25 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 12 EYLÜL 2006 SALI 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Akaryakıt kaçakçılığına yardım etmekle suçlanan Şahin’in dosyası Tüzmen’in önünde bekliyor Çocukların İşi Zor Hem de Çok Zor! O günü anımsıyorum. Analarının, babalarının ellerinden tutarak getirdikleri çocuklar, Boğaz’ın kıyısındaki eski bir sarayın artık sınıf olan odasında toplanmışlardı. Taner, o sırada kaymakam ya da vali olan babasının ceketine yapışmış haykırıyordu: Bırakma beni buraya baba!.. Bırakma!.. Kimileri, içlerini çeke çeke ağlıyorlardı, salya sümük. Ben, hâlâ ne olduğunu pek kavrayamamış, şaşkın durgun, donuk bakan, ama ağlamayan gruptandım. O ilk günden, aklımda kalan, tek sahne o sınıfa ilk giriş anıydı. Sonra ertesi sabahı, yatakhanenin tuvaletinin muslukları önünde, sabun ve diş macunu kokularıyla, yeni bir güne başlamanın heyecanı ve iyimserliğini anımsıyorum. Meğer yeni bir güne değil, gerçek hayata başlıyormuşuz. Altmış yıl önce yaşadıklarımı dün, gazetelerin, sayılarının 1.3 milyon olduğunu söyledikleri yavrular yaşadılar. Devirler değişse bile çocuğun yazgısı değişmiyor, cennetten kovulan Âdem misali, cennet yıllarından koparılıp yaşamın yarışmacı, acımasız koynuna atılıveriyor, mutlu geçmiş de bir şarkı olup kalıyor: ‘‘Daha dün annemizin kollarında yaşarken/ Çiçekli bahçemizin yollarında koşarken/ Şimdi okullu olduk/ Sınıfları doldurduk...’’ ??? Tabii bunlar annesinin kollarında yaşayan, bahçe yollarında koşan, sonra da okullu olabilen talihli çocuklar. Bir de doğumundan başlayarak, yaşamın acımasızlığını görenler var. Günümüz dünyasında onlardan söz etmek çağdışılık, dinozorluk sayıldığına göre, çağdaş olup, onları yazgılarıyla baş başa bırakıp ‘‘şanslılardan!’’ söz edelim. Evet bizler şanslıydık. Ama dün okula alışmaları için, öğrenim yılının başlamasından bir hafta önce sınıfın kapısından içeri giren, 1.3 milyon çocuk acaba şanslı sayılabilirler mi? Kuşkusuz içlerinden küçük bir azınlık, büyük paralar vererek iyi donatılmış dersliklerde seçkin öğretmenlerden eğitim alacaklar. Kuşkusuz içlerinden küçük bir azınlığın evinde kitap ihtiyaç maddeleri arasında Türker Alkan’ın dünkü yazısında belirttiği gibi 235. sırada yer almıyordur. Kuşkusuz onlar iyi ve seçkin bir eğitimden geçtikten sonra, eğitimin daha üst düzeylerinde de seçkinlere özgü yerlerde olacak, hayata önde başlayacaklar. Kuşkusuz, onlar gibi ağızlarında gümüş kaşıkla doğmamış kimileri Tanrı vergisi yetenekleriyle, büyük güruhun içinden sıyrılıp seçkinler arasına katılacaklar. Ama onlar istisna olacak, istisnalar da kaideyi bozmayacak. Peki, ya o 1.3 milyonun büyük çoğunluğu, onlar ne olacaklar? ??? Doğrusu onları düşündükçe yüreğim sızlıyor. Çünkü onların işi zor, hem de çok zor. Bizler, daha ilkokuldan başlayarak, ders konularımızı, kullanımımıza sunulan kaynaklardan araştırarak hazırlamayı, bilginin oluşumuna katılmayı, sorgulamayı öğrendik. Kendi dilimizi bir yana itmeden, yabancı bir dili konuşup okumayı becerdik, uygarlığın kazanımlarına ulaşmaya çalıştık. Bizler, Cumhuriyetin temeli olan, katılımcı, sorgulayıcı, araştırıcı, laik eğitimin ürünleriydik. Bizim eğitimimizin de eksikleri, gedikleri yok değildi. Ama babalarımızdan daha ileriydik ve çocuklarımızın da, eğitimin gelişen olanakları, daha da güçlendirilen yapısı ile bizlerden daha ileri olacağını, daha şairin dizeleriyle karşılaşmadan önce bile biliyorduk. Ama öyle olmadı. Cumhuriyeti teslim alıp, şeriat düzenine dönüştürmek isteyenler, onun en güçlü kalesine cepheden saldırdılar. Milli Eğitim’i tümüyle kendi doğrultularına yöneltmek, ‘‘Cumhuriyet öğretmeni’’ni kendi tornalarından çıkan şeriat öğretmeni ile değiştirmek için büyük bir saldırıyı başlattılar. Artık bugün eğitim hurafe, itaat, sorgusuz sualsiz kabul, anlatılanı ya da yazılanı belleme üzerine kuruludur. Ders kitaplarından, 100 Temel Eser’den Milli Eğitim’in yapısına kadar nereye bakarsanız bakın, bu zihniyetin belirtilerini görebilirsiniz. Dün okulun kapısından içeri ilk kez adım atan bu 1.3 milyon çocuk, böyle bir eğitimden geçecekler ve sonra dünya ile yarışacaklar. Evet işleri zor, hem de çok zor! Müsteşara bakan koruması İLHAN TAŞCI ANKARA Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin hakkında akaryakıt kaçakçılığına ‘‘yardım’’ ettiği iddiasıyla düzenlenen rapor yaklaşık bir aydır Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in önünde bekliyor. Şahin hakkında ön inceleme isteminin Başbakanlık Teftiş Kurulu’na iletilmesi gerekiyor. Başbakanlık Teftiş Kurulu üst düzey yetkilisi, raporu beklediklerini, ancak henüz kendilerine intikal etmediğini bildirdi. Raporda, Müsteşar Vekili Şahin’in kaçakçılık suçu işlediği belirtilen şirket yetkilileri ile yaptığı görüşmenin ardından mesai günü olmamasına karşın cumartesi günü ‘‘kaçakçılık eyleminin en önemli enstrümanı olarak’’ nitelendirilen talimat yazısının gümrüğe gönderildiğine işaret ediliyor. Gümrük Başmüfettişi Mehmet Eryılmaz ve Gümrük Müfettişi Yakup Güneş, Sahra Kimya Sanayi ve Tica ? Bakan Tüzmen, bir ay geçmesine karşın gümrük müsteşarı hakkındaki kaçakçılık dosyasını Başbakanlık Teftiş Kurulu’na göndermedi. Dosyada Müsteşar Vekili Şahin’in kaçakçılık yapan firmanın yetkilileriyle yaptığı görüşmelerden bahsedilerek hakkında kaçakçılığa yardım suçundan inceleme yapılması istenmişti. ret AŞ’nin Nahçıvan’dan getirdiği benzini white spirit olarak beyan ettiği ve kaçakçılık suçunu işlediği savını içeren bir rapor düzenledi. Gümrük müfettişleri, kaçakçılık olayını araştırırken üst düzey bürokratları da mercek altına aldılar. Düzenledikleri 17 Ağustos tarihli ek raporda, Gebze’de firma tarafından ithal edilmek istenen ve kaçakçılık suçuna konu olan akaryakıtın benzin olmasına karşın, white spirit diye Gümrük Genel Müdürlüğü’nden yazı gönderildiğine işaret edildi. Yazıyı imzalayan Genel Müdür Yardımcısı Remzi Akçin ile İzmit Gümrük Muhafaza Başmüdür Vekili Şükrü Keleş’in Kaçakçılıkla Mücadele Yasası’ndaki ‘‘kaçakçılığa yardım’’ suçunu işledikleri gerekçesiyle haklarında soruşturma yapılması istendi. kıyla’’ Remzi Akçin imzalı talimat yazısının İzmit’e gönderildiği vurgulandı. Raporda bu durum şöyle anlatıldı: ‘‘10 Haziran tarihi cumartesi gününe denk gelmektedir ve Gümrük Müsteşarlığı’nda olağandışı durumlar haricinde cumartesi günleri mesai yapılmamaktadır. Başmüdürlüğün görüş isteme yazısını 9 Haziran Cuma günü yazması, bu tarih ve saatlerde firma yetkililerinin Müsteşar Vekili Mehmet Şahin ile görüşmesi, cevabi yazının normal mesai günü olan pazartesi günü beklenmeksizin, haftasonu tatili olan ve Gümrük Müsteşarlığı personelinin olağandışı durumlar haricinde çalışmadığı cumartesi günü hazırlanması hususları bir arada değerlen Kaçakçılık mesaisi Raporda en dikkat çeken isimse Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin oldu. Raporda, Gümrük Müsteşar Vekili Mehmet Şahin’in 9 Haziran 2006 Cuma günü ‘‘kaçakçılık suçunu işlediği belirtilen Sahra Firması’nın yetkilileriyle müsteşarlıktaki makam odasında sorunun firma lehine çözülmesi için görüşme yaptığı’’ belirlemesine yer verildi. Raporda, 10 Haziran Cumartesi günü çalışma günü olmamasına karşın, Remzi Akçin ve diğer görevlililerin Gümrük Genel Müdürlüğü’ne geldikleri ‘‘telkin ve/veya bas dirdildiğinde, Gümrükler Genel Müdürlüğü’nce yazılan cevabi yazının gerekli ve detaylı inceleme yapılmadan, hissedilen telkin ve/veya baskıyla ve aceleyle kaleme alındığı sonucuna varılmaktadır.’’ Raporda, Şahin’in eyleminin Kaçakçılıkla Mücadele Yasası’nın 11. maddesindeki ‘‘kaçakçılığa yardım’’ suçunu oluşturduğu vurgulandı. Mehmet Şahin’in hakkında müsteşar olması nedeniyle inceleme ve soruşturma, ancak Devlet Bakanı Kürşad Tüzmen’in ön inceleme onayının ardından Başbakanlık Teftiş Kurulu tarafından yapılabilecek. Yaklaşık bir aydır Devlet Bakanı Tüzmen, Gümrük Müsteşar Vekili Şahin hakkındaki raporla ilgili herhangi bir onay vermedi. Başbakanlık Teftiş Kurulu’nda üst düzey bir yetkili, ‘‘Hukuki anlamda sayın bakandan ön inceleme istemli dosyanın gelmesi gerekiyor. Ancak bugüne değin bize herhangi bir talep intikal etmedi’’ dedi. Türk Tarih Kongresi İĞNELİ FIRÇA ZAFER TEMOÇİN ‘Dikili’de zorbalık’ haberi Sezer: Tarihi gerçekleri hiçbir çaba örtemez ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer, tarihsel gerçeklerin iyi bilinmemesi, görmezden gelinmesi ya da bilerek çarpıtılmasından çıkar sağlama beklentisinde olanların, hiçbir çabanın gerçekleri örtemeyeceğinin bilincinde olmaları gerektiğini vurguladı. Avrupa Parlamentosu’nun Türkiye raporunda, Ermeni soykırımı iddiaları konusunda Türkiye’nin suçlu gösterilmesine tepki gösteren Başbakan Tayyip Erdoğan da ‘‘Yakından uzaktan bu konuyla hiçbir ilişkisi olmayan ülkelerin Türkiye’yi soykırımla suçlamamsı, yenir yutulur bir şey değil’’ dedi. 15. Türk Tarih Kongresi Büyük Anadolu Oteli’nde başladı. Sezer, kongrenin açılışı nedeniyle TTK Başkanı Yusuf Halaçoğlu’na gönderdiği mesajda, kurduğu devletler, kazandığı zaferler ve yetiştirdiği kişiliklerle, dünya tarihinin biçimlenmesinde, uygarlığın gelişmesinde yadsınamaz rol oynayan Türk ulusunun, köklü bir tarihi mirasa sahip olduğunu ifade etti. Sezer, şunları kaydetti: ‘‘Tarihimizin bilimsel yöntemlerle araştırılarak gün ışığına çıkarılması, geçmişi iyi kavrayan, bugünü iyi değerlendiren ve geleceği iyi gören bir bilincin oluşmasına ve yerleşmesine katkıda bulunacak, benimsenecek yeni yaklaşımlarla çağdaşlaşma çabalarına süreklilik kazandıracaktır.’’ Koza Altın’dan Cumhuriyet’e dava İstanbul Haber Servisi Koza Altın İşletmeleri, gazetemizde 20 Ağustos’ta yayımlanan ‘‘Dikilide Zorbalık’’ başlıklı haber nedeniyle 250 bin YTL’lik manevi tazminat davası açtı. Koza Altın İşletmeleri AŞ ile şirketin Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Akın İpek, avukatları aracılığıyla Ankara Nöbetçi Asliye Hukuk Mahkemesi’ne başvurarak Cumhuriyet Vakfı adına İmtiyaz Sahibi İlhan Selçuk, Cumhuriyet Gazetesi İzmir Temsilcisi Serdar Kızık, muhabirimiz Ozan Yayman ve gazetemiz aleyhine 250 bin YTL’lik manevi tazminat davası açtı. Manşetten yayımlanan haber ve 8. sayfadaki ‘‘Koza’nın Siyah Elbiseli Adamları’’ başlıklı devamında, kişilik haklarına haksız saldırı yapıldığı ileri sürüldü.Mahkemeye sunulan dilekçede, davacı şirketin Türkiye’de altın madenlerini aramak ve işletmek üzere yüzde 100 Türk sermayesi ile kurulmuş ilk ve tek şirket olduğu ifade edildi. Ozan Yayman imzalı haberle Serdar Kızık imzalı yazının gerçeği yansıtmadığı ileri sürülerek dava konusu ifadelerin müvekkillerinin ticari itibarını zedeleyici nitelikte oldukları savunuldu. Şirketin adamları paneli basmıştı Dikili Barış, Demokrasi ve Emek Şenlikleri kapsamında düzenlenen ‘‘SiyanürAltın Çevre Paneli’’, Koza Altın Şirketi’nin adamları tarafından basılmıştı. Saldırganlar, halkın üzerine molotofkokteyli atmış, ancak yanıcı maddenin ateşlenmemesi sayesinde felaketin eşiğinden dönülmüştü. [email protected] Erdoğan’dan AP’ye Ermeni tepkisi Açılış törenine katılan Erdoğan da ‘‘Tarihte bizim kadar yüzü ak bir millete rastlamak neredeyse imkânsızdır’’ dedi. ‘‘Ermeni soykırımı’’ ile ilgili olarak Ermenistan’a tarihin politikaya alet edilmemesi için ‘‘ortak bir tarih komisyonu’’ kurulmasını önerdiğini, ancak olumlu yanıt alamadığını söyleyen Erdoğan ‘‘Gereksiz düşmanlıklardan ve çekişme ortamlarından uzaklaşmak için bilimin gereğinin yerine getirilmesi şart’’ dedi. Halaçoğlu da, ‘‘Tarih bilimi objetif araştırmayı gerektiren bir bilim dalıdır. Ermeni veya son olarak AP’nin aldığı Pontus ve Süryani soykırımı iddiaları hem işi çığrından çıkaracak hem de insanlık tarihine bir utanç sayfası olarak geçecektir’’ dedi. AP’den göstermelik yumuşama Raporun son halinde Pontus ve Süryanilere yönelik ‘soykırım’ ifadeleri kaldırılırken ‘Ermeni soykırımı’ AB üyeliği için önkoşul olarak kaldı ELÇİN POYRAZLAR asirmen?cumhuriyet.com.tr Silah sergisi kaldırıldı Kongrenin düzenlendiği otelde bir silah firması tarafından sergi açılması TTK Başkanı Halaçoğlu’nun tepkisini çekti. Halaçoğlu, ‘‘Burada bilimsel bir toplantı yapılıyor’’ diyerek serginin kaldırılmasını istedi. Bunun üzerine silah sergisi Erdoğan otele gelmeden apar topar kaldırıldı. BRÜKSEL DHKPC davasının temyizi başladı BRÜKSEL (AA) Belçika’nın Bruges Ceza Mahkemesi tarafından geçen şubat ayında çeşitli hapis ve para cezalarına çarptırılan terör örgütü DHKPC üyelerinin temyiz davası, Gent Temyiz Mahkemesi’nde, yoğun güvenlik önlemleri çerçevesinde devam ediyor. Mahkemenin bugünkü bölümünde sanıklardan Musa Asoğlu, Kaya Saz, Bahar Kimyongür, Hasan Ekici ve Akar Özordulu avukatlarıyla birlikte hazır bulundu. Yargılamaya ‘‘siyasi nitelik’’ kazandırmak hedefinde ısrarcı olan sanık avukatları, müvekkillerinin ‘‘siyasi suçlu’’ olduğunu ileri sürerek Gent Temyiz Mahkemesi’nin yetkisizlik kararı alması, yargılamanın halk jürisinden oluşan Ağır Ceza Mahkemesi’ne aktarılması talebinde bulundu. Bruges Mahkemesi’nde sanıkların Türkiye’de işledikleri suçların da dikkate alındığını ileri süren avukatlar, yargıda uygulama hataları yapıldığını iddia etti. Avukatlar, görüşlerini savunurken ‘‘bazı devlet liderlerinin terör ve şiddet yolundan geçtiğini’’, Fidel Castro, Nelson Mandela gibi isimlerden söz ederek anlattılar. Federal Savcılık, Belçika’da diğer bazı terör örgütlerine verilen cezaları örnek göstererek Bruges Mahkemesi’nde verilen kararların Gent Temyiz Mahkemesi tarafından da onaylanmasını istedi. BRÜKSEL Avrupa Parlamentosu (AP) Dışilişkiler Komisyonu’nda kabul edilen Türkiye Raporu’nun son halinde Ankara lehine bazı değişiklikler yer aldı. AP Hıristiyan Demokrat Grubu üyesi Hollandalı Camiel Eurlings tarafından hazırlanan raporun son halinde Pontus ve Süryanilere yönelik ‘‘soykırım’’ ifadeleri kaldırılırken Ermeni ‘‘soykırımı’’ AB üyeliği için önkoşul olarak kaldı. Ermeni ‘‘soykırımına’’ yönelik paragrafta Ermenistan’la sınır anlaşmazlıklarının barışçıl çözümü ve bir ülkenin geçmişiyle yüzleşmesinin AB üyeliği için gerekli olduğu ileri sürülerek ‘‘Türkiye’nin benzer bir tutumu Pontus ve Süryani azınlıklar için de öngörmesi’’ istendi. Türban vurgusu Alevilerin yanı sıra Yezidilerin de dini haklarının tanınmasının istendiği raporda Heybeliada Ruhban Okulu’nun açılması, ekümenik sıfatının kullanılmasının sağlanması gibi çağrılar yer aldı. Türk toplumunda türban konusuna yönelik tartışmaların yaşandığının öne sürüldüğü raporda, türbanlı öğrencilerin üniversiteye gitmesi konusunda bir uzlaşıya varılmasına yönelik ifadeler de bulunuyor. Raporun son halinde Talat Paşa Komitesi ‘‘ırkçı ve yabancı düşmanı’’ olarak nitelenerek bir an önce kapatılması istendi. Türkiye’nin Güney Kıbrıs’a limanlarını açmamasının eleştirildiği AP raporunda Türkiye’nin KKTC’den belli bir takvim içinde asker çekmesi talep edildi. İfade özgürlüğü konusunda ül kedeki ilerlemenin tatmin edici olmadığının belirtildiği raporda Türkiye’ye en kısa zamanda Ceza Yasası’nın 216, 277, 285, 288, 301, 305 ve 318. maddelerinin değiştirilmesi ya da kaldırılması çağrısı yapıldı. Şemdinli eleştirileri Raporda Güneydoğu’daki duruma ve Şemdinli olaylarına yönelik ağır eleştiriler de yer aldı. AP’nin Türkiye Raporu’nun 2528 Eylül tarihlerinde Strasburg’da yapılacak genel kurulda ele alınması bekleniyor. 12 Eylül döneminde yüz binlerce kişi cezaevlerinden geçti. On binlerce insan işkence gördü. 50’ye yakın genç idam edildi. Bu büyük insani dramın gerekçesi ‘‘Türkiye’de kardeş kavgasını önlemek ve ülkeyi huzura kavuşturmak’’tı. Bu amaçla bir darbe anayasası hazırlandı. Bir Siyasi Partiler Kanunu hazırlandı. Türk Ceza Kanunu’nda otoriter yönde değişiklikler yapıldı. Bu darbenin üzerinden tam 26 yıl geçti. Bu süre içinde darbe anayasası yürürlükte. 12 Eylül’den önce çatışmalarda ölen insan sayısı 5 bin civarındaydı. Askeri darbenin gerçekleşmesinin ardından yalnızca Güneydoğu’daki çatışma ve terör ortamında 40 bin civarında insanımızı yitirdiğimiz söyleniyor. Yani 12 Eylül askeri darbesi ülkeyi huzura kavuşturmak yerine, daha derinlerden iç çatışmaları kışkırtan bir etki yaptı. PKK, 12 Eylül geldiğinde küçük bir örgütken 12 Eylül ortamında büyüdü, gelişti ve et 12 Eylül’le Hesaplaşamayan Türkiye ki alanını genişletti. ??? Türkiye, 1983 yılında yeniden çokpartili sisteme geçti. Ancak bu süre içinde darbe anayasasını değiştirmek mümkün olmadı. İktidara gelen siyasi partiler bu anayasayla barışık yaşamayı tercih ettiler. 12 Eylül döneminin en önemli hedeflerinden birisi, çokpartili sistemi engelleyecek bir Siyasi Partiler Kanunu çıkarmaktı. Bunu başardılar. Yüzde 10’luk barajla temsil sisteminin altını üstüne getirdiler. Şimdilerde Türkiye Büyük Millet Meclisi’ndeki temsil adaletsizliği herkesin dilinde. Oyların yüzde 50’sine yakınının Meclis’te temsil edilmediğinden şikâyet ediyoruz. Peki bunun çözümü nedir? Yüzde 10’luk barajı bir an önce aşağıya çekip temsili makul hale getirmek. Bunu belirttiğiniz zaman, o ana kadar adaletsiz temsilden söz edenler, barajın düşürülmesine karşı çıkıyorlar. AKP, yüzde 25 oyla Meclis’in yüzde 66’sını elinde tutuyorsa, yapılacak tek şey barajı düşürmek değil mi? Başka nasıl bir adalet sağlanabilir? İşte burada DEHAPHADEP gibi Kürt kimliği ağırlıklı partilerin Meclis’e girme korkusu gündeme getiriliyor. Onların Meclis’te bulunması istenmiyor. Siyasi Partiler Kanunu’ndaki önemli zaaflardan birisi de parti yönetimlerine sağlanan aşırı yetkiler. Parti içinde yönetimi ele geçiren, burayı bir beylik haline getiriyor ve parti içi demokrasi tamamen yok oluyor. Kanunun bu yöndeki maddelerini de değiştirmek bugüne kadar mümkün olmadığı gibi, bundan sonra değiştirilmesi de mümkün görünmüyor. ??? İşin hukuki boyutunu böyle özetleyebiliriz. Ancak, bundan daha öte yıkıcı etkiler yaptı askeri darbe. Militarizm ve milliyetçilik bütün toplumu kuşatırken sol muhalefeti de önemli ölçüde devletin yedek gücü haline getirdi. 12 Eylül’ün önemli sonuçlarından birisi de siyasi İslamcı hareketin yükselişi oldu. Geçmişte marjinal bir güç olarak ortaya çıkan İslamcı akımlar, solun ezilip marjinalleştiği ortamda büyüyüp, etkin bir siyasi akıma dönüştü. ??? 12 Eylül, Türkiye’nin demokrasiye ve çoksesliliğe yolculuğunda ciddi bir kırılmaydı. Yıkıcı etkiler yaptı. Hâlâ bu etkiler büyük ölçüde geçerliliğini koruyor. En çarpıcı etkiyi ise sol üzerinde gerçekleştirdi. Solun önemli bir kesimi bugün ne demokrasiyi savunabiliyor, ne örgütlenme özgürlüğünü ne de sendikal hakları, insan haklarını... Bu çözülme, Türkiye’nin dengelerini altüst etti. Dünyanın hemen her yerinde değişik sol arayışlar varlığını sürdürürken Türkiye’de sol siyaset içindeki ağırlığını daha da yitiriyor. ??? Türkiye’nin ciddi bir 12 Eylül hesaplaşmasına ihtiyacı bulunuyor. Dünyanın hangi demokratik rejiminde darbeci paşalar baş üstünde tutulur? Çok verdiğim bir örneği hatırlatarak durumu anlatmaya çalışacağım. Dört yıl önce Atina’daydım. Türkiye Cumhuriyeti’nin Atina Büyükelçiliği’nde şeref masasında Kenan Evren’in imzalı fotoğrafı duruyordu. Aynı tarihlerde Yunanistan’daki darbeci subaylar 26 yıldır hapisteydi. Yunanistan’la bizim aramızda demokrasi, adam başına düşen gelir ve gelir dengesizliği konusunda büyük farklar var. Sebebi üzerinde düşününce şöyle bir yorum yapıyorum: Biz darbeyle hesaplaşamadık, altında kaldık. Onlar ise darbeyi yendiler. Ne dersiniz?.. CUMHURİYET 04 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle