19 Mayıs 2024 Pazar English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
14 EYLÜL 2006 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Sinop’tan Artvin’e kadar ‘kıyı’ bırakmayan yola direnenler ‘azınlık’ta kaldılar 15 ODAK NOKTASI AHMET CEMAL Karadeniz’in onurunu savunanlar elmiş geçmiş en büyük çevre katliG amlarından birini yaratan ‘Karadeniz Kıyı Yolu’ için gecikmiş bir dizi yayımlandı... Anadolu’nun kuzeyini ‘kıyısız’ bırakmanın 10 yıllık tahribatını, Milliyet’te Şükran Çakmak’tan okuduk; Bünyamin Aygün’ün fotoğraflarından ‘hüzün’le izledik... (26 Temmuz 2006) Bu çarpıcı dizinin ‘gecikmiş’ olmasında elbette ki yazarının günahı yok. Eğer ‘medyamızı yönetenler’ yaklaşan ‘cinayet’i durdurmak için ta 1990’larda düzenlenen ‘yöresel etkinlikler’e önem verselerdi; bugünkü iç karartıcı görüntüler olabilir miydi? Siyasilerin ‘‘halkın rüyası gerçekleşiyor’’ sözleri yerine, duyarlı kesimlerin ‘‘Bu katliamı başlamadan durdurun; başka çözümler de var...’’ çağrıları manşetlere çıkabilseydi; emin olun kıyılara göz dikmeyen bir proje üretilebilirdi. Oysa denizin doldurulması için ‘‘yeşil vadilerin bile dinamitlenmesi’’ne karşı çıkanların haykırışları, ‘medya’ olmayan bazı gazetelerin dışında hemen hiç umursanmadı. O kadar ki başbakanların ve bakanların sadece ‘usulsüz ihale’den ötürü değil; ‘‘Karadeniz’i kıyısız; halkını denizsiz; vadilerini yeşilsiz bırakmak’’ suçuyla da ‘Yüce Divan’a gönderilmeleri gerektiğini belirten Mimarlar Odası’na bile aldırılmadı... Sonuçta Karadeniz için şimdi ancak ‘ağıt’ yakılabiliyor. Bazı yerleşmelerdeki ‘son çırpınışlar’ olarak korumaya alınan doğal ve kültürel miras bile ‘‘Yolun devamlılığına engel olunmasın’’ denerek gözden çıkartılıyor... Özel Tiyatrolara Devlet Yardımı Konusunda ‘‘Aykırı’’ Bir Yazı (2) Geçen haftaki yazımda belirttiğim gibi, özel tiyatrolara proje desteği öngören yönetmelik 1982 yılında çıkartılmıştı. Bu ‘‘destek’’ yönetmeliği, 1982’den bugüne uzanan süreçte doğrudan özel tiyatrolarca, bu tiyatroların neredeyse olmazsa olmazına, varlık koşuluna dönüştürüldü. Özellikle son yıllarda her yeni tiyatro sezonunun başında, bu yardımın gecikmesi üzerine özel tiyatrolarca sergilenen ve hemen hepsi belgelenmiş tepkiler, bunun kanıtlarıdır. Özel tiyatroların büyük çoğunluğunun bu ‘‘genişletici’’ yorumu sonucu, sözü edilen yönetmeliğin çıkarıldığı 1982 yılı, altmışlı ve yetmişli yıllarda ülkemizdeki özel tiyatrolarca gittikçe daha doyurucu noktalara ulaştırılan politik tiyatro’nun sonunun başlangıcı oldu. Kendilerine devlet yardımı sağlanmadığı takdirde perdelerini çok zor açabileceklerini ya da hiç açamayacaklarını açıkça söylemekten çekinmeyen, ilgili yönetmeliğin çıkışından bu yana uygulamalarındaki neredeyse tüm aksaklıkların ve eksikliklerin nedenlerini sağlanan devlet desteğinin yetersizliğinde aramayı alışkanlığa dönüştüren özel tiyatrolar, böylece devlete ve hükümetlere resmi politikaları tiyatrolarında eleştirmeme yolunda açık ya da örtük biçimde söz vermiş oldular. ‘‘Sen beni parasal olarak destekle ki, ben seni eleştireyim!’’ tarzında bir söylem, hiçbir iktidar makamına karşı yöneltilemeyeceğinden, yöneltilse de etki doğurmayacağından, sonuç zaten daha baştan belliydi: Ülkemizde devletin tiyatrolara proje desteğini kendilerinin varlık koşuluna dönüştüren tiyatrolar arasında yer alan özel tiyatrolar, yürürlükte olan düzen karşısında eleştirel, yani politik bir tutum alma gibi, Aiskhilos’un ‘‘Persler’’inden bu yana tiyatro tarihinde hep tiyatroyu tiyatro olarak var eden koşul diye kabul edilmiş bir tavrı bir yana bıraktılar. ??? Bugün, özel tiyatrolara devlet desteğini öngören yönetmeliğin yürürlükten kaldırılmış olması karşısında, bu desteğin özel tiyatrolar için bir varlık koşulu olduğu yolunda tepki verenlerin safında, tiyatro tarihinin yukarıda sözünü ettiğimiz gerçeğini herkesten iyi bilmeleri gereken değerli tiyatro akademisyenlerinin de bulunması, gerçekten üzücüdür. Öte yandan konservatuvarların tiyatro bölümlerinin ağırlıklı olarak artık ‘‘sağlam düşünsel temeli bulunan tiyatro insanı yetiştirmek’’ hedefini çoktandır bir yana atıp, salt oyunculuk okullarına dönüşmüş oldukları gerçeği karşısında, kimi tiyatro akademisyenlerinin tiyatronun politik niteliği gibi bir ayrıntıyı(!) bir yana bırakıp, yalnızca oyuncuları ve ‘‘oyunları’’ ayakta tutacak devlet desteğini, bu destek tiyatro sanatını ‘‘muhalifliğinden’’ yoksun kılsa bile, savunmaları belki doğal karşılanmalıdır. 1982’den günümüze uzanan yirmi dört yıllık süreç boyunca, bu ülkenin 12 Eylül faşizmiyle başlayıp günümüzdeki din devleti kurma çabalarında yoğunlaşan yakın tarihinin, böyle bir gelişimi sahnelerde eleştirmeyi en doğal misyon saymaları gereken özel tiyatrolarımızın gündeminde ne ölçüde yer alabildiğini sorgulayacak bir bilimsel araştırma, gerçekten çok anlamlı ve önemli olabilirdi! Bu yirmi dört yıl boyunca, tiyatroda politikliği asla yitirmeme kaygısıyla devlet desteğini ya hiç talep etmeyen ya da talep etse bile, yoluna bu destek olmaksızın da devam edeceğini açıkça belirten ve eden! çok az sayıdaki tiyatronun dışında kalan özel tiyatrolar, ‘‘düşünsel’’ çabalarını her yıl ülkenin giderek daha çalkantılı konuma gelen gündemini repertuvarlarında nasıl ele alacaklarından çok, her yılın ekim ya da kasım aylarında, özel tiyatrolara devlet desteğinden düşen payların açıklanmasıyla birlikte sergilenen birbirinden düzeysiz tartışmalara hangi ucundan katılabilecekleri noktası üzerinde yoğunlaştırmakta sakınca görmemişlerdir! Böylece ortaya çıkan itibar kaybının tüm sorumluluğu, bu duruma çanak tutan özel tiyatrolara aittir. Yineliyorum: Yalnızca tiyatroya değil, tüm sanatlara destek sağlamak, her devlet açısından sadece bir uygarlık göstergesidir. Ancak ülkemizdeki uygulama bundan sonra da böyle sürüp gidecekse, özel tiyatrolara devlet desteğinin kalkması, bu tiyatroların tiyatro olarak misyonlarının bilincine bir kez daha varmaları için ancak yararlı olacaktır! eposta: [email protected] [email protected] BELGELENEN GERÇEKLER Çakmak gözlemleri, Sinop’tan Rize’ye bu cinayete ‘dur’ demek için mücadele eden ‘Karadenizli direnişçiler’i belgelemesi açısından da özel bir değer taşıyor. Örneğin, Fırtına Vadisi’nde, kıyı dolgusu için açılan taş ocaklarına karşı hukuk mücadelesi verenler, önemli gerçekleri de açığa çıkartıyorlar... Davaların avukatı Yakup Okumuşoğlu’nun söylediklerinden anlıyoruz ki, Çevre ve Orman Bakanı Osman Pepe’nin, taşocaklarının ‘ÇED Yönetmeliği dışında’(!) tutulmasını öngören genelgesi yüzünden, katliam daha da artmış durumda... Kıyısını bu yola kaptırmayan tek il olarak tarihe geçen Ordu’da ve Ünye ilçesinde ise 1990’larda başladıkları kitlesel direnişleriyle bu sonucu sağlayanları ‘çevre kahramanları’ ilan etmek gerek. BolamanPerşembe yolu, sivil toplum örgütlerinin itirazları ve alternatif projeleri üzerine dağlara doğru çekildi. Dahası, kıyıda 42 km. yerine, karada 27 km’lik yol yapılıyor; maliyet de 1.2 milyar dolardan 411 milyona inmiş... Milliyet’te Şükran Çakmak’ın dizisiyle Karadeniz’deki ‘yol skandalı’ ayrıntılarıyla belgelendi (solda altta). Karadeniz’de artık ‘kıyı ve kumsal’ yok, yüzlerce kilometre asfalt ve deniz var... En ‘kârlı’sı deniz dolgusu rabzon’da da kıyı parkı; çay bahçeleri ve T yürüyüş parkurları bulunan ‘Beşirli’ mesiresi artık yok. Trabzon Çevre Kültür Girişimcilik Derneği, bu planı onaylayan Belediye Meclisi kararına dava açmıştı. Yargının ‘iptal’ kararına rağmen, aynı meclis, aynı planı yeniden kabul etti. Şimdi yol inşaatı sürüyor; hukukun ‘dur’ emri ise dosyada bekliyor... Giresun’da da Prof. Dr. İlyas Yılmazer’in tasarladığı ‘güneyden 3 tünelli yol’ seçeneği umursanmadı; Arıdurak Burnu’na önerdiği tünel geçişine 50 bin dolar kamulaştırma parası ödemeyen Karayolları, denizi doldurmak için 5 milyon dolar harcadı... Karayolları’nın ‘dayatma güzergâhlar’ından kurtarılabilen kimi yerler de bu esenliklerini Trabzon Koruma Kurulu’nun SİT kararlarına borçlular. Örneğin yine Giresun’a bağlı Eynesil, Bulancak, Piraziz, Keşap, Görele, Espiye yol kurbanları olurken, sadece Tirebolu ancak SİT ilanıyla ‘kıyı’lı kalabildi... Bunun üzerine Karayolları, yolu denize kaydırmak isteyince, Prof. Dr. Cengiz Eruzun başkanlığındaki koruma kurulu denizi de SİT sınırlarına katıverdi... Böylece Tirebolu’da yol artık tünelden geçiyor... Karadeniz direnişinin destansı bir örneği de Fındıklı’nın Aksu beldesinde yaşanıyor. Buradaki SİT ilanını ‘‘daha güzel yerler bile yol oldu’’ diye mahkemeye veren Karayolları’na, yargının yanıtı özetle şöyleydi; ‘‘o halde ‘elde kalan’ı korumak gerek’’... Bu ders verici ‘ret’ kararına rağmen yol inşaatı durdurulmamış; bakanlığın ‘‘Yargı kararına uyun’’ uyarısı bile dinlenmeden köyün önüne 7 m. yükseklikte duvar çekilivermişti... Böylesi pervasız bir ‘hukuk dışı’ süreçte çevrecilerin avukatı Cihan Eren öldürülmüş; hatta ‘üyeleri değişen’ koruma kurulu da SİT kararını kaldırıvermişti... Yargının SİT ilanını yeniden geçerli kılması üzerine, Aksu Muhtarı Musa Kazım Özçiçek ile Av. Cihan Eren’in kızı Zeliha Eren, Karayolları Genel Müdürü Cahit Turhan’a başvurarak dediler ki: ‘‘Mahkeme kararına aykırı inşaatın zararları ağır kişisel kusurunuz nedeniyle ilerde şahsınızdan talep edilecektir...’’ Bakalım bu ‘uyarı’ya ne denilecek ve Karadeniz’in kalan son güzellikleri nasıl kurtarılabilecek... o varsa, de n e b , ı m m ı y ola ı, ayaksız bu ses, be Alaysama ve gerçeklik PORTRE NECMİ ZEK am adı Necmi Ersin Zekâ olan yazar, Aytaç Antmen imzasını da kullandı. İstanbul Alman Lisesi’nden sonra Boğaziçi Üniversitesi’nde siyaset bilimi öğrenimi gördü. Yurtdışında yüksek lisans ve doktora çalışmaları yaptı. Yabancı dil öğretmenliği, çevirmenlik, reklamcılık yaptı, üniversitede araştırma görevlisi oldu. Zekâ’nın ilk şiiri ‘Şehrin Dağlarında Üzüntü’ 1978’de Semaver dergisinde yayımlandı. Şiir ve yazıları Sanat Olayı, Defter, Varlık, Argos dergilerinde yer aldı. Şiir kitapları ‘20 Ş.’(1994), ‘Roma’ya Varış’(1995), derleme, çeviri ve diğer türlerde kitapları arasında ‘B. Almanya’da Alternatif Hareket’(1985), ‘Postmodernizm’(1990) sayılabilir. am nden, ban , bu hayret r p kö ü ır, klifsiz kah iyle te , n a y e b ir bas bas iraz, eskinin tab n, b başında vuşuk, en kanatsız a k e ğ li im kad pek kol enin ve kâs k i bell âse mı bu bükük fakr u zaruret ga ARİF DAMAR , so ereye diye ibe n , y a p ir b k , u ta i m k k e o d y iir yayımlayan edebiyat dergiran, göz , yüzül ıran d n a y , lerinden: Akatalpa, Andız, Berfin n a p k var ya, ya meyen o deryaka i Bahar, Deniz Suyu Kâsesi, Dize, ndin var ya, ke pçe t, a ıf s , Evrensel Kültür, Hayal, İle, Kitap lık, e n tane ta nen, kele cisim eyle derecek, bu Lacivert, Mavi Dergi, Sözcükler, Şiiri asılsa, n r r e la h u k ı, Özlüyorum, Tavır, Tay, Ünlem, Yasaky m u alaklı olmayan d meyve, Yazılıkaya ve Yedi İklim’in ? ? ? ka, o y a d r Temmuz ve Ağustos 2006 sayılarında a v ayayım, damağım , yer alan şiirleri okudum, inceledim. artık bakm im il d , dilek n tü Ve Necmi Zekâ’nın Yasakmeyve ü b s ü b beni ıkarsın dergisinin Temmuz Ağustos 21. vereyim... siz güne, ç ıtsız ku sayısında yayımlanan üç şiirinden kay panayım, tsuz kalıp (birbirinden güzel) ‘‘O Varsa Ohayran, ka yu dan, layım Ben de’’ adlı olanını Ayın Şiım ş a b ir b , bu hdit te e iri olarak değerlendirdim. Necmi im ğ usanayım li dir ım, y a Zekâ’nın şiir ya da başka bir konuda ıl k , in s rin, ver n, kendimin kitabı var mı? Bilmiyorum. Yalnız her bir fik olsu çok iyi İngilizcesi olduğunu biliyo??? kakal a rum. Şiirlerini dergilerden izliyob m e h , yaratmış im rum. Seçtiğim şiirinde dil yönüno bir çiçek ayır, kırıverir eller b h ğ den uzaktan uzağa Metin e a p d m m e h he yaratmış, peh peh Eloğlu’nu çağrıştıran bir anlatımı o bir saat n olduğunu söyleyebilirim. te ze kalbimi gö urnaz, m e h Yine de Metin’de olmayan , li n e kk dik cıvıl, a pe ar da... a başka bir gerçeklik barındırdığı , k u c o ç ib a k görülüyor. Alaysamayı dozunda kullanıyor, ustalıkla. Kimi K o varsa... Necmi ZE yazarlar (ilk aklıma gelen Ataol Behramoğlu) son yıllarda yazılan şiirleri pek beğenmi T Ş yor. Ben Ataol’un düşüncelerini paylaşamıyorum. Örneğin küçük İskender, Seyhan Erözçelik, Haydar Ergülen güzel şiir örnekleri veren şairlerimizden hemen aklıma gelenler. Hele Haydar Ergülen’in düzyazıları bile şiirsel bir tat bırakıyor okuyanda. Bu yazıları okurken ‘‘Yahu! Bu adam şiirlerini bol keseden böyle harcıyor!’’ diye içimden geçiriyorum. Söylediğim gibi, Necmi Zekâ konusunda hiçbir bilgiye sahip değilim. Gazetemiz araştıracak, okurları kendisiyle ilgili bilgilendirecektir. Bana, yazdığı güzel şiirler için onu kutlamak kalıyor. Dünyaca ünlü fotoğrafçıların ve küratörlerin sergi ve projeleri Darphanei Amire’de sergilenecek Türkiye’nin ilk fotoğraf bienali ? İFSAK, 20 yıldır düzenlediği ve Türkiye’nin en büyük fotoğraf etkinliği olan İstanbul Fotoğraf Günleri’ni yeni bir boyuta taşıyarak 15 Eylül31 Ekim tarihleri arasında Türkiye’nin ilk fotoğraf bienalini gerçekleştiriyor. Kültür Servisi İFSAK (İstanbul Fotoğraf ve Sinema Amatörleri Derneği), 20 yıldır düzenlediği ve Türkiye’nin en büyük fotoğraf etkinliği olan İstanbul Fotoğraf Günleri’ni yeni bir boyuta taşıyarak 15 Eylül31 Ekim tarihleri arasında Türkiye’nin ilk fotoğraf bienalini gerçekleştiriyor. 1. İFSAK Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali, Türkiye’deki ve yurtdışındaki dünyaca ünlü fotoğraf sanatçılarının ve küratörlerin sergi ve projelerine ev sahipliği yapacak. Fotoğraf bienalinin ana mekânı Tarihi Darphanei Amire binaları. Ancak vapurlar, parklar ve meydanlar gibi pek çok kamusal alanda da fotoğraf bienali gerçekleştirilecek. Böylece fotoğraf bienali, tüm İstanbulluların erişimine açık bir sanat etkinliği haline gelecek. ‘Kent: Kaos ve Büyü’ temasıyla yapılacak ‘İFSAK 1. Uluslararası İstanbul Fotoğraf Bienali’nde dünyaca ünlü Rus fotoğrafçı Gueorgui Pinkhassov’un Japonya’da çekilmiş sıra dışı fotoğraflarından oluşan ‘Sightwalk’ sergisi yer alacak. Rus fotoğrafçı Alexander Rodchenko’nun sergisi de, Moskova Fotoğrafevi işbirliğiyle Karşı Sanat Çalışmaları Galerisi’nde 328 Ekim tarihleri arasında sergilenecek. Sergi, Rodchenko’nun hayatına ışık tutacak. KARS KİTABI OKTAY EKİNCİ Doğunun Uygar Kenti; Kafkasya’nın Anadolu’daki Kültür Elçisi için, “Kimlikli Gelecek Yürüyüşü”nün Kitabı ŞEHİR HAYALİ, HAYALİ ŞEHİR Bu ilk fotoğraf bienali kapsamında, birden fazla küratörün ürettiği projelere yer verilecek. Haluk Çobanoğlu küratörlüğünde hazırlanan ‘Şehir Hayali, Hayali Şehir’ projesi, fotoğraf bienalinin önemli projelerinden biri. İDO’nun fotoğraf bienaline tahsis ettiği Barış Manço Şehir Hatları Vapuru’nda düzenlenecek olan sergi, kaos içinde yolunu bulmaya çalışan kentleri fotoğraflayan, dünyanın dört bir yanından önemli fotomuhabirlerini ağırlayacak. Halen İngiltere’de yaşayan fotoğraf sanatçısı Vehbi Koca’nın küratörlüğünde İngiltere’den bir grup fotoğrafçı ise, ‘Kent: Kaos ve Büyü’ temasını işleyen fotoğraflarıyla ve video çalışmalarıyla Türkiye’deki sanatseverlerle buluşacak. Sergide, Vehbi Koca, David Bate, Mark Doman, Mitra Tabrizian, Anna Sherbany ve Bianca Kadic’e ait çalışmalar bulunacak. kitapçılarda Anahtar Kitaplar 0 212 526 89 1718 www.anahtarkitaplar.com CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle