11 Mayıs 2024 Cumartesi English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
SAYFA CUMHURİYET 22 AĞUSTOS 2006 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Lübnan Batağı!.. Lübnan’da askeri güç bulundurmak, Türkiye’nin ulusal çıkarları ile bağdaşmamaktadır. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan sorumluluklar kapsamında Lübnan’da teşkil edilecek ‘‘Barış Gücü’’ne katkıda bulunması talep edildiğinde; politik nedenlerle bu görevlendirme kaçınılmaz hale gelirse, Türkiye’nin yine de alabileceği önlemler mevcuttur. PENCERE masına zemin hazırlamış olacak... Lübnan batağına çekilmek istenen Türkiye’nin görmesi ve dikkate alması gereken en büyük tehlike bu... Lübnan’ı da içinde barındıran Ortadoğu, emperyalist ülkelerin güvenlik ve gönenç için egemenlik altında bulundurmak istedikleri sorunlu bir bölge. Onlara göre sorun bir şekliyle çözülmeli. Ne var ki Ortadoğu sorununu, bu sorunu yaratanların aklıyla çözebilmek mümkün mü?.. Bunu zaman gösterecek!.. Einstein’a atfedilen bir söz, Ortadoğu sorununun ortaya çıkışına ve sonuçsuz çözüm arayışlarına değerlendirme getirebilecek bir bakış açısı sergiliyor: ‘‘Dünyada hiçbir akıl kendi yarattığı sorunu çözmeye muktedir değildir.’’ Lübnan’a Girmek mi? Lübnan’a girecek miyiz? Türk askerini şimdiye kadar Kore’ye, Bosna’ya, Somali’ye, Afganistan’a gönderdik. Hangi ülke adına yaptık bu işi? Birleşmiş Milletler üyesi olmanın sorumluluğuyla mı? Yoksa ABD’nin çıkarlarına yardımcı olmak için mi? Kendimize bir sorsak mı? Başkalarına değil kendimize! Özellikle şu günlerde!.. Yine istiyorlar, yine gel, diyorlar! Fransızlar, Amerikalılar, İsrailliler, Annan’lar... Üç bin Türk askeri gelsin Lübnan’a, bizi korusun!.. Kimden koruyacak? İsrail’in acımasız saldırılarına destek olmak için mi? Yoksa Hizbullah’ın silahlarını elinden almak için mi? Daha işin başında, Erdoğan Bey, ‘‘Biz asker göndeririz demiş’’. Kimseye sormadan, durumu anlamadan, ilerisini gerisini düşünmeden!.. Yurtdışına Mehmetçikleri göndermek, Ortadoğu’nun bu en karmaşık günlerinde bir kanlı çıkmaza saplanmak değil midir? Bir başbakan her şeyden önce ulusunun yararını düşünmemeli miydi? Silah bırakma oldu olmadı, derken, bir de baktık, İsrail yine bir Arap köyüne saldırmış! Yarın, daha beterini beklememeli mi? ABD’nin baş yardımcısı bir devlet, daha doğrusu ABD’nin yönetiminde derin etkileri olan, daha daha doğrusu türlü güçleriyle ABD yönetimini yönlendiren bu küçük İsrail, bir çeşit hayalete dönmüş Birleşmiş Milletler’in ‘dur’ demesini dinleyecek mi? BM ordusu niye yalnız Hamas’lara, Hizbullah’lara karşı? Niye, saldırgan mı saldırgan İsrail’in keyfince asıp kesmesini önlemeyi düşünmez? Uluslararası bir güç, her şeyden önce Arap halkını acımasızca ezen, çoluk çocuk demeden yakıp yıkan bir zulüm anlayışını durdurmakla görevli değil midir? Türkiye önce kendi sorunlarını çözümlemeye bakmalıdır. Yıllardır şehit üstüne şehit veren bir ülkenin dış serüvenlere gönderecek askeri yoktur. Türk askeri, Türk ulusunu korumakla görevlidir... Bugün Türk askerini yurtdışına yollamaya kakışanlar yarın bunun hesabını vereceklerini şimdiden bilmelidirler. Cumhuriyet Tek!.. Cumhuriyet’in dünkü başyazısı Nadir Nadi’nindi... Gazete yönetimi Sevgili Nadir Bey’in 14 Şubat 1954 günlü ‘Başmakale’sini yineleyerek güzel bir iş yapmıştı... Yazıyı okurken altını çizdiğim satırları aktarıyorum... ? ‘‘Yurdumuzda iktidara geçmenin en kolay yolunu din sömürücülüğünde bulan birtakım politikacılar, halk arasında diledikleri gibi çalışıp masum ve cahil vatandaşları avlayabilmek için insan haklarından bahsederler. İlk önce köy köy dolaşıp diledikleri gibi halkı zehirleyecekler, sonra da serbest seçimlere girecekler... Kazanırlarsa ‘millet böyle istiyor’ diyerek ortaçağın şeriat düzenini yeniden yürürlüğe koyacaklar... Oysa bizim sayın gericilerin bilmediği nokta ‘İnsan Hakları Beyannamesi’nin bu gibi hürriyeti yok edici faaliyetlere imkân verir bir mana taşımadığıdır.’’ ? Başyazarımız Nadir Nadi, İnsan Hakları Bildirisi’nin insan haklarını yok etmek için kullanılmasına karşı çıkıyor... Ne zaman?.. Bugünleri o günlerden görmüş gibi yarım yüzyıl önce!.. Aradan 52 yıl geçmiş, Nadir Bey’in öngördüğü tehlike bugün çok yakın bir tehdit olarak iktidarlaşmıştır... Takıyyeci ya da dinci iktidar hükümettedir; devleti ele geçirmek programını da gözü kara uyguluyor... Cumhuriyet gazetesi buna karşı çıkıyor... ? Batı’da demokrasi tarihi gelgitlerin öyküsüdür; nice çalkantılar, savaşlar, kanlı çatışmalar sonucunda Avrupa bugünkü özgürlük rejimlerini uzun bir zaman diliminde kurabildi... Ana muhafet lideri Deniz Baykal son günlerde sık sık şu tümceyi yineliyor: ‘‘Cumhuriyet demokrasiyi doğurdu, demokrasi Cumhuriyeti yıkmasın!..’’ Laik Cumhuriyet tehlikede!.. Evet, Nadir Nadi’nin 1954’te altını çizdiği öngörü gerçekleşti, gerçekleşecek... ? Cumhuriyet bir fikir gazetesidir. Bu fikrin ne olduğunu ‘Başyazarımız’ yarım yüzyıl önce sağlam temellere dayanarak açık seçik dile getirmiş!.. Bugün durum ne?.. Laik Türkiye Cumhuriyeti, dinci, şeriatçı, İslamcı, mürteci rejimler okyanusunun ortasında bir ada gibi kaldı!.. Her şeye karşın biz fikrimizi elbette sonuna dek savunacağız... Ancak bu fikri savunmanın gün geçtikçe güçleştiğini de itiraf etmek zorundayız... Evet, gazetemiz tektir... Grup gazetesi olmadığı için tek... Sermaye gazetesi olmadığı için tek... Çalışanların gazetesi olduğu için tek... Patronsuz gazete olduğu için tek... Yalnız gazetecilik yaptığı için tek... Takıyyeci iktidara karşı muhalefette tek.. Kemalizmde tek... ? Ne olursa olsun fikrimizde direneceğiz!.. Laik demokratik Cumhuriyetin her şeye karşın ayakta duracağına inanıyoruz. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU O rtadoğu’yu çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyi amaç edinmiş egemen/sömürgeci güçler, ‘‘Yeni bir Ortadoğu’’ yaratmak için yeni yöntemler geliştiriyorlar... Bu yolda ilk adımı ‘‘lrak’’ta atan ABD’nin ‘‘Suriye’’ye mi yoksa ‘‘İran’’a mı saldıracağı endişesi tüm dünyayı sarmışken, bu ülkenin ‘‘İngiltere’’den sonra ikinci ‘‘stratejik ortağı’’ olan ‘‘İsrail’’, daha önce kısmen çekilmiş olduğu ‘‘Lübnan’’ yeniden girdi. 30.000 askerle Güney Lübnan’ı işgal etti. Birinci ayını dolduran işgalde 400’ü çocuk olmak üzere 1200’e yakın Lübnanlı yaşamını yitirdi... İşgalin görünen gerekçesi; Lübnan topraklarında konuşlanmış olan ve İsrail’in varlığı için tehdit oluşturan ‘‘Şii Hizbullah Örgütü’nün etkisizleştirilmesi!.’’ Görünmeyen gerekçesi ise, ‘‘Ortadoğu’nun yeniden şekillendirilmesi’’... Yerkürede karmaşık sorunlar ortaya çıktığında mümkün olan ölçüde çok sayıda ülkeyi yanlarına alarak; ama yine de kendi çözüm tarzlarını bu ülkelere kabul ettirerek yeni çözüm arayışlarına girişen ABD ve ona yandaş ülkeler, bu kez aynı planı Lübnan’da uygulamaya koydular. Planın özü: ‘‘Ulusal çıkarların başka ülkelerin desteğiyle ya da aracılığı ile gerçekleştirilmesi!..’’ Bugün gündemde olan konu, büyük çapta bir ‘‘Barış Gücü’’nün (UNIFIL) Lübnan’da görevlendirilmesi... Barış gücüne katkıda bulunacak ülkeler arasında Türkiye’nin de adı geçiyor. Daha doğrusu ‘‘Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’’ dünyada bu işe soyunan ve istekli olduğunu açıklayan siyasal yönetimlerin başında geliyor. Yabancı ülkelerin hükümet ya da devlet başkanları ya da bazı ülkelerin dışişleri görevlileri tarafından yapılan açıklamalara bakılırsa: ‘‘Türkiye müdahaleye hazır. Uluslararası güçte yer alacak...’’ , ‘‘Türkiye asker göndermeyi taahhüt etti...’’ Türk kamuoyu ise olup bitenlerden habersiz... Türkiye’nin bu güce katkıda bulunmasıyla ulusal çıkarlarımız açısından sağlanacak fayda ve oluşacak mahzurların yeterince irdelenmediği yolunda kaygılar var. Gelişmeler de bunun böyle olduğunu gösteriyor. Görüldüğü kadarıyla Türkiye’de siyasal iktidar, küresel güçlerin bu yoldaki dayatmalarına boyun eğerek, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu iç ve dış sorunlar karşısında bu ülkelerden destek alabileceğini umut ediyor! Bu sa dece bir umut... Türkiye’ye verilen taahhütlerle bu desteğin gerçekleşme derecesi belirsiz. Bunun karşılığı ise vatan evlatlarının yaşamının yabancı topraklarda tehlikeye atılması ve de Türkiye’nin yıllarca sürmesi muhtemel bir anlaşmazlıkta bir kısım ülkelerce taraf gibi algılanması... Ne kadar süreceği belli olmayan göstermelik bir ateşkesin ardından, barışın sağlandığı kabul edilerek bölgede konuşlandırılacak ‘‘Barış Gücü’’ içinde Türkiye’nin yer alması, gelecekte çok büyük sorunlarla karşı karşıya kalması anlamını taşıyor. Bugün Ortadoğu’da çatışmanın içinde yer alan taraflardan Filistin ve İsrail var olma mücadelesi içinde iki devlet. Yaşam alanları iç içe. Resmi söylemler farklı olsa da, Filistin’in kurtuluşu için mücadele veren ‘‘Hamas’’ ve ‘‘Hizbullah’’, bölgede İsrail’in varlığına karşı çıkıyorlar. İsrail ise topraklarını korumak gerekçesiyle, Filistin’de, Suriye’de, Lübnan’da giriştiği işgali sürdürmeye; ‘‘Hamas’’ı ve ‘‘Hizbullah’’ı etkisiz kılmaya; eğer başarabilirse her iki örgütü de ortadan kaldırmaya ve direnişi yok etmeye kararlı. Nihai amacının bu olduğu görülüyor... Böyle bir karakter arz eden mücadelede, taraflar arasında barışın kolaylıkla sağlanabileceğini kabul etmek gerçeklerle ne derece bağdaşabilir?... Ve eğer başarılabilirse, barış sağlanabilirse, bunun kalıcı olabilmesi mümkün mü?... Türkiye’nin çıkarları Lübnan’da askeri güç bulundurmak, Türkiye’nin ulusal çıkarları ile bağdaşmamaktadır. Türkiye’nin uluslararası anlaşmalardan kaynaklanan sorumluluklar kapsamında Lübnan’da teşkil edilecek ‘‘Barış Gücü’’ne katkıda bulunması talep edildiğinde; politik nedenlerle bu görevlendirme kaçınılmaz hale gelirse, Türkiye’nin yine de alabileceği önlemler mevcuttur. Türkiye belirleyeceği yöntemlerle ve sınırlamalarla bu görevlendirmede ulusal çıkarları açısından en az mahzur taşıyan koşulları oluşturabilir. Türkiye,‘‘Barış Gücü’’nde birlik görevlendirmek zorunda kaldığında, güce tahsis edeceği birliğin yapısını, görev bölgesini, görev süresini dayatmalara bağlı olarak değil kendi tercihlerine göre belirleyebilir; görevlendirme için kısıtlamalar getirebilir. Bu önlemler kapsamında Türk birliği için en uygun görev; çatışma bölgesi dışında kalarak, bölgede zarar gören sivillere ‘‘insani yardım’’ olabilir... Bugün dünyanın değişik bölgelerinde barış güçlerine katkı sağlayan ülkelerin tahsis ettiği birlikler, ittifak yapısı içinde ülkeler açısından prestij sağlamada bir etken gibi görülseler de, simgesel birlik gönderen ülkeler dahi, bu yapı içinde söz sahibi olmaya devam ediyorlar ve varlık (bayrak) gösterebiliyorlar. Birçok ülke bu yolla muhtemel risklerden kaçınabiliyor!.. Lübnan’a birlik sevk edilmesi ile ilgili son karar ‘‘Türkiye Büyük Millet Meclisi’’nin olacaktır. İçinde bulundukları siyasal açmazdan kurtulabilmek için, ‘‘anayasa’’yı hiçe sayarak, ‘‘Meclis’’in yetkisine ipotek koyarak Lübnan’a asker göndermek istediklerini açıklayanlar; sanki bu yolda bir ‘‘Meclis’’ kararı varmış gibi davrananlar; ya da ‘‘Meclis’’in yetkisini göz ardı ederek Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesini, tatbikat, tören, yarışma ya da ziyaret maksatlı faaliyet gibi algılayanlar, ulusal iradeyi hiçe saymaktadırlar. Ulusal bilincin gelişmediği, ırksal ve dinsel ayrımcılığın kol gezdiği Lübnan’da, olmayan barışı korumak nasıl sağlanacaktır? Egemen güçlerin Ortadoğu’yu şekillendirmek için oluşturduğu planlar bir yana, Türkiye bu gerçeği de görmeli, muhtemel risklerden uzak durmalıdır!... Sorun ve boyutları Sorunun boyutları giderek genişliyor! Sorunu oluşturan etkenler gün geçtikçe artıyor! Bir etken de; çatışan tarafların ardında duran; onlara politik, askeri ve ekonomik destek sağlayan ülkelerin varlığı! Ortadoğu’yu şekillendirmek için İsrail’in ardında duran ABD başta olmak üzere emperyalist güçler; Hizbullah’ın ardında duran İran ve Suriye; taraflara kendi çözüm tarzlarını kabul ettirmeye çalışıyorlar. Sonuçta başlangıç noktasına geri dönülüyor; mücadele devam ediyor... Burada görülmesi gereken gerçek şu: ABD, Ortadoğu’yu şekillendirmek için oluşturduğu projeleri yaşama geçirmeye kararlı. Ortadoğu’da ABD ile birlikte hareket eden her ülke, bu projelerin gerçekleştirilmesinde belli görevler üstlenmek zorunda! Türkiye eğer bu ülkeler arasında yer alırsa, kendi ulusal çıkarlarına tümüyle aykırı olan ‘‘Büyük Ortadoğu’’ ve ‘‘Ilımlı İslam’’ projelerinin gerçekleştirilmesi için de katkı sağlamış olacak. Yani Türkiye kendi varlığına yönelik bunca tehdide ilave olarak yeni bir tehdit oluş Türkiye’nin tavrı SEVGİLİ ARKADAŞIM TUNCER NECMİOĞLU Şiirsel bir dostlukla, şiirlerle, yurt sevgisiyle geçirdiğimiz 60 yıl ne kadar güzeldi... Bundan böyle dostluğa, sevgiye, ulusuna, devrimciliğe yani insanlığa örnek anılarınla yaşayacağım. YİNE BERABERİZ HOŞÇAKAL ŞİİR BABA. ÜNAL ERDOĞAN ‘Emperyalist Demokrasi’ ve Kemalizm Av. Mikayil DİLBAZ D emokrasi, halkın kendi kendini ya doğrudan ya da dolaylı olarak yönetmesi anlamını ifade etmektedir. Geniş anlamda bu tanımı çerçeveleyen demokrasi kavramı, siyaset arenasında kendini dar anlamıyla özgürlük rejimi olarak isimlendirmektedir. Bünyesinde özgürlüğü barındıran demokrasi kavramı, günümüzde emperyalist devletler tarafından kendi hedef ve çıkarlarına ulaşılması maksadı ile kullanılmaktadır. Bu sebepten dolayı demokrasi kavramının içeriğinde önemli sapmaların ve değişmelerin meydana geldiği açıktır. Bunu günümüzün siyasal arenasındaki somut örneklerle de görmekteyiz. Örneğin ABD, ‘‘Demokrasi çatısı altında Afganistan’a özgürlük getireceğim, terör demokrasinin baş düşmanıdır’’ söylemleri ile Afganistan’ı işgal etti ve asıl amacını demokrasi şablonu altına gizleyerek gerçekleştirdi. Öte yandan yine ABD, Irak’ın dünya barışını tehlikeye soktuğu gerekçesiyle oradaki asıl amacına kılıf uydurmadı mı? Günümüz Türkiye’sinde de bunu tüm çıplaklığıyla görmek mümkündür. Bunun en somut örneği, daha düne kadar şeriat tellallığı yapan kimi siyasilerin, ‘‘Biz gömlek değiştirdik ve bu ülkeye demokrasi çatısı altında özgürlük ve hürriyet getireceğiz’’ deyip takıyye yapmalarıdır. Yukarıda irdelediğimiz somut örnekler insanın aklına hemen şu soruyu getiriyor: ‘‘Peki, demokrasi siyasiler tarafından istenildiği yöne çekilecek kadar ilkeleri olmayan, içi boş bir yönetim biçimi midir?’’ Bu sorunun cevabını algılayabilmek için Atatürk’ün demokrasi anlayışını betimlemek gerekir. Atatürk’ün demokrasi anlayışı, ‘‘Yurtta barış dünyada barış’’ ilkesi üzerine kurulmuş, antiemperyalist, çağdaş, cumhuriyetçi, laik, tam bağımsız ve ulusal bütünlük üzerine inşa edilmiştir. Bu yönüyle Atatürk’ün demokrasi anlayışını betimlediğimizde emperyalist devletlerin demokrasi anlayışları ile taban tabana zıt olduğunu görmekteyiz. Çünkü, emperyalist devletler demokrasi anlayışını kendi çıkarları doğrultusunda yontmaktadır. Başka bir ifade ile demokrasiyi bir araç gibi görmekte ve çıkarları söz konusu olduğunda bu bombayı insafsızca tüm insanlığa karşı kullanmaktadırlar. Ülkemizde de yukarıda belirttiğim gibi kimi işbirlikçi siyasiler, demokrasi maskesi altında sosyal devleti yok saymakta, yargıya müdahalede bulunmaktadır. Kadını ikinci sınıfa atmakta, işçinin ve memurun sosyal haklarına tecavüz etmektedir. Sonuç olarak anlaşılan ya bizler demokrasinin ne olduğunu bilmiyoruz ya da demokrasi kavramını yeniden iyi analiz etmek zorundayız. Ya sizce... Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin yayınladığı günlük sivil toplum gazetesi tarafsız haberleri, ilginç röportajları, araştırmaları, köşe yazıları ve ülke sorunlarını yansıtan raporlarıyla 10 yıldır okurlarıyla el ele... Tel: 0 212 511 94 94 Abone: 0 212 513 83 00 BİZİM GAZETE CUMHURİYET 02 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle