25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
7 AĞUSTOS 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DIŞ BASIN İsrail’in Lübnan’a yağdırdığı bombalar Hizbullah’ın liderini Müslümanların gururu haline getirdi 9 DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Nasrallah nasıl yükseldi?.. PATRICK COCKBURN Çocuklara Karşı Savaşmak! Alain Gresh, Le Monde Diplomatique’in Ağustos sayısında yayımlanan yazısında ‘‘Kundakçılara açık çek’’ anlamına gelen bir başlık atmış. Ortadoğu’da bir yangın bitmeden ikincisini devreye sokan kundakçıların kimler olduğunu bilmeyen yok. ‘‘Acil ateşkes’’in çağrısını bile kimse ağzına almaya cesaret edemiyor. İsrail ve ardındaki destekçisi, ‘‘Henüz çocuk katliamlarımız, yakıp yıkmalarımız sona ermiş değil. Bu yüzden ‘işimizi’ bitirmeden kimse bizden ateşkes falan beklemesin’’ diyorlar. Onları engelleyecek, hizaya getirecek bir güç de ortalıkta görünmüyor. Tek kutuplu dünyanın gerçeği bu. Yan çizen, ipe un seren, laf kalabalığı ile işi geçiştirmeye çalışandan geçilmiyor. Birleşmiş Milletler (BM) düpedüz katledilen görevlileri için bile bir şeyler yapmaktan aciz. İşine geldiğinde her şeye kadir Güvenlik Konseyi’nin, Filistin sorunuyla ilgili 40’ı aşan Amerikan vetosuyla eli kolu bağlı. İşlevsiz. Avrupa Birliği suskun. Roma Konferansı herhangi bir sonuca varamadan dağıldı. Artık aciliyeti pek kalmasa da yine de ‘‘acil ateşkes’’ çağrısı yapan tek örgüt, Ortadoğu’daki ülkelere kıran girmiş gibi ancak ta Kuala Lumpur’da toplanabilen İslam Konferansı oldu. Ama onu da, ne yazık ki, dinleyen yok. Nasıl olsun ki, birçoğu Birleşik Devletler’le içli dışlı ilişki içinde. Bir bölümü Amerika’dan aldığı yıllık dolarlarla ayakta. Bir başka bölümü IMF’nin mali kıskacında, Washington’un ‘‘stratejik’’ ya da ‘‘vizyon’’ ortağı olmakla şişiniyor. Bu yüzden Kuala Lumpur çağrısı da sözde kalmaya mahkum. ??? Onlar konuşadursun, yine Alain Gresh’in tanımlamasıyla Gazze Şeridi ve Sedir ağaçlarının ülkesinde ‘‘kitlesel katliam’’ tüm hızıyla sürüyor. Çocuklar vuruluyor. Savaş sanki onlara karşı yapılıyor. Saldırının bir aya yaklaştığı şu günlerde bilanço vahim. İsrail bombalarının kurbanları şimdiden bini aşmış durumda. Yaralı sayısı üç binin üzerinde. Öldürülen sivillerin üçte biri on iki yaşın altındaki kız ve erkek çocuklar. Tarihe geçecek bir rekor, bir yüz karası, bir karabasan. Evleri başlarına yıkılan, canlarını kurtarmak için öz yurtlarında göç yollarına düşen insanların sayısı bir milyonun üzerinde. Sanırım hiçbir savaşta böylesine kısa bir sürede hiçbir ülke Lübnan kadar yıkıma uğramamıştır. İsrail’in Filistin ve Lübnan’a saldırıları yeni değil. Otuz yıldan bu yana aralıklarla devam ediyor. 19751990 yılları arasında on yıllarca süren saldırılarda ve 1978 ve 1982’de art arda gelen iki işgal ve 1993 ve 1996’daki hava saldırılarından sonra ülkeyi yeniden inşa etmek için 6 milyar dolar ve bir o kadar yıl gerekmiştir. Bugün saldırının başladığı 12 Temmuz’dan bu yana olan yıkımın faturası ise şimdiden 2.5 milyar dolar tahmin edilmektedir. ??? İsrail Gazze’de ve ardından Lübnan’da Hizbullah tarafından ‘‘kaçırılan’’ askerlerini kurtarmak ve Hizbullah’ı silahsızlandırmak için saldırdığını söylüyor, ancak bu, çok daha kapsamlı bir saldırı planı için sadece bir bahanedir. Saldırıdan hemen önce Hizbullah’la ülkenin önde gelen siyasal güçlerinden biri sayılan General Michel Aoun’un, Hizbullah’ın silahsızlandırılarak, Lübnan silahlı kuvvetlerine katılması yönünde, Suriye karşıtlarını gafil avlayarak anlaşmaya varmaları İsrail saldırılarını öncelemiştir. Şimdi, izninizle Lübnan Başbakanı Fuad Siniora’nın geçen Cuma La Rebupbblica ile yaptığı söyleşiye göz atalım. Başbakan aşağıda özetleyerek aktardığımız söyleşisinde olayı en açık biçimde anlatıyor: ‘‘Hizbullah’ın varlığı onu yaratan nedenlerin ortadan kalkmasıyla sona erecektir. Onun varlığının en önde gelen nedeni Şebaa çiftlikleri sorunudur. On yıllardır bize ait olan ve 1967’den bu yana İsrail işgali altında bulunan Şebaa çiftliklerinin bulunduğu yirmi kilometrekarelik topraklarımız geri verilmelidir. Bu, iki ülke arasındaki gerginliği azaltacaktır. Söz konusu topraklar Lübnan için yaşamsal önemdedir. Lübnan; Suriye, İsrail arasında bir köşe taşı niteliğindedir. Hizbullah Lübnan’da önemli bir rol yüklenmiştir. Sürekli tacize uğrayan sınırlarımızı korumaktadır. Varlığının nedenleri ortadan kalktığında Hizbullah’ın varlığı da sona erecektir.’’ ??? ‘‘Hizbullah İsrail tarafından yaratılmıştır. Maddi olarak değil tabii. Ama İsrail, onun varolma nedenlerinin koşullarını hazırlayarak zaman içinde güçlenmesine yol açmıştır. Lübnan’daki 20 yıllık işgal Hizbullah’ın güneydeki varlığını haklı kılmıştır. Siz savaşın kaçırılan askerler yüzünden çıktığını mı sanıyorsunuz? Gerçek şu ki, Lübnan yakın tarihinde yedi kez istilaya uğramıştır. Otuzu aşkın yöresel çatışmayı saymıyorum. Kana on yıl arayla ikinci kez katliama sahne olmuştur. Ben bütün bunlarda gözü dönmüş bir hırsın izlerini görüyorum.’’ Peki, İsrail’in bombacı şahinleri bu savaştan ne kazanmıştır? Şu ana kadar görülen, Hizbullah’ın pes etmediğidir. Buna karşılık bu örgüte mesafeli duran Hıristiyanlar da (nüfusun yüzde 40’ı) Hizbullah’ı şimdi başka gözle görmektedirler. İsrail sayesinde halk nazarındaki prestiji de zirveye ulaşmıştır. Altı günlük savaş efsanesi de sona ermiş, İsrail ordusu, tüm gücüne karşın beklenen etkiyi gösterememiştir. Çok daha vahim olan tüm dünya uluslarıyla ‘‘normal’’ seyreden çok yönlü ilişkilerinin, Gazze ve Lübnan saldırılarıyla, düzeltilmesi neredeyse olanaksız bir biçimde yerle yeksan olmasıdır. O bir yıl önce amaçsız bir asiye benziyordu. Hizbullah’ın lideri Hasan Nasrallah, Lübnan’ın önemli simalarından biri olsa da Ortadoğu siyasetinin dışında kalacak gibiydi. Nasrallah, Lübnan’daki 1.4 milyon Şiinin lideriydi ve kimse milis örgütü Hizbullah’ın ne kadar etkili olduğundan kuşku duymuyordu. Akıllı, karizmatik ve deneyimliydi, ancak etki alanının doruk noktasına ulaşmıştı. Görünen o ki, Nasrallah’ın en büyük anı, yıllarca Hizbullah gerillalarının saldırılarına uğradıktan sonra, İsrail’in askerlerini Güney Lübnan’dan tek taraflı olarak çekmesiyle Mayıs 2000’de geldi ve gitti. Geri alınan Lübnan topraklarına zaferle girdi ve İsrail’e karşı elde edilen askeri zafer, küçük ölçekli de olsa son 50 yıldır hiçbir Arap liderinin yaşayamadığı bir başarıydı. Ancak İsrail’in Lübnan’ı boşaltması Hizbullah’ın varlık nedenini ve devlet içinde devlet oluşturmasının gerekçesini ortadan kaldırıyordu. Kuşkusuz, Nasrallah, Lübnan içinde bir güç olmaya devam edecekti ama bundan öteye gitmesi zor görünüyordu. Ancak İsrail bu süreci tersine çevirdi. İki askerinin kaçırılması üzerine 12 Temmuz’da büyük bir askeri operasyona girişerek Nasrallah’ı İslam âleminin gözünde, İsrail’e karşı direnişin simgesi haline getirdi. Kendi liderlerinin kayıtsızlıkları, yolsuzlukları ve beceriksizliklerinin bilincinde olan Araplar, Hizbullah savaşçılarının cesaret ve kararlılığına hayran kaldılar. Nasrallah’ın Beyrut’un Burc Hamut bölgesinde doğdu. milliyetçilikdincilik karışımının Lübnan’da Babası Güney Lübnanlı bir manavdı. 9 da, Irak’ta Amerikalılara karşı kullanıldığı kardeşin en büyüğüydü ve din adamı olmak gibi, son derece etkili olduğu görüldü. istiyordu. Ancak geleceğini belirleyen savaş Nasrallah’ın sözcüsü, İsrail’in kaçırma oldu. İç savaşın patlaması, ailesinin Sur olayına bu kadar şiddetli bir karşılık yakınlarındaki Basuriye köyüne dönmesine vereceğini düşünmediklerini itiraf etti. yol açtı. Basuriye’deki din adamları Bununla birlikte İsrail’in, daha önce Nasrallah’ı Irak’ın Şii Necef kentindeki kendisiyle başa çıkabilen Hizbullah’ın büyük medreseye gönderdi. Burada 2 yıl askeri gücünü doğrudan hedef alacağını da eğitim gören Nasrallah, Musavi ile tanışıp dünyada az kişi tahmin etti. Ayrıca İsrail’in genç yaşta onun yandaşı oldu. Şii din 18 yıl sonra bin bir güçlükle çıktığı Lübnan adamlarına şüpheyle yaklaşan Saddam bataklığına bu kadar Hüseyin, hevesle döneceği de 1978’de ? Bir İsrail helikopteri 1992’de akıl pek olası hocası Musavi’yi öldürmeseydi Nasrallah Necef’teki görünmüyordu. yabancı ilahiyat son 14 yıldır örgütün başında olmazdı. Nasrallah’ın yaşamı öğrencilerini Artık Nasrallah’ın kahraman olmak için tek kentten attı. 70’lerin ortasında yapması gereken şey hayatta kalmayı başlayan iç savaştan Nasrallah’ın günümüze kadar hayatının bir başarması. İsrail’in Lübnan’a başka önemli yönelik müdahaleleri tarafından olayı da 1982’de İsrail’in Lübnan’ı işgal şekillendirildi. etmesiydi ve bu işgale şiddetle karşı çıkan Nasrallah, bu süreçte gerilla komutanı oldu. Dokuz kardeşin en büyüğü Nasrallah, Lübnan’da Suriye etkisinin artmasına da karşı çıkıyor ve ülkenin Bir İsrail helikopteri 1992’de Hizbullah güneyinde İsrail ile savaşılmasını lideri Nasrallah’ın akıl hocası ve selefi destekliyordu. Nasrallah, İsrail’in Musavi’yi Abbas Musavi’yi öldürmeseydi, Nasrallah öldürmesiyle Hizbullah’ın başına son 14 yıldır örgütün başında olamazdı. geçtiğinde henüz 31 yaşındaydı. İsrail hava kuvvetleri Nasrallah’ı öldürmek Nasrallah’ın gelişmiş siyasi yetenekleri var. için evini ve ofisini bombalamak dahil her Hizbullah’ın Şiiler arasındaki etkisini şeyi yaptı, ama artık Nasrallah’ın, Arap genişletmeyi ve Lübnan’daki diğer dünyasının kahramanı olması için yapması topluluklarla liderler arasındaki gereken tek şey hayatta kalmayı başarması. anlaşmazlıkları gidermeyi başardı. Oğlu Nasrallah, 31 Ağustos 1960’ta Doğu Hadi, 18 yaşında Güney Lübnan’da İsraillilerle savaşırken öldürüldü. 1980’lerde İran tarafından finanse edilen Hizbullah, 2000’li yıllarda, kendi kaynaklarını yaratabildi. Ayrıca örgütün gelişmiş bir okullar ve sağlık merkezleri ağı bulunuyor. Küçük toplumsal başarılar Küçük çaplı toplumsal başarıları, Gazze’de Hamas örneğindeki gibi, Ortadoğu hükümetlerinin yoksullara yardım konusundaki yetersizliğinden dolayı Hizbullah’ın ön plana çıkmasına yol açıyor. Lübnan’da, partilerin kendi dini topluluklarının dışında destek bulmaları zor olduğundan böyle bir örgütün gelebileceği nokta sınırlı. Buna rağmen Nasrullah ve Hizbullah, 2000’den sonra çok saygın bir konuma geldiler. Parti, Suriye güçlerinin 29 yıl sonra çekilmesinin ardından yapılan 2005 seçimlerinde sandalye sayısını arttırdı. Ancak her şey Hizbullah’ın istediği gibi gelişmiyor. Hizbullah’ın hükümette iki bakanı olabilir ancak, ABD’nin, örgütün eski destekçileri Suriye ve İran’a karşı, yeni Lübnan hükümetini desteklediği unutulmamalı. Nasrallah’ın İsrail’le olan sınırı hareketlendirmek için bu yazı uygun bir zaman olarak düşündüğüne kuşku yok. Ancak Nasrallah, İsrail ve ABD’nin 1982 işgaline ilişkin kötü anılarını unutup tamamen onun yararına davranacaklarını düşünmüş olamaz. (The Independent, İngiltere, 2 Ağustos) İngilizceden çeviren: Can Güngör İsrail ordusunun Filistin’deki Hamas örgütünü yok ederek zafer kazanması mümkün görünmüyor Barışa silah gücüyle ulaşılamaz MARTIN VAN VREVELD SCB’nin 1979’da birkaç gün içinde Kâbil’i alabilmek için tepeden tırnağa silahlı 8 tümene ihtiyacı vardı; ama sonra, havlu atmadan önce de Mücahitlerle savaş dolu bir 10 yıl geçirdi. Dünyanın tanık olduğu en iyi silahlanmış, en iyi eğitilmiş ve en iyi yönetilen birlikleriyle ABD’nin Bağdat’ı alması için 3 hafta yetmişti. Burada, şimdilerde, hedeflerine ulaşamadan zorunlu bir geri çekilme olasılığı var. Geriye bakınca, görülüyor: SSCB gibi ABD de tamamen gereksiz ve hatta aptalca savaşlara bulaştı. Sovyet topraklarını tehdit eden tek bir Afgan yoktu ortada; böyle bir şeyi düşünmek bile saçmaydı. Saddam Hüseyin’in ABD’ye yönelmiş terör eylemlerine karıştığına dair hiçbir kanıt yoktu (hâlâ da yok); sözde kitle imha silahlarının ise masal olduğu ortaya çıktı. Bu açıdan bakınca, İsrail’in durumu farklı: Lübnan’dan İsrail’e sınır ötesi terorizm 1968’de, 20 yıllık bir huzur döneminin ertesinde başladı. Bunun sonucu da İsrail’in Lübnan’a daha çok müdahale etmesi oldu ve 1982’de işgal kararı alındı. İsrail ordusunun Beyrut’a ulaşması için 1 hafta yetti; 18 yıl sonra, bir sürü gelgitin ardından, son asker de BM’nin belirlediği çizginin gerisine çekildi. 12 Temmuz 2006’daki Hizbullah saldırısı beklenmedik bir şey değildi. İsrail’in de bunu kışkırtmadığı kesin. İsrail saldırısının sonuçları ise o zamana kadar hiç güzel değildi. Zor bir alanı işgal eden ve yıllar içinde kurulmuş mevzilerden saldırılar düzenleyen Hizbullah gerillaları, çetin ceviz olduğunu kanıtladı. Bunlar, geçmişteki Arap orduları gibi kaçmıyordu ve yoğun biçimde sivil halkın içinde dağılmış ve saklanmış durumdalar. Bulunmaları zor. Hizbullah’ın Suriye ve İran tarafından desteklendiği ve bu iki ülkenin yalnız İsrail’in değil ABD’nin de düşmanı olduğu, herkesin bildiği bir sır. Ancak anlaşılması daha zor olan, Lübnan ‘‘direnişi’’ (Neye karşı? Lübnan işgal edilmiş değil ki!) ile küresel terorizm arasında bağlantılardır. Elbette Hizbullah ile Hamas gibi diğer İsrail karşıtı hareketler arasında ilişkiler var. Gerçekten de Hamas, Hizbullah’ı para ve ‘‘knowhow’’ ile desteklemektedir. Ayrıntılar karanlıkta gerçi, ama Hizbullah ile Irak’ta savaşan sayısız parti arasında da bağlantı olmaması, ki bunlara El Kaide’nin yerel temsilcileri de dahildir, tam bir sürpriz olurdu. Eğer tarihten biraz ders çıkarmak mümkünse, İsrail’in Hamas’ı imha ederek nihai zafer S elde edemeyeceği açıktır. Barışa sadece görüşmelerle ulaşılır, silah gücüyle değil. Ancak İsrail’in ulaşabileceği bazı hedefler de yok değil. Birincisi, Lübnanlılara, Hizbullah’ın ülkelerini ne büyük bir tehlikeye attığını gösterebilir. Böylece de Hizbullah’a verdikleri desteği azaltabilir. İkincisi, sınırda bir güvenlik kuşağı kurabilir. Bölgedeki uluslararası birliklerin müdahalesi olsun olmasın, böyle bir kuşak füzelerin kullanılmasını ve diğer sınır ötesi saldırı biçimlerini engelleyecektir. Kimsenin umrunda değil 1982 ile 2000 arasında Lübnanlı savaşçılardan hiçbir grup İsrail’e ulaşamamıştı. Elbette Hizbullah’ın uzun menzilli füzeleri de vardır, bunlar İsrail’in içlerine kadar ulaşmaktadır. Ancak sayıları azdır. Her şeyden önce İsrail, komşularına, özellikle de Suriye’ye İsrail’e savaş açmaları halinde başlarına neler geleceğini gösterebilir. Bu hedefe ulaşmak şimdiden mümkün. Çünkü bugüne kadar tek bir ülke, bütün o protesto bağrışlarına rağmen Lübnan’a yardım için parmağını bile kıpırdatmış değildir. (Die Welt, Almanya, 4 Ağustos) Almancadan çeviren: Osman Çutsay Seni uzaktan sevmek... Rusya’nın Güney Osetya’yı sınırlarına dahil etmekten bir çıkarı yok İVAN SUHOV esmen tanınmayan Güney Osetya Cumhuriyeti’nin Devlet Başkanı Eduard Kokoytı, Rusya Federasyonu’na katılmak için Rusya Anayasa Mahkemesi’nde girişimlerde bulunmaya hazır olduğunu açıkladı. Uluslararası hukuk sistemi açısından Güney Osetya, Gürcistan’ın parçası sayılıyor. Ancak 80’li yılların sonundan beri bu küçücük bölgede Tiflis’in sözü geçmiyor. 1990’da Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinde, Gürcistan SSCB’ye bağlı olan Güney Oset Özerk Bölgesi, kendini SSCB içinde ayrı bir cumhuriyet ve aynı zamanda da Gürcistan’dan bağımsız ilan etti. Ocak 1991’de Gürcistan, Güney Osetya’ya ordularını gönderdi. Bu, Gürcülerle Osetler arasındaki kanlı anlaşmazlığın başlangıcı oldu. Güney Osetya’daki savaş, 1992’de bölgeye Rusya barış güçlerinin girmesiyle sonuçlandı. Güney Osetya, 1991’de SSCB’nin korunması yolunda oy kullanmıştı, 1992’de düzenlenen referandumda ise Tiflis’ten bağımsız olmayı seçti. Ancak Güney Osetya’nın bağımsızlığı, Rusya da dahil uluslararası topluluk tarafından R resmi kabul görmedi. Bugün Güney Osetya topraklarının büyük bölümü sadece hukuki açıdan Gürcü sınırlarının içinde görünüyor. Ama fiilen bu bölgede GürcüRus sınırı diye bir şey bulunmuyor; Rus tarafından gümrük birlikleri vize bile sormuyor. Güney Osetya’nın nüfusu 70 bin. Ekonomi, 1990’lardaki savaşın ve terk edilmişliğin de etkisiyle çökmüş durumda. Moskova birleşmeye mesafeli Pratikte pek bir geliri olmayan cumhuriyet, Rusya bütçesinden finanse edilir durumda. Nüfusun ezici çoğunluğu 2002’den bu yana Rusya yurttaşlığına sahip. Rusya, birleşmeye mesafeli. Son aylarda Gürcistan, bölgedeki barış güçlerinin değiştirilmesini istiyor. Gerginlik savaş sınırında. Güney Osetya Devlet Başkanı Kokoytı, Gürcü yönetiminde ‘‘şahinler’’in egemen olmasından tedirgin. Bununla birlikte ‘‘Güney Osetya’nın asla Gürcistan topraklarına katılmayacağını’’ dile getiriyor, ‘‘eğer Kokoytı’yı Gürcistan’ın Devlet Başkanlığı’na getirseler bile...’’ Asi cumhuriyetin lideri, Rusya’ya katılımın yolunu arıyor ve bu konuda 1774’te Osetlerin Rusya İmparatorluğu’na katıldığı gerçeğini ve ne devrim öncesi Rusya’dan ne de SSCB’den çıkmış olduğunu gösteren 1990’lı yılların başlarına ait belgeleri dayanak yapıyor. Böylece Güney Osetya’nın bugünkü Rusya’nın bir parçası olduğunu kanıtlamaya çalışıyor. Rusya Anayasa Mahkemesi, Kokoytı’nın savlarını kabul etse ve sonuçta Rusya toprakları içinde yeni bir idari birim ortaya çıksa bile, bu durumun ülkeye belirgin avantajlar getireceğini iddia etmek zor. Bu durumda, zaten sorunlu olan Güney Rusya’ya, merkezin finans desteğine bağlı olan, coğrafi olarak zor ulaşılabilen ve ayrıca etnik anlaşmazlıkların kaçınılmaz olarak büyüyeceği yeni bir bölge daha eklenmiş olacak. Şu anda bile Güney Osetya’dan yılda 10 bin kişiye ulaşan göç hareketi, daha da artacak. Yoğun göç dalgası ise hem Güney Osetya’daki durum hem de Rusya içindeki Osetİnguş anlaşmazlığının çözümü bakımından zorlukları daha da yoğunlaştıracağa benziyor. (Vremya Novostey, Rusya, 1 Ağustos) Rusçadan çeviren: Hakan Aksay CUMHURİYET 09 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle