19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 16 EYLÜL 2006 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yön ve Amaç Demokratik haklar söylemini kullanarak yerleşik siyasal/sosyal düzene veya çağdaşlığa karşıt gösteri ve girişimler Batı demokrasilerinde dahi bazen sert, ciddi, bazen yumuşakça yöntemlerle kontrol edilip dışlanır veya etkisizleştirilirken çağdaşlaşma evrimi sürmekte bulunan toplumlarda müsamaha beklenemez. PENCERE limsel örgütlerle çatışan veya ters düşen (yargı, üniversiteler, ordu, sivil toplum kuruluşları vb.); çağdaşlığa yönelmiş ve devrimleri benimsemiş kurum ve odaklara ve laikliğe yönelik hıncını saklayamayan düşün biçimi bu çağda tutuculuk ve gericilik değil midir? Her fırsatta laiklik ilkesini tartışma konusu yapan ve içini boşaltacak girişimlere yol verebilecek düşün biçimi, bu kavrama karşı antipati değil de nedir? Dinsel ağırlıklı ve açılımlı öğretime yönelik sempati, destek ve yüceltme(!) çaba ve söylemlerine karşın, laik ve çağdaş eğitim ve öğretimi, üniversiteleri, bazen meslekleri ve örgütlerini açık/kapalı söylemlerle küçümseme, önemsememe içeren bakış açıları bilim ve çağdaşlık karşıtı tutumu düşündürmez mi? Böylece ister istemez ulus olarak yönümüz ve amacımız nedir sorusu gündeme geliyor. Demokratik haklar söylemini kullanarak yerleşik siyasal/sosyal düzene veya çağdaşlığa karşıt gösteri ve girişimler Batı demokrasilerinde dahi bazen sert, ciddi, bazen yumuşakça yöntemlerle kontrol edilip dışlanır veya etkisizleştirilirken çağdaşlaşma evrimi sürmekte bulunan toplumlarda müsamaha beklenemez. İlkellik yerine olgunluğu, ümmet/cemaat/tarikat yerine ulusu, dincilik yerine inanç/düşün ve ahlakı öğütleyen dindarlığı, hurafe yerine bilim ve aklı, geri kalmışlık yerine çağdaşlığı, cehalet yerine aydınlanmayı, sefalet yerine umranı amaçlayan, bu tutucu ve gerici girişimlere; herkesçe akılla, bilgiyle ve tarih bilinciyle karşı çıkmak gerekiyor. Aslında tüm bunları benimsemek ve uygulamak laik demokratik rejimi özümseyen yöneticilerin vazgeçilmez görevi olmak gerekir. Sormak gerekiyor: Üzüm yemek mi yoksa bağcıyı dövmek mi isteniyor? (*) Takva: Tanrı korkusu, tevhit, iman, hayâ, iffet. Kürdan ve Küre BEŞİKTAŞ’IN teknik yöneticisi Tigana ağzında bir kürdanla dolaşmadan edemiyor. Antrenmanda da öyle, maçta da, hatta basın toplantılarında da. Oysa, bizim kültürümüzde ve genel olarak bütün uygar toplumlarda kürdan ancak başkalarının olmadığı durumlarda kullanılabilecek bir şey. Bizde, bazen ayıp olmasın diye burnunu bir elin başparmağıyla işaretparmağı arasına yerleştirerek öbürüyle başkalarının önünde diş temizlenirse daha da çirkin bir görüntü oluşturulur ama, bu işin özündeki ayıbı örtmeye yetmez. Peki, Tigana niye böyle yapıyor? Belki, ‘‘Eskiden çok sigara içiyordum; kürdanı dudaklarım arasında tutuşum ağız alışkanlığımdandır’’ diyebilir. Kim bilir, belki başka bir nedeni vardır. Gel gelelim, ayıp olduğunu ona nasıl söylersiniz? Futboldaki küreselleşmenin önümüze getirdiği biri; olduğu gibi kabul etmek zorundasınız. Hele, geçen gece yaptığı gibi, takıma maç kazandırıyorsa. eşke küreselleşmenin sonuçları hep ‘‘Tigana’nın kürdanı’’ türünden olsa. Öyle sonuçlar var ki futbolda bile, yararlı mı zararlı mı kestirmek kolay değil. Örneğin, ‘‘sadece altı’’ gibi hayli yüksek bir sayıya müsaade edilmesi. Ara sıra, oyundaki toplam yabancı sayısının bizimkileri aştığı da oluyor: Geçenlerde Galatasaray’ın bir maçında, iki tarafta altışardan tam on iki yabancı vardı sahada. ...Sayı daha yükseltilse, hatta sınır konmasa sanki daha mı yararlı olacak? imdi, birkaç soruyu birden sormak gerekir. ‘‘Kaliteli’’ denen yabancılar sayesinde oyunun da kalitesi yükseliyor mu? Yükselse bile, bu yükseliş yabancılar olmadan oynanmış kaliteli bir maç seyretmek kadar zevkli oluyor mu? Daha önemlisi, büyük paralar ödenerek getirilmiş yabancı oyuncular gerçekten söylendiği kadar iyiler mi? İyilerse, niçin satılığa çıkarılmışlardır? Ya da, niçin çok daha zengin yabancı kulüplerce alınmamışlardır? Belki, işin duygusal yönü açısından artık ‘‘çağdışı’’ sayılabilecek en önemli soru da şudur: Sporun, özellikle futbolun profesyonelleşmesinde ve kulüp ya da renk bağlılığının ikinci plana itilmesinde, hele bunun sınırötesi geçişlerin böylesine serbest bırakılmasında bir şeyleri törpüleyen, aşındıran zayıflatan bir taraf yok mudur? Kısacası, çocukluktan başlayıp ‘‘tekaütler takımı’’na kadar spor yaşamının bütününü aynı renklere vermiş ‘‘eski’’lere, örneğin bir Baba Hakkı’ya duyulan saygıyla sevgiyi gelip giden yabancılar için duyuyor musunuz? Ya, Süleyman Seba gibi, bu bağlılığı sahadan yönetime de taşımış olanların unutulmazlığı? Şu bir fantezi mi acaba: Hiç yabancı oynatmayan, onlardan boş kalan ‘‘mevki’’lerin hepsini ülkenin en iyi oyuncularıyla dolduran ve Avrupa şampiyonu olup herkese ders veren bir takım? Başbakanlık Müsteşarı Dinçer 3 Başbakanlık Müsteşarı Ömer Dinçer’i çoğu yurttaş tanımaz... Yurttaş, Başbakan RTE’yi televizyonlarda görür... Başbakan ve Müsteşarı... Peki, kim bu Ömer Dinçer?.. ? Soruya yanıt vermeden önce Başbakanlık Müsteşarı’nın ne demek olduğunu açıklamakta yarar var; yasa şöyle yazıyor: ‘‘Müsteşar, Başbakanlık Teşkilatı’nın Başbakan’dan sonra üst amiridir...’’ Devlet ve bürokrasi Başbakanlık Müsteşarı’nın avucundaki çizgiler gibidir; bugün her şey Ömer Dinçer’in elindedir... Peki, kim bu kişi?.. Kişiyi kendi ağzından tanımak en gerçekçi yöntem değil mi!.. Öyleyse Ömer Dinçer’i 1995’te yaptığı ve bugün de altına imza atabileceğini söylediği konuşmasından aktaracağımız tümcelerle tanıyalım. ? Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Başbakanlık Müsteşarı diyor ki: ‘‘ İslam bir hayat tarzıdır ve hayatın bütün yönlerini kapsayan bir ‘sistem’dir... Modern devletin bizlere birtakım dayatmaları olmuştur... ...Türkiye Cumhuriyeti’nin başlangıçta ortaya koyduğu bütün temel ilkelerin, laiklik, cumhuriyet ve milliyetçilik gibi birçok temel ilkenin yerini daha çok katılımcı, daha ademi merkezi, daha MÜSLÜMAN BİR YAPIYA devretmesi zorunluluğu ve artık bunun zamanının geldiği düşüncesini taşıyorum”. ? Peki, bu amaca ya da bu hedefe nasıl ulaşılacak?.. Başbakanlık Müsteşarımız yöntemi açıklıyor: ‘‘ Türkiye’deki kültürel öncelikli İslami hareketlerle siyasi öncelikli İslami hareketlerin karşılıklı ilişki ve etkileşimleri yeniden tanzim edilmelidir. Eğer bu iki hareket bütünleşmiş bir halde devam ettirilebilirse Türkiye’de İslamın hiçbir ülkede görülmemiş bir temel üzerinde gelecek vaat ettiğini ifade edebiliriz.’’ Ve Müsteşar Dinçer sonunda diyor ki: ‘‘ Ancak iktidara gelmek yolun sonu değildir. Yeni bir başlangıçtır. İktidara gelince yapılması gerekenler bitmiş gibi düşünülürse, İslam iktidara geliş aracı gibi kullanılmış, istismar edilmiş gibi olur. İktidara gelince de, tüm dünya Müslüman olsa da, düşmanlara karşı üstünlük sağlansa da, Müslümanın kavgası münkire, harama, kötüye karşı devam eder.’’ ? Hedef, amaç, program, strateji gayet açık seçik... Dile getiren kim?.. Tüm yetkileri elinde toplayan Başbakanlık Müsteşarı!.. Peki, bu durumda Cumhuriyet’in işlevi nedir, ne olacak?.. Yarın bu konuyu sürdüreceğiz... Prof. Dr. Kemal ÖNEN iderek siyasalsosyal yaşam ve de rejim bakımından sorunların oluşturulduğu, sıkıntılı boyutlara ulaştığı, toplumda kutuplaşmaların kışkırtıldığı ortada. Siyasal kurumlar gibi bir kısım medyada da (yazılı ve görsel) aynı tutum gözleniyor. Karşılıklı eleştiriler, suçlamalar/savunmalar, açık seçik ya da demagojik üslupla sürüp gidiyor. Açık veya örtülü bir çatışma yaşanıyor. Sorunların başlıcası; toplumun önemli bir bölümünün benimsediği ve özümsediği laik (seküler) çağdaş düzenin ve buna dayalı siyasal rejimin geleceğine ve yönüne ilişkin kuşkudur. Satır başları ile sadece bazı olaylar, gözlemler ve girişimleri hatırlatarak analiz olasıdır. 1 Laikdemokratik parlamenter cumhuriyetimizde, ulusal/toplumsal yararı ve getirisi bulunmamasına, sadece kişisel ve sübjektif tercih olmasına karşın; tesettürü (örtünme), siyasal/toplumsal bir misyon veya amaçmış gibi ve de saplantı halinde laik kurumlara da dinsel simge gibi sokma tutkusu sürdürülüyor. Aslında sokakta, evde, çarşıdapazarda özetle günlük yaşamda hiçbir kadının ve de erkeğin giyimine kuşamına karışan yok. Kadınlara yönelik olarak; yorumlara açık yönleri bulunduğu birçok din bilimcisinin de belirttikleri dinsel öğütleri, uzun çağlar boyunca oluşmuş toplumsal evrime ve değişimlere karşın inatla öne çıkarma tutuculuk hatta gericiliktir. Zamanla her şey gibi giyim kuşam da değişiyor insan toplum G K Ş larında. Ama, değişmemesi gereken insanın iffetidir. Kuran’da; ‘‘Takva (*) elbisesi en hayırlı elbisedir’’ denilmektedir (Araf 26). Dindarlığı, tesettüre, giyim kuşam şekline indirgeme, düşün’ü öğütleyen İslama uyar mı? 2 Diyanet İşleri örgütünün kutsal İslam dinini; hurafelerden, fanatizmden arındıracak, onun özellikle düşünsel ve ahlaksal amaçlarını öne çıkaracak girişim, öğretim ve eğitim amacı önde iken; ‘‘aile içi sorunlara danışmanlık’’ gibi garip, dayanağı yetersiz görevlere yönelmesi hurafeci girişimlere açıktır. Nitekim bu hemen beliriverdi, hatta doktoralı(!) bazı din bilginlerinin(!) incilerini ibretle okuyoruz. Bunlar buzdağının görünen kısmıdır. Bu tür demeçler, vaazlar, fetvalar(!) ‘‘İslamiyeti adeta efsaneler üzerine kurulmuş bir din gibi gösterdiğinden’’ doğrudan doğruya İslamiyete karşı sakıncalı yaklaşımlar değil de nedir? Çok şükür sakıncalarını belirten din bilginlerimiz var. 3 Dinsel ağırlıklı öğretimeğitim düzenini inatla yaygınlaştırma çabalarının gerekli gereksiz ciddi şekilde denetlenmesi olanaksız çok sayıda dinsel kursun açılması girişimleri ve politikalar, bilim çağında tutuculuğa zemin hazırlayan yaklaşımlar değil de nedir? Belli bir gereksinim ve amaca yönelik olarak tesis edilmiş imamhatip eğitim ve öğretimini de bu rotası ve fonksiyonu dışına çıkarmak ona başka hedefler hazırlamak, kuruluş nedenlerine uyar mı? 4 Tüm laik devlet kurumları ve sosyal/bi Yobaz Saldırılar ve Toplum Coşkun ONGUN umhuriyet’in 18.08.2006 günlü sayısında Yobaz Saldırısı başlıklı haberin içeriği şu satırlarla okuyuculara aktarılıyordu: İzmir’in tatil beldesi Karaburun’da tatilcileri bir süredir bakışları ve sözleriyle taciz etmekte olan gericiler, sonunda fiziksel saldırıya geçti. Hürriyet gazetesi muhabirlerinden Gülden Aydın’ın kızı Ceren Aydın, ‘Bikini giyen pislikleri istemiyoruz. Gideceksiniz buralardan’ diyen 4 haşemalı erkek ve 10 tesettür mayolu kadının saldırısına uğradı.’’ Cumhuriyet’teki haberden birkaç gün önce de bir siyasi parti lideri, Türkiye’nin gizliden gizliye şeriat sistemine dönüştürüldüğünü, Başbakan’ın biraz bekleyin, sözlerinin de buna işaret ettiğini ifade etmekteydi. Doğrusunu isterseniz toplumun belli bir süreden beri bir yerlere doğru sürüklendiğini anlamak için bu tür somut belirtilere gerek yoktu. Adı C DOSYA NO: 2006/11 MÜFLİSİN ADI, UNVANI ve ADRESİ: E 2 TEMİZLİK HİZMETLERİ TURİZM TEKSTİL GIDA VE EMLAK SANAYİ TİCARET LTD.ŞTİ. Ali Sami Yen Sokak Orman Apt. Dükkan No: 4 Gayrettepe Şişli İstanbul Yukarıda unvanı yazılı müflisin masasında hiçbir mal bulunmadığından İİK’nun 217. maddesine göre tasfiyenin tatiline, işbu ilan tarihinden itibaren bir ay içinde 3.750.00 YTL masraf avansı peşin verilip tasfiyenin devamı talebinde bulunulmadığı takdirde iflasın İİK 254. maddesine göre kapatılacağı hususu ilan ve tebliğ olunur. 07/09/2006 Basın: 44744 İSTANBUL İKİNCİ İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN TASFİYENİN TATİLİNE DAİR İLAN Uğur Mumcu olan bir mahallede bile bir kuaför salonunun camında türbanıyla gülümseyen bir kadının resmi duruyor. Resmin hemen altında da ‘‘Tesettür yerimiz açılmıştır’’ yazısı. Eskiden kapanmak ayrıksı bir durumdu. Şimdiyse başı açık olmak ayrıksı bir durum haline geldi. İçimizden kimilerinin hadi canım sen de, ‘‘o kadar da’’ değil dediğini duyar gibiyim. Keşke ‘‘o kadar’’ olsa. Daha da fzlası. Bazı yerlerde başı açık dışarı çıkmak, yaz aylarında kısa kol giyinmek cesaret istiyor. Bu söylediklerime Kadıköy, Beşiktaş ya da Taksim’e bakarak değerlendirirseniz yanılırsınız. Bu konudaki görüşlerimin doğruluğunu anlamak için biraz iç taraflara, Gaziosmanpaşa’ya, Bağcılar’a, Tuzla’ya ya da Eyüp tarafına gitmenizi önereceğim. Kâğıthane’yi, Fatih’i, Sultanbeyli’yi saymıyorum bile. Bugünlerde Kadıköy ve Taksim gibi yerlerde ki mi gençler, ellerinde kalemlerle imza topluyorlar. ‘‘Yılın Faşisti’’ni seçiyoruz veya şu yazar yargılansın diye. Biri de çıkıp bu gençlere demiyor ki, yazarları yargılamakla Cumhuriyet ve Atatürk korunmaz. İmza toplayarak boşa harcadığınız zamanı, Atatürk’ü Sultanbeyli’de oturan bir vatandaşa anlatmakla geçirirseniz daha dişe dokunur bir iş yapmış olursunuz. Bir kadın dahi, türbanın erkekler tarafından kendilerine dayatıldığının ayardına varır da aydınlanmaya aklını ve başını açarsa bu, ülkenin geleceği için bir kazanımdır. Anımsanacağı üzere, yıllar önce bir belediye başkanı, şeriatı bir anda şırıngayla vücuda batırmayacağız. Çikolataya sarıp topluma sunacağız demişti. Şimdi siyasi iktidar ‘‘Bekleyin, sabredin’’ diyor. İki üslup arasındaki benzerlik dikkatinizi çekiyor mu? Kötü haberler bununla sınırlı kalsa iyi. Tektanrılı dinlerin kaynağının Sümerlere dayandığını belirten, bunu bizzat Sümer tabletlerini çözerek kanıtlayan, dünyanın sayılı Sümerologlarından 90 yaşını aşmış güzel bir genç kız olan Muazzez İlmiye Çığ’a Beyoğlu Savcılığı’ndan dava açılmış. Çığ, eserlerinde türbanın ilk kez Sümerlerde genel kadınlar tarafından kullanıldığını belirttiği için yargılanacakmış. Binlerce yıl önce yaşamış ve Cumhuriyet’in ilk yıllarında saygıyla yâd edilen, bu nedenle adları bir fabrikaya verilen bir uygarlığı, yine o laik cumhuriyetin mahkemelerinde yargılayacağız. Ne acı değil mi?.. Tüm bu yaşananlar karşısında Atatürk’ün aydınlanmacı ilkelerine her zamankinden daha fazla sahip çıkılmalı, çevremizde gelişen olaylara karşı daha dikkatli olmalıyız. Yoksa bugün yaşadıklarımızı bile arar hale gelebiliriz. ‘‘Bikinili pislik’’, istemiyoruz deyip genç kızların göğüslerini sıkanlar, gün gelir insanların boğazını sıkarlar. TC KADIKÖY İFLAS MÜDÜRLÜĞÜ’NDEN SIRA CETVELİ İLANI Dosya No: 2006/5 Müflisin Unvanı: Erdem Elektronik Sanayi ve Ticaret Ltd. Şti. Kavacık Mevkii, Rüzgârlıbahçe Mah. 647 Sk. No.21 D. 1 Beykozİstanbul Müflis masasında masaya kayıt edilen alacaklarla ilgili olarak İİK. 206 ve 207. md’leri gereği, alacakların tahkiki işlemi ikmal edilerek tanzim edilen sıra cetveli incelenmek üzere daireye bırakılmıştır. İİK. 235. md’si gereği alacağın esasına dair itirazların Asliye Ticaret Mahkemesi’ne 15 gün içinde, sıraya dair şikayetlerin 7 gün içinde İcra Hakimliği’ne yapılması gerekmektedir. Alacağı kısmen veya tamamen reddedilen alacaklıların ikinci alacaklılar toplantısına katılabilmeleri için, İİK. 235. md’si gereği kayıt kabul davası açtıkları mahkemeden alacakları ikinci alacaklılar toplantısına katılması kararını dosyaya ibraz etmeleri gerekmektedir. Keyfiyet İİK.232235. maddeleri gereği ilan olunur. Basın: 44820 CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle