düzeyde tutan dinsel ilkeler yerine, Batılı toplumlardaki kadınlar ile ilgili hukuksal ilkeler kabul ediliyordu. Bir devrimdi bu ve İslam dünyasında eşsizdi. Yasanın ruhunu, zamanın ünlü Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, yasa tasarısının gerekçesinde açıklar ki örnektir. Bugünkü dilimizle Meriç arasında bulunurlar.’’ Ve sürdürüyordu: ‘‘Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki, çağdaş uygarlığı almak ve benimsemek kararı ile yürüyen uluslar, çağdaş uygarlığı kendisine uydurmak değil, kendisi çağdaş uygarlığın gereklerine, her ne pahasına olursa olsun, ayak uydurmak zorundadır. Yaşama kararında olan bir ulus için bu kesin bir gerekliliktir’’ diyor, şunu da olmaktaydılar karıkoca. Çokeşli evlilik de tarihe karışıyordu. Çağdaşlık bunu gerektiriyordu. Ne var ki, bir atılışta kadının statüsünü çok ileri bir düzeye getiren bu düzenleme, yine de kadının statüsünü ‘‘aile’’ kurumu çerçevesinde düzenlediği için, kadın erkekle tam eşit bir duruma gelebilmiş değildi. Nitekim, ailenin başına ‘‘koca’’ geliyordu; eşler arasında bir uzlaşmazlık halinde, kocanın oyu kestirip atıyordu. Bunun gibi, kadının asıl görevi ‘‘ev işi’’ oluyordu. Öte yandan, aile çıkarı gerektirdiğinde kadının ev dışında Ne var ki, en önemlisi, 1926’da çıkarılan Medeni Yasa’yla, en başta kadınların yaşamında yapılan devrimdir (6). Gerçekten, bir ülkede, herkesin cinsiyet ve uyrukluk ayrımı yapılmadan, insan olmanın gereği sahip olduğu haklar, siyasal hakların karşıtı anlamında da kullanılan medeni haklar, Batı’da, XIX. yüzyıldan başlayarak bir ‘‘Medeni Yasa’’nın içinde toplanmıştır her ülkede. Bir yandan kapitalizmin gelişimi, öte yandan Aydınlanma Devrimi ile önem kazanan bu ‘‘laik’’ olayı, Anglosakson ülkeler bir yana, bütün Batı yaşamıştır. Osmanlıların bir Medeni Yasası olmadı. Tanzimat’la beraber, Fransız Medeni Yasası’nı örnek tutacak bir girişim de başarıya ulaşmadı. Onu bırakıp, Cevdet Paşa’nın başkanlığında yürütülen bir çalışma, Mecelle adlı bir esere vardı. Ne var ki hükümlerini şeriattan alan ve hayatta pek az rastlanan soyut sorunları bile somut olaylardan yola çıkarak düzenlemeye çalışan Mecelle, medeni hukuk alanındaki kuralları tam olarak içermekten uzaktı. Cumhuriyet kurulduğunda bir Medeni Yasa da mutlak bir ihtiyaçtı ve laik bir devrim yaptığına göre engel de yoktu. Pratik de davranıldı: Elde, uygar bir ülkenin, İsviçre’nin yeni bir Medeni Yasa’sı (1919) vardı. Onun çevirisi esas alınarak hazırlanan bir metin, TBMM tarafından bir bütün olarak 17 Şubat 1926’da, Türk Medeni Kanunu adıyla kabul edildi. Cumhuriyet devrimi, kadınların da eseridir... ürkiye’de, kadınların yasal statülerinin erkeklerle eşitlenmesinde bir aşama da, siyasal hakları kazanmalarıdır. Gerçekten, 1930 yılında Belediye Meclisi, 1934 yılında da Millet Meclisi seçimlerinde kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanındı. Böylece, kadınları yasalar önünde kısıtlı tutan geleneksel anlayışa bir de bu bakımdan son veriliyordu. Siyasal arenaya da çıkacaklardı kadınlar... Kadınlara siyasal haklarını tanıma konusunda dünyada başlamış bir hareket de vardı; Avrupa’da, Fransa ile İtalya bir yana, özellikle İngiltere ve Kuzey ülkelerinin kadınları bu hakkı elde etmişlerdi. Süreç, iki Dünya Savaşı arasında da sürüyordu ve kafileye katılanların kimliği dikkat çekicidir: Tarih sırasıyla Güney Afrika (1930), İspanya Cumhuriyeti (1931), Brezilya, Siyam, Seylan, Küba, Uruguay (1934), Burma, Romanya (1935) ve Filipin Cumhuriyeti (1937), siyasal hakların kadınlara tanınmasının coğrafyasının ne denli genişlediğini pek güzel gösteriyor. Türklerin genç Cumhuriyeti bu çığırın dışında kalamazdı. Öte yandan şunu da belirtmeli: Cumhuriyeti kuranlar, demokrasiyi içtenlikli olarak düşünüyor ve onu da erkekler arasında bir oyun diye almıyorlardı ve kadınların siyasal arenaya çıkmaları ise ‘‘kadın bakış açısı’’nın yerleşmesinde büyük rol oynayacak ve demokrasi yerli yerine oturacaktı. Bu hedefe ulaşmada bir başka öğe işin içine giriyordu: Yalnız erkekleri değil, kadınları da istenilen düzeyde eğitme, özellikle de kadın ve erkeğin eşitliği olgusunu bilinçlere yerleştirmekti. ‘‘Bilinçlenme ve eğitim’’ yaşamsaldı ve iç içe idi. Bu da yetmez, kadınlara ve erkeklere, yetişecekleri toplum için Cumhuriyetin kuşandığı bir ‘‘toplumsal tasarı’’ çıkarıp vermek; yani ‘‘bağımsız, laik ve demokratik’’ bir toplumun idealini aşılamak ve onun ekonomik ve sosyal temellerini de hazırlamak! Türkiye’de ‘‘KurtuluşKuruluş’’un sürdüğü 1940 yılına kadar, rejim, bu uğraş içinde olmuştur: Erkekleri ve kadınları bir ‘‘Cumhuriyet yurttaşı’’ olarak yetiştirirken; ‘‘Cumhuriyet kızı’’, ‘‘Cumhuriyet kadını’’nın idealist ve unutulmazörneklerini de ortaya koymuştur. O yıllarda doğup yetişmiş bir kadının, Profesör Günsel Koptagelİlal’in, ileri yıllarda anılarını kaleme aldığı bir yazısına, başlık olarak ‘‘Türkiye Cumhuriyeti sadece bir rejim değil, bir dünya görüşü, bir yaşam biçimidir’’ cümlesini koyması, Cumhuriyet’in nasıl bir bilinç aşıladığının güzel bir örneğidir (7). Kimi konularda ayrıntılara girmek gerekiyor. Cumhuriyetin ‘‘kültür devrimi’’ Velidedeoğlu’nun çevirisiyleşöyle diyordu: ‘‘Yasaları dine dayalı devletler kısa bir zaman sonra yurdun ve ulusun isterlerini karşılayamazlar. Çünkü dinler değişmez kuralları kapsarlar. Oysa yaşam yürür; ihtiyaçlar hızla değişir. Din yasaları her ne olursa olsun ilerleyen yaşamın karşısında, ölü kelimelerden ileri bir değer, bir anlam taşıyamazlar. Değişmemek, dinler için bir zorunluluktur. Bu nedenle dinlerin yalnız bir vicdan işi olarak kalması, çağdaş uygarlığın temellerindendir. Köklerini dinlerden alan yasalar, uygulandıkları toplumları, gökten indikleri ilkel çağlara bağlarlar ve ilerlemeyi engelleyici belli başlı neden ve etkenler ekliyordu: ‘‘Bu tasarının yasallaşması için milletvekilleri ellerini kaldırdığında 1300 yılı aşkın bir zaman duracak, Türk milleti yepyeni ve uygar bir yaşama adımını atacaktır.’’ Mahmut Esat Bozkurt, bu satırları yazarken, şeriatın başta kadınları engellediğinin; Medeni Yasa’yla ‘‘yepyeni ve uygar bir yaşama’’ adım atacaklar içinde de önce kadınların olacağının bilincindeydi. Medeni Yasa, hukuksal zemini hazırlamıştı. Kadın ve erkek, yasa önünde birbirine eşitti; evlilik, boşanma, velayet, miras gibi konularda, yine eşit haklara sahip çalışabilmesi kocanın iznine bağlı oluyordu. Ceza Yasası da ‘‘zina’’ konusunda, kuralın dışına çıkıyordu. Hatırlatmalı da, bu kural dışı istisnalar, son yıllarda, Medeni Yasa’nın örnek alındığı Batılı toplumlarda, eşitlik doğrultusunda değiştirilmiştir; bu yenilenmelere katılmak gecikti bizde ve ancak XX. yüzyılın son yıllarında harekete geçildi. Bu noktaya ilerde değineceğiz. Sürecin yeni bir aşamasından da bahsetmeliyiz... Cumhuriyet, bir ‘‘kültür devrimi’’ yaptı ve onu sağlam bir temel üstüne oturttu. Kültür devriminde, alfabe değiştirmenin yanı sıra, eğitim büyük bir yer tutuyordu. Bilimsel, laik, karma, ulusal olacaktı. Kentlerden çıkıp kırsal kesime doğrulduğunda, ünlü ‘‘Köy Enstitüleri’’ adını alıyordu. 1930’lu yıllarda hazırlığı yapılan ve 1940’larda başlatılan bu uygulama, eğitimin ‘‘karma’’ olması yerine oturuyor ve ‘‘uygulamalı’’ bir yöntemle kuşanıyordu. Cumhuriyet eğitiminde bir doruktu bu! Halkevleriyle, kadına ve erkeğe, insanlarımıza nasıl bir zenginliğin götürüldüğünü hatırlatmış olalım. 1930’ların bir başka yanı, gerçek bir ‘‘sanayileşme’’nin planlanması ve uygulanması idi. ‘‘Ah, o yıllarda devletçi bir iktisadi politika yerine, liberal bir politika seçilse ne güzel olurdu’’ diye hayıflananlara söylenen şudur: 1930’lu yıllarda, ancak devletçi bir uygulamanın şansı vardı; bu şans kullanılır ve ekonominin temeli atılır. Sanayileşme ile kültür de birlikte yürütülür: ‘‘Kamu yararı’’na dönük çalışan fabrika, girdiği yurt köşesine, beraberinde Cumhuriyet kültürünü de götürür. Türkiye’de kapitalizmin, 1950’lerle yeni bir aşamaya girdiğinde, gelişmesinde, daha önceki temelin büyük yararı olur; ne var ki, 80’lerle beraber bir sapmaya uğrar, Attilâ İlhan’ın söyleyişiyle ‘‘muhafazakârlıkla uyutup liberallikle soyma’’ya dönüşerek soysuzlaşacaktır (8). Bugün, bu aşamasındadır. Öte yandan, tarihin bir cilvesi, Türk feminizminin uzun süre tıkanmış olan yolu, 1980’lerle açılır... YARIN: BİR FRANGA, TÜRBAN... CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle