25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
12 EYLÜL 2006 SALI CUMHURİYET SAYFA HABERLER 9 Genelkurmay Başkanı Orgeneral Evren’in başkanlığındaki ‘Milli Güvenlik Konseyi’ 26 yıl önce bugün yönetime el koydu 12 Eylül unutulmasın ? 1960’lı yıllarda başlayan toplumsal muhalefete 1971’de ‘‘Balyoz Harekâtı’’yla yanıt verilmişti. 12 yıllık durgunluktan sonra tüm ülkede yeniden öğrenciler, emekçiler sokaklarda, köylüler yollardaydı. ? İkinci darbe, muhalefetin çapı ölçüsünde şiddetli ve vahşiydi. Ülkenin gençleri, emekçileri, aydınları, sanatçıları, sendikacıları işkencelerden geçirildi, cezaevlerine dolduruldu. Bol gelen demokrasi elbisesi daraltılarak ülke mengenede boğuldu. HATİCE TUNCER 12 EYLÜL VE ÜNİVERSİTELER ‘Sessizlik yozlaşmayı getirdi’ Darbenin gerekçelerinden biri de ülke bütünlüğünü korumak olarak sunuluyordu. Ancak ağır baskı günleri geçtikçe darbenin nedenleri dile getirilir oldu. parlar. 12 Eylül 1980 günü Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren’in başkanlığında, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Nurettin Ersin, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Nejat Tümer, Hava Kuvvetleri Komutanı Tahsin Şahinkaya, Jandarma Genel Komutanı Sedat Celasun’dan oluşan ‘‘Milli Güvenlik Konseyi’’ yönetime el koydu. Toplumun her kesiminin belki de birleşip lanetlediği tek nokta o kapanmak bilmeyen ‘‘karanlık sayfa’’yı açtılar. Darbenin gerekçeleri konseyin 1 numaralı bildirisinde, ‘‘Ülke bütünlüğünü korumak, milli birlik ve beraberliği sağlamak, muhtemel bir iç savaşı ve kardeş kavgasını önlemek, devlet otoritesini ve varlığını yeniden tesis etmek, demokratik düzenin işlemesine mâni olan sebepleri ortadan kaldırmak’’ diye sıralanıyordu, ama ağır baskı günleri geçtikçe darbenin gerçek nedenleri dile getirilir oldu. 1961 Anayasası’nın sağladığı hak ve özgürlük elbisesi bol geliyor ve biraz daraltmak gerekiyordu. IMF ile Dünya Bankası’nın istemleri doğrultusunda alınan ‘‘24 Ocak Kararları’’nı bu koşullarda uygulamak zordu ve Türkiye ekonomisinin hâkim sermaye sınıflarının durumlarını değiştirmek gerekiyordu. Türkiye’de ABD emperyalizminin, uluslararası sermayenin istemlerine uygun olarak yapısal bir değişim uygulanmalıydı. Toplumun ‘‘darbe’’ gerekliliğine inanması, mezhep kavgası kışkırtmaları, katliamlar, toplumu sarsan suikastlarla ürkütülerek sağlandı. Süleyman Demirel’in başbakanlığında kurulan 1. ve 2. Milliyetçi Cephe hükümetleri sırasında olaylar tırmanışını sürdürdü. Kendilerini ülkücü diye adlandıran faşist militanlar, devlet içindeki uzantılarıyla devlet bazı kurumlarını kullanarak, darbeye giden yolu açtılar. 1 Mayıs 1977 katliamı, 16 Mart 1978’de İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin taranması, Ağustos 1979’da Ankara’da 7 TİP’li gencin öldürülmesi, 1979’da Çorum, Maraş, Sıvas AleviSünni savaşı görünümü verilen kıyımlarının yanı sıra bugün acısı hâlâ duyulan ülkenin değerli aydın, gazeteci ve yazarları katledildi. 1 Şubat 1979’da gazeteci Abdi İpekçi, 1980’de yazar Ümit Kaftancıoğlu,TEP yöneticisi Vecdi Özgüner ve eşi Türk Tabipleri Birliği yöneticisi Sevinç Özgüner, DİSK Başkanı Kemal Türkler katledildi. OPLUMSAL ÖRGÜTLENMEYE SON Parlamento ve hükümeti fesheden MGK, tüm yurtta sıkıyönetim ilan etti. Başbakan Süleyman Demirel, CHP lideri Bülent Ecevit ve tüm siyasi parti liderleri, ‘‘zorunlu ikametgâhlarda’’ konuk edildiler. Tüm siyasi partiler, dernekler, sendikalar kısacası bütün toplumsal örgütlenmelerin üzerine şiddetle gidilerek kapatıldı. Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu davasında 1477 kişi yargılandı, sendikacılar cezaevlerinde yıllarca tutuklu kaldı. Barış Derneği davasında ülkenin aydınları, sanatçıları yargılanarak cezaevlerine konuldu. Binlerce genç insan işkenceden geçirildi, sıkıyönetim mahkemelerinde hukuk kuralları hiçe sayılarak yargılanıp, cezaevlerine dolduruldu. Sol Yayınları’nın sahibi İlhan Erdost’un cezaevi aracında dövülerek öldürülmesi, 12 Eylül şiddetinin boyutlarına örnek olarak hafızalarda yer etti. TATÜRKÇÜLÜK MASKESİ Atatürkçülük söylemini kullanan darbeciler, laiklik ilkesini çiğneyerek okullarda din derslerini zorunlu hale getirdiler. Ülkenin sol ve ilerici güçleri ezilirken İslamcı ideolojinin giderek güçlenmesi ve bugünkü dinci iktidara kadar ulaşan, tarikatlarla kuşatılan Türkiye’nin temeli atıldı. 1961 Anayasası’nın getirdiği hak ve özgürlükleri sınırlandıran 1982 Anayasası, antidemokratik bir kampanya sonunda, halkoyuna sunuldu ve çaresiz bırakılıp korkutulan Türkiye, ezici bir oranla evet oyu kullandı. ER YIL TEKRARLANAN BİLANÇO: Her yıl tekrarlanan bilanço: 650 bin kişi gözaltına alındı, işkence gördü. 2 milyona yakın insan fişlendi, işkence gördü. 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. 98 bin 404 kişi örgüt üyeliğinden yargılandı. 21 bin 764 kişi örgüt üyeliğinden hüküm giydi. 14 kişi açlık grevinde öldü. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 144 kişi ‘‘kuşkulu’’ bir şekilde yaşamını yitirdi. 171 kişi işkencede öldü. 7 bin kişi hakkında ölüm cezası istendi. Gazeteciler toplam 3 bin 315 yıl hapis cezasına çarptırıldı. ? Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Yeşildere, ‘‘Darbeci komutanlar üniversiteyi adeta düşman ilan ettiler’’ dedi. Üniversite Öğretim Üyeleri Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Tahsin Yeşildere, 12 Eylül rejiminin üniversiteye ve üniversite içindeki ileri demokrat öğretim elemanlarına yönelik sistemli bir saldırıya geçtiğini ifade ederek ‘‘Üniversitelerdeki sessizlik sadece üniversite sistemini zedelemedi. Toplumsal yozlaşmanın da bir parçası oldu’’ dedi. Yeşildere sorularımıza şu yanıtları verdi: Darbe karşısında üniversitelerin tutumu ne oldu? 12 Eylül öncesi, tüm bileşenleri ile suskun olmayan örgütlenmiş bir çalışanlar topluluğu vardı üniversite içinde. Çalışanlar sendikalarda, öğrenciler fakülte öğrenci dernekleri, asistanlar TÜMAS ve öğretim üyeleri TÜMÖD içinde, yozlaşmış sisteme karşı bir dik duruş sergiliyorlardı. Darbeci komutanlar üniversiteyi adeta düşman ilan ettiler. Komutanlar, İhsan Doğramacı ve onun emir komuta zincirine uyan rektörleri, ilerici demokrat öğretim üyelerini ispiyon ederek hiçbir neden göstermeden birçok öğretim üyesinin üniversite ile ilişiğini kestiler. Meslektaşları üniversitelerden atılırken öğretim üyelerinin çoğunun sessiz kalması, bir kısmının da alkış tutarak bu ayıba iştirak etmesi üniversiteye yakışmamıştı. Sessizlik ülkemizde nelere mal oldu? Tek bir görüş ve düşünce yerine her türlü siyasi yapının ve toplumsal sorunların tartışıldığı bir üniversite; ülkemizin, yakın çevremizin ve hatta dünyanın birçok toplumsal olayına çözüm üretebilirdi. Düşünce ve düşündüğünü ifade etme özgürlüklerinin önü açık olsaydı, bugün tartışabildiğimiz konular çok önceleri tartışılabilir, iç çatışmalar olmayabilir, etnik kavramlar, barış, adalet, hukukun üstünlüğü gibi kavramlar toplumun her kesimine yerleşebilirdi. 12 Eylül 1980 askeri darbesi, yalnızca yıldönümlerinde değil demokrasi, özgürlük, hukuk istemlerinin söz konusu edildiği her etkinlikte değinilmeden geçilmeyen Türkiye’nin‘‘durduruluşunun’’ tarihi. Sendikacılar, siyasi parti, meslek odaları temsilcileri günümüze ilişkin bir sorunu dile getirdiklerinde 26 yıl önceki darbeye gönderme ya PROF. DR. NİHAL SARAN ‘Hukuksuzluk geleneği başlatıldı’ ? Prof. Dr. Nihal Saran devleti yönetenlerin hukuk devletine inanması gerektiğini belirterek, “Yasalarda yazılı olması hiçbir şey ifade etmiyor. Bunu hayata geçirecek, gerçekten insana saygılı insanların yetişmesi gerekiyor’’ dedi. Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Nihal Saran, 12 Eylül’ün hukuksuzluk geleneği başlattığını belirterek ‘‘Bu devleti yöneten insanların hukuk devletine inanması gerekiyor. Yasalarda yazılı olması hiçbir şey ifade etmiyor. Bunu hayata geçirecek, gerçekten insana saygılı insanların yetişmesi gerekiyor. Bence temel mesele bu’’ dedi. Saran’a sorularımız ve yanıtlar şöyle: 1980 sonrası uygulamaları bir hukukçu olarak nasıl değerlendiriyorsunuz? Aslında ben 1980’de İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde öğrenciydim. Yani 12 Eylül hukukuyla getirilen düzenlemelerden biri Yüksek Öğretim Kurumu (YÖK) döneminin ilk mezunlarındanım. Bugün 26 yıl sonra dönüp baktığımızda, aslında 12 Eylül’ün darbe hukuku meşrulaşmıştır. Artık hukuksal anlamda biz 12 Eylül’le getirilen düzenlemeleri tartışamıyoruz. Çünkü onun üzerinden bir demokratik hukuk devleti söylemi üretildi, bir anayasası var. Çünkü dünyadaki hiçbir darbe yönetimimin oluşturduğu hukuk düzeninin meşruiyeti yoktur. Yani biz bugün 26 yıl sonra 12 Eylül’ün hukuksal meşruiyeti olduğunu, ancak siyasi meşruiyeti olmadığını çok açık biçimde söylüyoruz. 12 Eylül’ün hukuku nedir? 12 Eylül hukukunun içselleştirildiği birtakım baskı mekanizmaları hâlâ varlığını sürdürüyor. Örneğin 12 Eylül darbecilerine ve onlarla birlikte iş yapanlara yargı bağışıklığı getiren anayasanın geçici 15. maddesinin ceza ve diğer konularda yargılanamayacakları hükmü hâlâ geçerli. Neden hâlâ bu maddeler kaldırılmıyor? Avrupa Birliği’nin bir yığın demokratikleşme paketinde geçici 15. maddenin bu kalan bölümünün değiştirilmesiyle ilgili hiçbir talep yok. Darbeci ve birlikte idari karar alanların yargılanabilmesi, aslında Türkiye’de bir daha darbe yapılamayacak demektir. Yani geçici 15. madde olduğu sürece hâlâ Türkiye’de darbe riski var demektir. 12 Eylül sürecinde yapılan yolsuzlukların hiçbirinin hesabı sorulamadığı için bugün yolsuzluk devam etmektedir. Öğrenciler, gençler ve her kesimden yurttaş 1973’ten itibaren toplumsal muhalefet sürecinin içine girdi. Toplum kesimleri o günün koşullarında faşizme karşı bir direniş geleneği geliştirdiler. T Darbeciler yargılansın 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can: 78 kuşağı umutlu Türkiye’yi kendisinin kurabileceğine inanan bir kuşaktı ulaştı mı? kın çocukları, 1973’ten itiba78’liler Girişimi Sözcüsü, CAN Darbeciler ilk 3 yılren toplumsal sürecin içine İstanbul DevGenç başkanlada korkunç bir terör uyguladı. girdi. O günün koşulları içerirından Celalettin Can, Ama terörle, katliamla bir sinde faşizme karşı direniş 1981’de yakalanarak uzun sütoplumu denetleyemezsin. geliştiren bir yurtseverlik çizre gözaltında tutuldu. Bir siGençlik terorizmle, anarşizmgisi geliştirmeye çalışan, sosyasi davadan yargılanarak le lekelenmek isidama mahkum tendi. Tek yanlı edilen ve yaklaşık propaganda ile 20 yıl cezaevlerintoplumun adeta de kalan Can, beyni yıkandı. 1999’da tahliye Bizim kuşak yeedildi. 2000 yılınnilmiş devrimin dan itibaren arkaçocuklarıdır. daşlarıyla 78’liler Özalizmle topkuşağını bir araya lumsal ilişkiler getirmek için çaçözülüp bireycilışmalara başlayan lik alabildiğine Can, 78’liler kavgeliştirildi. Marramının kamuoyuka gençliği yarana yerleşmesinde tılmaya çalışıldı. etkili oldu. 78’liler Girişimi, ‘‘Yasak 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, toplumun 12 Eylül ‘‘Bir ağaç gibi tek ve hür ve bir larımız Kalksın’’, darbesi ile yüzleşmesi gerektiğinin altını çiziyor. orman gibi kar‘‘Darbecilere Yargıdeşçesine’’ derdik, orman yok yalizm, devrim perspektifiyle lansın’’ gibi kampanyalarla, edildi. hareket etmeye çalışan, sade12 Eylül’le toplumun yüzleş Neden süreli hesaplaşmace öğrenci değil, toplumun mesini istiyor. 78’liler Girişidan söz ediyorsunuz? bütün kesimlerine yayılmış mi Sözcüsü, ‘‘acılı, yitik’’ kuCAN Yeniden bir toplumbir genç hareketti. Ülke soşağı şöyle anlattı: sal ayağa kalkış, vicdanları runlarına sahip çıkan ve belki 78 kuşağını anlatır mısıuyandırma yürüyüşünü sürdüülkesini ve halkını kendisinnız? rüyoruz. Sol hiçbir şey değilden de çok seven, bütün yaşaCAN 78 kuşağı tarihsel bir diyse bu toplumun vicdanıymını ona göre kurabilen bir kuşak. 60’lı yıllarda başlayan, dı. Darbesiz toplum, darbesiz kuşak. Belki de Cumhuriyet 1971 yılında tırpanlanmasına demokrasi, siyaset ve gelecek tarihinin görebildiği en özverağmen 1973’te yeniden deiçin yürüyoruz. Darbe dündü, rili, en halkına, ülkesine bağlı vam eden bir toplumsal harebiz yarınız. Geleceği kurmak bir kuşak. Türkiye’nin geleceketliliğin uzantısı olan bir kuğinden umutlu ve umutlu Tür için darbecileri yargılamak şak. 68 kuşağının fikirlerinin kiye’yi kendisinin kurabilece zorundayız. Bu yargılama da toplumda tutması sonucunda bugünkü kuşakların tanığı ğine inanan bir kuşaktı. yoksulların, işçilerin, memurolacaktır. Darbeciler amaçlarına ların, öğretmenlerin yani hal NİMET TANRIKULU: A ‘Hak arama bilincini kavradık’ Nimet Tanrıkulu’ya 1980’lerin ilk yıllarından itibaren insan hakları mücadelesinin her alanında rastlanır. Yıllardır hak ihlallerinin peşinde olan Tanrıkulu, İnsan Hakları Derneği’nin kuruluş sürecinde de bulundu. Tanrıkulu, insan haklarının en vahşi bir biçimde ihlal edildiği dönemlerde, hak arama bilincinin nasıl geliştiğini anlattı: ‘‘12 Eylül bir bütün olarak toplumun kendisine yapılmış bir hareketti. Demokrasinin bütün araçları tıkanınca başlayan kaosta insanlar bu örgütsüzlükte ne yapacağını şaşırdı. Türkiye’deki çok ciddi insan hakları ihlallerine karşı ne yapabileceğimizi araştırıyorduk. Türkiye’nin 1948’de imzaladığı İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin bir hak alanı olduğunu bilmiyorduk. Cezaevi önlerinde bu tartışma başladı. 1986’da bir insan hakları derneği kurulması fikri doğdu. Aydınlar, sanatçılar, özellikle de Emil Galip Sandalcı’nın fedakârlıkları unutulmaz. Önemli bir nokta, hak aramanın hiçbir şekilde koşullarının olmadığı ülkede insan hakkı ihlallerine karşı savaştık. 1982 Anayasası’nda bile bir boşluk bulup nasıl hakkımızı arayabileceğimizi bulmaya çalıştık. 1986’da kurulan İHD, hak arama bilincini geliştirmesi açısından çok önemlidir. Geçmişte yaşanmış bütün ihlallerle yüzleşmek, yarının aydınlık ülkesini yaratmak için gerekli.’’ H CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle