25 Aralık 2024 Çarşamba English Abone Ol Giriş Yap

Katalog

Aylar
Günler
Sayfalar
20 AĞUSTOS 2006 PAZAR CUMHURİYET SAYFA KÜLTÜR kultur?cumhuriyet.com.tr Bir karpuzu kestiğimizde ortaya çıkan renklerin bir ülkenin bayrağı olduğunu çok azımız biliriz 15 ESİNTİLER ZEYNEP ORAL Buz gibi karpuuuz... ALTIN PORTAKAL Daha Güzel Bir Dünya İçin... Doğrusu, Doğu Batı Divanı Orkestrası’nın İstanbul’da Aya İrini’deki konserine giderken, günlerdir, haftalardır okuduklarım, edindiğim tüm ön bilgiler ışığında, konserin ‘politik’ yanı, amacı, işlevi, müzikal değerlerden çok daha ağır basıyordu. Evet, Daniel Barenboim dünya çapında bir maestro, bir piyanist, yıllardır yeryüzünün en mükemmel orkestralarının daimi şefi olabilir, doldurduğu plaklar kapışılırken, en önemli ödülleri kazanmış istisna bir yorumcu olabilirdi... Ancak Musevi Rus bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen ve bir ‘müzik fenomeni’ sayılan Daniel Barenboim’un, Filistinli düşünür, yazar, eleştirmen, akademisyen Edward Said’le bir araya gelip, daha güzel bir dünya, barış içinde bir dünya için kolları sıvamaları, benim için çok daha önemliydi... Bu iki örnek aydının projesi ‘müzik projesi’ olmaktan çıkmış, İsrail Filistin sorunu üzerine düşünmek ve diyalog kurmak için bir foruma dönüşmüştü... (Barenboim Said Vakfı’nın ve orkestranın kuruluş aşamalarını geçiyorum, bu sayfalarda bol bol okudunuz.) Evet, konsere giderken, 17 ülkeden ve yaşları 14 25 arasında değişen 110 gençten oluşan orkestradan, müzik açısından beklentim pek yüksek değildi... Yanılmışım! Daha ilk parçada, Beethoven’in Leonore Uvertürü’yle neye uğradığımı şaşırdım. Bu çocuklar mucize yaratıyordu. Karşımızda mükemmel bir orkestra vardı. Hem sonsuz disiplinli ve yetkin, hem de gençliklerini, dinamizmlerini, enerjilerini, duyarlıklarını, birlikte çalışmanın, birlikte çalmanın, birlikte yaşamanın sevincini aktarıyorlardı bizlere... Barenboim’un orkestrasıyla ilişkisi görülecek bir şeydi. Her biriyle tek tek, ayrı ayrı, göz gözeydi, yürek yüreğeydi. Her birini kucaklıyor, sarmalıyor, her birine uzanıyor, sanki içlerindeki güzelliği, içlerindeki müziği elleriyle çekip çıkarıyordu. Genç müzisyenler yalnız Maestro’larına değil, birbirlerine de kenetlenmiş gibiydiler. Birbirlerini kollayarak, okşayarak; gülümsemelerin, bakışmaların arkasına gizledikleri işbirliği ve dayanışmayla; birinin bıraktığı soluğu, öteki havada kaparak aşkla çalıyorlardı çalgılarını... Hiç bitmesin, hiç bitmesin, diye içimden sayıklayarak, gözyaşlarımı tutmaya çalışarak izlediğim konser, Brahms’ın 1. Senfoni’siyle sona erdiğinde, Aya İrini’yi dolduran tüm dinleyiciler ayağa fırlamış alkışlıyordu... Ve alkış bitmek bilmiyordu... İstanbul Kültür ve Sanat Vakfı bir başarıya daha imza atmıştı. Bütün bu alkışlar, elbet bu eşsiz müzik ziyafetineydi. Ama aynı zamanda orkestranın ilkelerine, konser öncesi açıkladıkları deklarasyona da yönelikti. Umuda, savaşsız bir dünya umuduna yönelikti. Neydi o deklarasyonda söyledikleri? Bir: ‘‘İsrail Filistin çatışması askeri çözümlerle bitirilemez’’ diyorlardı. İki: ‘‘İsrail ve Filistin halklarının kaderleri ayrılmayacak şekilde birbirine bağlıdır ve aynı toprak üzerinde var olmak zorundadırlar!’’ diyorlardı. Bu doğrultuda hem İsrail hükümetinin, Gazze ve Lübnan’daki altyapıyı yok ederek milyonları yerinden etmesini ve binlerce sivili öldürmesini, hem de Hizbullah’ın İsrail’in kuzeyinde sivilleri vurmasını lanetliyor, kınıyordu. Ve alkışlar dinmiyordu... Tıpkı geçen hafta Salzburg’da Viyana Filarmoni Orkestrası’nın konserinden sonra tanık olduğum gibi... Orada da karizmatik maestro Riccardo Muti, İsrailli piyanist İtamar Golan ile Filistinli genç piyanist Saleem Abboud Ashkar’ı bir araya getirmiş, Mozart’ın iki piyano ve orkestra için konçertosunu çaldırmıştı. Orada da dinleyiciler, bu müzik ziyafeti kadar, Filistin ve İsrailli piyanistlerin birlikteliğini alkışlamışlardı dakikalar boyu. Ah, bilmez değilim: Müzik, savaşları durduramaz. Ama müzik, tıpkı şiir gibi savaşlara karşı mücadeleyi ve duyarlığımızı biler. eposta: zeynep?zeyneporal.com faks: 0 212 257 16 50 Kısa film ve belgesellerde ön eleme Ülkelerinin özgürlüğü için savaşan bir grup Meksikalı, çatışma sırasında yemek molası verir... Silahların sustuğu bu anda, bir bayraklarının olmadığından yakınırlar... Herkes nasıl bir bayrak istediğini anlatır, ama bir karara varamazlar... Sonunda aralarından biri yemiş oldukları karpuz kabuklarını göstererek şunları söyler: ‘‘Biz bu topraklar için savaşıyoruz. Ona emek veriyoruz. O da bize karpuz veriyor. Bayrağımız rengini karpuzdan alsın!..’’ Böylelikle kırmızı, beyaz ve yeşilden oluşan Meksika bayrağı doğmuş olur!.. Bir karpuzu kestiğimizde ortaya çıkan renklerin bir ülkenin bayrağı olduğunu çok azımız biliriz. Karpuz konusunda bilmediğimiz bununla kalmaz. Ne diyor Orhan Veli: Hanginiz bilir benim kadar karpuzdan fener yapmasını Sedefli hançerle üstüne Gülcemal resmi çizmesini’’.. Orhan Veli elbette karpuzdan fener yapmasını çok iyi bilirdi, çünkü çocukluğu Beykoz’da geçmiştir... Beykoz, İstanbul’un karpuz tarlalarıyla ünlü bir köyüydü o zamanlar... Unutmadan söyleyelim: Gülcemal de o yılların ünlü bir vapurunun adıdır. Karpuz dünyada yaygın bir meyve olduğundan birçok şiirde ona rastlayabiliriz. Örneğin Şilili şair Pablo Neruda bir şiirinde şu dizelere yer verir: ‘‘Neden güler bir karpuz ansızın Bağrına saplanınca bir bıçak’’... Yazın bir dilim sıcak kahkahadır karpuz... Sıcak yaz günlerinde onunla serinleriz... Onun için yazılmış en güzel dizeler Bedri Rahmi Eyuboğlu’nda çıkar Kültür Servisi Real’in sponsorluğunda Altın Portakal Film Festivali kapsamında düzenlenen ‘Ulusal Kısa Film ve Belgesel Yarışması’nın ön eleme sonuçları açıklandı. Yapılan 175 başvurudan değerlendirme sonucunda ön elemeyi geçen 19 kısa film, ülkemizde bugüne dek kısa film kategorisinde verilecek en büyük ödül olan 7.500 YTL ile birlikte Altın Portakal Heykeli için yarışacak. Festival kapsamında gerçekleştirilecek olan yarışmanın seçici kurulunda bu yıl Özgü Namal, Ozan Açıktan, Uğur İçbak, Füsun Demirel ve Çek asıllı yönetmen Vera Neubauer yer alıyor. Kısa film dalında ön elemeyi geçen filmler ise şöyle: ‘Beastly Male’ Aykut Kayacık, ‘Ayrılık’ Selçuk Aydemir, ‘Entropi’ Ozan Özdilek, ‘Femme Fatale’ Şükriye Dönmez, ‘Poyraz’ Belma Baş Bir, ‘Damla Su’ D. Gamze Ergüven, ‘Carnegami’ Çağla Zencirci, ‘April Fool’ Kaan Şensoy, ‘Bank’ Tunay Sevinç, ‘Düşümde Oyun Var’ Serkan Yüksel, ‘Kimlik’ Nazmi Kırık, ‘Yorgan’ Caner Yalçın, ‘Annem Sinema Öğreniyor’ Nesimi Yetik, ‘Özgürlük Yalnız Olmaz’ Denizhan Yazgül, ‘Filmin Adı Henüz Yok’ Cenk Özakıncı, ‘Kısa Dalga’ Hasan Ciritoğlu, ‘Turkish Chat’ Murad Çobanoğlu, ‘Dreamcatcher 767’ Armağan Pekkaya, ‘Pamuk Prenses 2’ Barış Bayraktar. Belgesel film dalında ise yapılan 50 başvurudan 14’ü ön elemeyi geçti. Belgesel Film Jürisi, Bilgin Adalı, Ece Temelkuran, Mete Çubukçu, Yelda Reynaud ve İspanyol oyuncu Marie De La Rosa’dan oluşuyor. Belgesel film dalında ön elemeyi geçen filmler: ‘Öyle Duruyorum’ E. Ateş Savaşeri, ‘Hilal’in Saçları’ Zeynep Özkaya, ‘Gewok’ Mutlu Karadoğan, Meriç Ozan, ‘Gündelikçi’ Emel Çelebi, ‘Kadına Ağıt’ Berrin Balay Tuncer, Önder M. Özdem, ‘Naze’ Ümit Kıvanç, ‘Ömer Eve Gel’ Şavk Serkan, Şahin Barış, Cihan Şevket Onur, ‘Tek Duvarlı Şehir’ Sevgi Ortaç, ‘Anneler ve Çocuklar’ Orhan Eskiköy, ‘40 Yıl Sonra Harem Kadınları’ A. Gülümser, Şavk Belkaya, ‘Gırnata’ Eyüp Görgüler, ‘Türk Kahvesi’ Nesrin Aktolun, ‘Bir Yudum Bekleyiş’ İlkay Nişancı, ‘Metal Yorgunluğu’ Uygar Demoğlu. (www.tursak.org.tr) karşımıza... Şöyle seslenir Bedros: Bu karpuz çok kırmızı Bölüşmek şart... Ama karpuz her zaman yenmek için değildir... İnsanımızın yaratıcı zekâsıyla çok farklı bir şekilde de kullanılmıştır!.. Ben buna tanığım. Nasıl mı?.. Anlatayım efendim: Sıcak bir yaz gününde, camları sonuna kadar açık arabamın içinde Boğaz Köprüsü’ne doğru ağır ağır ilerlerken, yolun solunda arızalanan bir araç görmüştüm. Arabanın sahibi ceza kesmekte olan polise bir şeyler anlatmak için çırpınıyordu. Yanlarından geçerken duymuştum, yalvarırcasına şunları söylüyordu: ‘‘Abi, idare et n’olur... O da kırmızı, bu da kırmızı...’’ ‘Tekne Kazıntısı’... İstanbul trafiğinde yaşanılan gündelik komedi sahnelerinin en yaratıcılarından biri olan manzara şuydu: Arızalanan arabanın sahibi, bagajında taşıdığı karpuzu ortasından kesmiş, reflektör yerine kullanmıştı!.. Zeynepkâmil Hastanesi’nin karşısındaki karpuz sergisinde yazlık sinemaların dağılmasını beklerdik... Evlerine dönmekte olan insanlar arasında karpuz alan çok olurdu... Sonra, Göztepe’de açtığımız manav dükkânında da karpuzları tezgâha dizmekten çok mutlu olurdum. Ağabeyim de, ben de hem çalışıyor hem de okuyorduk, bir koltukta iki karpuz taşıyorduk yani... Eee, lafı öyle ya da böyle sonuna getirdik. Ey okur, bil ki yukarıdaki tüm lakırdılar birazdan okuyacağın şiir içindir. Eh, bizim dolgumuz da kalemimize yakışır şekilde olmalı ama, değil mi?.. Gelgelelim şiire... Karpuz için yazılmış en güzel şiirdir, sizlere sunduğum. Adı: ‘Tekne Kazıntısı’... Şairi ise bir güzel insan: Cevat Çapan... Buyurun, şiiri dilimliyoruz: Babam iki tek atınca Hadi seni karpuzlara götüreyim, derdi Karpuzlar Gebze’de oturan kızlardı Annem kızarır, kızar Bey çocuk daha küçük, der Mutfağa gider ağlardı Babam karpuzdan anlardı!.. CUMHURİYET 15 K
Abone Ol Giriş Yap
Anasayfa Abonelik Paketleri Yayınlar Yardım İletişim English
x
Aşağıdaki yayınlardan bul
Tümünü seç
|
Tümünü temizle
Aşağıdaki tarih aralığında yayınlanmış makaleleri bul
Aşağıdaki yöntemler yoluyla kelimeleri içeren makaleleri bul
ve ve
ve ve
Temizle