27 Mayıs 2024 Pazartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 11 EYLÜL 2006 PAZARTESİ 10 DIŞ BASIN DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Washington’ın güç kullanarak her şeyi elde etme stratejisi başarısızlıkla sonuçlandı 11 Eylül’den ders aldık mı?.. MICHEL ROCARD* l Kaide’nin 11 Eylül 2001’de ABD’de düzenlediği saldırıların 5. yıldönümü yaklaşırken Washington ve uluslararası topluluğun bu eyleme verdiği karşılığın sonuçlarını değerlendirmemiz yerinde olur. Saldırılar ve ardından gelen tepkiler uluslararası ilişkilerde köklü değişimlere yol açtıysa da yeni eylemlerin gerçekleşme olasılığının azaldığını söyleyemeyiz. Peki neden 5 yıl öncekine göre daha güvende değiliz? Saldırılardan birkaç gün sonra Başkan George Bush, ‘‘teröre karşı savaş’’ ilan etti. Savaş metaforunun tek yararı, gelecek karşı saldırının şiddetini açıkça ve yoğun bir şekilde hissetiriyor olmasıydı. Dahası, savaş metaforu sadece saldırıya uğrayan ülkenin değil dost ve müttefiklerinin de harekete geçmesi gerektiği yönünde dolaylı bir çağrı oluşturdu. Elbette Amerika’nın kendini savunma hakkını kimse sorgulamıyor. Şiddetli bir karşı saldırının meşruluğundan kimse şüphe duymadı. Ama savaş metaforu teröre uyarlandığında yanıltıcı ve zararlı yan anlamlar taşıyabiliyor. Savaş, uluslarla, halklarla ya da devletlerle bir çarpışmayı ifade eder. Orada yaşayan herkesin ve bütün toprakların düşman sayılmasını gerektirir. Savaş, bilinen bir düşmanla askeri çatışma gerektirir. Bütün bu noktalar göz önünde bulundurulduğunda, ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld’in deyişiyle savaş kavramı yeterli değil. 11 Eylül’ün boyutları sadece ABD ordusunun başa çıkabileceği ölçüde görünse bile, teknik bağlamda uluslararası değil de uluslar dışı bir tehditle uğraşmak askeri taktiklerden çok Lübnan’da Savaş Bitti mi? İsrail’in Lübnan saldırısı, Ortadoğu yangınlarının kaynağı Filistin sorununu bir süre için de olsa nasıl gölgelediyse, Taliban’ın Afganistan’daki beklenmeyen direnişinin ABD ve NATO’yu güç durumda bırakması da Lübnan olayının gündemdeki yerini sarsmışa benzemektedir. Özellikle güneydeki, İngiliz askerlerinin durumu, artık suyu iyice ısınan Blair’den beter. ABD’nin Sovyetler’i köşeye sıkıştırma adına besleyip semirttiği dinci takımın öğrencileri Taliban’ın, şu sıralar günde sekizi bulan saldırılarıyla İngiliz askerlerine kök söktürmesi koskoca NATO’yu 2005 ilave asker için üyelerine el açacak durumlara düşürmüştür. Lübnan’da askerlerimiz için en uygun olan bölgeyi İtalyanlara kaptırdığımız söylense de, şimdilik sakin görünen Lübnan’a asker koşturmak, yine de çatışmanın şiddetlendiği Afganistan’a gitmekten, kuşkusuz Lübnan’nın arı kovanı olduğu gerçeğini göz ardı etmeden, çok daha az risk taşımaktadır. Kuşkusuz az risk, risk yok anlamına gelmiyor! Özetle, Irak’tan Afganistan’a, Filistin’den Lübnan’a ABD’nin terörle savaş, terörün önlenmesi, yeni Ortadoğu tasarımı dördüncü yılında tam bir fiyaskoya dönüşmüş durumda. W. Bush ve neoconları ‘‘topal ördek’’ durumuna gelmeden ünlü Ortadoğu tasarısının en azından bugünkü şekliyle gündemden düşmesi olası. ??? İsrail’in iki askerinin ‘‘kaçırılması’’nı bahane ederek Lübnan’a saldırmasının, bu ülkeye düşmanlarını arttırmaktan öte hiçbir şey kazandırmadığı, Hizbullah’ı da çökertmediği ortada. Ama orantısız bir güçle vahşi bir biçimde saldırdığı Lübnan’a çok şey kaybettirdiği kesin. Fransız Le Nouvel Observateur, Lübnan’ın 34 gün süren İsrail saldırılarında uğradığı insani ve maddi kayıpların bir tür bilançosunu yayımlamış. Kayıplara toplu halde göz atmak yıkımın boyutlarını çok daha açık bir biçimde ortaya koyuyor (16.08.2006). Ölen 1200 kişinin 1126’sı, üçte biri çocuk olmak üzere sivil. Yaralı sayısı 3700. Evlerini terk ederek göç yollarına düşenlerin sayıları ise 1 milyona yakın. ??? Kalkınma ve Yeniden Yapılanma Konseyi’nin verilerine göre, maddi kayıplar 3.6 milyar dolar. BM kalkınma programına göre ise doğrudan ya da dolaylı kayıplar 15 milyar dolar düzeyinde. Yardım komisyonunun tahminlerine göre yıkılan ya da ciddi hasara uğrayanlar arasında yaşamsal önemde 29 tesis, Beyrut Havalimanı, liman, su depoları, atık su arındırma tesisleri, elektrik santralları, 630 kilometre yol, 32 akaryakıt istasyonu, 145 köprü ve bağlantı yolu, 900 fabrika, işyeri, çiftlik, çarşı pazar bulunuyor. Yıkılan konut sayısı Hizbullah’a göre 15.000. Başbakan Fuad Sinyora’ya göre ise tamamen yıkılan ya da ağır hasar gören konut sayısı 130.000. Yıkılan tesisler arasında televizyon, radyo tesisleri de var. Jiye Elektrik Santralı’nın bombalanması Lübnan kıyılarında 140 kilometrelik petrol kirlenmesine yol açmış. Lübnan’da ateşkes sağlanmış, İsrail ambargoyu kaldırmıştır. Ama bu Lübnan’da her şeyin normale döndüğü anlamına gelmemektedir. Ortadoğu’da barış, öncelikle Filistin sorununun barışçı çözümüne bağlıdır. Ama İsrail’in şu anda bile Filistin’de, Gazze’de, Şeria’nın batısındaki Filistin topraklarında yaptıkları Olmert yönetiminin Lübnan macerasından ders almadığını göstermektedir. İsrail’in Filistin halkına reva gördüğü akıl almaz zulüm dün olduğu gibi bugün de sürmekte. ABD, AB ve sorunun çözümüyle görevli ‘‘dörtlü’’nün sesinin bunca olaydan sonra, Blair’in barış girişimi bir yana bırakılırsa, hâlâ duyulmaması ise anlaşılır gibi değildir. ??? Ayrıca İsrail’in saldırısının ateşkese karşın bittiği söylenemez. İsrail’in Lübnan’a yağdırdığı 100.000 bomba daha patlamamış, patlamayı ve yeni canlar almayı beklemektedir. Le Monde gazetesinin Beyrut muhabirinin aktardığına göre, Lübnan halkının ‘‘parça tesirli bomba’’ diye adlandırdığı bombalar, aslında gövdelerinde ‘‘cephane taşıyan’’ bombalardır. İsrailHizbullah arasındaki çatışmaların sona erdiği 14 Ağustos’tan bu yana sonradan patlayan bu bombalardan 13 sivil yaşamını yitirmiş. 52 sivil de yaralanmıştır. Human Right Watch örgütünün temsilcisi Nedim Huri’nin Le Monde gazetesinde yayımlanan açıklamalarına göre. (1 Eylül 2006) sözü edilen bombalar (obüs) gövdelerinde genellikle 88 küçük bomba taşımaktadır. Ama bazı türlerinde bu sayı 644’e ulaşmaktadır. Oysa bu tür bombaların sivil nüfusun yoğun olduğu yerlerde kullanılması, Cenevre Konvansiyonu’na göre yasaklanmasına karşın İsrail tarafından bol miktarda kullanılmıştır. Ayrıca Le Monde Diplomatique’in Human Right gözlemcilerine dayanarak aktardığına göre İsrail, Lübnan’da ‘‘parça tesirli, fosfor ve hafifletilmiş uranyum bombaları da” kullanmıştır. İsrail, BM mayın temizleyicilerinin taleplerine karşın ‘‘cephane’’li bombaların atıldıkları yerlerin ayrıntılı planlarını vermemiştir. BM uzmanları 400 hedef bölgede 100.000 patlamamış, daha doğrusu her an patlamayı bekleyen bomba bulunduğunu tahmin etmektedir. Daha açık bir deyişle İsrail Lübnan’ı, ateşkesten sonra da bombalamanın önlemini almış görünmektedir. Lübnan halkı ve BM Barış Gücü, yolda yürürken bile dikkatli olmak zorunda. Özellikle de askerlerimizin konuşlandırılacağı Güney Lübnan’da! Önemli Not: Fransız Amirali Magne, askerlerinin konuşlanacağı Güney Lübnan’a, ‘‘cephaneli bomba’’ kaynaklı anti personel mayınların tümü temizlenmeden gitmeyeceklerini açıkladı. Peki, ya biz? E polis yöntemleri gerektirir. stratejileri oluşturmak için işbirliği yapmak isterken Bu hatalı vizyonun olumsuz İslamcı teröristlerin hedefi sonuçları çok çabuk ortaya ‘‘hegemonyacı’’ Batı çıktı. Artık ABD yönetiminin, dünyasını yıkmaktan başka belki de biraz kasıtlı olarak bir şey değil. çarpıtılmış bir El Kaide İslamcı terör tehdidiyle başa imgesi sunduğu, örgütü çıkabilmeye yönelik tek düzenli bir komuta yapısı olan hiyerarşik bir oluşum uygulanabilir strateji, Amerikan ordusunun saldırıp Müslümanlar ve Müslüman yok edebileceği bir düşman ülkelerin liderleri arasında bir uzlaşmanın sağlanmasıdır. Bu prototipi olarak gösterdiği uzlaşma, aralarındaki biliniyor. Oysa, El Kaide militanları tecrit etmek, salt büyük çaplı saldırılar zayıflatmak ya da yok etmek için kırk yılda bir işbirliği için gerekli polis işbirliğini de yapan, çoğunlukla kendi hesabına çalışan bireylerle El Kaide lideri Usame bin Ladin kapsayan karşılıklı işbirliği şekillerinde olmalıdır. Bu, küçük yerel hücrelerden uzun ve zor bir girişim ancak başka bir oluşan belirsiz bir etki alanı gibi görünüyor. seçenek de görünmüyor. ABD’nin ve çoğu müttefikinin tepkilerini hâlâ savaş metaforu tancın intikamı belirliyor. Bu metaforun çekiciliği Amerikalıların sadece ordularına ki bu 11 Eylül’ün ardından gelen Londra, Madrid anlaşılabilir bir şey değil genel olarak güce ya da Bali eylemleriyle 2000’de USS Cole ki akıllı insanlar söz konusu olduğunda çok savaş gemisine yönelik saldırı, da anlaşılabilir bir şey değil duydukları aşırı operasyonların eşgüdümünü sağlayan, güvenle açıklanabilir belki. Her ne olursa emirlerini veren bir ‘‘merkezin’’ varlığını kanıtlamıyor. İslamcı terörü Baskların ETA’sı, olsun, terörle mücadeleyi savaş olarak nitelemek Amerikalı siyaset adamlarını arka Sri Lanka’nın Tamil Kaplanları ya da IRA ile arkaya şiddetli askeri operasyonlar bağlantılandırmak da yanlış. Bu grupların düzenlemeye zorladı. Ve bu operasyonlarla bölgesel bir merkezi ve ulusal hedefleri Müslümanların gönlünü kazanmak söz varken İslami terör Müslüman dünyasının konusu bile olamaz. Askeri bir karşılığın yüzyıllardır süren sömürgeleştirme, anlaşılabilir olduğu tek olay Afganistan idi: ekonomik kalkınma yoksunluğu ve siyasi Sonuç olarak hükümet El Kaide’yi zayıflıktan kaynaklanan ‘‘utancının’’ barındırmıştı. Ama, El Kaide ya da 11 Eylül intikamını alma çabası içinde görünüyor. ile hiçbir bağlantısı bulunmayan Irak’ı işe Çoğu Müslüman ülke uluslararası toplulukta karıştırmak çok büyük bir hataydı. Aşırılık barış içinde yaşamak ve etkili kalkınma U yanlısı İslamcıları güçlendiren ve muhtemelen yeni teröristler bulmalarını sağlayan büyük bir yanlış. Dahası, ABD’nin tepkisi İsrail’in askeri yöntemlerin işe yaradığı yönündeki inancını pekiştirdi. Bu da Lübnan savaşını ve Gazze işgalini getirdi. Güçsüz uluslararası topluluk hiçbir şey yapamıyor. ABD’nin, çoğu zaman 11 Eylül’dekinden kat kat daha fazla sivil ölümüyle sonuçlanan tutumunun sertliği ve acımasızlığı Cezayir, Fas, Ürdün, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkelerin yararlı girişimlerde bulunmasını engelledi. Savaşın çekiciliği İsrail, Suriye ve Lübnan arasında ciddi müzakerelerin yapılması olasılığını ortadan kaldırdı. Arka arkaya Müslüman ülkelere saldıran ABD ve müttefikleri, düşmanın İslamın kendisi olduğu izlenimini yaratarak kaçılınmaz bir şekilde Washington’ın önlemek istediğini söylediği ‘‘medeniyetler çatışması’’nın önünü açtı. Ama Amerika’nın stratejisi başarısız oldu. Güç kullanarak her şeyi elde edemezsiniz. Uluslararası topluluk İslamın düşmanımız olmadığını ve terörle mücadelede başka yöntemler kullanılması gerektiğini açıkça söylemelidir. Müslüman siyasi liderler de seçimlerini terörden yana yapmadıklarını açıkça ilan etmelidirler. Her iki taraf da ölümcül sapmalarını bastırabilirse eğer, kültürel ve siyasi uzlaşma umudu yeniden doğacaktır. * Michel Rocard: Eski Fransa Başbakanı, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Parti üyesi. (The Guardian, İngiltere, 5 Eylül) İngilizceden çeviren: İrem Sağlamer K ÖKLÜ DEĞİŞİKLİKLER YAŞANIYOR Türkiye: Fırsatlar ve tehlikeler ‘Y (ABD ve İsrail tarafından) ve silahlandırılmış 70 bin kişilik ordusu da olacaktır. urtta barış, Türkiye’nin Kürt sorununda dünyada barış’’: yaşanan gelişmelerde etkili Mustafa Kemal’in olabilmesi için tek şansı, bu ünlü tarihi sözü, 1923’ten bölgedeki kriz yönetimine dahil bugüne kadar Ankara’nın olması ve tehlikenin boyutları Ortadoğu’daki politikalarını ne olursa olsun Lübnan’a asker belirledi. Modern Türkiye’nin kurucusunun söylemek istediği, göndermesidir. Gelecek birkaç ay içinde, Kerkük bölgesinin çağdaş ve laik bir devletin (petrol yatakları ve Türkmen kurulabilmesi için, ülkesinin azınlığı konuları dahil) Kürt sınırları dışında herhangi bir varlığına katılması konusu çatışmadan kesinlikle gündeme gelecektir. Bu kaçınılması gerektiğiydi. çerçevede Ankara, Lübnan’da Ankara’nın bölgede dini ve siyasi ve askeri bir rol alırsa toplumsal çatışmalara pazarlık yapacak duruma karışmasının, ülke içinde gelebilir, aksi halde olumsuz yan etkilere yol yapabileceği tek şey şikâyet açacağı bellidir. Ancak, son etmek olur. Türkiye’deki Kürt dönemde köklü değişiklikler sorunu artık acil bir iç mesele yaşanmaktadır. Erdoğan olarak ortaya çıkmaktadır. hükümetinin Lübnan’a asker Bombalı saldırılar bu gönderme kararını görüşmek konuda fiili bir uyarı olurken üzere toplanan TBMM, gerçek emekli Orgeneral Ralston’un, bir ikilemle karşı karşıya Washington tarafından, kalmıştır. Bu noktada tehlikeli Kuzey Irak’taki olan, bölgedeki PKK güçlerine ‘‘statüko’’nun koordinatör korunması değil, olarak atanması, (2003’te ABD ürkiye’nin Ankara’nın askerlerinin Kuzey Kuzey Irak’a Kuzey Irak’a tek Irak’a Türkiye’nin tek yanlı topraklarından taraflı olası bir girmesine izin müdahalesine müdahalesi verilmemesi bu ‘‘ikinci bir fren’’ siyasi açıdan anlamı taşıyordu), olarak görülmelidir. Ankara ile yeni bölgesel Ancak, tüm bu Washington’ı haritanın noktalar dikkate çatışma şekillenmesinde rol alındığında, Türk noktasına almaktır. Bu harita, askerinin Lübnan’da Washington’ın bulunmasının getirecektir. muhafazakârlarının büyük tehlikeler Yeni Ortadoğu’su taşıdığı da bir olmayacaktır. Irak’ın gerçektir. Türkiye’nin yanında, parçalanması, Tahran’ın BM Barış Gücü’ne asker bölgesel büyük güç olarak verecek olan diğer ülkelerin de, yükselmesi ve Kuzey Irak’ta Hizbullah ya da Suriye ile bağımsız bir Kürdistan’ın çatışmaya girme olasılıkları kurulması şeklinde gerçekler büyüktür. Özellikle, laik bir ortaya çıkacaktır. devletin koruyucusu olan Türk ordusunun, dini ya da toplumsal B süreci bir iç savaşa karışmasından daha kötüsü, Batı karşıtı köktendinci güçlerle temasının Türkiye’nin Kuzey Irak’a yarattığı ciddi tehlikelerdir. girmesi, bugün askeri ve siyasi Bu noktada iki önemli soru açıdan olumsuz görünüyor. sorulmalıdır. Yan etkileri Böyle bir durum siyasi açıdan kestirilemeyen Ortadoğu’daki Ankara’yı Washington ile gelişmelere karışmak mı, yoksa çatışma noktasına getirecektir. istikrarın bozulmasına seyirci Bu da zaten ağır bir yük altında kalmak mı daha iyidir? bulunan ülkenin AB sürecini Aslında her iki seçenek de, raydan çıkaracaktır. Askeri otoriter ve reformcu açıdan ise daha büyük Kemalist devlet deneyiminin tehlikeler görünüyor. Çünkü gerçeklerinden farklıdır. Türk ordusunun karşısında sadece Kandil Dağı’ndaki PKK (İmerisia, Yunanistan, 6 Eylül) güçleri değil, fiili (de facto) olarak kurulan bağımsız Kürt Yunancadan çeviren: yönetiminin iyi eğitilmiş Murat İlem YORGOS KAPOPULOS Merkel’in gücü ve güçsüzlüğü PETER EHRLİCH lmanya’nın dünyadaki nüfuzu, kesinlikle Avrupa’nın birliğine bağımlıdır. AB bir bütün olarak dünya siyasetinin önemli bir aktörüdür, ama ortak dış politika, uygulanmaktan çok üzerine yeminler edilen bir şey. Lübnan’a asker gönderilmesiyle ilgili karar öncesindeki gelgitler de son bir örnek oldu. Dünyanın, güvenlik politikaları çerçevesinde birlik halinde güçlü çıkışlar gösteren bir AB’ye ihtiyacı var. Başbakan Angela Merkel, federal meclisteki konuşmasında, petrol rezervlerine girmek gibi bir ana gerekçeden değil, barış, özgürlük ve refahın desteklenmesinden söz açtı çok haklı olarak. Irak’ta her gün görüyoruz: Barış olmadan özgürlüğün pek az değeri var ve barışla özgürlük yoksa, refah da artmıyor. Yakın ve Ortadoğu’daki ihtilaflar soyutlanarak çözülemez, bu da herkesin bildiği bir gerçek. İsrail ile Filistin arasındaki anlaşmazlık, merkezi bir ihtilaftır ve öyle de kalacak. Filistin’de barış, ne terorizmi bitirecektir ne de İran’ın büyük devlet fantezilerini iyileştirecektir. Ama her ikisinin İslam dünyasındaki sempatizanlarının sayısını düşürebilir. Avrupa’nın sorumluluğu çok büyük, çünkü ABD bu konuda son derece başarısız oldu. Bush’un, Irak’taki özgürlükle ilgili içi boş lafazanlıklarının karşısına, eskilerin Avrupası’ndaki büyük devlet politikası döneminden Fransız siyaset adamı Charles Maurice de Talleyrand’a ait olduğu belirtilen bir International Herald Tribune, 6 Eylül T A Merkel, Forbes’in güçlü kadınlar listesinde 1. sıraya yerleşti. ifade çıkarılabilir: ‘‘O, bir suçtan daha fazla bir şeydi; o, bir hataydı.’’ Arapİslam coğrafyasında son 30 yıldaki Amerikan siyasetinin kısa bir bilançosu, korkunçtur. A İran etkisi çok yüksek Önce Afganistan’da Sovyet işgaline karşı radikal İslamcı Taliban’ı ve İran’a karşı da Saddam Hüseyin’i destekledi. Ama bu ikisi de daha sonra ABD’nin en keskin karşıtları oldular. Her şeyden önce de, Suudi Arabistan veya Mısır’daki demokratik olmayan rejimlere destek sürüyor. Fakat şimdi, İran’ın etkisi, İkinci Dünya Savaşı sonrasındaki en yüksek düzeyine çıkmış durumda, çünkü nüfuz alanları, Irak ve Afganistan’a, oralardaki Şii halk kitlelerinin içine kadar uzanıyor. ABD’nin ise İran’a karşı tehdit potansiyeli zayıf, çünkü Bush bir savaşa daha girecek halde değil. Bu paramparça sahnenin bir sonucu, Rice’ın, Bush’un en önemli çalışma arkadaşı olarak, dünyanın güçlü kadınları listesinde aşağı sıralara itilmesi oldu. Ama Merkel, dünyanın siyasal açıdan en hassas bölgesinde tek başına nüfuzunu kullanabilecek bir büyük devleti temsil etmiyor. Bunun için Tony Blair ve Jacques Chirac, Romano Prodi ve Javier Solana gibi ortaklara ihtiyacı var. Lübnan örneği de bu anlamdaki sadakat ve çıkarların çok farklı olduğunu gösteriyor. Demek ki, 2007 başında AB’nin dönem başkanlığını üstlenecek olan Merkel’in görevi, açık. AB Anayasası tartışmalarında, her şeyden önce de AB’nin dış politikadaki kimliğinde, ortak bir Avrupa tutumu için sürekli çağrıda bulunarak çalışmak zorunda. AB’nin 21’inci yüzyılda dünya çapındaki nüfuzu, ortak dış politikanın tanımlanmasına ve uygulanmasına bağlıdır. Bush’u, 2009 başında umarız daha iyi bir ABD başkanı izler ve dünyadaki roller yeniden dağıtılırsa, en geç o zaman, AB ortak dış politikasının belirginleşmiş olması gerekiyor. Ancak Merkel, eğer gerçekten çaresiz değil ve güçlü bir dış politika uygulayıcısı olmak istiyorsa, her durumda denizaltıdan çıkmak zorunda. (Financial Times, Almanya, 7 Eylül) Almancadan çeviren: Osman Çutsay CUMHURİYET 10 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle