23 Kasım 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EYLÜL 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL 12 Eylül ve Özal Prof. Dr. Rauf HAZNEDAR PENCERE IMF iznini gerektirmektedir. Düyunu Umumiye günlerine geri dönülmüştür. f) Üretimde birçok kesimde gerileme yaşanmış, tarım ve hayvancılık çökmüştür. g) Amerikan resmi makamlarına göre Türkiye, dünyanın en hızlı gelişen 10 pazarından biridir. 1980 sonrasının neoliberal ekonomi yolu ile Türkiye’nin geldiği nokta budur. Üretimden vazgeçilmiş, dışalım, cari açık ve dış borç tavan yapmış, ekonominin dümeni tümüyle elden çıkmıştır. h) Ekonomideki satıp savma ve ticaret yapma anlayışının yarattığı ekonomik çöküntü toplumu derinden sarsmış, toplumsal doku, siyasi yapı ve devlet mekanizması bozulmuştur. 12 Eylül denince usuma Kenan Evren değil, her zaman Turgut Özal dönemi geliyor. Bu dönemin sonunda ulusal varlıklarımızın ve ülke ekonomisinin kontrolü uluslararası sermaye ve kurumlarının eline geçmiş, çağdaş uygarlık düzeyini aşma ülkü ve potansiyeli terk edilmiştir. Ne acıdır ki Düyunu Umumiye’den yıllar sonra, dünya sermaye sistemi Türk pazarı ve ekonomisini ele geçirmiştir. Aslında Türk ekonomisinin üretim gücü, tarımda ve hayvancılıkta belirli bir düzeye erişmesi, Cumhuriyetin ilk yıllarında tarımdaki artı değerin aktarımı ile sanayinin kurulması ve çeşitlenmesi, giderek TELETAŞ örneğinde olduğu gibi yüksek teknoloji alanında bile gelişme gizilgücünün ortaya çıkması; Türk pazarına yeterince giremeyen ve 1984’e değin Türk ekonomisinin bağımsız gelişmesini kontrol edemeyen kapitalist Batı’yı hep rahatsız etmişti. 12 Eylül öncesinde Batı’nın Türkiye’ye önerdiği yalnızca çoban, sütçü, çiftçi, pansiyoncu ve maden satıcısı olmamız idi. Cumhuriyet hükümetleri bunu inatla reddetmişler, üretim, kalkınma ve çağdaş uygarlığı aşma hedefinden şaşmamışlardı. 12 Eylül ortamı ve bu ortamın getirdiği Turgut Özal dönemi, özelleştirme, KİT’lere karşı savaş politikalarıyla Cumhuriyetin ekonomik altyapısını yıkarak kalkınma, çağdaşlaşma yürüyüşünü durdurmuş, Türk ekonomisi ve pazarına tümüyle dünya sermaye sistemi egemen olmuştur. Ah, O 113. Madde! Arada bir yakın tarihe dönmeli... Bugünü daha iyi anlamak, daha iyi değerlendirmek için dünü, önceki günü öğrenmekte, bilmekte büyük yarar var. Şu günlerde Nâzım Paşa’nın ‘‘Anılar’’ını okuyorum. Bu Nâzım Paşa, şair Nâzım Hikmet’in büyükbabasıdır. Uzun yıllar vali olarak görev yapmış bir kişi. Özellikle Ziya Paşa’nın yakın arkadaşı. Anılarının önemli bölümü Ziya Paşa ile ilgili... Özellikle Ziya Paşa’nın anlattıklarıyla... Mithat Paşa, Namık Kemal ve Ziya Paşa, Kanuni Esasi’yi hazırlayıp yeni Padişah Abdülhamid’e sunmuşlar. Günler geçer saraydan haber gelmez. Namık Kemal ile Ziya Paşa telaşlanırlar. Namık Kemal, Mithat Paşa’nın saraya gidip durumu öğrenmesini ister. Paşa, saraya gider. Namık Kemal’le Ziya Paşa sonucu öğrenmek için Mithat Paşa’nın konağına koşarlar. Bundan sonrasını Ziya Paşa’dan dinleyelim: ‘‘Mithat Paşa bizi yarı beşuş, yarı endişeli bir çehre ile karşıladı. Hem memnun, hem de endişeli bir adam hali vardı. Kemal Bey derhal sordu: ‘Ne oldu?’ Paşa, ‘Kanuni Esasi kabul olundu’ dedi. Kemal Bey rahat bir nefes aldı. Bir iki saniye sustuk. Mithat Paşa ağır ağır tekrar söze başladı: ‘Kanuni Esasi kabul olundu, ama bir 113. madde ilave edildi’ dedi. Garip bir acı duyarak sordum: ‘Nedir bu 113. madde?’ ‘Mithat Paşa, Namık Kemal’le bana müsvetteleri uzatarak: Buyrun okuyunuz’ dedi.’’ Okuyunca bir de ne görsünler? 113. madde Sultan’a ve hükümete, polis soruşturması sonucu istediği insanı sınır dışı edebilme yetkisini vermektedir. Ziya Paşa, ‘‘Bu 113. madde ile Kanuni Esasi’nin Kanuni Esasi denecek yeri kalmamış. Bundan böyle hükümet istediği tahkikatı istediği gibi yaptırıp istediğini memleketten harice çıkarmak için Kanuni Esasi’ye istinat edecek. Böyle meşrutiyet kanunu nerde görülmüş?’’ der. Namık Kemal’in sözleri yalnız o dönem için değil daha sonraki dönemler için, hatta günümüz için bile gerçeği belirtmiyor mu?: ‘‘Bizde zabıtanın tahkikatı mevsukasını bilmeyen kimse var mıdır? Nasıl isterse öyle yapar.’’ Mithat Paşa, dalgın ve düşüncelidir. Hazin ve biraz durgun bir sesle şöyle der: ‘‘Ne yapalım. Şimdilik Kanuni Esasi bizde bu kadar olabiliyor.’’ Nâzım Paşa, anılarında Ziya Paşa’yı şöyle konuşturuyor: ‘‘Namık Kemal Bey atıldı: ‘Paşam’ dedi. ‘Bu kadar kuvvetli bir zamanımızda bunu düzeltemezsek, sonra padişahın bizden alacağı intikam müthiş olacaktır. Hem bu madde hariçte de bizi kepaze edecektir.’ Ben atıldım ‘Paşa hazretleri’, dedim, ‘Kemal Bey’in yerden göğe kadar hakkı vardır. Bu 113. maddenin derhal Kanuni Esasi’den çıkarılması lazımdır.’ Kemal Bey ve ben daha bir hayli şey söyledik. Mithat Paşa bizi hayli hüzünlü hal ve dalgınlıkla dinledi, sonra kat’i bir sesle: ‘Fikirlerinizi aynen ben de kabul ederim. Fakat bu maddenin çıkarılması için şimdi ısrar edemeyiz. Zamanı değildir’ dedi.’’ Bu 113. madde, padişahın elinde büyük bir silah olur. Mithat Paşa’dır kendi eliyle hazırladığı anayasanın ilk kurbanı!.. Bir gün padişaha, ‘‘Siyasi umurda henüz tecrübesizsiniz. Avrupa’ya karşı bu kadar serfüru etmek memleket ve devletin zararınadır. İcrayı saltanatta biraz daha tecrübe sahibi olduğunuz zaman bendenizin ne kadar haklı olduğunu anlarsınız, ama o zaman iş işten geçmiş olur’’ dediği için tutuklanıp sürgüne gönderilecektir. Ziya Paşa’nın, Namık Kemal’in istanbul’dan uzaklaştırılıp görevle de olsa sürgünlere gönderilmelerinde saray ve hükümet hep bu 113. maddeye dayanmıştır. Nâzım Paşa’nın Anıları, yakın tarihimizin önemli noktalarına ışık tutuyor. Nâzım Paşa bu konuda şu yorumu yapıyor: ‘‘Asıl sebeb istiklaline sahip, hakikaten meşru bir devlet kurmak isteyen Mithat Paşa’nın bu gayesiyle Sultan Hamid ve taraftarlarının memleketin istiklalini kaybetmek pahasına dahi olsa eski idareyi ayakta tutabilmek arzu ve menfaatlarının çarpışmasıdır. Mithat Paşa bu yüzden Avrupa’ya sürüldü. Taif kalesinde boğduruldu.’’ O gün bugün Ziya Paşa’nın şu dizeleri zaman zaman yinelenir: ‘‘Yoksa dünyada nasip olmayacak mı bilmem Bize nevi beşerin hakkı olan hürriyet.’’ 12 Eylül müdahalesi, 25. yılında birçok açıdan tartışıldı, yeniden yorumlandı. 12 Eylül denilince çoğu kişinin aklına hemen Kenan Evren geliyor. Kenan Evren’le geçen yıl yapılan televizyon mülakatı da tartışmaları bir kez daha alevlendirdi. Bu dönemde siyasetin yasaklanıp bütün sol kesim üzerinde yoğun bir baskı oluşturulduğu açık. Cumhuriyeti kuran, devleti kuran parti CHP ve bütün partiler kapatıldı. Sol düşünce, sendikalar, kurumlar, dernekler, insanlar baskıdan payına düşeni aldı. Gericilik, tarikatlar, Türkİslam sentezi ideolojisi toplumu çepeçevre kuşattı. Cumhuriyetin çağdaşlaşma, kalkınma hedefine tümüyle ters bir sürece doğru gidildi. 19801983 arasında yeni anayasa hazırlandı, birtakım yasalar çıkarıldı ya da değiştirildi. Milli Güvenlik Konseyi ülkenin mutlak hâkimi idi. Bir alanda, ekonomik karar mekanizmalarında ise Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı olarak Turgut Özal en yetkili idi. Bu dönem, seçimlerden sonra gelen Turgut Özal hükümetleri için bir hazırlama dönemi işlevi görmüştür. Özal’ın seçimlerden sonra ANAP’a dayalı hükümetini kurmasıyla, 24 Ocak 1980 kararlarıyla ekonomiye verilmek istenen yön, bu kez gerçekleşme olanağı bulacaktı. Artık devlet ekonomiden elini çekmeliydi. KİT’ler satılmalı, her şey özelleştirilmeliydi. Toplumun özelleştirme ile beyni yıkanmış, KİT’leri satmakla yatılıp, özelleştirme ile kalkılır olmuştu. Hele bir satılsındı, her yıl yabancı yatırımcılar milyarlarca dolarlık yatırım yaparlardı. Ekonomik kararlar IMF, Dünya Bankası ve ABD’nin önerilerine göre alınıyordu. Ülkenin en değerli üretim birimleri, sanayi kuruluşlarına hiçbir yatırım yapılmıyor, gözden çıkarılıyordu. Üzerine bindiğimiz dal kesilmişti. 12 Eylül ortamında, bir Truva Atı belirmişti.. İçinden çıkanlar, Özal ve yandaşları, küreselleşme, özelleştirme ve serbest piyasa ekonomisi yaygarası koparıp devleti küçültmek, giderek kaldırmak üzere savaş açı yorlardı. Cumhuriyetin yaşamak için, ekonomik olarak ayakta kalmak ve dik durmak siyaseti ortadan kaldırılmıştı. Bilime ve akla dayalı çağdaşlaşma hedefi beyinlerden silinmişti. Fransa gibi endüstride başı çeken bir ülke, AB içinde kendi stratejik ekonomiksanayi kuruluşları için kıyasıya kavga ederken biz toplumun, Cumhuriyetin yarattığı en değerli varlıkları günah keçisi ilan etmiştik. 12 Eylül, özgürlüklerin kısıldığı bir baskı dönemidir kuşkusuz. Bu dönemin asıl karakteristiği ise 12 Eylül ortamında, iç ve dış sermaye çevrelerinin desteği ile iktidara taşınan Turgut Özal’ın ulusal ekonomiyi ve devleti küçültüp zayıf düşüren, dünya sermaye sisteminin çıkarlarını kollayan anlayışının egemen olmasıdır. 19231983 arasında kalkınma, sanayileşme çizgisi bütün hükümetlerce, planlı veya plansız sürdürülmüş, ekonominin dümeni de hep kendi elimizde olmuştur. Oysa Turgut Özal hükümetlerinin başlatıp yürüttüğü ve sonraki hükümetlerin sürdürdüğü ekonomik politikaların sonucu olarak; a) Ulusal kalkınma ve üretim hedeflerinden vazgeçilmiş, b) Hesapsız kitapsız özelleştirmeler başlatılmış, kamu ekonomisine büyük darbe vurulmuş, c) Serbest piyasa ekonomisi ilkesi öne sürülüp ülke ekonomisi, uluslararası sermayenin güdümüne bırakılmış, d) Ekonomik yapı ve işleyiş ile ilgili hukuki çerçeve hiç oluşturulmamış, bunun sonucu olarak devlet ekonomiden çekilirken çeteler ekonomik gücü ele geçirmiştir. Özelleştirmelerde de hukuk ve yargı kararları hiçe sayılmıştır. Özelleştirmeler giderek yağmaya dönüşecektir. e) 12 Eylül’den sonra dış borç hızla artmış, borçların GSMH’ye oranı çok yükselmiş ve ülke ekonomisi ancak borçla döndürülebilir duruma gelmiştir. Bugün ülke ekonomisi, bütünüyle IMF, Dünya Bankası ve uluslararası sermayenin denetimindedir artık. Memura aylık arttırımından toplumsal yardımlara dek bütçenin her kalemi Söğüt’teki Protesto Eyleminin Anlamı... Olay yeri: Söğüt’te Ertuğrul Gazi’yi anma töreninin yapıldığı stadyum... Olayın kahramanları: MHP’liler.. Ülkücüler.. Olayın konusu: Başbakan törene gelirken protesto edildi... Kullanılan sloganlar: ‘‘ Türk askeri yan gelip yatmıyor, can verip yatıyor...’’ ‘‘ Başbakanlık yan gelip satma yeri değildir...’’ ‘‘ Kahrolsun PKK, işbirlikçi AKP...’’ ‘‘ İsrail sizinle gurur duyuyor...’’ ‘‘ Ne mutlu Türküm diyene...’’ ? Peki, Başbakan önce ne dedi?.. ‘‘ Şahsıma olan tüm hakaretleri duymadım, hakkımı helal ediyorum...’’ RTE sonra ne dedi: ‘‘ Uzakdoğu’dan Balkanlar’a, Ortadoğu’dan Afrika’ya kadar Osmanlı İmparatorluğu dönemi özlemle aranıyor... Osmanlı’nın çekildiği coğrafyalarda yokluğu hissediliyor...’’ Vah RTE’ye!.. Gerçeklerden bunca uzağa düşmek nasıl da bir düşlemin özleminde uykuya yatmaktır?.. RTE’de ne tarih bilinci var.. Ne güncel dünya bilinci.. Peki, diyelim ki İmparatorluğun özlemi Osmanlı coğrafyasında var... Anadolu’da da var mı?.. Yoksa yalnız AKP ve RTE mi din devleti Osmanlı’yı, Padişah’ı ve Halife’yi özlüyor?.. ? Dinci devlet, bilim, sanayi ve teknolojiyle öz yapısını oluşturmuş toplumlarda tarihe gömülmüştür... Bizde ise dinci devleti hortlatmak isteyen siyasal irtica takıyye yöntemiyle iktidara geçti... Üstelik bu iktidarın kökü dışardadır... Bush yönetimi Anadolu’da milliyetçiliğe karşı dinciliği yeğlediğinden ‘‘Ilımlı İslam Devleti kurmak’’ tasarımını Türkiye’de apaçık destekliyor... MHP ve ülkücülerin Söğüt’te RTE ve AKP’ye karşı protesto eylemi, milliyetçiliğin dinciliğe karşı dışavurumudur. ? Batı’da faşizm sanayi sermayesinin diktasıdır... Ortadoğu’daki dinci devlet, faşist devletten daha geri ve kötü bir dünya görüşünün ürünüdür; çünkü Ortaçağ’ı günümüze taşıyor... 21’inci yüzyılda Türkiye, kökü Hıristiyanlık dünyasının Evangelistlerine dayanan bir tür politik dinciliğin tehdidi altındadır; emperyalizmin kimliği bu... Bu tehdidin kökü dışarda aktörlerinden biri de Amerika’da mukim Fethullah Gülen’dir. Söğüt’te Recep Tayyip işte bu çelişkilerin toplumda yarattığı bunalımda ortaya çıkan protesto eylemleriyle karşı karşıya kaldı... Ve Osmanlılık arayışını açıkça dile getirdi... Vah vah RTE’ye... Protestocuların sloganlarından biri neydi: ‘‘ Ne mutlu Türküm diyene!..’’ Erdoğan bu özdeyişi bilincine nakşetsin!.. oros ne demişti: ‘‘Türkiye’nin en önemli ihraç ürünü ordusudur.’’ TBMM’deki tezkere oylamasının sonucu ne oldu: Türk askeri Lübnan’a gidecek. Bir başka deyişle ‘‘en iyi ihraç ürünümüz’’ Lübnan’a gönderilmiş olacak. Askerin gönderilmesi ile ilgili neler söylenmedi ki: ‘‘Süper ligde oynayacağız’’, ‘‘Göndermezsek ağırlığımız azalır, asker göndermek ulusal çıkarlarımızın yararınadır’’ ve ‘‘Orada herkes bizi istiyor.’’ Şimdi ‘‘herkes’’in istediği oldu, askerimiz Lübnan’a gidiyor. Bu ‘‘herkes’’in kim olduğunu aslında herkes biliyor! 6 Eylül günkü Cumhuriyet’in manşeti ‘‘Halka rağmen’’ S ‘‘Herkes’’in istediği!? Ali BULUNMAZ idi. Halkın aşağı yukarı yüzde 70’i, Lübnan’a asker gönderilmesine karşı çıktı. O halde öyle söylendiği gibi herkes istememiş; demek ki bu ‘‘herkes’’in içinde Türk halkı yok. Bir siyasi partiyi iktidar yapan en önemli unsur halk değil midir? Demokratik bir ülkede, seçimler sonunda halk, oylarıyla proje ve planlarını ya da siyasi duruşunu benimsediği / beğendiği parti ve kişileri iktidara taşır. Ama o parti ve kişiler, kendisini o yere getiren halka kulağını tıkar, onu azarlar ve yok sayarsa ‘‘iktidar kimin için’’ diye sorulmaz mı? Lübnan tezkeresi de böyle bir ortamda Meclis’ten geçti. Şimdi ne olacak? Türk askeri, BOP’un Lübnan ayağında yer almaya zorlanıp, ABD ile İsrail’in yanında saf tutacak. Pek çok bilim insanı, aydın, uzman ile halkın azımsanmayacak bölümü, ‘‘ulusal çıkarlara uygun olan(!)’’ bu gelişmeyle ilgili olumsuz düşünüyor. Hükümet, BM kararı nedeniyle sorun çıkmayacağını, askerimizin risk altın da olmadığını söyleyip; işin içine ‘‘Osmanlı toprağı’’ hamasetini de katarak gerçekleri sumen altı ediyor. Ayrıca otuz küsur gün boyunca Lübnan’da taş taş üstünde kalmazken İsrail’i kınayamayan ve barış için çağrı bile yapamayan BM değil miydi şimdi referans alınan? Kofi Annan, her şey bittikten sonra ortaya çıkıp barış şarkıları söylemeye başlamadı mı? O halde halkın neredeyse yüzde 70’inin karşı çıktığı tezkere ‘‘hangi ulusal çıkarlarımız’’ için Meclis’ten geçti? O ‘‘herkes’’, 2007’deki Cumhurbaşkanlığı seçimiyle genel seçimleri hükümete hatırlatmış olabilir mi acaba? NOVITAS Turizm Bolu Abant Yedigöller Tekneyle Boğaz turu Şeker Bayramı Turları Hitit Dünyası (Amasya Çorum) Safranbolu KastamonuSinopPınarbaşı Klasik GAP (Uçakla) Hindistan Nepal : : : : : : 16 17 Eylül 17 Eylül Pazar 21 24 Ekim 22 25 Ekim 21 25 Ekim 21 31 Ekim DENİZ Cruise & Ferry Lines İstanbul İzmir İzmir İstanbul Feribot biletleri acentemizde satılmaktadır. İstanbul günübirlik turlarımızı acentemizden sorunuz. Tel: 0 212 251 28 08 (pbx) novitas?novitas.com.tr www.novitas.com.tr ??? TÜMA Y HOTEL BİTEZ YALISI / BODRUM YÜZME HAVUZU, DENİZE 60 METRE, ODALARDA KLİMA, MİNİ BAR, FÖN, TV, SABAH VE AKŞAM AÇIK BÜFE, 5 ÇAYI VE KURABİYE, FREE BİLARDO, MASA TENİSİ, LANGIRT, DART GAME, 06 YAŞ ÇOCUK FREE, 712 YAŞ %50 İND. AXESS KREDİ KARTINA 6 TAKSİT KİŞİ BAŞI TAM PANSİYON 39.YTL YARIM PANSİYON 34.YTL ODA KAHVALTI 29.YTL 0 252 363 79 30 www.tumayhotel.com CUMHURİYET 02 CMYK
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle